Son Güncelleme:
Ha uşağum, bu ne biçum şehirdur
Bir Trabzonlu, Sarp Sınır Kapısı’nı ilk kez aşıp kardeş şehri Batum’a vardığında neler düşünür, neler hisseder? İşadamı, yazar, 16 yıldır dünyayı dolaşan gezgin Hilmi Köksal Alişanoğlu (51), mayısta iki günlük keşif turuna çıktı. Mizahi bir dille Batum izlenimlerini yazdı.
Batum, Lazistan Sancağı’nın merkeziydi. Üç asır Osmanlı, bir asır Rus denetiminde kaldığı halde, kentte iki ulusa ait önemli eser bulunmuyor. Herhalde “Tanrı bu vilayete o kadar cömert davranmış ki, katkımıza gerek yok” diye düşündüler.
Kent geniş bir düzlükte kurulu. Sırtını, sağını ve solunu yemyeşil, çoğu zaman karlı dağlara vermiş, gönlünü ise Karadeniz’e açmış. Kilometrelerce kumsal, yemyeşil doğa, ne lazım bina! Batum otomobille Trabzon’dan bir buçuk saat. Aracın Gürcistan’a girişebilmesi için, sahibinin de içinde olması şart. İstanbul’dan uçakla direkt ulaşım da mümkün. Zaten Türkiye’nin bir iç havaalanı olarak da kullanıyor. Aracımızı hudutta park edip, bavullarımızı elimize alıyoruz, kapıdan içeri giriyoruz. Ne vize soran var ne de ters bir bakış atan ya da aşağılayan...
Sarp Sınır Kapısı’nın Gürcistan tarafında Batum’a giden minibüsler olduğunu öğrenmiştik. Yanımıza bir Gürcü yanaşıyor. “Taksi var,” diyor Türkçe, “Batum 100 Lari.” Lari, Gürcü parası, aşağı yukarı TL’ye eşit değerde. Başka kentlerde yediğimiz kazıkların tecrübesiyle, pazarlık bile yapmadan minibüs durağına yönelip sıradaki araca biniyoruz. Minibüs biraz eskice ama ücret kişi başı bir Lari. (Dönüşte taksinin de gerçek ücretini öğreniyoruz: 20 Lari.) Otogardan yakındaki kentlere otobüs seferleri var: Tiflis, Soçi, Bakü, Erivan...
Sarp’ın yanıbaşındaki Kemalpaşa’dan bavul ticareti yapan Gürcüler, balya ve kutularla doluşunca, 15 kişilik minibüste nefes alacak küçük bir alan kalıyor. Yol, dört şerit olmasa da, son dere düzgün. Her taraf yemyeşil. Bizim yok ettiğimiz kumsallara Gürcüler gözleri gibi bakmış. Tesisler bakımsız, yıkık dökük olsa da, kumsala dokunulmamış. Yol sahile uzaktan geçiyor.
Kent merkezinde iniyoruz. Otogar, Türkiye’nin 40 sene önceki kasaba terminallerini andırıyor. Çoğu eski araçların. Arada son model cipler cirit atıyor.
ŞOFÖRÜN TUHAF CEVABI
Tabelalarda Gürcü ve Latin harfleri kullanılmış. Gürcü alfabesine bakarak bir şeyler çıkarmak imkânsız. İbrani ve Hint alfabesini andıran acayip bir şey. Ülkede Ruslara ait ne varsa ortadan kaldırılmış. Tek Rusça tabela yok. Her sokakta birkaç tane bulunan döviz büfelerindeki rubleler kalmış sadece. Buna karşılık Türk etkisi hemen hissediliyor. Bir sürü Türk markalı ürün, dükkân tabelası göze çarpıyor. Döviz büfelerinde Euro, Dolar, Ruble ile birlikte TL de alınıp satılıyor.
Oturup soluklanacak kafeterya, pastane aramak nafile. Bakkal, büfe bile nadir. Valiz elde otel ararken, bir yandan kenti tanıyoruz. İlk izlenimimiz aynen sürüyor, kent harabe. Rastladığımız otellerde kalmaktansa memlekete dönmek daha iyi. Zaten bir ara bunu geçiriyoruz aklımızdan.
