5 Eylül 2008
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Beşiktaş’ın tüm semtlerini güzelleştirmekte kararlı. Beşiktaş, Başkan Ünal döneminde İstanbul’un yüzölçümü açısından en küçük ilçelerinden biri olmasına rağmen, en fazla sayıda güzel semti barındıran ilçe oldu. Etiler, Bebek, Ortaköy, Akatlar ve Ulus gibi çekim merkezlerine şimdi de Arnavutköy eklenmek üzere.
Arnavutköy zaten enteresan bir semt. İstanbul’un halkı tarafından belki de en çok sahiplenilen semti. Birkaç yıl önce üçüncü köprünün Arnavutköy’den geçirilme olasılığı doğunca, "Köprü’ye Hayır" demek için kenetlenen semt ahalisi o gün bugündür semtlerine başka hiçbir İstanbul semtinde olmadığı kadar sahip çıkıyorlar. Her yıl büyük birer açıkhava eğlencesine dönüştürdükleri eylemleriyle tüm Türkiye’nin ilgisini semtleri üzerine çekecek kadar başarılılar.
Köprünün Arnavutköy’den geçme tehlikesi çok büyük ölçüde kalktı artık kalkmasına ama Arnavutköy halkının semtlerini güzelleştirme amacı çevresinde yaptıkları işbirliği devam ediyor.
Beşiktaş Belediyesi de Arnavutköy’ü güzelleştirmeye, çekim gücünü artırmaya yönelik projesini, Arnavutköy halkıyla birlikte, onların katılımıyla şekillendirmiş.
2007 Nisan ayında başlayan planlama sürecinde bugüne kadar tam 18 toplantı yapılmış ve bu toplantıların 10’u Arnavutköy halkının katılımıyla gerçekleştirilmiş.
Şimdi sıra belediye ve semt sakinlerinin ortak çabasıyla şekillenen projenin adım adım uygulanmasına geldi. Arnavutköy sokaklarında birkaç haftadır hummalı bir çalışma var.
Bu hummalı çalışma sonunda, önce semtin sorunlu trafiği rahatlayacak. Sokaklardaki trafik akış istikametleri düzenlenecek, Arnavutköy-Beşiktaş istikametinde Kuruçeşme’den olan Bebek dönüşü geriye, Arnavutköy’ün hemen çıkışına alınacak.
Restoran, kafe ve çeşitli dükkanların yoğun olduğu sokaklarda kısa süreli park cepleri yapılarak, otomobiliyle geçenlerin alışveriş yapması kolaylaştırılacak.
Arnavutköy’deki restoran ve kafelerde halen çalışmakta olan 40’ın üzerindeki park valesi, merkezi bir sistemde toplanarak verimlilikleri artırılacak. Tek tip kıyafet giyecek valelerin sigorta gibi sosyal haklarından yararlanmaları da sağlanacak. Otomobillerin valeler aracılığıyla kapasiteleri artırılacak anlaşmalı otoparklara park edilmesiyle, mevcut durumda trafik sıkışmalarına yol açan dar sokak aralarına park etme uygulamasına son verilecek.
Ve en önemlisi bazı sokaklar zaman içinde trafiğe kapatılarak, semtin ticaret hacmi artırılacak. Çekim merkezi olan Arnavutköy’deki alışveriş, semti ziyaret edecek yerli ve yabancı turistlerle katlanarak canlanacak.
Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal ve Arnavutköy halkıyla esnafının ortak eseri olacak yeni, güzel, canlı, neşeli Arnavutköy’ü dört gözle bekliyorum.
Türk şarap bağcılığının yüz akı
Geçen hafta sonu Bülent Kalpaklıoğlu’nun Şarköy’deki bağlarındaydım. Mutfak Dostları Derneği üyeleri ve Başkanları Ahmet Örs ile birlikte Chateau Kalpak’da unutulmaz bir gün geçirdik.
Bağlara vardığımızda ortalıkta bir bağ evi bile olmaması, koca arazide ahşap bir pergoladan başka bir yapının göze çarpmaması şaşırtıcıydı doğrusu.
Nedeninin Bülent Kalpakçıoğlu’nun şaraplık üzüm bağcılığına olan aşkında gizli olduğunu sonradan anladık.
Kalpakçıoğlu çoğu şarap üreticisi gibi işe tersinden yani önce üretim tesisi kurup sonra etraftan topladığı üzümlerle şarap üretip, şık şişelere doldurup, astronomik fiyatlardan restoranlara satmakla başlamamış. İşe olması gerektiği yerinden başlamış ve önce bağlarını dikmiş.
Uzun yıllar boyunca, tüm özelliklerini özenle araştırarak ve seçerek topladığı 300 dönümlük araziye ilk üzümlerini 15 yıl önce dikmiş. Yıllar süren klonlama ve ıslah çalışmalarından sonra bağları nihayet istediği seviyeye gelmiş. Ve uzun bürokratik işlemlerden sonra bağlarının içinde üretim tesisi kurma iznini nihayet bu yıl almış.
