Yonca Tokbaş - Kelebek

İstenmeyen tüylere son!

28 Aralık 2009
Kökünden tümünü yak abi!

Ahhh okurların okuru ah...

Ben size ne dedim?

Benim adım “Pişmiş Tavuk” olmalı dedim. “Yonca” mıknatıs gibi başına kaza çekiyor dedim. Ha babam dedim, de babam dedim. Siz beni ciddiye almadınız ve biiip çok yanıldınız! Öyle şeyler başıma getirmeyi başarıyorum ki, yazacak konu derdim maaşallah hiç yok. Öyle de abuk şeyler yaşıyorum ki, yazması zor, yazmaması zulüm. Gülüm benimle her tanışana: “Karşınızda kötü bir komedi filminin, başına gelmedik kalmayan başrol oyuncusu duruyor. Korkmayın, bu ona yıllardır hep oluyor.” der. Hatta daha yeni evliyken kedim yüzünden burnumu kırmayı başarınca şoka giren kayınpederim ve kayınvalideme de demişti rahatlatmak için.

Başıma gelenler belki yarın öbür gün birimize bir fayda sağlar, herkes kendine bir ders çıkarır diye, yazmak da gerek diye düşünmüyor değilim elbette. Neden ben sürekli pasif cümle kuruyorum hiç anlamıyorum. Biri bana el atıp incelese, şu sorunlarıma toptan bir çözüm bulsa 2010’dan önce, maailem minettar olacaktır kendisine.

Nitekim Sayın Okurcuğum, yazar kişi bu sebepten burada bulunuyor değil mi? Tecrübelerini paylaşıp bundan olası derslerin çıkarılmasını sağlamak için ve saire ve saire...

Evet. Girişi yaptım.

Gelişeyim artık bir şekilde.

Yazının Devamını Oku

Blog deyip geçme kur sen de!

25 Aralık 2009
Logo Yazılım’ın CEO’su Ali Güven durup durup bir e-posta yollar, insana kırk bin tane şey öğretir-anlatır-tanıtır.

“Hastası olacaksın diye www.thesartorialist.blogspot.com önermiş. Sağ olsun oldum. Scott Schuman, GQ, Esquire, Vogue gibi dergiler için Madrid, New York, Barcelona sokaklarından stil sahibi insanların fotoğraflarını çekip yayınlıyor, süper. Derken Gülüm’den “www.cafefernando.com bir gir bak. ‘Kastamonu Pazarı’ yazısını oku” diye haber geldi. Amanın o da ne! Blog demek ayıp. Aklını yemekle bozan bozmayan bu blogla kafayı bozar. Koşun bakın. Hastası olacaksınız yeminle.

Kaçtır söyleyeceğim size, bakın bu blog işini hafife almayın. Sakın! Okurlar sorunca “Ben de yazıyorum. Nereden başlayayım?” diye, “Hemen blog aç!” diyorum. Gayet de yürekten söylüyorum. Daha yeni Kanat Atkaya yazdı ya Pino’nun http://pinomino.blogspot.com blogunu hani mesela, işte bizim Pino, bugünkü işini blogu sayesinde buldu! O yüzden pamuk eller klavyeye. Hiiiç dalga geçecek vaktiniz kalmadı, ona göre.

Yonca
“gazverici”

Takığım

Heather Armstrong anne olunca kafayı yiyor (kim yememiş ki!), başlıyor anneliğin o kimsenin anlatamadığı berbat yanlarını yazmaya.

Yazının Devamını Oku

Hızlı hızlı

21 Aralık 2009
Çok acelem var, bu yazıyı ışık hızında yazmam lazım.

Yıl bitti bitiyor, bitmeden içimde kalanların hepsini bir şekilde araya sıkıştırmam lazım. Yazıyorum. Yazdım.

Yıllardır hiçbir yılı bu kadar göbek atarak yollayasım gelmemişti. Ooohhh yandan yandan, gitsin bitsin bu 2009. Sinir etti hem beni, hem de etrafımdaki herkesi! Yallah habibi 2009 gidiver gari. Bunalımlar, krizler, hastalıklar ögh getirdi. 2010 mis gibi geliyor ama. Eminim ve tabi amin! Siz de emin olun e mi? “Amin!” dediniz mi? Desenize ya, deyiverin hadi. Hep beraber inanıp söylersek kesin olur çünki (“çünkü değil çünki” takıntım olan kafiye nedenli). Ondan alelacele başladım ta bugünden içimde kalanları yazmaya, çünkü anca biter önümüzdeki hayırlı Cuma’ ya...

