GeriSeyahat Boyutu küçük, şöhreti büyük cami
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Boyutu küçük, şöhreti büyük cami

Boyutu küçük, şöhreti büyük cami

Kastamonu merkezine yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki Kasaba köyünün camisi dünyanın dört bir yanından ziyaretçi çekiyor. Çivi kullanmadan yapılan, ahşap oymaları ve kök boyası süslemeleriyle dikkat çeken ahşap yapı 600 yıl önce bölgeden geçen ünlü gezgin İbni Batuta’nın da övgüsünü kazanmıştı.

Kastamonu’nun o müthiş tarihi dokusundan ayrılıp, Daday’a hareket ediyoruz. Karadeniz gerçekten sürprizlerle dolu bir bölge. Dağlık, ormanlık ve tepelik bir coğrafya, yer yer küçük dereler akıyor. Tam da çevredeki doğanın güzelliği bizi içine çekmiş götürüyordu ki, birden, sarı bir tabela solumuzda belirdi: Kasaba Köyü Candaroğlu Mahmut Bey Camisi.
İçinden küçük bir derenin aktığı, ağaçlar arasında adeta kaybolmuş, şirin bir köy burası. İlk adı Ilısu. 14 - 17’nci yüzyıllar arasında 25 bin nüfuslu bir beldeymiş. İki hamam kalıntısından da anlaşıldığına göre, bu nüfusu kaplıcalara borçlu.

Japonlar ağırlıkta

Köy bugün dere kenarındaki 30 hane ile 400 kişilik nüfustan ibaret. Zaman köyün şaşalı günlerinin izlerini acımasızca aşındırsa da, 1366’da Candaroğulu Beyliği döneminde yaptırılan Candaroğlu Mahmutbey Camisi geçmişin anısını yaşatıyor. Camiler, kutsal mekânlar olduğundan yüzyıllar boyunca özenle korunarak bugüne kadar gelebilmiş.
Selçuklular’da devlete büyük hizmeti geçenlere Candar payesi verilirdi. Merkezi Kastamonu olan Candaroğulları bir Selçuklu Beyliği. Ama kurulduğu 1320’de, Anadolu Moğol kökenli İlhanlılar’ın elindeydi. Selçuklu Devleti ortadan kalkmamıştı, İlhanlıların baskısı altında varlığını sürdürüyordu. Anadolu’nun iyice karıştığı bir dönemdi.
Öyle ki, İlhanlılara bağlılığını bildiren Candaroğlu Beyi Süleyman Paşa son yıllarında oğlu İsfendiyar Bey tarafından öldürülmüş, tahta geçen oğul ilk iş İsfendiyar Beyliği ismini benimsemişti.
Bu arada Candaroğlu Hanedanı’nın beşinci lideri Adil Bey, 1366’da ölünce tahta büyük oğlu Celalettin Beyazıt geçiyor. Küçük oğul Mahmut Bey ise Ilısu ya da Kasaba köyündeki ünlü camiyi yaptırıyor.
Cami, köyün kenarındaki küçük bir tümseğe kurulmuş. Cephesi 18, derinliği 12 metre. En önemli özelliği Anadolu’nun ahşap direkli ilk camilerinden biri olması. Yuvarlak ve kalınca dört ahşap direk üstüne ağaç işçiliği, bezemeler açısından eşsiz bindirmeli tavanı yerleştirilmiş. Moloz taş yapısındaki caminin kendisi çok sade, ama içindeki ahşap işçiliği ve kalem işi bezemeleri adeta dünya çapında üne sahip. Öyle ki, köyde bulunduğumuz bütün bir gün boyunca camiyi ziyarete gelen yabancıların, özellikle Japonların fazlalığı inanılır gibi değildi. Bu köye günde ortalama 50 turist geliyordu camiyi görmek için.