Bülent Bey’in çok önemli bir de iddiası var. Üreteceği muhteşem şaraplarını pazarlamak için, Corvus’un hayatımıza soktuğu yüksek fiyatla caka satma pazarlama yöntemini kullanmayacak. Bu çok kaliteli üzümlerden üretilmiş şarapların şişesini marketlerde 25 YTL’ye bulabileceğiz.
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2008
Yaz tatili için Bodrum’a, Çeşme’ye, Antalya’ya gidenlerin her gece ille de balık yiyeceğiz diye tutturup, birbirinin karbon kopyası salaş balıkçılarda ömür tüketme inadına anlam veremiyorum. Hani Kaş, Datça, Dalyan gibi nispeten bakir kalmış, modern restoranları, deneyimli şefleri kendine henüz çekememiş sahil beldelerimizde olsa anlayacağım.
Sonuçta balık bu. Ve daha İstanbul’daki balık restoranları öğrenememişken balık yapmayı, sahil kasabasındaki garibim salaş balıkçı ne yapsın!
En iyi balık restoranlarını alın, hepsinin yaptığı aynı. Sabahları en taze balığı alıp, akşam ızgarada tam kıvamında pişirmek. Tamam ızgarada tam kıvamında pişirmek bile ustalık istiyor ama atla deve bir ustalık değil bu... Tek yaratıcılık mezelerde. Bir de bazıları yaratıcılığı iyi buğulama yapmaya kadar da götürebiliyorlar hani...
İki hafta önce Bodrum’daki cennet yazlığımızdan kalktık, üç saat yol tepmeyi göze alıp hafta sonunu geçirmek için Çeşme Sheraton’a gittik. Maksat değişiklik olsun. Üşenmeyip iyi ki de gitmişiz.
Çeşme Sheraton’un sahili aynı Florida sahilleri gibi. Bembeyaz bir kum ve en dalgalı günlerinde dahi bulunmayan turkuaz bir su...
İlgi alanıma girmiyor ama meraklıları otelin altındaki termal tesislerin de mükemmel olduğunu söylüyorlar.
İşin asıl ilgi alanıma giren yanına gelince. Otelin tepesinde, harika manzaralı dört dörtlük bir restoran var; Spices. Başında Şef Rahmi Yılmaz.
Şef Yılmaz, Spices için tatil yörelerinde kolay kolay rastlayamayacağınız güzellikte bir mönü hazırlamış. Zengin yemek listesinde en basit yemeklerden en komplekslerine uzanan bir denge yaratmış. Restoranın tek kusuru, böylesi bir mönü için çok zayıf kalan şarap listesi.
Giriş olarak sunulan bir salata vardı ki, ben ömrümde bu kadar lezzetli bir salata yemedim. Bildiğimiz anne salatası. İçinde salata, marul, roka, soğan, salatalık, domates, zeytin gibi klasik salata malzemeleri var. Ancak malzemeler öylesine körpe ve lezzetli ve öyle başarılı bir salata sosuyla karıştırılmışlar ki, al bu salatayı biraz daha büyük porsiyonda, üzerine birkaç ızgara deniz ürünü de serpiştirip ana yemek diye sun, yiyen masadan şefe hayır duasıyla kalkar.
Salatanın meğer Şef Rahmi Yılmaz’ın deneyim ve becerisine ek bir sırrı daha varmış.
Çeşme Sheraton Hotel, otele birkaç kilometre uzaklıkta 100 dönümlük küçük bir çiftlik kurmuş. Burada doğal tarım yöntemiyle çeşitli meyve ve sebzeler üretiyorlarmış. Otelin meyve ve sebze ihtiyacının yüzde 60’ı bu çiftlikten temin ediliyormuş. Salata, domates, biber, patlıcan gibi bazı sebzelerin tamamı bu çiftlikten geliyormuş. Ertesi gün kalktım, bu çiftliğe de gittim, biberleri, domatesleri dalından koparıp tattım. Salatanın malzemesindeki körpeliğin ve lezzetin sırrının nereden geldiğini anladım.
Bu nefis salatadan sonra gelen ana yemeğim marine edilmiş dana bifteğine değinmeden de edemeyeceğim. Şef Rahmi Yılmaz ustalığını konuşturmuş ve bifteği pişirirken sihir yapmış sanki. Türkiye’de hangi kasaptan alırsanız alın dana bifteği kayış gibi olur. Şef Yılmaz marinadlarıyla öyle bir sihir yapmış ki o kayış gibi biftek lokum kıvamına gelmiş. Ağzınıza attığınızda dilinizle damağınız arasında eriyip gidiyor.
Ana yemekte et tercih ettim diye mönüde balık yok sanmayın. Var tabii ve hem de öyle her salaş restorandaki gibi birbirinin kopyası balık tabakları değil bunlar. Şef Rahmi Yılmaz pişirme tekniğiyle, sosuyla, garnitürüyle her tabakta ayrı bir sanat eseri yaratmış.
Çeşme, Bodrum, Antalya gibi gelişmiş turizm beldelerimiz iyi şefleri de kendine çekmeye başladı. Her gece gidecek bir salaş balık lokantası arayanlar, ayaklarına kadar gelen değerleri de kaçırmasınlar. Ki bu değerli şefleri kaçırmayıp, tatil beldelerinde de iyi yemek yiyebilelim artık.