Bir büfeden soda içip, işaretle fiyatını soruyorum. Sekiz lari! Bilsem şişeyi açmazdım. Parayı uzatınca gerçek fiyat çıkıyor ortaya: 80 kuruş. Keşke pazarlık yapıp 60’a indirseydim! Caddeler erkeklerin işgali altında. Kadın sayısı o kadar az ki. Ana caddeden sahile yürüyüp yay çizerek başladığımız noktaya dönüyoruz. Yolda tek turist enformasyon bürosu yok. Bir Vestel mağazasına giriyoruz. Gürcü tezgahtar akıcı Türkçe konuşuyor. Mağaza yöneticisi çok daha cana yakın çıkıyor. Bize iki otel tavsiye ediyor: Beş yıldızlı İntourist ve İstanbul. Arayıp fiyatlarını öğreniyor. İlki adam başı 175 dolar, diğeri 60! Nedeni kentte otel sayısının azlığı. Bindiğimiz taksinin şoförü ufacık şehri henüz öğrenememiş. Yolda adres sorarak buluyor otelimizi. Neredeyse bizden tarif isteyecek.
İstanbul Otel adına layık. Temiz, düzenli. Kablosuz internet bile var. Derhal arkadaşlarıma bir mesaj çekiyorum: Memleketin kıymetini bilin! Otelin sahibi Borçkalı bir Laz. Bize çok yardımcı olduğu için oteldeki tuhaflıkları görmezden geliyoruz: Örneğin asansörde beşe basıp, altıya çıkıyoruz. Tuvalette taharet tertibatı var, musluk yok! Eşyalarımızı yerleştirip, bizim için kiralanan otomobille yola düşüyoruz. Şoför biraz Türkçe biliyor. Seveceğimizi düşünüp, birbiri ardına arabesk şarkılar çalıyor teypte. Bayılıyoruz!!! Gürcistan denince aklımıza hep çeteler gelir. Şoföre soruyoruz: Gürcistan’da mafya var mı? Suratına gülümseme yayılıyor. “Mafya Saakaşvili’nin kendisi.”
SPUTNİK TEPESİ’NDEN MANZARA DOYUMSUZ
Şehirdeki fiyatlar, bizim Karadeniz kentleri seviyesinde. Benzin yarı fiyatı. Gürcülerin gururu, şehre 5 kilometre mesafedeki Botanik Bahçesi’ne götürülüyoruz. Oysa Karadeniz’in her yanı botanik parkı. Sonra Kobuleti’ye gidiyoruz. Bakımlı, turistik bir kasaba. Kumsalı uzun, denizi temiz. Yazın plajları doluyor. Ardından Sputnik Tepesi’ne tırmanıyoruz. Kent ayaklarımızın altında. Olumsuz izlenimimiz bir anda siliniyor. Müthiş bir coğrafya. Dağların yamaçlarındaki evler tipik Karadeniz mimarisi. Birbirinden uzak, bir ya da iki katlı, önlerinde tarla ve bahçeler.
Kentteki binalar maksimum 7-8 kat. En yüksek bina tadilattaki Sheraton. Otel, Ruslar’ın Varşova’da, Varşova Paktı onuruna inşa ettiği, sonra alışveriş merkezine dönüştürülen binanın kopyası sanki. Ruslar tutumlu insanlar anlaşılan. Mimara tek proje için para vermiş, sonra küçültüp Batum’da kullanmışlar.
Sürücü bu defa sahile götürüyor bizi. O anda, kente haksızlık ettiğimize karar veriyoruz. Sahil tarafı, suni bir göl etrafında son derece güzel parklar, yürüyüş alanları ve şirin barakalarda hizmet veren restoranlarla dolu. Batum’da birkaç kilise ve oldukça ufak bir cami çarpıyor gözüme. Şişmanca bir adam namaz kılmaya kalksa, secdeye vardığında poposu dışarıda kalır. Akşam otelde yemek yiyoruz. Restoran en üst katta, Batum ayaklarımızın altında. Kentin bazı bölümleri şaşaalı, çoğunluğu ise perişan...
Vaktiniz varsa, atlayın arabaya gidin Rize’ye, muhlama, fasulye turşusu kavurması ve Laz böreği yiyip geri gelin. Vaktiniz yoksa muteber otellerin restoranlarında veya sahildeki lokantalarda Türk mutfağının ürünleri tadılabilir. Yerel mutfağı denemek istiyorsanız Gorki Caddesi’ndeki restoranları deneyebilirsiniz. Abhaz mutfağını merak ediyorsanız, Era Caddesi’ndeki Sazandari’ye uğrayabilirsiniz. Ninosvili Caddesi’nde, gençlerin tercih ettiği Octopus Cafe, yemekleriyle olmasa da sanatsal atmosferiyle iddialı.Heykeltraş Zurab Tzereteli tarafından dekore edilmiş. Kafenin mönüsünde ahtapot aramayın, kaçapuri tadabilirsiniz.