Hoppaaa!

Yonca

“jetgil”

 

Atıyorum attım oh!

Yazının Devamını Oku

Parasızlık hiç bu kadar feci vurmamıştı

18 Aralık 2009
Hayat kapıma hiçbir ay bu ayki kadar erken dayanmamıştı,

Yardımcım hiç kış ortası izine ayrılmamıştı, 

İşte kıyamet hiç böylesi feci kopmamıştı.

 

Toplantılar, yıl sonuna beklenen raporlar beni hiç bu kadar sıkmamıştı. Ara ara uğrayıp yoklayan depresyon, hiç bu kadar sert ve uzun süre kafama vurmamıştı... Beklentiler, hedefler, istek ve hayaller hiç bu kadar çarpışmamıştı.

Evim hiç bu kadar dandini, hayatım hiç bu kadar yoğun, kalbim bu kadar sıkışık, gönlüm bu kadar dolu, beynim bu kadar meşgul, hayal dünyam bu kadar geniş, planlarım hiç bu kadar karışık olmamıştı,

Hiçbir sorumluluk zinciri üzerime bu kadar yığılmamıştı, hiçbir dönem bu kadar zorlayıcı olmamıştı, hiçbir sınav bu kadar damarıma basmamış,

Hiçbir tenkit bu kadar üzmemiş,

Hiçbir teşvik ve takdir bu kadar kıt olmamış, hiçbir takdir de bu kadar çok bekletmemişti.

Yazının Devamını Oku

Hey gidi Dubai hey!

14 Aralık 2009
Geçen hafta, Dubai International Financial Center’da (DIFC) Akbank Dubai Ltd.’in şerefine, Suzan Sabancı Dinçer’in açılışını yaptığı Çağdaş Türk Resim Sergisi’ne davetliydik eşimle. Offf amma uzun cümle!

Önce şunu söylemem gerek size; DIFC, finansal merkez olmaktan öte bir yer. Mesela Zuma gibi, insana şu suni Dubai’de olduğunu unutturup kendini Istanbul’da zannettiren, serin yaz mevsiminde sokaklarında yürüyebildiğiniz, herkesin koşarak gittiği mekanların toplandığı çok hoş ve şık bir yer. Dubai’nin Beymen’i diyebileceğim “Boutique 1” da orada mesela. Dolayısıyla sadece iş merkezi değil, herkesin müdavimi olduğu bir yer. Yani yer seçimi bingo! Tabii ki açılışı kim organize etmiş? Al Rawaj International şirketinin kurucusu ve yöneticisi, Ayşe’nin röportajından hatırlayacağınız Lale Ansingh.Lale müthiş bir işkadınıdır, hem bu sene Emirlikler’deki “Girişimci Kadın” ödülüne de aday ilk ve tek Türk kadını oldu.Davet süperdi; ama benim esas Çağdaş Türk Sanatı’nı buralarda ilk defa bu şekilde sunulurken görünce, resmen sevinçten ağlayasım geldi. Yonca

“gururlu”

Sansürlü Forrest GumpCuadro Fine Art Galeri, DIFC’nin tam göbeğinde. Önünden geçmeden ne Zuma’ya gidebilirsiniz ne de başka bir yere. Galeri öyle küçük müçük de değil, kocaman.Böyle işler yapmak inanın Dubai’de hiç kolay değildir. Yeri bulursun tutamazsın, oldu dersin vazgeçerler kabak gibi kalırsın.Hele sanat deyince daha da büyük risk alır, zorlanırsın. Keza Forrest Gump bile sansürle yayınlanmıştır buralarda. Olay Çağdaş Türk Sanatı olunca tabi heyecan yaparım, yaptım da. Yoksa ortam, klasik Dubai ortamı, Birleşmiş Milletler Başkenti misali her milletten insan manzaraları. Ama, samimiyim, kendine en çok baktıranlar yine Türkler’di. Helal olsun bize!

