Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Altın kaplı tapınakların sırlarını keşfettim
Pideci İsmet İnce (53) Nevşehir’in Avanos İlçesi’ndeki restoranını her yıl bir ay kapatıp sırt çantasıyla yollara düşüyor. Dünyayı, insanları keşfe çıkıyor. 1991’den bu yana üç kıtada 50’ye yakın ülke gördü. İzlenimlerini önce restoranının web sayfasında, ardından Birgün, Cumhuriyet gibi gazetelerde yayımladı. 2008 sonbaharında bir ayını Myanmar’da geçiren İnce “Şimdiye kadar gördüğüm en içten, dost canlısı halktı. Güleryüzleri seyahatte çektiğim tüm zorlukları unutturdu” diyor. İnce, gezginlik serüvenini, Mandalay’ın saray ve tapınaklarını anlattı.
Pideci Tafana (kiler, mutfak anlamında), Avanos çarşısında, çömlek atölyelerinden beş dakika yürüyüş mesafesinde. Duvarları seramik panolar, rölyefler ve Vietnam’dan Küba’ya dünyanın dört bir yanında çekilmiş fotoğraflarla kaplı. Fırınında çıtır pidelerin yanı sıra, çömlek kebabı gibi yöre lezzetleri pişiriliyor. Sahibi İsmet İnce, 1989’dan bu yana yılın 11 ayı, her gün sabahın 9.00’undan gece geç saate kadar restoranında, kasanın başında oturuyor. Gece evine döndüğünde farklı bir dünyanın kapısını aralıyor: “Bekârım, çocuğum yok, gece gezmeyi, eğlenmeyi sevmem. Tek hobim okumak, yazmak, insanları ve dünyayı keşfetmek. Son iki yıldır akşamları gezi notlarımı yazıya dönüştürüyorum. İki cilt bitti, üçüncüsü sırada. Kitabı bastırabilirsem, gelirini kimsesiz çocukların eğitimi için bağışlayacağım. Bu yazılardan bir kısmını Tafana’nın web sayfasında da yayımladım...”
ON ÜÇ YAŞINDA, KIRK ELÇİLİĞE MEKTUP YAZDI
Tafana’nın internet sitesi bir pideci için sıradışı: Yorgo Seferis, Konstantin Kavafis, Ahmet Telli, Nazım Hikmet’ten dizeler, Avanos’un etnografyasıyla ilgili bilgiler, Şili’den Laos’a, Uganda’dan Kamboçya’ya pek çok ülke hakkında gezi yazıları, fotoğraflar... Ve İnce’nin yaşam öyküsü, ilginç gezginlik serüveni...
Beş çocuklu Avanoslu bir banka memurunun oğlu İsmet İnce. Çocukluğu babasının görev yaptığı Avanos, Malatya, Kırşehir ve Ankara’da geçti. 1978’de İstanbul İTİA Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun olup, 10 yıl Ankara’da muhasebeci olarak çalıştıktan sonra Nevşehir’e dönüp, babasından kalan işyerinde Tafana’yı açtı. Ortaokul birinci sınıfta 40 civarında ülkenin büyükelçiliğine mektup yazdığını, ülkeleriyle ilgili broşür istediğini, okula koli dolusu broşür geldiğini anlatıyor web sayfasında. 1960’ların Avanos’unda bir ortaokul öğrencisinin dünyayı bu kadar merak etmesi, büyükelçiliklere mektup yazmayı akıl etmesi, adreslerini bulması gerçekten şaşırtıcı. Peki nereden aklına gelmişti?
“Başarılı bir öğrenciydim. Ülkeler Coğrafyası dersinde her öğrenci bir ülkeyi anlatırdı. Okudukça merak ettim, daha çok bilgi aradım. Ankara’daki yakınlarım yardımıyla elçiliklerin adresini buldum. Mektuplarıma çoğunlukla cevap alıyordum. Karnemin örneği isteniyordu, armağan olarak kırtasiye malzemeleri gönderiliyordu. Okula koli dolusu kitap, broşür geldikçe öğretmenlerim şaşırırdı. 14 yaşında bu kitaplardan Eyfel Kulesi’ni, Dünyanın Yedi Harikası’nı gezmiş, Rio karnavalına katılmış, Iguazu Şelaleri’ni keşfetmiş, Amazon ormanlarına dalmıştım.”
