Yeni otomobilim (IV)

İlk çocukluğumu geçirdiğim Láleli’de gayet kerli ferli ve hali vakti yerinde bir familya ikámet ederdi.

Ve, tıpkı Rey Biraderler’in ‘Lüküs Hayat’ operetinde ‘Biri açık, biri kışlık’ denildiği gibi, kendilerine ait binanın garajında bir tane 1954 model ‘Chevrolet Belair’ spor kupe; bir tane de, yılını çıkartamayacağım bir ‘Rover’ marka otomobilleri dururdu. Çocuk dedik, o halde normal olarak beklenir ki, karşıdaki iki ‘hususi vasıta’dan onu en çok, düğmeye basıldığında tentesi mırın mırın açılan ve pırıl pırıl kromları, babanın model diye kullandığı ‘Life’ dergisi fotoğraflarından tanınan ‘Amerikan tarzı hayat’ mitoslarını çağrıştıran kupe ‘Chevrolet’ cezbetsin... Hayır! Hayır, çünkü ben esas olarak, cicili bicili ve pek albenili ‘Chevrolet’ye değil, onun yanında son derece gösterişsiz, hatta belki de sakil kalan ‘Rover’a temayül duyardım.

HANIMLAR ve beyler; madamlar ve mösyöler; leydiler ve centilmenler, sıkı durun! İşte üç haftadır ağzımda geveleyip bir türlü adını telaffuz etmediğim, İngiliz bandıralı ve ultra fiyakalı yeni otomobilimin markasını şimdi açıklıyorum:

R O V E R !

Zat-ı devletlû kaporta ‘75’ tipi olup, model itibarıyla da 1999 tevellütlüdür!

*

ÖTE yandan, sen salim, ben selamet baklayı ağzımdan çıkarttıktan sonra, yukarıdaki markayı elleriyle koymuş gibi bilen aziz okuyucularımdan Oğuz Okay; Orhan Çakaloz; Utku Öztaşkın; Kemal Bölek; Ömer Cem Tosun ve Ali Orucu’nun açmış olduğum müşterek bahsi; dolayısıyla da, vaat ettiğim yarım galon ılık birayı kazandıklarını duyuruyorum.

İnşallah ilk fırsatta kadife köpüklü sıvıyı bizzat sifondan çekerek sözümü yerine getireceğim.

Ancaak, laf ola beri gele, saçma sapan ve egzotik alametifarika isimleri yollamış olanları zaten hesaba katmıyorum, fakat içinde ‘Rover’ tanımı olsa bile aslında benim ciciler cicisi otomobilimle hiç ilgisi bulunmayan ‘Land Rover’ı veya aynı fabrika tarafından üretilse dahi yine de benimkisiyle irtibatı olmayan ‘MG’ markalarını yazmış diğer okuyucuları kazanmış saymıyorum.

Fakat hadi, arabanın İngiliz yüzü suyu hürmetine centilmenliği elden bırakmayacağım.

Onların da teselli mükafatı olarak, köpüğü koklamasına izin vereceğim.

Gelelim sadede...

Yani, can-ı cananım yeni otomobilimi niçin ve nasıl aldım.

*

EFENDİM bir kere, ilk çocukluğumu geçirdiğim Láleli, Yeşil Tulumba Sokak, Akay Apartmanı’nın tam karşısında gayet kerli ferli ve hali vakti yerinde bir familya ikámet ederdi.

Ve, tıpkı Rey Biraderler’in ‘Lüküs Hayat’ operetinde ‘Biri açık, biri kışlık’ denildiği gibi, kendilerine ait binanın garajında bir tane 1954 model ‘Chevrolet Belair’ spor kupe; bir tane de, yılını çıkartamayacağım bir ‘Rover’ marka otomobilleri dururdu.

Unutmayın ki, yıllar henüz ‘karartma günleri’nin hemen sonrasındaki ‘sönük ampul yılları’dır ve de mahallemiz alt tarafı, orta küçük burjuva ‘mazbut’ İstanbulluların oturduğu bir semttir.