Yonca “megaloman”

Meraklısına ince detayEvet içki vardı. Dubai böyle sorunları pek güzel çözer. Ortamda “büyük” Araplar varsa meyve suyu, onlar gidince kırmızı beyaz alkollü “üzüm suyu”.Evet Suzan Sabancı Dinçer çok sade, şık ve zarifti. Evet herkes baktı baktı hayran oldu, arkasından haklı dedikodusunu da yaptı. Yurtdışında olup “Türk İş Kadını” olmaya da, geleni görmeye de bayılıyorum. Yabancıların şaşkın şaşkın bizi süzmelerini seyretmeye de, hayranlıklarını gözlemlemeye de ayrıca hastayım, biline!Sergiye 20 Türk çağdaş sanatçısı yaklaşık 60 eserle katılmış. Selma Gürbüz’ün “The Woman Inside” adlı tablosunun önünden yürüyüp gidemedim, belki yarım saat seyre daldım. Zaten kadın figürüne hastayım, Glover’ın bütün kadın ve anne tabloları benim olsa doyamam, bu tablo da beni kitledi kendine.Tam kapı girişine yakın Yaşam Şaşmazer’in 8 yaş boyutlarında bir kız heykeli vardı. Bluzunun içine meme diye koyduğu “vidaları” diyeceğim çünkü vidaya benzettim, elleriyle kavramış. Tanıştığım bir Ingiliz ve Rus işadamı uzunca süre hem hayranlıklarını hem de hayretlerini anlattılar bana. Çağdaş Türk Sanatı’yla ilk defa burada karşılaşmışlar. Bu da onların gecikmeli ayıbı bana ne!Ammaaa esas Memed Erdener’in bomba etkisi yapan resimlerini burada, Dubai’de görünce yanlış görüyorum filan sandım, inanamadım! Resmen şoke oldum. Kendisini google’layın, ne demek istediğimi hemen anlarsınız.Dışarıdan da görülebilecek şekilde asılmışlar ki zaten nerede olsalar mıhlarlar göreni. Ben Dubai’de sergilenebilir olmalarına şaştım. Bravo. Bizde tartışılan konular Dubai’de tartışılmaz çünkü. Ya hayatta izin alamaz ya da sansürlenir. Sanat manat demezler, üzerine siyah bandı çekerler. Dubai “sözde özgür” ama bir Arap ülkesi sonunda. Bazen 100 sayfalık romanın, 40 saatlik konuşmanın yapamayacağı etkiyi tek kare karikatür yapar ya, Memed Erdener’in resimlerini gören herkes, aynen öyle etkilendi işte. Efenim Dubai’den bildirdim. Şu anda çöl fırtınası kopmuş bulunuyor, ortalık toz duman. Yağmur yağacak belli; çünkü hep öyle olur, geleceğiniz varsa haberiniz ola.Yonca

“muhabir”

Yazının Devamını Oku

“Sizin hiç babanız öldü mü?

11 Aralık 2009
Benim bir kere öldü, kör oldum.” diye boşuna dememiş Cemal Süreya...

***

 

Hava soğuk. Üşüyorum.

Uçakların inip kalktığı yerdeyim. Ben de uçuyorum. Babamla aynı seviyede, bulutların üstünde. Babam sanki yarım ağız bir gülümseme gönderdi, uçak bile sarsılıp hıçkırıklara boğuldu sayesinde. "Baba, ben hani sana çok kızmıştım, kötü şeyler demiştim. Aslında öyle değildi..." dedim. Bir sessizlik oldu havada, sonra: "Tamam mı Babacım?" diyebildim geç de olsa, kendi içimde. Gözlerimi kapadım, geçmişe gittim, taaa eskilere. Ben trendeydim, babam dışarıda. Tren uzaklaşmaya başlıyordu ki, babamın o içi derin mavi, çevresi kırmızı olmuş gözleri doldu: "Hadi kızım sağlığını koru!" dedi bana el sallayarak şefkatle. Benim de gözlerim doldu. Sessizlik oldu havada yine.

Bugüne geldim sarsılarak, birden bire.