GEZDİKÇE HAYATI SEVDİM
Ülkesini, dünyayı bu kadar merak ettiği halde, ilk seyahatine çıkmak için İnce’nin 25 yaşına kadar beklemesi gerekti. Gecikmenin nedeni üniversite döneminin Türkiye’nin terör yıllarına rastlaması, sonrasında iş kaygısı, askerlik... “1982’de sırt çantamı alıp, Assos’tan Alanya’ya 25 günde sahilleri gezdim. Bu deneyim gezginlik arzumu kamçıladı, fakat yurtdışı için yine uzun yıllar beklemem gerekti. 1991 Nisanı’nda, yağmurlu bir günde restoranda otururken iki yabancı geldi. Rusya’daki bir arkadaşımdan resmi davet mektubu getirdi. Hemen vizemi alıp Gogol’un şehri St. Petersburg’a gittim. Şehri öylesine sevdim ki, o günden güne 10 kez gittim Rusya’ya...”
İnce, o günden bu güne, yılda en az bir ayını dünyayı keşfe ayırıyor. Geçmişte ramazanda işler durgunlaştığında restoranını bir ay kapatırken, şimdilerde kış aylarını seçiyor geziye çıkmak için. “Gezdikçe, farklı coğrafyalardaki insanları keşfettikçe hayatı daha çok sevdim” diyor. Antarktika ve Avustralya dışında ayak basmadığı kıta yok. Geçen yıl Latin Amerika’yı baştan başa geçtikten sonra Ocak 2011’de Güney Afrika, Mozambik, Zimbabwe, Zambia ve Tanzanya’yı içeren 35 günlük bir tura çıkmaya hazırlanıyor. Seyahat sevgisini Avanos’takilerle paylaşamasa da, yazdıkları web sayfası üzerinden binlerce kişiye ulaşıyor. Bu yazılarda Santiago’da ölüm yıldönümünde Salvador Allende’nin mezarını ararken başına gelenlerden, tayfun sonrası gittiği Manila gözlemlerine kadar onlarca ülkede pek çok macerayı gözler önüne seriyor.
MYANMAR’IN MUTLULUK SANATI
İsmet İnce, tayfun, deprem, terörden korkup seyahat planlarını ertelemeyen nadir gezginlerden. Felaketlerden sonra gittiği ülkelerde dahi pek çok keşfedecek özellik bulduğunu söylüyor. Cunta yönetiminde, dünyadan izole yaşanan Myanmar’a giderken de herhangi bir endişe hissetmemiş.
“Çevresindeki tüm ülkeleri görmüştüm. Burma’da Gözyaşları adlı filmi izlemiş ve çok etkilenmiştim. Bu gizemli ülkeyi merak ediyordum. Myanmar’da bir ay boyunca birçok zorluk yaşadım. Turizme açık olmayan şehirlerde peşime sivil polis takıldı, hatta Türk şehitliğini görmeye gittiğim Aun Lang’da otobüse bindirip şehirden çıkardılar. Buna rağmen Myanmarlıları çok sevdim. Yoksulluğa karşın yüzleri gülen, hayatın her anından mutluluk çıkarmayı bilen bir ulus. Çok içten, sıcak, yardımseverler. O güne kadar dünyanın en misafirperver ulusu benim için Ugandalılardı. Şimdi listemin başında Myanmar var.”
Yağmur mevsiminin bitip, havaların ısındığı eylül ortalarında Banghok üzerinden Myanmar’ın başkenti Yangon’a vardı İsmet İnce. Karşılaştığı kişilerin tavsiyesiyle dört gününü ülkenin ikinci büyük kenti Mandalay’a ayırdı. 1857’de tahta geçen Kral Mindon’un Budizmin en görkemli başkentini kurmak amacıyla başkent ilan ettiği Mandalay ülke İngiliz sömürgesine dönüşene kadar, 26 yıl yönetim merkezi olmuştu. Bu arada görkemli saray ve tapınaklar inşa edilmişti.