Zorlu’nun zorlu doğru seçimi
Zorlu’nun Zincirlikuyu’daki arazisi üzerinde inşa edilecek projenin seçimi için açılan konkuru Emre Arolat-Murat Tabanlıoğlu’nun projesinin kazanmasına çok sevindim.
Tam bir yıl önce yarışma yeni açıldığında ve henüz ortada projeler bile yokken aynen şunları yazmışım:
"Batılı ülkelerin belli başlı şehirlerinde dolaşırken, birbirinden görkemli güncel mimari eserleri gördükçe hep neden bizim şehirlerimizin de böylesi çarpıcı süsleri yok diye hayıflanıp dururdum. Emre Arolat’ın Şişli Complex projesinin çizimlerini gördüğümde de bu nedenle heyecanlanmıştım. Ancak sonra proje, bazı nedenlerden sürüncemeye girdi.
Zorlu’nun Zincirlikuyu’daki eski Karayolları arazisi üzerine inşa edeceği kompleks de heyecan verici sonuçlar verebilecek potansiyele sahip. Açılan proje yarışmasına katılan mimarlar arasında Emre Arolat da var. Hakkı olan kazansın tabii ama İstanbul’un bu önemli noktasında Emre Arolat’ın insanın ağzını açık, gözlerini sabit bırakan stilini görmeyi çok arzu ederim."
Projenin bitip, insanın ağzını açık, gözlerini sabit bırakacak kompleksin ortaya çıkacağı günü iple çekiyorum.
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2008
AKP hükümetinin Ege sahillerimize kurulu turist kaçıran balık çiftlikleri konusundaki tutumu hiç şaşırtıcı değil. Her konuda olduğu gibi balık çiftlikleri konusunda da "benden sonra tufan" popülist tutumunu takınıyorlar.
AKP’nin balık çiftlikleri konusundaki ucuz, popülist hesabı şu:
- Balık çiftliklerini kurduran hükümet biz değiliz. Bundan dolayı kimse bizi suçlayamaz.
- Balık çiftliklerinin çevreye verdiği zarar kalıcı değil. Bu çiftlikler kaldırıldıktan sonra doğa kendini temizleyecek.
- Balık çiftliklerinden aldığımız vergi bütçemizi rahatlatıyor. Bu çiftliklerin ekonomiye de katkısı var. Kendi iktidarımız döneminde kaldırırsak bütçemiz zarar görür.
- Bunların çevreye verdiği zarar, geri dönüşü olan bir zarar olduğuna göre bırakalım bu çiftlikleri bizden sonrakiler kaldırsın, negatif ekonomik etkisini de onlar göğüslesin.
Balık çiftliklerinin çevreye verdiği zararın kalıcı olmadığı konusunda haklılar. Balık çiftliklerinin çevreye verdiği zarar, yemlerin artıklarından ve balıkların dışkısından ibaret. Bunlar da organik atık oldukları için, çiftlikler kaldırıldığında doğa zamanla kendi kendini temizleyecektir.
Ancak AKP’nin hesaba katmadığı bir şey var. Balık çiftlikleri Bodrum, Çeşme gibi turistik bölgelerimizde kurulular. Önceleri sadece bulundukları koyları kirletiyorlardı, ancak kirlenme şu anda bulundukları körfezlerin tümünü etkilemeye başladı</B>. Bu çiftlikler Ege kıyılarımızdan acilen kaldırılmazlarsa Ege kıyılarımızın tamamı kirlenecek, turistler kaçmaya başlayacak.
Balık çiftliklerinin doğada yarattığı kirlilik geri dönüşü olan bir zarar olabilir, ancak kaçan turistin geri dönüşü olmaz.
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2008
Geçen hafta Ertuğrul Özkök, şaraptan zevk almakla ilgili harika bir yazı yazmıştı. "Ukala uzmana şarap dersleri" başlıklı yazıda özetle herkesin damak zevkinin farklı olduğu ve şaraptan alınan zevkin ukala uzmanların tavsiyeleriyle sınırlanmayacağı vurgulanıyordu.
Dünyanın en ünlü "lüks stil dergisi" Robb Report bir süredir Türkiye’de de yayınlanıyor. Derginin son sayısının kapak konusu şaraptı. Dergide benim de katıldığım şarap konulu bir sohbet yayınlandı.
Vinolog Doç. Dr. Yunus Emre Kocabaşoğlu, Kavaklıdere Şarap Eğitim Uzmanı Levon Bağış ve Kayra Şarap Akademisi Müdürü Cüneyt Uğur’la birlikte, Robb Report’un Genel Yayın Yönetmeni Banu Kitiş’in davetlisi olarak Hotel Les Ottomans’ın Kavmahali’nde hem çeşitli Türk şaraplarının tadımını yaptık hem de derginin Ağustos sayısında yayınlanmak üzere şarap hakkında çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Sohbetin başlangıcında Banu Kitiş, "Şarap lüks müdür?" diye sordu.
"Ucuz bir şarap içseniz bile eğer damak tadınız gelişmişse ve şarap da bozuk çıkmamışsa, o şaraptan kendinize göre farklı tatlar çıkarabilirsiniz" diye yanıtlamıştım, "Şarap lüks olmasa da mutlaka yüksek zevklere hitap eder".