Dolayısıyla, böylesine ‘çifte otomobilli’ bir ‘kalantorluğun’, son tahlilde aslanın ağzındaki ekmeği, oturma odasının ‘yazıhane kısmında’ sabahlara kadar çini mürekkebiyle ‘Gislaved Lastikleri’nin veya ‘Haylayf Bisküvileri’nin reklamlarını çizerek kapan bir babanın çocuğu üzerinde ne etki yapacağını, varın siz düşünün.

*

ÇOCUK dedik, o halde normal olarak beklenir ki, karşıdaki iki ‘hususi vasıta’dan onu en çok, düğmeye basıldığında tentesi mırın mırın açılan ve pırıl pırıl kromları, babanın model diye kullandığı ‘Life’ dergisi fotoğraflarından tanınan ‘Amerikan tarzı hayat’ mitoslarını çağrıştıran kupe ‘Chevrolet’ cezbetsin...

Hayır!

Hayır, çünkü ben esas olarak, cicili bicili ve pek albenili ‘Chevrolet’ye değil, onun yanında son derece gösterişsiz, hatta belki de sakil kalan ‘Rover’a temayül duyardım.

Bazı kış sabahları, ‘Haydar Bey Eczanesi’nde hademe Fatma’nım okula götürsün diye kapıda beklerken, motoru ısıtmak için garajdan çıkartılmış İngiliz otomobilin içine alıcı gözle bakar ve o sıralar açıklayamayacağım şeyler hissederdim.

‘British’ damgalı aracın kadranı, direksiyonu, koltukları Amerikan vasıtayla kıyaslanamayacak oranda ‘sönük’ kalsa bile, o kadran ahşabında, o direksiyon şeklinde, o koltuk derisinde başka tür bir ‘pırıltı’yı; ilk bakışta pırıltı addedilemeyecek bir pırıltıyı sezinlerdim.

Sonra, mantosunun üzerine beyaz önlük giyinmiş Fatma’nım kemikli parmaklarıyla elimi tutup beni yönlendirmeye başladığında, egzoz borusundan sessizce mavi duman çıkartan otomobilin ‘garip’ denilebilecek arka dizaynına bakarak okula doğru yürürdüm...

*

PEKİ, karşı apartman sahiplerinin ‘Rover’ında duyumsadığım ve kendime açıklayamadığım dürtü ‘asalet’ miydi?

Bunu saptadığımı iddia edemem, çünkü henüz kavrama çok yabancıydım.

Ama muhtemeldir ki, Kerim’anım Teyze’nin Süleymaniye konağındaki açılır kapanır sekreter yazıhaneyle, otomobilin iç ahşabı arasında belli belirsiz bir ilişki kurmuşumdur.

Fakat bu ilişkiyi daha çok Basri Dayı’nın dillere destan ‘Jaguar’ıyla kurduğumun farkındaydım.

Ancak şimdi çıkartabiliyorum, ‘Konak-Jaguar’ bağlantımda hem ‘Rover’ınkiyle kıyaslanmayacak oranda ışıltı, hem de ‘dekadans’ denilen hal ve oluş tarzı vardı...

O halde, komşuların İngiliz otomobili beni orijinalliğinden, başkalığından, farklılığından, ‘sıradışılığından’ dolayı mı cezbediyordu?

*

MÜMKÜNDÜR, ancak yine de bunları el yordamıyla duyumsamış olabilirim.

Çünkü, markadaki göreceli ‘bolluk’ hariç yukarıdaki bütün özellikler tenteli ve spor bir ‘Chevrolet’de haydi haydi fazlasıyla mevcuttu.

Asla ‘gözden kaçmayacak’ böylesine alımlı bir Amerikan otomobile herkes mutlaka dönüp dönüp ve belki de hasetle bakardı ama, tek tük kaptıkaçtıların dışında tek bir motorlu vasıtanın girmediği en fukara mahallelerde bile, hiçbir albeni sergilemeyen ‘Rover’a kimse başını çevirmeye dahi tenezzül etmezdi.

Fakat dediğim gibi, işte henüz altı-yedi yaşlarımdayken ben bu ikincisini seçtim.

Haniyse yarım yüzyıl sonra da, nihayet mülkiyetine sahip olabildim.

Nasıl olabildiğimi gelecek pazara anlatacağım.
Yazarın Tüm Yazıları