Tavandaki illüzyon

İlgiyi en çok caminin ahşap bindirmeli tavanı çekiyordu. Üç bölümlü olacak şekilde düzenlenen bindirmeli tavan, dalgalan bir renk ve desen cümbüşü. Bindirmeli tavanı, duvarlara oturan kirişlerin, üç aşamada ve uzunlamasına olarak yükselmesi şeklinde açıklamak mümkün. Böylece tavan ilginç bir derinlik ve yükseklik kazanmış oluyor. Üzerine soyut bitkisel desenler işlenince, sanki çok eski çağlara ait ilkel (primitif) ve gizemli bir sanatın ürünü izlenimini uyandırıyor.
Bütün bunların çivisiz, geçme tekniğiyle olarak yapıldığını, her birinin üzerinde de ince ince işlenmiş kalem işi nakışların bulunduğunu belirtmeliyiz. Caminin içi bezeme ve nakışların renkleri solmasın diye loş bırakılmış. Aşağıdan yukarıya bakınca sanki ahşaplardan yapılmış, dalga dalga bir gökte çiçek desenli yıldızlar görüyorsunuz.
Bu özgün ahşap yapı ve bezemeler, gerideki mahfilleri de içine alıyor. Mahfiller iki katlı yapılmış, çivi kullanılmamış, ahşabı nakışlarla süslü. Mihraptan mahfiller yönünde baktığınızda, caminin içten de üç katlı yapıldığını görüp, bir kez daha şaşırıyorsunuz.
Ünlü Arap gezgini İbni Batuta 1400’lü yıllarda bölgeye gelmiş. Gezi notlarında, o sıralar hayatta olan Gazi Süleyman Paşa’nın, Kastamonu’daki sarayından uzakta olan, üç katlı ahşap bir camide cuma namazı kıldığını anlatıyor. Caminin içini ve kimlerin nerede namaz kıldığını açıklıyor: “Alttaki orta mekânda (sahın) Bey, kadılar, âlimler, yüksek rütbeli askerler. Üsteki mahfilde Bey’in kardeşi, hizmetkârları, şehir halkından sevilen sayılan kişiler. En üstteki mahfilde ise, Veliaht ile köleleri, hizmetkârları ve halk namaz kılıyor.”
Böylesine bir alçak gönüllük gerçekten de inanılmaz! Çünkü çok sonraki yüzyıllarda sultan ya da beylere camilerde yüksekçe ve özel bir yer ayrılmış, adına da hünkâr mahfili denmişti.
Caminin eşsiz olarak değerlendirilen bir diğer sanatsal özelliği de giriş kapısıydı. Son cemaat yerinden sonra 1.7 metre yüksekliğinde, 1 metre genişliğinde eşsiz çift kanatlı elişi oyma kapı var. Kapının üzerindeki yazılar, bitkisel ve geometrik süslemeler kabartma tarzında oyulmuş. Bu eşsiz kapı 1977’de çalınmış, neden sonra Manisa’da ele geçmiş. Kapı şimdi Kastamonu Etnoğrafya Müzesi’nde sergileniyor. Camide ise kopyası bulunuyor.
Caminin mihrabı dönemin alçı işçiliği açısından önemli bir örnek. Orijinal ahşap minaresi depremlerde yıkılınca yerine 1945’te kesme taştan yenisi yapılmış. Tabii, camiye hiç uymamış. Bunun üzerine, sonraki onarımlarında yıktırılarak şimdiki ahşap minare kondurulmuş.
Uzaklardaki Candaroğlu Mahmut Bey Camisi günümüzde gezginler için halen çok şaşırtıcı ve gizem dolu bir kutsal mekân. Ama her şey bir yana, her sanatsever gezginin mutlaka görmesi gereken eşsiz bir el işçiliği anıtı.

Kadim tekniklerle korunuyor

Cami zamanın, iklimin yıpratıcı etkisine karşı 650 yıl öncesinin teknikleriyle korunuyor. Ahşap bölümleri, bezir yağından beyaz bir astarla kaplanmış. İnce çatlaklar macunla doldurulmuş. Nakışlar, ahşap zeminin özenle hazırlanmasından sonra yapılmış. İç ve dış yüzeylerde reçinesi bol karaçam kullanılmış. Ağaçlar, öz suyun en az olduğu mevsimde, kışın kesilmiş. 40 gün beziyağında bekletilmiş. Böylece böceklenme engellenmiş. Nakış ve bezemelerin boyasına devekuşu yumurtası katılarak aynı koruma elde edilmiş. Ortada böcek olmasa da bugün ahşap zeminlerde belli belirsiz ince bir tül gibi, beyazımsı bir tabaka izleniyor. Camide nem artınca 1984-87 arasında akademisyenler camiyi inceleyip, etrafına havalandırma kanalları yapmış. 5-6 ay sonra, nem çekildiğinde ahşapta çatlamalar görülüyor. Boyalar solup dökülmeye başlıyor. İşte ahşaptaki tül tabakası bu kurumadan sonra ortaya çıkmış. 2007’de kurutma kanalları kapatılmış. Bu arada zemindeki kireç tabakası keşfedilmiş. Bunun da böceklere karşı yapıldığı düşünülüyor.

False