Kısacası Ertuğrul Özkök’le aynı fikirdeyim. Şaraptan zevk almak için illa ukala uzmanların değerlendirmelerine bağlı kalmak gerekmiyor.
Ancak Özkök’ün fikirlerine şunun da mutlaka eklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ne şaraptan zevk almak için ne de şarap hakkında yazmak için ukala bir uzman olmaya gerek yok. Ancak şaraptan zevk alabilmek için de, şarap hakkında bir şeyler yazmaya cüret etmek için de belli bir bilgi ve deneyim birikimi gerekiyor.
Şaraba olan ilgi ve şaraptan zevk alma kültürü, son yıllarda Türkiye’de hızla artmaya başladı. Bunda Ertuğrul Özkök’ün yazılarının etkisi de büyük kuşkusuz.
Öte yandan okurun şarapla ilgili yazılmış yazılara olan ilgisi artmaya başladıkça, şarap ukalalığına soyunan yazarların da sayısı artmaya başladı gazetelerimizde.
Örneğin geçenlerde bir yazar, şarap yazanları aklınca tiye almaya kalktığı yazısında devirmedik çam bırakmıyordu. Fransızların bir pazarlama harikası olan genç ve sıradan şarabı Beaujolais Nouveau hakkındaki kulaktan dolma bilgisi ile Fransızca bilgisini cüretkar ama hatalı bir şekilde birleştiriyor ve Beaujolais Villages’ları kötünün de kötüsü olarak ilan ediyor, Türkiye’de restoranlarda bu şarabı ısmarlayanlara "kıro" diyordu. Yetmiyor, onlarca yıl öncesinin hasıra sarılı damacana şişeli Chianti’si ile günümüzün kaliteli Chianti’sini aynı kefeye koyup, bu ünlü şarabı kamyoncu şarabı olarak tanıtmaya kalkışıyordu.
Aynı yazar bir başka yazısında, Fransız bağ evlerine verilen "chateau" ismini, savunma amaçlı yapılmış surlar içindeki şatolarla yani "chateau fort"lar ile karıştırmış ve Ankara’da çok iyi şaraplar üreten "Şato Kalecik"i haksız yere alaya almaya da kalkışmıştı.
Bir başka yazar da Kayra’ya yağ çekeceğim derken, Kayra’nın kalitesini sürekli artırdığı kendi üretimi şarapları es geçip, fantastik bir girişimle İtalya’da fason ürettirdiği şarapları, Türk şarapçılığındaki büyük gelişmenin kanıtı olarak sunuyordu.
Bir diğeri ise şarap kültürü cehaletinin boyutunu balıkla beyaz, etle kırmızı şarap içme prensibinin saçmalık olduğunu buyurabilecek kadar ileri götürebiliyordu.
Tamam şarap yazmak için uzman olmaya gerek yok ama cahil cesareti ile yazmanın da bir sınırı olmalı.
Şakayı gerçek sanan gazeteci
Tuba Akyol, Milliyet Pazar’da Yahoo Answers’a şaka olarak bırakılan bir soruyla ilgili anekdodu gerçek sanmış, ABD’lilerin cehaleti ile kendince dalgasını geçiyordu.
İngilizce’de "Georgia" hem "Gürcistan" hem de ABD’deki bir eyaletin adı olarak kullanılıyor ya... ABD’nin Georgia eyaletinde yaşayan sözüm ona Jessica B. isimli bir kadın, "Rusya Gürcistan’ı (Georgia) işgal etti" diye okuyunca sözüm ona telaşa kapılmış ve sözüm ona Yahoo Answers’a sorusunu patlatmış: "Ben sokaklarda Rusya filan görmüyorum, ses de yok. Ama tanklar var diyorlar. Korkmalı mıyım?"
ABD’de bu kadar saf birine sokaklardaki evsizlerin arasında bile rastlamadım ama, şaka olduğu besbelli bu sorunun gerçekliğine inanacak kadar saf olanlara Türkiye’de gazete yazarları arasında bile rastlamak olası demek ki.
Bu arada Yahoo Answers’da bu soruyla ilgili bolca geyik de dönüyor. Şoven olmayan biri için espri olduğu besbelli bu soru, aslında ABD’lilerin cehaletinden çok zeki espri anlayışının kanıtı. Soruya verilen yanıtlardan biri de aynı zeki espri anlayışının eseri: "Soruyu soran Jessica B.’nin ABD’nin Georgia eyaletinden olduğu fikrine nereden kapılıyorsunuz ki? Gürcistan’da da Jessica isimli bir sürü kadın var."
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2008
Asıl işi telekom sektörünü serbestleştirmek olan Telekomünikasyon Kurumu (TK) işi gücü bırakmış, kafayı bilgisayar oyunlarına takmış. Sektörü liberalleştirmek amacıyla kurulan TK, kurulduğu günden bu yana liberalleşme sağlayacak regülasyonlar getireceğine tam tersine kısıtlayıcı, yasaklayıcı kurallar getirmekle uğraşıyor.
