Çizerlerin İstanbul’u
Çizgi roman yayıncısı Studio Rodeo’nun kurucusu Murat Mıhçıoğlu ve ekibi, farklı ülkelerden sekiz usta çizerin eserlerini Çiztanbul adıyla, markanın 2012 yıllığında topladı. İstanbul’a gelen ve sokakları, müzeleri, tarihi eserleri gezen çizerlerin her biri ayrı bir İstanbul hikâyesi hazırladı. Çiztanbul’un editörlüğünü üstlenen Mıhçıoğlu’yla konuştuk.
Böyle iddialı bir çizgi roman çalışması hazırlamaya nasıl karar verdiniz?
- Dünyanın çeşitli yerlerindeki çizgi roman etkinliklerine katılıyoruz. Dünya çizgi romancıları, Türkiye’yi sadece klişeler üzerinden, hatta neredeyse bir dekor gibi tanıyor. Türkiye dünya çizgi roman haritasında sadece ‘telif satılan bir yer’ gibi. Bu ülkeden profesyonel ilişki kuracakları, ortak çalışacakları çizerler çıkmayacağını düşünüyorlar. Biz de bir yandan dostumuz ve meslektaşımız sanatçılara ülkemizi bir çalışma alanı olarak açarken, diğer yandan da, Türkiye’deki okura enteresan bir bakış açısı sunmak istedik.
Projeye hangi ülkelerden kaç çizgi romancı katıldı? İsimleri nasıl belirlediniz?
- İstanbul için ‘yedi tepeli şehir’ denir ya, bizim Çiztanbul da sekiz tepeli. Çünkü sekiz farklı eser var içinde... Amerikan, İtalyan ve Frankofon çizgi roman ekollerinin bu kitapta usta isimlerle temsil edilmesini istiyorduk. İstanbul’a bu gelenekleri sağlam biçimde temsil eden üç farklı ustanın gözünden bakmak önemliydi. ‘Mister No’ ve ‘Tex’ ile tanınan İtalyan Roberto Diso, zaten bir süredir bizimle çalışıyordu. ‘Bernard Prince’ ve ‘Troy Savaşçıları’ dahil çok sayıda önemli çizgi romana imza atmış Belçikalı Dany Henrotin ile daha önce çalışmamıştık ama tanışıyorduk. ‘Sandman’ ve ‘Stardust’ gibi sıradışı eserlere Neil Gaiman’la birlikte emek vermiş Amerikalı Charles Vess ise, doğrudan bu projeye yönelik temasa geçtiğimiz isimdi. İstanbul’un masalsı boyutunu, Vess’in kestirilemez yaratıcılığı üzerinden görmek istedik. Makedon Sotirovski, İspanyol Albuquerque, Bosnalı Prlja, Hejub ve Cisic ise genç kuşağın parlak sanatçıları. Sırp Aleksandar Zograf da gazetecilikten gelme bir bağımsız çizgi romancı ve kendine has tarzıyla tüm dünyada fan kitleleri kazanmış durumda.
İstanbul’a ne zaman geldiler?
- İşin en zor tarafı, bu çalışma ziyaretlerini organize etmek ve herkesin İstanbul’u doya doya tanımasını sağlamaktı. Geçen yıldan başlayarak ayrı ayrı seyahat planları ve rotalar belirledik. Bazen tek bir konukla, bazen beş kişilik bir grup halinde, sanatçıları ve yakınlarını burada ağırladık. Herkese bir sürü farklı semt, müze, tarihi eser, popüler mekân göstermekle kalmadık; İstanbul’u da yaşamalarını sağladık. Bunda, turizm alanında deneyimli Dorak Tours’un markası sponsorumuz Sur Balık’ın önemli rolü var.
NASRETTİN HOCA ETKİSİ
Sanatçılar İstanbul’dan nasıl etkilendi, izlenimleri nelerdi?
- Dany ile Cezayir’de tanışmıştık. Daha önce Türkiye’ye hiç gelmediği için, kafasında biraz o tarz bir yer vardı, bunu hissetmiştim. Avrupa medyasının jenerik imgeleri üzerinden tanıdığı İstanbul’la kıyaslanamayacak kadar gelişmiş bir şehir buldu. Seyir terasından 4. Levent taraflarına bakarken, “Şehrin burası New York gibi ama şu aralarda bahçeli evler var” dediğini hatırlıyorum. İstanbul’un dengesiz ama enerjik halini o an daha netleştirmişti zihninde. Roberto Diso ile Dany burada tanışıp iyi arkadaş oldu. Diso 15 yıl kadar önce turistik bir gezi için eşiyle gelmiş İstanbul’a gerçi, fakat o da şehri çok değişmiş buldu. Charles Vess, en çok tarihi yapılardan, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden, bu keşmekeşte naif ve saf kalabilen ayrıntılardan etkilendi. Bir tesadüf eseri kendisine hakkında bilgi aktarmaya başladığım Nasrettin Hoca’yı, İstanbullu olmayıp da İstanbul’a yolu düşmüşlüğüyle kendisine paralel bir sembol kişilik olarak kurguladı.
