Yoğun geçen bir film süreci oldu, biraz ara vermek zorunda kaldım (elleriyle gözlerini kapatan maymun).
Şimdi hiç uzatmadan konuya girmek istiyorum (gülen bok).
Çok heyecanlıyım çünkü yeni bir şey deneyeceğim (32 diş emoji).
Şimdi şöyle oldu; bir arkadaşımla muhabbet ediyorum, konu arkadaşımın hayalindeki erkeğe geldi.
“Oyuncu ya da müzisyen olsun ama gelecek vaat etsin, basına benimle poz vermekten kaçınmasın, Instagram’da hep benim fotoğraflarımı paylaşsın, sadece beni takip etsin (Murat Boz sendromu), beni sürekli tatile çıkarsın ama hesabı o ödesin” gibi yazarken onun adına utandığım berbat kriterler falan derken, konu Mehmet Turgut’un “Koza” adlı sergisine geldi.
Sergide hayalindeki kadını yaratmak istemiş. Kadınlar cıbıl cıbılmış, vay efendim niye cıbılmış, Mehmet Turgut’un hayalindeki kadın en azından bir don sütyen giyeymiş diye konuşurken, bir saat sonra sergideydik. (Bu arada sergi muhteşem...)
Mehmet Turgut’la ufak bir sohbet sonrası aklımda olan bir köşenin ilk konuğu olur mu diye sordum. (Ekşi Sözlük’te onunla ilgili girilen olumsuz entry’lere cevap verecekti.)
Ne kadar izlendi, tepkiler nasıl filan...
Aklım tamamen orada olduğu için bugün de “Küçük Esnaf” filminden esinlenerek iki konuyla ilgili yazmak istedim.
Kına gecesi: Eyes Wide Shot’tan zerre farkı yok bence. Yani onun Türk versiyonu. Karanlıkta ellerde mumlar, kızın kafada tülbent, şarkılar eşliğinde kızın etrafında dönmeler...
Garip bi ritüel. Ama en garip yanı manik depresif bir gece olması. Bir yandan ağlanırken iki dakika sonra “ulan kakaladık kızı” coşkusuyla çılgınca oynanmaya başlanıyor.
Borcun geri istenmesi: Bir nevi psikolojik savaş. Borç veren taraf çeşitli imalarla borcu geri istemeye çalışır, diğer taraf da vermemek için elinden geleni yapar. İşte örnek bir diyalog ve deşifresi...
- N’apıyosun, nasıl gidiyor? (Soruyorum ama umarım konu borcuma gelmez...)
- Nasıl gitsin be Ahmetcim, çok çalışmak zorundayım bu aralar. Ek iş alıyorum hep (Yani paramı geri ver Ahmet)...
Ama bir o kadar da gerginim. Çünkü yarın “Beyaz Show” var ve ben;
- Selam Zeynep...
- İhihihi...
- Nasılsın?
- İhihihi...
- Filminiz çıkmış...
- Ehüehü ihihii...gibi cevaplarımla karşınızda olacağım.
Denediği kıyafetin kendisine yakışmadığı konusunda tezgahtarı ikna etmek: Arkadaşlar neden? Neden ben çalışan birini ikna etmeye çalışıyorum? Yani ona kalsa ben Adriana Lima’yım, her giydiğim aman tanrım nasıl güzel oluyor.
Yaklaşık herkesle şu tarz diyaloglar yaşıyorum:
- Iımmm ya bunun burasından etlerim şey oldu...
- Yooo, bakiim... Hayır tamamen size öyle geliyor.
- Ama hanımefendi baksanıza...
- Yok yok hiç alakası yok, aksine sizi zayıf gösterdi.
- Hayır a...
Çünkü günün sonunda geriye kalan, alınan muhteşem şeylerdir.
Yaşanan gerginlikler hemen unutulur.
Oysa ki alışveriş yapmak bi kadın için kabusa da dönüşebilir.
İşte bu gerginliklerden bazıları...
Mağaza çalışanının seni gezerken takip etmesi:
Daha sinir bozucu bi şey olamaz.
Bazen rahat dolaşabilmek için önce reonların arasına saklanıp izimi kaybettiriyorum.