İnternet sitelerini sansürlemeyi kendine misyon edinen TK meğer bir süredir bilgisayar oyunlarına da takmış. Bilgisayar oyunları ile telekomünikasyon arasında ne gibi bir alaka kurdularsa artık, İnternet kafelerde oynanan oyunların denetlenmesini de kendilerine iş edinmişler.
Bu amaçla TK bünyesinde bir çalıştay kurulmuş.
Amaç bilgisayar oyunlarını denetleyip, derecelendirecek bir kurul kurmak. Bir başka deyişle fuzuli işler için bir takım insanlara yeni rant kapıları açmak.
İyi de bilim, bilgisayar oyunlarındaki sanal ortamın çocukların gerçek yaşantısındaki davranışlarını etkilemediğini söylüyor.
Bu araştırmalardan sonuncusunun sonuçlarını geçenlerde bu sütundan da aktarmıştım.
İngiliz Essex Üniversitesi’nden Patrick Kierkegaard tarafından gerçekleştirilen araştırma, bilgisayar oyunlarının çocukların davranışları üzerindeki etkilerini ölçen en kapsamlı araştırma olma özelliğini taşıyor.
Araştırmanın Journal of Liability and Scientific Enquiry dergisinde yayınlanan sonuçlarına göre bilgisayar oyunları ile şiddet eğilimi arasında illa bir ilişki varsa, bilim bu ilişkinin tersine olduğunu söylüyor. Yani bilgisayar oyunlarındaki şiddetin çocukların gerçek hayattaki şiddet eğilimini azaltıcı bir etkisi var.
İnternet üzerinden oynanan, şiddet içeren oyunlar çıktı çıkalı milyonlarca çocuk bu oyunları oynuyor. Eğer bu oyunlar yaygın yobaz inanca uygun olarak toplumdaki şiddeti tetikliyor olsaydı, dünya bugün cehenneme dönmüş olmalıydı. Ancak bilimsel veriler aksini söylüyor. Bilgisayar oyunlarının çıktığı yıllardan bu yana şiddet içeren suç oranı tüm dünyada sürekli bir düşüş eğiliminde.
Hadi bürokratları geçtim, çalıştaydaki akademisyenlerin de mi haberi yok bu araştırmalardan da, İnternet kafelerde oynanan oyunları yasaklama cehaletine alet oluyorlar.
Kitapları ters çeviren yobaz çetesi türedi
Önce Akmerkez Remzi Kitabevi’nde dikkatimi çekti. Sonra dikkat ettim Kanyon ve İstinye Park’taki D&R’larda da aynı şeye rastladım.
Bazı kitaplar raflarda kapakları ve sırtları görülmeyecek şekilde ters olarak duruyorlardı.
Çevirip bakınca, Richard Dawkins’in kitapları olduklarını gördüm (Gen Bencildir, TÜBİTAK Yayınları; Tanrı Yanılgısı, Kuzey Yayınları).
Richard Dawkins evrim teorisinin günümüzdeki en büyük savunucusu. Evrim teorisi de bilindiği gibi radikal dincilerin, yobazların hedef tahtası.
Dawkins’in kitaplarını, kitapçı kitapçı dolaşıp raflarda ters çevirenler belki küçük, marjinal bir gruptur. Gözlemleyebildiğim kitapçı sayısı az olduğu için bilemiyorum. Ama bence savcıların Türkiye çapında bir tespit yaptırmasında fayda var. Eğer yaygın bir eylemse, ardında organize bir örgüt var demektir.
Komşumuzun tavuğu için horoz dövüşü
Rusya’nın Gürcistan’a müdahaledeki cüreti görünüşe göre herkesi şaşırtıyor. İşgale Rusya-ABD çekişmesi olarak bakanlar çoğunlukta.
Halbuki olayın danışıklı dövüş olması çok büyük bir olasılık. SSCB’nin dağılmasının ardından dünyanın bozulan güç dengesinde oluşan kutuplaşma boşluğunda, eskinin demokrasi-komünizm kutuplaşmasının yerini Hıristiyan-İslam kutuplaşması almaya başlamıştı.
Bu kutuplaşma eskisine göre çok daha tehlikeli bir kutuplaşmaydı. Dünyanın daha sorumlu bir kutuplaşmaya ihtiyacı vardı.
Görünen o ki, ABD daha güçlü bir Rusya’nın doğuşuna, sahte gözyaşlarıyla ağlaya ağlaya izin verip, uzağında kalan coğrafyada mevcut dünya düzeni için daha istikrarlı gördüğü bir güç kutbunun oluşmasına izin verecek.
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2008
Galatasaray’a sponsor olan Türk Telekom’a geçen hafta yaptığım jest çağrısına Galatasaray’ın kaliteli ve etkili taraftar grubu ultrAslan’dan büyük destek geldi. ultrAslan’ın İnternet’teki sitesi ultrAslan.com’un kapağından destek çağrısıyla duyurulan "Türk Telekom, Ali Sami Yen jesti yapmalı" başlıklı yazıma, sitenin forum bölümünde de taraftarlardan yoğun destek geldi.
Aklın yolu bir. Yapılan sponsorluk anlaşmasından hem Türk Telekom’un hem Galatasaray’ın maksimum fayda sağlayabilmesi için Türk Telekom’un bu jesti yapıp, isim hakkını 10 yıllığına kiraladığı Galatasaray’ın yeni stadının adını "Türk Telekom Stadı" yerine "Türk Telekom Ali Sami Yen Stadı" olarak kullanması herkesin yararına.
