Hasankeyf’te bir kış günü
Geçen yıl yaklaşık 50 bin ziyaretçiyi ağırlayan Hasankeyf, Ilısu Barajı projesine karşı sürdürülen kampanyaların etkisiyle bu yıl turizmde rekor kırmaya hazırlanıyordu. Son yılların en kalabalık yazını yaşarken, temmuz ortasında Kale Bölgesi’nde kayalar çöktü. Mağara yerleşimleri, iki saray ve nehir kıyısındaki restoranların bulunduğu alan kapatıldı. Üstünden 5,5 ay geçmesine karşın durum belirsiz, halk endişe içinde kalenin açılmasını bekliyor. Yetkililer tarih vermekten kaçınıyor. Kale kapalı bile olsa, Hasankeyf’te keşfedecek çok şey var.
Ali Ağa’nın Kasr Mahallesi’nin tepesindeki kartal yuvasını andıran konağından Hasankeyf’i seyrediyoruz. Yıkıntı halindeki evin uçuruma açılan balkonunda dört kişiyiz: Mavi ceketli, lacivert kıravatlı şık rehberimiz, Atatürk İlköğretim Okulu yedinci sınıf öğrencisi Abdullah Şeker, lise öğrencisi arkadaşı Fuat, ilçeye gelmeme vesile olan gezgin dostum Nevzat Basım... Aralığın son haftasında pastırma yazından kalma bir gün... Gökyüzünde tek bulut yok. Ayaklarımızın altındaki manzara soluk kesici. Dicle yaklaşık 200 metre altımızda kıpırtısız akıyor. Tarihi köprünün ev olarak kullanılan kuzey ayağındaki balkona bir kadın çıkmış, çamaşır asıyor. Elz Rızk Camii’nin hemen altımızdaki 600 yıllık minaresine sarık gibi kondurulan leylek yuvası bugün boş. İki yıldır ayrılmadığı söylenen “Cemşit” avlanmaya gitmiş. Nehir kıyısından bıçakla kesilmiş pasta dilimi gibi beyaz kayalar yükseliyor. Köşesine kondurulan Eski Saray’ın pencerelerinden kuzgunlar boşluğa süzülüyor. Sarayın altındaki kayalardan aşağılara uzanan çatlak ürpertici. Benzer büyüklükte bir çatlak da solumuzda yükselen kaya bloğunda. Tepesindeki Artuklu Darphanesi’yle birlikte her an çökebilecekmiş gibi. Sarayla darphane arasındaki vadide Kapadokya’yı andıran Kale Mahallesi uzanıyor. Mağaralar, kale kapısı ve bölgenin kapatılmasına neden olan çöküntü bulunduğumuz noktadan net şekilde görülüyor.
Abdullah solumda heyecanla anlatıyor Hasankeyf’in, vadinin, köprünün öyküsünü. Eksik kalanı sağımdaki Fuat tamamlıyor. Her yapının, her taşın bir öyküsü, Hasankeyf’in binbir efsanesi var dinlenecek. Örneğin iki Artuklu taş ustasının minare yarışı... 1407’de Kasr Mahallesi’ne Sultan Süleyman Camii’ni yapan ustanın çırağı, ustalık için gereken yetkinliğe ulaştığını ustasına bir türlü söyleyemezmiş. İki yıl sonra fırsatı yakalayınca kıyıdaki El Rızk Camii’ni inşa etmiş. Gözyaşı şeklindeki yazıtlarla süslediği minareye, iki kişinin birbirini görmeden çıkacağı özel bir merdiven yapmış... Açılışa ustasını davet etmiş, şerefeye çıkmasını istemiş. Diğer taraftan hızla çıkıp, ustasını yukarıda karşılamış. Bu gösteri ustanın kendini minareden atmasıyla sonuçlanmış... Sadece Ali Ağa’nın konağından Dicle’yi, Hasankeyf’i yarım saat kuşbakışı seyretmek, bu öyküleri dinlemek için bile bunca yolu gelmeye değer...
