GeriSeyahat Okyanusları buluşturan Ushuaia
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Okyanusları buluşturan Ushuaia

Okyanusları buluşturan Ushuaia

Arjantin’in Ushuaia kenti dünyanın güney ucundaki son yerleşim. Aralık ve ocak ayında bölgede havalar biraz ısınınca Antarktika ve buzul turlarına çıkanların uğrak yeri olan şehir aynı zamanda kruvaziyer limanı. Gezgin Aynur Koç, geçen yıl ocak ayında iki gün konakladığı şehri yazdı.

Arjantin ve Şili’nin güneyindeki Patagonya bölgesine gidecekseniz Ushuaia’ya mutlaka uğrayın. Namı büyük, kendisi küçük bir şehir. Tierra del Fuego yani Ateş Toprakları Yarımadası’nın başkenti, Antarktika’nın giriş kapısı, lüks yolcu gemilerinin ara durağı. Biz de “Buzul Patagonyası” turu öncesinde iki gün konaklayacağız.
Güney Amerika’da yazın yaşandığı ocak sonunda 40 derece sıcaklıktaki Buenos Aires’ten 4 saat süren uçuşla geldiğimiz Ushuaia’da bizi soğuk hava karşıladı. Bin kilometre güneyindeki Antarktika’nın da etkisi vardı bu soğukta. Yerel halk Yamanaların dilinde “Doğuya Bakan Koy” anlamına gelen Ushuaia’da bütün hareket topu topu iki ana cadde ile liman boyunca uzanan üçüncü cadde üzerinde. Sırtımızı Antarktika’ya yüzümüzü Arjantin’e döndüğümüzde sağ tarafta Atlas Okyanusu, solda Pasifik Okyanusu, aralarında ünlü Beagle Boğazı yer alıyor. Bu ufak kent coğrafi konumunu “Dünya’nın Sonundaki Yer” mesajıyla turizmde çok iyi kullanıyor.
ATEŞ TOPRAKLARI MİLLİ PARKI
Kentin güneybatısındaki Şili’ye yakın bölgede Ateş Toprakları Milli Parkı (Tierra del Fuego) yer alıyor. 63 bin hektarlık alana yayılmış. Faunası, florası çok zengin. Çok zamanımız olmadığı için birkaç önemli noktasını göreceğiz. “Dünyanın Ucundaki Postane” göl kenarında. 30 Peso karşılığında pasaportuma “Dünyanın Sonundaki Yer” damgası vuruluyor. Raflardaki kartpostaldan birini seçip “Dünya’nın en uç güney noktasıyım” yazıyorum. Sonra adresime postalıyorum. Postacı “En geç 15 günde ulaşır” diyor.
Parkın ortalarında karşımıza Alakush adlı tesis çıkıyor. Yamanalar bir kuş cinsine “Alakuş” ismini vermiş. Kendi isimlerini de “Şamana” olarak telaffuz ediyorlar. Orta Asya’yı işaret ediyor bu bağlantılar. İki kıta bitişikken Orta Asya’dan bu kıtaya geçenlerin çoğunlukla Kuzey Amerika’ya yerleştiğini biliyoruz. Yamanaların neden bu soğuk topraklara indiğini anlamak zor. Yamanalar hakkında bilgi edinmek için tesisin ikinci katındaki müzeyi geziyorum. Burada ilkel kabile görüntüleri var. Canlandırmalarda nerdeyse çıplaklar. Denizaslanı derisinden yaptıkları kıyafetlere bakarken polar ve kalın giysiler içinde olduğum halde iyice donduğumu hissediyorum. Geçmişte daha fazla ağaç varmış, ısınmada odun kullanılırmış. Ateş yarımada sahillerinden geçen denizcilerin, özellikle Macellan’ın dikkatini çekmiş. Gözle görünen kısım kayalık arazi olduğu için burada bir yaşam olduğu düşünülmemiş. Topraktan direkt ateş çıktığı sanılıp bölgeye Ateş Toprakları adı verilmiş. Yamanalar bölgede uzun süre yaşamış. Sonları kıtadaki diğer yerliler gibi hazin olmuş. 19’uncu yüzyılda bölgeye gelen İngilizler hem hastalık getirmiş, hem de Yamanaları kalın kıyafetler giymeye zorlamış. Yamanalar kıyafetleri ıslanınca kurutmayı düşünememişler, hastalanmış, ölmüşler. 20’nci yüzyıl başında tarihe karışmışlar.
Parktaki en büyük sürpriz 1900’lerin başında Ushuaia’daki hapishanede yatan mahkûmların inşa ettiği sekiz kilometrelik tren yolu. Mahkûmları ağaç kesmeye götüren tren bugün “Dünyanın Ucundaki Tren” adıyla turizmin hizmetinde. Buharlı lokomotifi, zarif vagonları ve geniş pencereleriyle yenilenen tren yazın saat 09.30-12.00 ve 15.00’te, kışın saat 10.00 ve 15.00’te tur atıyor. Pipo Nehri, Macarena Şelalesi gibi harika yerleri görme olanağı var. Yeterli vagon sayısı olmadığı için mutlaka önceden rezervasyon yapılması gerekiyor. (www.trendelfindemundo.com.ar) Pan-American karayolunun bir parçası olan “Ruta Nacional 3” bu parkta sona eriyor. Bu noktanın Alaska’ya uzaklığı 17 bin kilometre.
KARİDES VE AHTAPOTUN TADI DAMAĞIMDA KALDI
Kentin ana caddesi San Martin bir uçtan diğerine dükkân ve restoran dolu. Camında “la Casa de Los Mariscos” yani deniz mahsulleri yazan restoranlara girip en leziz deniz mahsullerini yiyebilirsiniz. Yemekler siparişten sonra taze hazırlandığı için beklemeyi göze almalısınız. Tabaklar dolu dolu geliyor. Hem göze hem de damağa hitap ediyor. Karides ve ahtapot güveç kadar lezzetliydi ki aynı lokantada hem öğle hem de akşam yemeği yedim. Buraların çikolatası da çok ünlü. Yan yana dizili pek çok çikolata dükkânından 100 gramdan az almamak kaydıyla dilediğinizi tadabilirsiniz. Doğa sporları malzemeleri satan dükkânlar ise benim için bulunmaz nimet. Üzerinde “Dünyanın Sonu” yazan pek çok giysiyle beraber burayı bana en iyi şekilde hatırlatacak oyuncak penguen alıyorum.
Ushuaia’da dolu dolu iki gün yaşadıktan sonra Buzul Patagonyası’nı görmek için El Calafate’ye uçuyoruz. Beni bekleyen büyük sürpriz gezinin sonunda eve vardığımda posta kutumda bulduğum “Dünyanın Ucundaki Postane” kaşeli penguenli kart oluyor...