Türk Telekom’un ödediği sponsorluk bedelinin karşılığı olarak Galatasaray’ın yeni stadının adında markasını kullanmak istemesi de doğal.
Öte yandan stadına kurucusunun ismini veren ilk Türk kulübü Galatasaray. "Ali Sami Yen Stadı" Galatasaray’ın büyüklüğünün ve Galatasaraylı taraftarların eşsiz gücünün bir simgesi.
Türk Telekom Türkiye’nin en nezih taraftar kitlesine sahip Galatasaray’a sponsor oluyor. Başarısı da son bir adıma bağlı.
Bir tarafta on milyonlarca dolar ödeyip, sempati beklerken antipati ve öfke çekmek var. Diğer yanda "Türk Telekom Stadı" olarak kiralanan isim hakkını "Türk Telekom Ali Sami Yen Stadı" olarak kullanarak milyonların sempatisini ve gönlünü kazanmak.
Türk Telekom için ne kadar kolay bir seçim; değil mi?
Ya maksat İstanbullular’ı Ahmedinejad’dan korumaksa
İran Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’u ziyareti sırasında otoyollar, caddeler, sokaklar trafiğe kapatıldı hatta Ahmedinejad’ın güzergahı üzerindeki kimi yollara yayalar bile alınmadı ya...
Herkes bunun Ahmedinejad’ın korunması için yapıldığı varsayımıyla AKP hükümetini, İstanbul Valisi’ni ve Emniyet Müdürü’nü suçluyor.
Peki ya tam tersiyse? Yani hükümet, vali ve emniyet müdürü yolları Ahmedinejad’ı Türkler’den korumak için değil, Türkler’i Ahmedinejad’dan korumak için kapattıysa...
Ahmedinejad yönetimi İranlı kadınları, İranlı erkeklerin nefsini uyandırmasınlar, azdırmasınlar diye kapanmaya zorlamıyor mu? Eğer İranlı erkekler tesettürsüz kadınlar karşısında gerçekten nefislerine hakim olamıyorlarsa, Ahmedinejad’ın güzergahındaki caddeleri, sokakları, yolları yayalar dahil trafiğe kapatmak İstanbullular’ın hayrına değil mi?
Neden kızıyorsunuz AKP’ye, Vali’ye ve Emniyet’e?
Kuvvetli ve kendinden emin 100 Türk
Absolut 100’ün kuvvetli, keskin ve kendinden emin 100 kişi listesindeki isimler arasında kendi adımı görünce önce şaşırdım sonra diğer isimleri okudukça gurur duydum.
Kimler yok ki listede? Hepsini burada saymak imkansız rastgele seçilmiş birkaçını sayayım yeter: "Serdar Bilgili, Levent Kırca, Mehmet Ali Birand, Barış Tansever, Meltem Cumbul, Serdar Erener, Sinan Çetin, Çağan Irmak, Gülse Birsel, Nevzat Çalışkan, Yılmaz Erdoğan, Acun Ilıcalı, Cem Boyner, Cem Hakko, İbrahim Kutluay" ve yer darlığından sayamadığım ama içinden itiraz edecek tek bir kişi bulamadığım 85 değerli isim daha...
Absolut 100 gibi "Kuvvetli, keskin, kendinden emin" 100 kişi listesine eklenecek daha başka isimler de var kuşkusuz. Bir çırpıda aklıma gelen isimlerden biri de, Absolut 100 listesinin yaratıcısı Metin Gürsoy.
Metin Gürsoy’un imza attığı "kuvvetli, keskin ve kendinden emin" ama hepsinden önemlisi hepsi birbirinden kaliteli işlerini yıllardır yakından ve gıptayla izliyorum. Gürsoy şimdi de Absolut ve Apple gibi iki dünya ikonu markanın Türkiye imajının yönetiminde önemli bir rol oynuyor.
Absolut 100’ün bende bıraktığı izlenime gelince... Votka, kişiliksiz olduğu için sek içmeyi tercih etmediğim bir içkidir. Nötr tadı ve kokusuyla ancak ustaca hazırlanmış kokteyllerin içinde gösterir güzelliğini.
Absolut 100 ise diğer tüm votkaların aksine kişilik sahibi ve sek içilmesi gereken bir votka. Yüzde 50’lik çok yüksek alkolü nedeniyle içerken dikkatli olmak gerekiyor. Aynı dikkati biberli eşsiz aromasının tadına varmak için göstermenizi de tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2008
Bankaların müşterilerini nasıl zor duruma düşüreceklerini hesaplamadan yaptıkları keyfi uygulamalar çıldırtıyor. Hesapsızca attıkları adımların yol açacağı mağduriyetler konusunda çağrı merkezlerindeki müşteri temsilcilerini de eğitmemiş olduklarından, müşteriler çözüm için bir muhatap bile bulamıyorlar.