NEREDE KALINIR
Kesenize güveniyorsanız Intourist’te. Biraz hesaplı olsun diyorsanız İstanbul Otel’de. Yok, ucuz olsun diyorsanız orada duracaksınız! Bir sürü ucuz otel var Batum’da. Fakat kalmak cesaret istiyor.
Kent geniş bir düzlükte kurulu. Sırtını, sağını ve solunu yemyeşil, çoğu zaman karlı dağlara vermiş, gönlünü ise Karadeniz’e açmış. Kilometrelerce kumsal, yemyeşil doğa, ne lazım bina! Batum otomobille Trabzon’dan bir buçuk saat. Aracın Gürcistan’a girişebilmesi için, sahibinin de içinde olması şart. İstanbul’dan uçakla direkt ulaşım da mümkün. Zaten Türkiye’nin bir iç havaalanı olarak da kullanıyor. Aracımızı hudutta park edip, bavullarımızı elimize alıyoruz, kapıdan içeri giriyoruz. Ne vize soran var ne de ters bir bakış atan ya da aşağılayan...
Sarp Sınır Kapısı’nın Gürcistan tarafında Batum’a giden minibüsler olduğunu öğrenmiştik. Yanımıza bir Gürcü yanaşıyor. “Taksi var,” diyor Türkçe, “Batum 100 Lari.” Lari, Gürcü parası, aşağı yukarı TL’ye eşit değerde. Başka kentlerde yediğimiz kazıkların tecrübesiyle, pazarlık bile yapmadan minibüs durağına yönelip sıradaki araca biniyoruz. Minibüs biraz eskice ama ücret kişi başı bir Lari. (Dönüşte taksinin de gerçek ücretini öğreniyoruz: 20 Lari.) Otogardan yakındaki kentlere otobüs seferleri var: Tiflis, Soçi, Bakü, Erivan...
Sarp’ın yanıbaşındaki Kemalpaşa’dan bavul ticareti yapan Gürcüler, balya ve kutularla doluşunca, 15 kişilik minibüste nefes alacak küçük bir alan kalıyor. Yol, dört şerit olmasa da, son dere düzgün. Her taraf yemyeşil. Bizim yok ettiğimiz kumsallara Gürcüler gözleri gibi bakmış. Tesisler bakımsız, yıkık dökük olsa da, kumsala dokunulmamış. Yol sahile uzaktan geçiyor.
Kent merkezinde iniyoruz. Otogar, Türkiye’nin 40 sene önceki kasaba terminallerini andırıyor. Çoğu eski araçların. Arada son model cipler cirit atıyor.
ŞOFÖRÜN TUHAF CEVABI
Tabelalarda Gürcü ve Latin harfleri kullanılmış. Gürcü alfabesine bakarak bir şeyler çıkarmak imkânsız. İbrani ve Hint alfabesini andıran acayip bir şey. Ülkede Ruslara ait ne varsa ortadan kaldırılmış. Tek Rusça tabela yok. Her sokakta birkaç tane bulunan döviz büfelerindeki rubleler kalmış sadece. Buna karşılık Türk etkisi hemen hissediliyor. Bir sürü Türk markalı ürün, dükkân tabelası göze çarpıyor. Döviz büfelerinde Euro, Dolar, Ruble ile birlikte TL de alınıp satılıyor.
Oturup soluklanacak kafeterya, pastane aramak nafile. Bakkal, büfe bile nadir. Valiz elde otel ararken, bir yandan kenti tanıyoruz. İlk izlenimimiz aynen sürüyor, kent harabe. Rastladığımız otellerde kalmaktansa memlekete dönmek daha iyi. Zaten bir ara bunu geçiriyoruz aklımızdan.
Bir büfeden soda içip, işaretle fiyatını soruyorum. Sekiz lari! Bilsem şişeyi açmazdım. Parayı uzatınca gerçek fiyat çıkıyor ortaya: 80 kuruş. Keşke pazarlık yapıp 60’a indirseydim! Caddeler erkeklerin işgali altında. Kadın sayısı o kadar az ki. Ana caddeden sahile yürüyüp yay çizerek başladığımız noktaya dönüyoruz. Yolda tek turist enformasyon bürosu yok. Bir Vestel mağazasına giriyoruz. Gürcü tezgahtar akıcı Türkçe konuşuyor. Mağaza yöneticisi çok daha cana yakın çıkıyor. Bize iki otel tavsiye ediyor: Beş yıldızlı İntourist ve İstanbul. Arayıp fiyatlarını öğreniyor. İlki adam başı 175 dolar, diğeri 60! Nedeni kentte otel sayısının azlığı. Bindiğimiz taksinin şoförü ufacık şehri henüz öğrenememiş. Yolda adres sorarak buluyor otelimizi. Neredeyse bizden tarif isteyecek.