10 ESER KURTARILIYOR
Geçen pazartesi, yağmurlu, soğuk bir İstanbul sabahında, alacakaranlıkta düştük yollara. Ucuz bilet avcısı dostum Nevzat Basım, promosyonları takip edip üç ay önce 70 TL’ye gidiş - dönüş Diyarbakır bileti almıştı. Yıllardır gitmek istediğimiz Hasankeyf’i ve Silvan’daki Malabadi Köprüsü’nü görecektik. Haftalardır gözümüz meteoroloji raporlarında, heyecanla bekliyorduk. Kara gömülmeye, soğuktan titremeye hazırlanmışken, güneşli, ılık bir sabahta indik Diyarbakır’a. 1,5 günlüğü 150 TL’ye kiraladığımız otomobil havaalanına getirilmişti. Kaymak gibi asfaltlanmış, duble yoldan Batman’a, oradan düzgün sayılabilecek karayolundan Hasankeyf’e varmamız yaklaşık 1,5 saat sürdü. (135 kilometre) Batman çevresindeki tüm önemli yerleşimler arasında duble yol inşaatı sürüyordu.
Yol boyunca sürülmüş, yeşermiş tarlalardan geçtik. Dicle’nin kolları, sazlıklar, yükseklerde süzülen kartallar, tarlalarda avlanan atmacalar eşlik etti yolculuğumuza. 1228 metrelik Raman Dağı’nın eteğindeki vadide petrol pompaları ağır ağır inip çıkıyordu. İşletmeye alınmayı bekleyen kuyular kırmızı tapayla kapatılmıştı. Bu çorak coğrafyada, kayaların arasına taştan ağıllar yapılmıştı. Keçilerin arasında büyükbaş hayvanlar da vardı. Büyük bir ihtimalle taşıma samanla besleniyorlardı. Suçeken’e vardığımızda, otomobilden inip aşağılarda kıvrılarak akan Dicle’yi seyrettik bir süre. Nehrin kuzey kenarında yaklaşık iki metrelik bir şerit çim kaplıydı. Sürüler bu şeritte otluyordu.
Hasankeyf’in karşı kıyısındaki Kesmeköprü’ye varmadan yaklaşık bir kilometre önce, düz ve açık bir alanda Zeynel Bey Türbesi yükseliyordu. Havuzlu külliyenin yıkıntısıyla çevrelenen türbenin kubbesindeki çimler gitmiş, yerini çelik kemerler almıştı. Biz türbeyi gezerken ODTÜ, Ankara ve Batman üniversitelerinden bir heyet restorasyonu teftiş edip, rapor hazırlıyordu. Otlukbeli Savaşı’nda Osmanlı’ya yenilen Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey için yapılmıştı bu görkemli mezar. Dış cephesindeki çiniler 14’üncü yüzyılın ortalarında görülen klasik stilin Anadolu’daki tek örneğiydi. Akademisyenlerle konuştuğumuzda, binanın çift katmanlı inşa edilen kubbesinin güçlendirilerek çökmekten kurtarıldığını öğrendik. Giriş duvarı onarılmış, kapı ve merdiven yapılmıştı. Fakat fotoğraflarda gördüğümüz mavi, yeşil dış cephe çinilerinin bir bölümü dökülmüştü. Küçük çini parçacıkları yapının çevresine saçılmıştı.
Sular altında kalması beklenen Hasankeyf’in önemli tarihi yapılarından 10’unda kurtarma çalışması yürütülüyordu. Bunlardan bazılarının sökülüp, sular altında kalmaktan kurtarılması planlanıyordu. Rastladığımız ekip Küçük Saray’ın altındaki çatlağı da inceleyip, rapor hazırlayacaktı.