Birden fazla kredi kartı edinip, birini sürekli kullanıp diğerlerini yedekte tutanlardan olduğumu geçenlerde yazmıştım. Çünkü Türkiye’de tek bir kredi kartıyla alışverişe çıkacak olursanız, kasiyerlerin önünde küçük düşmeniz büyük bir olasılık. Limitiniz müsait olmasına rağmen POS’tan onay almadığınızda yanınızda başka bankaların kartlarının olması şart.
Sahip olduğum ve yedekte tuttuğum için zaman zaman kullandığım kredi kartından biri de Finansbank’ınkiydi. Sürekli kulanmayı tercih ettiğim Denizbank’ın kredi kartı sık sık olduğu gibi yine provizyon vermeme arızası çıkartınca Finansbank’ın kartını kullanayım dedim. Ondan da provizyon alamayınca, mağaza sahibinin sanki kart sahtekarıymışım gibi şüpheci bakışları altında utana sıkıla üçüncü bir kartımı verdim.
Eve dönüp Finansbank’ı arayınca, neden provizyon alamadığım anlaşıldı. Meğer Finansbank kredi kartı limitimi kendi kafasına göre düşürmüş. Üstelik bir kez de değil, yıl için de tam iki kez düşürüp limitimi kuşa çevirmiş. Ve daha da beteri, limitimi kafasına göre değiştirmesine rağmen beni haberdar etmeye de tenezzül etmemiş.
Müşteri temsilcisine kredi limitimin neden düşürüldüğünü sordum. Söyleyemeyiz, gizli bilgi dedi. Öğrenmek için nereye başvurmam gerekiyor dedim, hiçbir yerden öğrenemezsiniz dedi. Kızdım, bana layık gördükleri o komik limitli karta ihtiyacım olmadığını, iptal etmelerini istedim. Meğer kartımda 80 YTL civarında bir bonus birikmiş, kartımı iptal edersem bu hak ettiğim 80 YTL’nin de yanacağını söylediler. O kadar kızmıştım ki 80 YTL’lik ödülümü de yakıp, kredi kartımı hemen iptal ettirdim.
İkinci olayı Denizbank’la yaşadım. Çeşitli ödemelerimi Denizbank’ın İnternet Şubesi’nden EFT ile yapıyorum. Acil olarak yapmam gereken bir ödeme vardı. Her zamanki gibi Denizbank İnternet şubesine girip, ödememi yapmaya kalktım ve karşımda bir mesaj: "Cep telefonu numaranız sistemimizde kayıtlı olmadığından SMS doğrulaması yapamadığımız için işleminizi gerçekleştiremiyoruz".
Hemen çağrı merkezini aradım, cep telefonumu bilgimi tacizkar reklam mesajlarından gına geldiği için kimseyle paylaşmadığımı, İnternet bankacılığı işlemlerimde SMS doğrulaması kullanmayacağımı söyledim. Bunun için faksla müracat etmem gerektiğini söyledi. O anda faks gönderme olanağımın olmadığını, yapmam gereken ödemenin acil olduğunu, beni önceden haberdar etmeden kafalarına göre yaptıkları keyfi uygulama nedeniyle ceza faizi ödeme mağduriyeti yaşamak istemediğimi belirttim.
"Müşteri memnuniyeti" bölümüne bağlayacağını söyleyerek beni başından attı. Aktardığı müşteri memnuniyeti hattı da, uzun bir süre boşu boşuna beklettikten sonra otomatik ses kaydıyla tüm temsilcilerin dolu olduğunu söyleyerek, adımı ve telefonumu kaydettikten sonra kapandı. Bıraktığım numarayı da, saatler geçmesine rağmen kimse aramadı.
Ne o? Bankacılık Denetleme Kurulu’na, bankaların müşterilerinin haklarını hiçe sayan bu keyfi uygulamalarını denetleme yetkisinin de verilmesinin zamanı gelmemiş midir sizce de?...
Bodrum’un en özel lezzetlerine ek
Hürriyet Cuma "En İyi 10"da geçen hafta "Bodrum’un en özel 10 lezzeti" vardı.
Jüri’nin seçtiklerinden Yalıkavak Akvaryum Restoran’ın Lahos Tandırı, Yunuslar Fırını’nın poğaçasına ben de tam not verirdim.
Ancak listede olmayan öyle iki özel Bodrum lezzeti vardı ki, bu iki lezzetin olmadığı bir "Bodrum’un en özel 10 lezzeti" asla tam olamaz.
Bu lezzetler Gümüşlük Mimoza Restoran’ın Kalamar Köftesi ile Göltürkbükü Divan Palmira’nın şefi Çağla Önal’ın Ahtapot Izgarası.
Mimoza’ın Kalamar Köftesi, ızgara kalamarın makineden geçirilerek kıyma haline getirilmesi ve çeşitli baharatlarla yoğrularak tekrar ızgara edilmesiyle yapılıyor. Sakız kıvamındaki köfteyi her çiğneyişinizde içinden damağınıza lezziz suların fışkırdığını hissediyorsunuz.
Palmira’nın Ahtapot Izgarası’nın klasik Ahtapot Izgaralar’dan farkını bıçağı dokundurduğunuz anda, tereyağ gibi kesilmesinden itibaren anlamaya başlıyor ve ağzınıza atar atmaz asit/şeker/tuz/umami dengesi tanrısal bir el değmiş gibi dengelenmiş tatların damağınızda lokum gibi erimeye başlamasıyla büyüleniyorsunuz.