İstanbul Otel adına layık. Temiz, düzenli. Kablosuz internet bile var. Derhal arkadaşlarıma bir mesaj çekiyorum: Memleketin kıymetini bilin! Otelin sahibi Borçkalı bir Laz. Bize çok yardımcı olduğu için oteldeki tuhaflıkları görmezden geliyoruz: Örneğin asansörde beşe basıp, altıya çıkıyoruz. Tuvalette taharet tertibatı var, musluk yok! Eşyalarımızı yerleştirip, bizim için kiralanan otomobille yola düşüyoruz. Şoför biraz Türkçe biliyor. Seveceğimizi düşünüp, birbiri ardına arabesk şarkılar çalıyor teypte. Bayılıyoruz!!! Gürcistan denince aklımıza hep çeteler gelir. Şoföre soruyoruz: Gürcistan’da mafya var mı? Suratına gülümseme yayılıyor. “Mafya Saakaşvili’nin kendisi.”
SPUTNİK TEPESİ’NDEN MANZARA DOYUMSUZ
Şehirdeki fiyatlar, bizim Karadeniz kentleri seviyesinde. Benzin yarı fiyatı. Gürcülerin gururu, şehre 5 kilometre mesafedeki Botanik Bahçesi’ne götürülüyoruz. Oysa Karadeniz’in her yanı botanik parkı. Sonra Kobuleti’ye gidiyoruz. Bakımlı, turistik bir kasaba. Kumsalı uzun, denizi temiz. Yazın plajları doluyor. Ardından Sputnik Tepesi’ne tırmanıyoruz. Kent ayaklarımızın altında. Olumsuz izlenimimiz bir anda siliniyor. Müthiş bir coğrafya. Dağların yamaçlarındaki evler tipik Karadeniz mimarisi. Birbirinden uzak, bir ya da iki katlı, önlerinde tarla ve bahçeler.
Kentteki binalar maksimum 7-8 kat. En yüksek bina tadilattaki Sheraton. Otel, Ruslar’ın Varşova’da, Varşova Paktı onuruna inşa ettiği, sonra alışveriş merkezine dönüştürülen binanın kopyası sanki. Ruslar tutumlu insanlar anlaşılan. Mimara tek proje için para vermiş, sonra küçültüp Batum’da kullanmışlar.
Sürücü bu defa sahile götürüyor bizi. O anda, kente haksızlık ettiğimize karar veriyoruz. Sahil tarafı, suni bir göl etrafında son derece güzel parklar, yürüyüş alanları ve şirin barakalarda hizmet veren restoranlarla dolu. Batum’da birkaç kilise ve oldukça ufak bir cami çarpıyor gözüme. Şişmanca bir adam namaz kılmaya kalksa, secdeye vardığında poposu dışarıda kalır. Akşam otelde yemek yiyoruz. Restoran en üst katta, Batum ayaklarımızın altında. Kentin bazı bölümleri şaşaalı, çoğunluğu ise perişan...
Vaktiniz varsa, atlayın arabaya gidin Rize’ye, muhlama, fasulye turşusu kavurması ve Laz böreği yiyip geri gelin. Vaktiniz yoksa muteber otellerin restoranlarında veya sahildeki lokantalarda Türk mutfağının ürünleri tadılabilir. Yerel mutfağı denemek istiyorsanız Gorki Caddesi’ndeki restoranları deneyebilirsiniz. Abhaz mutfağını merak ediyorsanız, Era Caddesi’ndeki Sazandari’ye uğrayabilirsiniz. Ninosvili Caddesi’nde, gençlerin tercih ettiği Octopus Cafe, yemekleriyle olmasa da sanatsal atmosferiyle iddialı.Heykeltraş Zurab Tzereteli tarafından dekore edilmiş. Kafenin mönüsünde ahtapot aramayın, kaçapuri tadabilirsiniz.
NEREDE KALINIR
Kesenize güveniyorsanız Intourist’te. Biraz hesaplı olsun diyorsanız İstanbul Otel’de. Yok, ucuz olsun diyorsanız orada duracaksınız! Bir sürü ucuz otel var Batum’da. Fakat kalmak cesaret istiyor.