İlçeye girmeden, yeni köprünün yanı başındaki İmam Abdullah Zaviyesi’nin altında durduk. 126 yıl Artuklular’a başkentlik yapan, İpek kervanlarını ağırlayan, 13’üncü yüzyılın kültür şehrine uzaktan baktık. Köprübaşında duran yolculara Hasankeyf’i anlatan 15 yaşındaki Musa Daviz’den eşkiya Hasan’ın öyküsünü dinledik. Yakalanıp idam edilmek üzereyken, son istek olarak cirit atmak istemişti Hasan. Atını kaleden 100 metrelik uçuruma sürmüş, Dicle’ye düştüğünde öldüğü sanılmış, oysa o yüzüp karşı kıyıya geçmişti. Arkasından “Neden yaptın Hasan” diye bağrılması, şehre ad olmuştu...
KALE KAPISI ÇÖKEBİLİR
Hasankeyf çarşısında, güneşli günün tadını çıkaranlar kahvenin kaldırımına sıralanmıştı. Aralarına oturduk, çay eşliğinde sohbet ettik. Bakkalında Tarkan, Okan Bayülgen gibi ünlülerle çektirdiği fotoğrafları sergileyen Ömer Güzel, aynı zamanda Doğa Derneği gönüllüsüydü. Turizmin ilçe için çok önemli bir gelir kaynağı olduğunu, buna karşın yeterince ilgi gösterilmediğini söylüyordu: “Temmuzda kaya düşünce kale ve nehir kıyısı kapatıldı. Zaten turist otobüslerine park alanı gösterilmiyor, caddelere park etmeleri, kale yoluna girmeleri engelleniyor. Yine de bayramda binlerce kişi geldi, iğne atsanız yere düşmüyordu. Bir o kadar turun, kale kapalı olduğu için iptal edildiğini duyduk. Kalenin açılmasını bekliyoruz.”
Kale’ye açılan sokak ilçenin turistik merkeziydi. İki taraflı sıralanan dükkanlarda el dokuması tiftik kilim, seccade, yatak örtüleri ve poşular satılıyordu. Aralarından geçip El Rızk Camii’nin terasından Dicle’yi seyrettik. Sonra özel izinle demir parmaklı kapıdan geçip, Kale Mahallesi’ne girdik. Bu yol Karaköy ve Uzundere’ye ulaşıyordu, bu nedenle sadece köylülere açıktı. İki yanındaki tebeşir gibi yumuşak kayalar yükselen vadinin her köşesi mağara doluydu. 60 yıl öncesine kadar ilçe halkının önemli bölümü bu mağaralarda yaşıyor, tezgahlarda kilim dokuyordu.
Girişten yaklaşık 100 metre ileride, kaleye çıkan meşhur tarihi kapı adeta boşlukta yükseliyordu. Altındaki yaklaşık bir dönümlük alana, peynir gibi parçalanıp çöken, kamyonet büyüklüğünde kayalar saçılmıştı. Yukarıda yarısı çökmüş mağazalardan halılar, kilimler sarkıyordu aşağıya. Bu alanın altı otopark ve çeşmeydi. Çöküntünün sabaha karşı olması faciayı önlemiş, sadece bir kişi ölmüştü. Karşı cephedeki kayalar da pek tekin görülmüyordu. Tarihi kale kapısının restorasyonunu ihale edilmiş, fakat dağdan 25 santim açıldığı, altındaki kayaların çökebileceği anlaşılınca çalışma durdurulmuştu.
Vadiden yol boyunca yukarı yürüdük. Bazı mağaralar hâlâ ahır olarak kullanılıyor, kapısında köpekler bekliyordu. Yol seviyesindeki mağaralara harman makineleri bırakılmıştı. Kapadokya’yı çağrıştıran manzara etkileyiciydi. Yol kapalı olduğu için kaleye, saraya çıkamadan döndük. Kasr Mahallesi’nden Hasankeyf’i seyrettik. Yerel tarihi araştıran Mehmet Emin Turan’dan öğrendiğimize göre, tepedeki çift tavanlı, özel geçitli konağı 19’uncu yüzyılda bölgenin en zengin beyi olan Hüseyin Ağa yaptırmıştı. 300 silahlı adamıyla bölgeyi koruyan ağa, bu görevi oğlu Ali Ağa’ya bırakmış, torunları 20 sene önce yapıyı boşaltıp kaderine terk etmişti. Tepeden inerken yolun ortasındaki iki mezar dikkatimizi çekti. Bunların şehit mezarı olduğu rivayet ediliyordu. Biraz aşağıda, Sültan Süleyman Camii’nde onarım çalışmaları sürüyordu.