Dedim “Abi senin aklın başka bi yerde mi?”
“Evet” dedi “Ben uzun zamandır kaçak iddaa oynuyorum. Benim ilkokul arkadaşım oynatıyo. Geçtiğimiz ay yüklü miktar para kazandım ama paramı vermiyo biiiip. Neredeyse 20 bin harcadım. Ama ben o biiiip’e ne yapacağımı buldum. Bi tane Rus kadın ayarlicam. Bu biiiip’i ayartacak, içkisine ilaç atacak. Sonra çırılçıplak soyup Belgrad ormanlarına atacak. Ben de bunun yanına gidicem, silahı dayıycam alnına... ‘Vercen mi lan paramı’ dicem ‘Ben senin biiiiiiiip, biiip herifi, ağzına biiiiiip biiiiiiip dicem, yalvartıcam, yalvarcak bana o biiip biiiip.” (biip’ler havada uçuşuyor)
“Rahatlican mı abi böyle yapınca” dedim.
“Şu an bile düşündükçe tüylerim diken diken oluyo. Benim tersim pistir. Bana yanlış yapılmaz” dedi...
Benim o an aklımdan geçenler: Çok da kısa mesafe geldik, şimdi tüm para verince sinirlencek kesin. Çattık ya. Ne zengin bi küfür haznesi varmış arkadaş. Dur bi bakiim çantama... Hah 10 lira.. Başkaa başkaa... Çanta çanta diil ki çöplük. Bu saç düzleştiricisini ne ara koymuşum... Biraz daha kurcalasam kuaförümü çıkarıcam. Yok başka para yok... Şurda durup bakkalda bozdursam mı... O zaman da dicek niye bindiinde söylemedin... Offf bu benim yokuşu görünce çıldırıcak kesin... 10 lirayı geçmeden ben insem mi şurda aceba.. Bu sefer de bunun için mi bindin dicek...
Alllam napcam ben ya...
(Bu arada ışıklarda durduk...)
Dolayısıyla bir yas havası hakim şu an. Ben ayrılık yaşamayı bir nevi şeytan çıkarmaya benzetiyorum. Exorsist filmindeki gibi her şey, birebir aynı aslında.
Misal; şeytan genelde kızları tercih eder. İşte birinci benzerlik. Çünkü erkekler her zaman ayrılığı daha kolay atlatır. Filmimizde şeytan, kızın içine girer ve kız zamanla korkunç gözükmeye başlar. Tıpkı ayrıldıktan sonra kendini eve kapatan kızımız gibi.
Ayrılık sonrası inanılmaz yeme ve kilo alma, stresten ve aşırı miktarda Nutella’dan sivilceler, akneler çıkarma... Saç baş dağınık. Kaşlar, bıyıklar alınmamış. Berbat gözükür.
Sonra şeytan giren kızımızda garip hareketler başlar. Aşırı sinir, gerginlik... Kimseyi odasına yaklaştırmaz. Artık ailesi onunla başa çıkamaz hale gelir. Ayrılıktan sonra, ailesiyle yaşayan kızımız resmen yeniden ergenliğe girmiş gibidir. Odasına kapanır. Slow müziğe abanır. Sürekli ağlar. Anne ve babasına tahammül edemez.
Çünkü tek isteği Berk’tir. Berk’ten başka herkes yalandır, sinir bozar.
Ve işte tam bu durumda aile işin içinden çıkamaz ve bir peder çağırmaya karar verir. Bu da gerçek hayatta Ayşe’nin en yakın arkadaşı Buse’dir.
Peder günlerce gelip gidip dualar okur. Buse de günlerce gelip gidip Ayşe’yi teselli eder. Fakat tabii ki işe yaramaz.
Haftaya cuma, yani ayın 25’inde iki yıldır yazımıyla uğraştığım ‘Küçük Esnaf’ filmi vizyona girecek.
Ne kadar heyecanlı olduğumu anlatamam.
Bu benim ilk filmim, ilk başrolüm.
Şimdilerde sürekli geçmişi düşünüyorum.
Mesela ilk yazmaya başladığım günü.
Yıl 2001...
Günlüğümden bi parça...