Bodrum’a gittiğinizde bu dört muhteşem tadı tatmadan sakın dönmeyin.
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2008
Galatasaray yöneticilerinin Galatasaray’ın manevi değerlerine sahip çıkmaktan aciz olması, özel şirketlerin Galatasaraylılık ruhuna saygısızlık etmesinin bahanesi olmamalı. Yönetim kurulları ve başkanlar Galatasaray için gelip geçicidir. Galatasaray’ın büyüklüğü ise kalıcı...
Evet belki daha dün, Galatasaray Adası’nın adını Su Ada’ya çıkartan Özhan Canaydın yönetimi Galatasaray’ın adını satmıştı. Bugün de Adnan Polat yönetimi kulübün kurucusu Ali Sami Yen’in adını satıyor.
Ancak yönetimlerin hataları, bu isimleri satın alanları Galatasaray’ın manevi değerlerine saygılı olmaktan alıkoymamalı.
Türk Telekom, stadın isim hakkını satın almış olabilir. Yönetim Kurulu sattığına göre kimsenin çıkıp bir laf etme hakkı da olamaz.
Ancak Türk Telekom, yönetimle yaptığı sponsorluk anlaşmasının Galatasaray camiasında, markasına karşı olumlu hisler yaratmasını bekliyorsa, Galatasaray yönetiminin hatasını tekrarlamaması daha doğru olur.
"Ali Sami Yen" adı Galatasaraylılar için Galatasaray’ın büyüklüğünü, Galatasaray taraftarının gücünü dünyaya duyuran bir isimdir. Bu ismi stadlarından kaldırıp atan bir şirkete, sırf kulübe para getirdi diye sempati duymalarını kimse beklememelidir.
Türk Telekom yaptığı sponsorluk anlaşmasıyla Galatasaray’a gerçekten önemli bir yatırım yaptı, kulübe büyük bir katkı sağladı. Bu yadsınamaz.
Türk Telekom’un, Galatasaray camiasının gönlünü sonsuza kadar kazanabilmesi için yapması gereken tek bir jest kaldı. O da yeni stadın adını "Türk Telekom Stadı" değil, "Türk Telekom Ali Sami Yen Stadı" koymak. Galatasaray camiası bu jesti karşılıksız bırakmayacaktır.
Yeter, indirin şu adamı sahneden
Yeterli ve etkili denetim yapılmadığı için her geçen gün daha da sulanan sigara yasakları sonunda sahnede Teoman’ın maskarası bile oldu.
Teoman sahnede sigara içmek gibi bir eylemin toplumsal sonuçlarını algılayabilecek bir düşünce sistematiğine sahip olmadığını, daha önce defalarca kanıtlamıştı. Geçen gün Bodrum’da verdiği konser boyunca sahnede yine sürekli sigara içmiş.
Teoman’ın konserlerinde sürekli sigara içmesini daha önce de eleştirmiş ve toplum zararlısı bu sanatçıya sahne yasağı getirilmesini savunmuştum.
Sahnede sigara içmenin nasıl bir sorumsuzluk olduğunu anlayamayanlar, "bu nasıl bir yasakçı zihniyet" papağan nidalarıyla karşı çıkmışlardı.
Topluma zarar veren, başkalarının özgürlüklerine saldıran eylemlerin yasaklanmasını istemeye "yasakçı zihniyet" diyerek karşı çıkmak derin bir kültürsüzlük ister. O ayrı bir konu.
Teoman Bodrum’daki konserinde, daha önceki eleştirilere ve tepkilere rağmen sahnede sürekli sigara içme sorumsuzluğunu tekrarlayarak, kendisine sahne yasağı getirilmesini istemekte ne kadar haklı olduğumu kanıtlamış.
Bu son eyleminden de açıkça belli oldu ki Teoman sahnede sigara içmekle topluma verdiği zararı asla algılayamayacak ve bu sorumsuz davranışından asla vazgeçmeyecek. Sahne yasağı gibi ciddi yaptırımlar getirmedikçe, toplum sağlığına saldırmaktan vazgeçmeyecek. Sahnede kokain çekmeyi, çocukların ırzına geçmeyi alışkanlık edinen bir şarkıcının bu eylemlerine nasıl ki izin verilmeyecekse, sahnede sigara içmeyi alışkanlık haline getiren Teoman’a da engel olmak gerekir.
Üstelik yeni sigara yasası, sahnede içilen sigarayla ilgili sadece Teoman’ı değil, konser mekanının yönetimini ve bu kepazeliğe göz yuman kolluk güçleri ile zabıtayı da sorumlu tutuyor.
Bodrum’daki rezaletin hesabını Bodrum Belediyesi ve Bodrum Kaymakamlığı’nın da vermesi gerekiyor. Buradan bu iki makama soruyorum. Konser boyunca sahnede sürekli sigara içen Teoman ve onun orada saatlerce sigara içmesine göz yumanlar hakkında ne işlem yaptınız? Teoman’a ve asıl önemlisi konser mekanının yöneticilerine ne ceza kestiniz?
Yazının Devamını Oku