ÇAKMA PENGUENLER KESKİN KOKULU DENİZASLANLARI

Kentteki ilk günümüze Beagle Boğazı’na kadar katamaranla gidiş-gelişin yaklaşık 2.5 saat sürdüğü kanal turuyla başlıyoruz. Rotamız üzerindeki Isla Bridges, Isla de los Lobos, Isla de das Pajaras gibi adaları mekân tutan denizaslanlarını ve penguenleri göreceğiz.
Denize açıldıkça soğuyan hava, artan rüzgar, dalgalar fotoğraf çekerken zor anlar yaşattı. Kaptan adaların yakınına geldikçe hayvanların resmini rahatça çekelim diye kıyıya en yakın yerde durdu. En hafifi 400 kilogram olan denizaslanları ağır hareket ediyor ve çok ağır kokuyor. Bazı adalarda penguenlerle birlikte yaşıyorlar. Yöreye özgü penguenlerin baş, gaga, boy ve renkleri Macellan Penguenleri’nden farklı. Onlara “çakma penguen” adını takıyoruz. İnsana alışıklar, adeta poz veriyorlar.
Hareketimizden bir saat sonra üzerinde yok denecek kadar az bitki olan bir adaya çıkarak ünlü Beagle Boğazı’nı görüyoruz. Beagle, İngiliz Amiral Roy komutasında bu boğazdan 1831’de geçen ilk geminin adı. Charles Darwin’in de bu sefere katıldığı söyleniyor. Söylence doğru olmasa da başka bir yolla gelip rastladığı canlı türleriyle dünyanın en az gelişmiş topluluğu olarak nitelediği yerliler üzerinde 5 yıl inceleme yaptığını biliyoruz. Bugün müze olan Ushuaia Hapishanesi’nin ikinci katında yerliler ve hayvanlar üzerindeki çalışmalarını içeren “Darwin Tarihi” adlı özel bir bölüm var. Belki de Galapagos öncesinde Evrim Teorisi’nin temelleri burada atıldı. Kâşif Macellan ise en güney uca kadar inmemiş, yukarıda daha sonra adının verileceği boğazdan geçerek Pacifico (sakin) adını verdiği büyük denize çıkmış. Katamaran turu Jules Verne’nin “Dünyanın Ucundaki Fener” romanına konu olmuş sevimli fenerle bitiyor.

RADOWITZKY DAHİ BU HAPİSHANEDEN KAÇAMADI

Ushuaia’da üç hapishane var: Yamaha, Territory, Hapishane Müzesi. 1947’de kapatıldıktan sonra Museo Presidio adıyla müzeye dönüştürülen hapishane en ilgi çekeni. Mahkûmların geri dönülmez sürgün yeri olarak ünlenen Dünyanın Ucundaki Hapishane’den hiç kimse firar edememiş. Sibirya’dan kaçmayı başaran, burada 21 yıl yatan eylemci işçi Simon Radowitzky dahil...
Giriş holü bugün kafeterya. Hole açılan beş uzun koridordaki tüm hücreler rahatça tek merkezden izlenebiliyor. Hücrelerdeki balmumu heykeller çok başarılı. Bazı hücrelerde yaşananlar resimle bazılarında ise objelerle günümüze aktarılmış. Her koridorda üç soba var. Geçmişte hücre kapıları gece kapatıldığında koridorun sıcak kalmasına karşın hücreler buz kesermiş. Bu nedenle gündüzleri mahkûmların en sevdiği iş, en soğuk havada bile, ağaç keserken ısındıkları için ormana gitmekmiş.

False