İKİNCİ SEÇENEK ASANSÖR
“Moğollar saldırdığında, yağmalanan külliyelerden Dicle’ye atılan el yazmaları nedeniyle nehrin kilometrelerce mürekkebe boyandığı anlatılır. Kesme taştan yapılmış, ayak açıklığı açısından dünyanın en büyüğü olan Hasankeyf Köprüsü’nü onlar yıktı, 14’üncü yüzyılda Eyyubiler yeniledi. Çift katlı köprü 18’inci yüzyıl sonunda bakımsızlıktan parça parça çöktü” diyordu Turan ilçe tarihini anlatırken. Hasankeyf halkı tarih boyunca Dicle üstünde keleklerle taşımacılık yapmış, tütün yetiştirmiş, tiftik dokumuştu. Bugün ise işsizlik yaygındı, hayvancılık ve turizm tek gelir kaynağına dönüşmüştü. Ilıca Barajı nedeniyle iki yıl içinde su altında kalması beklenen ilçede turizm patlamış, fakat Kale Mahallesi turizme kapatılmıştı.
Nehrin karşı kıyısındaki mağaraları seyredebileceğimiz Hasbahçe’de soluklanıp, alacakaranlık çökerken Batman’a doğru yola çıktık. Dönüşte Kale’nin akıbetini öğrenmek için Batman Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam’ı aradım. Hasankeyf kazılarının ve kapatma kararını veren Diyarbakır Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun başkanıydı Prof. Dr. Uluçam. “ODTÜ jeologlarının raporunu bekliyoruz. Kaya çökmesi tehlikesi yoksa, kale kapısı onarılıp bölge açılacak” diyordu. Eğer kaya düşmesi tehlikesi sürüyorsa, kaleye asansör kurulacaktı. Kesin tarih vermemekle birlikte, Kale Mahallesi’nin hazirana kadar açılmasını bekliyordu.
MALABADİ KÖPRÜSÜ
Tarihi Hasankeyf köprüsünün görkemini anlamak için, benzeri olduğu söylenen Malabadi Köprüsü’nü görmek gerekiyor. Batman - Silvan karayolunun Çatakköprü mevkii’nde, Batman Barajı’nın hemen altındaki köprü 1147’de Artuklular tarafından yaptırılmış. 150 metre uzunluğunda, yedi metre genişliğinde. Dünyanın en geniş kemerli taş köprüsü olduğu söyleniyor. Kemeri Ayasofya’nın kubbesi sığacak genişlikte. Birkaç kez restorasyon geçiren köprünün dış yüzeyi eski özelliğini kaybetmiş. Kemer bölüyle, ayakları farklı taş dokusuna sahip. Her iki yanında yaklaşık 20’şer metrekarelik birer han odası bulunuyor. Camlarından kilometrelerce uzanan Batman Çayı görülebiliyor. Köprünün kemerini ayakta tutan, kilit sistemiyle sıralanan büyük taşlarda ciddi kırılmalar oluşmuş.
TİFTİĞİMİZİ SİİRT’E KAPTIRDIK
Mehmet Nuri Aydın (34), Eski Çarşı’daki vitrinsiz sokağa açılan dükkanında gün boyunca dededen kalma usülle keçi yününden seccade, battaniye dokuyor. “30 yıl önce 160 tezgah vardı mağaralarda. Şimdi üç aile, altı tezgah kaldık bu işi yapan” diyor. Günde beş metre dokuyup, birinci kalite dokumanın metresini ortalama 20 TL’den satıyor. Aydın’ı en çok üzen, geleneksel Hasankeyf dokumasının unutulması. Siirt battaniyesi ismiyle anılması.