 

***

 

Yazının Devamını Oku

Karmaşığım

7 Aralık 2009
Kadın çok karmaşık çoook. Ben kendimi anlamamışım karşımdaki adam mı anlayacak diyorum bazen.

Oturup kendimi irdeledim. Hem de ayna karşısında, çırılçıplakmışcasına. Beden olarak demiyorum, hani ruh olarak diyorum. Ben bazen dışımdaki “şeyle” içimdeki “şey” arasında sıkışıyorum. O şey bir melek bir şeytan, bir canavar bir insan. Ne zaman hangisi olacağı da belli olmuyor. Ben nasıl bir kadınım, ne ister ne yaparım diye sorunca kendime, amanın kendi gerçeklerimin dehşetine kapıldım. Kadınsal itirafnamemi hazırladım neysem olduğum gibi, öylece...Hop terelleli miyim ne!

Yonca

“cıscıbıldak”

 

Tutarsızım

Anlaşılmak istiyorum; ama çok karışığım.

Demek istediğim şeyi bir cümlede anlatabilecekken kırk cümle filan kuruyorum. Detayların içinde kayboluyorum. Ay artık detaylardan da sıkılıyorum. Her zaman her şey benim istediğim gibi olsun istiyorum da, çaktırmıyorum. Ne istediğimi de bilsem bari! Bilmiyorum. Ayran gönüllüyüm. Çünkü hem her şeyi istiyorum, hem hiçbir şeyde gözüm yok. Hem çok cesurum, hem korkak. Hem her şeyi yapmak istiyorum, hem hiçbir şey yapasım yok. Her dediğim doğru olsun, her yaptığım haklı çıksın istiyorum. Başkalarının isteklerine karşı açıkmışım gibi görünüyorum, ama değilim. Bencilim sanıyorum, değilim olmak istiyorum. Görüntü ve gerçek tutmayıp sırıtınca, aynen kıvırtıyorum. Tutarlı gibiyim, ama tutarsızım. Akım derken kakam dediğimde çok üzülüyorum. Biri inadımı azdıracak bir şey yaparsa, nuh diyorum peygamber demiyorum. Bilmediğim şey de yok anasını satayım. Yani ben öyle sanıyorum. Daha kötüsü sandığım şeye inanıyorum. Gak desen bilirim, guk desen anlatırım. Çocuk olsam büyümüş de küçülmüş dersin, ama çocuk değilim. İnsan susması gereken yerle konuşması gereken yeri bilmez mi artık? Yok kardeşim hala bilmiyorum. Annem yıllardır dürtüyor beni. Kadın kaş göz tiki edindi ben hala adam olamadım. Kendim edip kendim buluyorum; ama suçu başka yerde aramaktan hoşlanıyorum. Kıskancım ama kıskanç değilmişim gibi davranmaya çalışıyorum. Kıskanılmayı da seviyorum, ama kıskanılmak istemiyorum. Ben istediğim kadar birine gıcık olayım; ama kimse bana gıcık olmasın. Hele kocam asla! O bana hep hayran olsun istiyorum mesela.

Oh ne ala!

Yazının Devamını Oku

Mezara gidiyoruz

4 Aralık 2009
Hiç insan bu buzzz ve domuz gripli havada çocuklarını ve kocasını yaka paça tutup Paris’e, Pere Lachaise mezarlığına, ünlü ziyaretine götürür mü?

Götürür.


Ben götürdüm.

iPod’da Pere Lachaise playlist’i hazırlayıp, çocuklara The Doors dinletip, Maria Callas’ın o doyamadığım sesinden Karmen operasını ezberletip, La Fontaine’in masallarını mezarı başında okuyacağız diye...

Yılmaz Güney’in mezarı başında durup “Acık daha büyüyün, size yaptığı o müthiş filmi seyrettirdiğimde, beni daha da iyi anlayacaksınız...” diyebileceğim diye diye diye... Tutturdum ve tuttum çocuklarımı, o insanın iliklerini donduran soğukta, sürükledim hepsini tek tek ziyarete, ta Paris’e, Pere Lachaise’e...


iPod’da Pere Lachaise playlist’i hazırlayıp, çocuklara The Doors dinletip, Maria Callas’ın o doyamadığım sesinden Karmen operasını ezberletip, La Fontaine’in masallarını mezarı başında okuyacağız diye...

Yazının Devamını Oku