“Dört nehrin geçtiği şehirde en görkemli yapı, Mandalay Tepesi’ndeki saray. İkinci Dünya Savaşı’nda yanan yapıların bir kısmı yeniden inşa edilmiş. İki kilometre uzunluğundaki surlarla çevrili alana 16 bina yapılmış. Surlardaki gözcü kuleleri altınla kaplanmış. 230 metre yükseklikteki saraydan şehrin kuşbakışı manzarası çok güzel. Şehirde tapınaklara altın kaplama yapılan atölyeleri gezdim, bu işin sırrını öğrendim. Küçük atölyelerde işçiler altını tahta tokmaklarla döverek sigara kağıdı inceliğinde, çeyrek A4 boyutlarında plakalar hazırlıyor, bunlar tapınaklara satılıyordu. Tabaka hazırlayan kadınlar yüzlerine altın tozu sürmüştü. Bu tabakalar birleştirilip tapınaklar altın kaplanıyordu. Hiçbir güvenlik önlemiyle karşılaşmadan atölyelere girdim, sergi ve çalışma alanlarını gezdim. Fotoğraf çektim. Atölye kataloglarındaki fotoğraflardan kubbeleri altın kaplamanın yöntemlerini öğrendim. Şehirde ilgimi çeken bir başka ayrıntı kaldırım mutfaklarının çokluğuydu. Balık, şehriye, pirinç karışımından yapılan meşhur Mohinga’nın farklı örneklerini tattım.”
DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇANI YARIM KALMIŞ TAPINAĞI
İnce’nin hafızasında şehirden en çok yer eden bölge ise Mingun. Ayeyarwaddy Nehri’nin karşı kıyısında, kent merkezine 11 kilometre uzaklıktaki terk edilmiş kutsal kasabaya, kentte tanıştığı kişilerin önerisi üzerine gitti.
“Küçük bir tekneyle 45 dakikada ulaştım. Kral Bodawpaya, 1790’da burada 20 bin esirle dünyanın en büyük Budist tapınağının inşaatını başlatmış. Bir kenarı 150 metre, yüksekliği yaklaşık 80 metreyi bulan kare şeklinde dev bir blok oyulmuş kayalardan. 500 basamakla tepesine çıkılması planlanan yapının sadece ilk 174 basamağı yapılabilmiş. Dört giriş, ana geçitler yapılmış, 20 yıl sonra kral ölünce inşaat durmuş. 1839’daki depremde epeyce hasar görmüş. Kral tapınak için 15 metre çapında, 90 ton ağırlığında bronz bir çan yaptırmış. Çemberinde altın da kullanılmış. Bugün hâlâ dünyanın en büyük çalan çanı. Saat başında çaldığında, her vuruşun titreşimi dakikalarca sürüyor, derinden gelen güçlü sesi çok uzaklardan duyulabiliyor. 300 metre ileride, 120 metre çapında konik, bembeyaz Hsinbyume tapınağı yer alıyor. 1816’da yapılan tapınak evrenin katmanlarını simgelemek için olsa gerek, yedi dev basamak şeklinde inşa edilmiş. Meru Dağı’na benzetilmiş. Mingun’daki dev tapınakların en ilgi çekici özelliği, görkemli altın kaplamaların yer almaması. Çok sade yapılmışlar. Sanki ilahi güçlere en sade haliyle seslenmek istemiş krallar.”
YOLCULUK BÜTÇEM BİN DOLARI GEÇMEZ
Bir ülkeyi beş günde keşfetmek mümkün değil. Bu nedenle turlara katılmak yerine yalnız seyahat ederim. Şehirlerin arka sokaklarını, günlük yaşamı keşfetmeyi tercih ederim. Çok bilinen ülkeler ilgimi çekmez. Az gidilen, gizemli coğrafyalara giderim. Couchsurfing gibi web sitelerinden tanıştığım kişilerin evlerinde konaklarım, kaldırım restoranlarında yerel lezzetleri tatmaktan çekinmem. Bir ayı bulan yolculuklarımın bütçesi, uçak bileti hariç, bin doları geçmez. Myanmar’da bir ay kaldım, toplam 600 dolar harcadım.
ON ÜÇ YAŞINDA, KIRK ELÇİLİĞE MEKTUP YAZDI
Tafana’nın internet sitesi bir pideci için sıradışı: Yorgo Seferis, Konstantin Kavafis, Ahmet Telli, Nazım Hikmet’ten dizeler, Avanos’un etnografyasıyla ilgili bilgiler, Şili’den Laos’a, Uganda’dan Kamboçya’ya pek çok ülke hakkında gezi yazıları, fotoğraflar... Ve İnce’nin yaşam öyküsü, ilginç gezginlik serüveni...