Çizerler hikâyelerinde İstanbul’u nasıl ele aldı?
- Her bir çalışmayı fikir ve eskiz aşamalarından itibaren sanatçılarla beraberce ilerletmiş olmamız, ortaya istediğimiz türden, dengeli ve kendi içinde çeşitlenen bir kitap çıkarmamızı sağladı. Herkes, kendi perspektifine sadık kaldı. Cisic, Prlja ve Hejub’un bilimkurgu öyküler tercih etmiş olması tesadüf değil. Balkanlar’dan gelenler için, İstanbul bir çeşit New York. Ama New York’un kendisini de uzun yıllar yaşamış Virginialı Vess için, burası hâlâ bakir bir diyar. Makedon Sotirovski’nin öyküsüyse şu açıdan enteresan: Kendi memleketi Manastır’ı, Mustafa Kemal üzerinden İstanbul’a bağlayan bir kurgu yaptı. Dany, İstanbul’u ancak İstanbul kadar gizemli ve çekici bir kız üzerinden anlatabileceğini düşündü, bir ölçüde erotizmden de yararlanarak Ayça adlı karakteri yarattı. Albuquerque ise, Kız Kulesi efsanesinden yola çıktı.
Albüm yurtdışında da yayınlanacak mı?
- İlk etapta İngilizce olarak ‘Comicstanbul’ ismiyle yayınlanmasını planlıyoruz. Başka dillerde de, özellikle son yıllarda Türkiye’ye ve İstanbul’a yönelik ilginin arttığı ülkelerde çıkması için çalışacağız.
YİNE GELECEKLER
Çiztanbul sanatçılarından bazıları, 2012’de çeşitli vesilelerle İstanbul’a gelecek. Mayıs ayının son haftasında açılacak Çiztanbul sergisindeyse kitaptaki çeşitli sayfalar büyük ebatlı röprodüksiyonlarıyla sunulacak. www.ciztanbul.com.
İSTANBUL’U NASIL BULDULAR
* ROBERTO DISO: Beni en çok, Ayasofya, Galata Kulesi ve Yerebatan Sarnıcı gibi tarihi öneme sahip mekânlar etkiledi. Buraların akustik ve panoramik özellikleri, kolay bulunabilen şeyler değil. Evet, İstanbul’un bir de modern yüzü var ama şehre kimliğini kazandıran asıl yapılar hâlâ Tarihi Yarımada ve civarındakiler.
* ALEKSANDAR ZOGRAF: Daha önce Roma’da ve Atina’da dikkatimi çekmiş bir şey, İstanbul’a bakışımda anahtar kavram oldu: Sokak hayvanlarıyla şehir ahalisi arasındaki ilişki. Ayasofya’da gördüğüm bir kedinin silueti, hatta Adalar vapuruna eşlik ederken simitle beslenen martılar, ki bence kanatlılar için normal kabul edilmese de, onlar da bu şehrin hayvanları.
* DANY HENROTIN: Beklediğimden çok ama çok farklı bir şehirle karşılaştım. Brüksel’de bulamayacağınız çekicilikte alışveriş merkezleri, barlar, caddeler var İstanbul’da. Aslında zengin bir şehir yani, fakat İstanbul’a şöyle bir baktığınızda, bu zenginlik adil pay edilmiş görünmüyor. Bir de, dikkatimi çeken, tıpkı San Francisco’daki gibi küçük tepecikli, dik yokuşlu semtlerin çokluğuydu.
* ALBERTO JIMENEZ ALBUQUERQUE: Beni etkileyen, hem Bizans dönemine hem de sonrasına, Osmanlı’ya hatta Cumhuriyet tarihine dair efsanelerin yan yana durması ve bazen de birbirine karışarak sürmesi. Mezarlıklara, 18. yüzyıl cellatlarına dair nesilden nesile anlatılmış küçük korku hikâyeleri de dinliyorsunuz İstanbul’da, Kız Kulesi’ne kapatılmış bir prensesin öyküsünü de. Yani buradan seçilecek çok konu var aslında.