Beş çocuklu Avanoslu bir banka memurunun oğlu İsmet İnce. Çocukluğu babasının görev yaptığı Avanos, Malatya, Kırşehir ve Ankara’da geçti. 1978’de İstanbul İTİA Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun olup, 10 yıl Ankara’da muhasebeci olarak çalıştıktan sonra Nevşehir’e dönüp, babasından kalan işyerinde Tafana’yı açtı. Ortaokul birinci sınıfta 40 civarında ülkenin büyükelçiliğine mektup yazdığını, ülkeleriyle ilgili broşür istediğini, okula koli dolusu broşür geldiğini anlatıyor web sayfasında. 1960’ların Avanos’unda bir ortaokul öğrencisinin dünyayı bu kadar merak etmesi, büyükelçiliklere mektup yazmayı akıl etmesi, adreslerini bulması gerçekten şaşırtıcı. Peki nereden aklına gelmişti?
“Başarılı bir öğrenciydim. Ülkeler Coğrafyası dersinde her öğrenci bir ülkeyi anlatırdı. Okudukça merak ettim, daha çok bilgi aradım. Ankara’daki yakınlarım yardımıyla elçiliklerin adresini buldum. Mektuplarıma çoğunlukla cevap alıyordum. Karnemin örneği isteniyordu, armağan olarak kırtasiye malzemeleri gönderiliyordu. Okula koli dolusu kitap, broşür geldikçe öğretmenlerim şaşırırdı. 14 yaşında bu kitaplardan Eyfel Kulesi’ni, Dünyanın Yedi Harikası’nı gezmiş, Rio karnavalına katılmış, Iguazu Şelaleri’ni keşfetmiş, Amazon ormanlarına dalmıştım.”
GEZDİKÇE HAYATI SEVDİM
İnce, o günden bu güne, yılda en az bir ayını dünyayı keşfe ayırıyor. Geçmişte ramazanda işler durgunlaştığında restoranını bir ay kapatırken, şimdilerde kış aylarını seçiyor geziye çıkmak için. “Gezdikçe, farklı coğrafyalardaki insanları keşfettikçe hayatı daha çok sevdim” diyor. Antarktika ve Avustralya dışında ayak basmadığı kıta yok. Geçen yıl Latin Amerika’yı baştan başa geçtikten sonra Ocak 2011’de Güney Afrika, Mozambik, Zimbabwe, Zambia ve Tanzanya’yı içeren 35 günlük bir tura çıkmaya hazırlanıyor. Seyahat sevgisini Avanos’takilerle paylaşamasa da, yazdıkları web sayfası üzerinden binlerce kişiye ulaşıyor. Bu yazılarda Santiago’da ölüm yıldönümünde Salvador Allende’nin mezarını ararken başına gelenlerden, tayfun sonrası gittiği Manila gözlemlerine kadar onlarca ülkede pek çok macerayı gözler önüne seriyor.
MYANMAR’IN MUTLULUK SANATI
İsmet İnce, tayfun, deprem, terörden korkup seyahat planlarını ertelemeyen nadir gezginlerden. Felaketlerden sonra gittiği ülkelerde dahi pek çok keşfedecek özellik bulduğunu söylüyor. Cunta yönetiminde, dünyadan izole yaşanan Myanmar’a giderken de herhangi bir endişe hissetmemiş.
“Çevresindeki tüm ülkeleri görmüştüm. Burma’da Gözyaşları adlı filmi izlemiş ve çok etkilenmiştim. Bu gizemli ülkeyi merak ediyordum. Myanmar’da bir ay boyunca birçok zorluk yaşadım. Turizme açık olmayan şehirlerde peşime sivil polis takıldı, hatta Türk şehitliğini görmeye gittiğim Aun Lang’da otobüse bindirip şehirden çıkardılar. Buna rağmen Myanmarlıları çok sevdim. Yoksulluğa karşın yüzleri gülen, hayatın her anından mutluluk çıkarmayı bilen bir ulus. Çok içten, sıcak, yardımseverler. O güne kadar dünyanın en misafirperver ulusu benim için Ugandalılardı. Şimdi listemin başında Myanmar var.”
Yağmur mevsiminin bitip, havaların ısındığı eylül ortalarında Banghok üzerinden Myanmar’ın başkenti Yangon’a vardı İsmet İnce. Karşılaştığı kişilerin tavsiyesiyle dört gününü ülkenin ikinci büyük kenti Mandalay’a ayırdı. 1857’de tahta geçen Kral Mindon’un Budizmin en görkemli başkentini kurmak amacıyla başkent ilan ettiği Mandalay ülke İngiliz sömürgesine dönüşene kadar, 26 yıl yönetim merkezi olmuştu. Bu arada görkemli saray ve tapınaklar inşa edilmişti.
“Dört nehrin geçtiği şehirde en görkemli yapı, Mandalay Tepesi’ndeki saray. İkinci Dünya Savaşı’nda yanan yapıların bir kısmı yeniden inşa edilmiş. İki kilometre uzunluğundaki surlarla çevrili alana 16 bina yapılmış. Surlardaki gözcü kuleleri altınla kaplanmış. 230 metre yükseklikteki saraydan şehrin kuşbakışı manzarası çok güzel. Şehirde tapınaklara altın kaplama yapılan atölyeleri gezdim, bu işin sırrını öğrendim. Küçük atölyelerde işçiler altını tahta tokmaklarla döverek sigara kağıdı inceliğinde, çeyrek A4 boyutlarında plakalar hazırlıyor, bunlar tapınaklara satılıyordu. Tabaka hazırlayan kadınlar yüzlerine altın tozu sürmüştü. Bu tabakalar birleştirilip tapınaklar altın kaplanıyordu. Hiçbir güvenlik önlemiyle karşılaşmadan atölyelere girdim, sergi ve çalışma alanlarını gezdim. Fotoğraf çektim. Atölye kataloglarındaki fotoğraflardan kubbeleri altın kaplamanın yöntemlerini öğrendim. Şehirde ilgimi çeken bir başka ayrıntı kaldırım mutfaklarının çokluğuydu. Balık, şehriye, pirinç karışımından yapılan meşhur Mohinga’nın farklı örneklerini tattım.”
DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇANI YARIM KALMIŞ TAPINAĞI
İnce’nin hafızasında şehirden en çok yer eden bölge ise Mingun. Ayeyarwaddy Nehri’nin karşı kıyısında, kent merkezine 11 kilometre uzaklıktaki terk edilmiş kutsal kasabaya, kentte tanıştığı kişilerin önerisi üzerine gitti.
“Küçük bir tekneyle 45 dakikada ulaştım. Kral Bodawpaya, 1790’da burada 20 bin esirle dünyanın en büyük Budist tapınağının inşaatını başlatmış. Bir kenarı 150 metre, yüksekliği yaklaşık 80 metreyi bulan kare şeklinde dev bir blok oyulmuş kayalardan. 500 basamakla tepesine çıkılması planlanan yapının sadece ilk 174 basamağı yapılabilmiş. Dört giriş, ana geçitler yapılmış, 20 yıl sonra kral ölünce inşaat durmuş. 1839’daki depremde epeyce hasar görmüş. Kral tapınak için 15 metre çapında, 90 ton ağırlığında bronz bir çan yaptırmış. Çemberinde altın da kullanılmış. Bugün hâlâ dünyanın en büyük çalan çanı. Saat başında çaldığında, her vuruşun titreşimi dakikalarca sürüyor, derinden gelen güçlü sesi çok uzaklardan duyulabiliyor. 300 metre ileride, 120 metre çapında konik, bembeyaz Hsinbyume tapınağı yer alıyor. 1816’da yapılan tapınak evrenin katmanlarını simgelemek için olsa gerek, yedi dev basamak şeklinde inşa edilmiş. Meru Dağı’na benzetilmiş. Mingun’daki dev tapınakların en ilgi çekici özelliği, görkemli altın kaplamaların yer almaması. Çok sade yapılmışlar. Sanki ilahi güçlere en sade haliyle seslenmek istemiş krallar.”
YOLCULUK BÜTÇEM BİN DOLARI GEÇMEZ
Bir ülkeyi beş günde keşfetmek mümkün değil. Bu nedenle turlara katılmak yerine yalnız seyahat ederim. Şehirlerin arka sokaklarını, günlük yaşamı keşfetmeyi tercih ederim. Çok bilinen ülkeler ilgimi çekmez. Az gidilen, gizemli coğrafyalara giderim. Couchsurfing gibi web sitelerinden tanıştığım kişilerin evlerinde konaklarım, kaldırım restoranlarında yerel lezzetleri tatmaktan çekinmem. Bir ayı bulan yolculuklarımın bütçesi, uçak bileti hariç, bin doları geçmez. Myanmar’da bir ay kaldım, toplam 600 dolar harcadım.