*
Rövaşata atabiliyorsa...
Direkt üniversiteye.
*
- Bizim oğlan Anadolu lisesine girecekti ama ofsayta yakalandı.
- Sorma kardeş... Bizim kız da fen lisesini penaltılarla kaçırdı.
*
Bu mantığa göre, Maradona’nın Harvard’ı bitirmesi lazımdı.
İngilizler, Fransızlar işletiyordu.
İşletme lisanı, Fransızcaydı.
Meslek, Türklere kapalıydı.
Hatta, imtiyazlar, ödenen paralar kesmemiş, Alman demiryolu mühendisi, ray döşüyoruz ayaklarıyla Zeus sunağını araklamıştı;
memleketi söğüşlüyorlar,
inek gibi sağıyorlardı.
Mustafa Kemal geldi...
*
Çalıları siper ederek, sürünmeye başladım. Ki, ördeklerin melodileri kesildi. Varlığımı hissetmişlerdi. Yüzlerce kanadın suya çarpma sesi, telaşlarını anlatan tiz ötüşleri, gökyüzünü çınlattı. Yattığım yerden, havaya dikey olarak yükselen ördekleri görüyordum.
*
Yapacak bir şey yoktu. Kalktım, yürüdüm. Kaçan sürü için hayıflanıyordum. Birden, kanat uğultuları duydum. İki dev kuş, geldi, önümdeki adacığa gürültüyle kondu. İki angut’tu. Ayaktayım, tüfek elimde, bana baktılar... Avcı burunlarının dibindeydi ve umurlarında değildi. Rahat, huzurlu, kaygısız... Tüfeği doğrulttum, kısa mesafeden, nişan bile almaya gerek duymadan, tetiği çektim. Patlamasıyla, angutun gövdesinden hışırtı gelmesi bir oldu.
*
Kıllarını bile kıpırdatmadılar!
*
Ne saçmaları yiyen ne de öbür angut tepki verdi. Bana mısın demiyorlardı. Elde tüfek, kalakaldım. Bu da nerden çıktı der gibi, şöyle bir baktılar bana, sonra diğer tarafa döndüler yüzlerini... Kafaları da gövdeleri gibi kalındı anlaşılan. Öylece izledim. Bir süre sonra, kendilerini taciz etmeye çalışan omurgalı başka cinsler olduğunu, her ne kadar angut da olsalar, anladılar. Ve istemeye istemeye, iri gövdelerini kaldırıp, gözden kayboldular.
*
“Sevgili kardeşlerim...
Zaman tünelinde geriye gidelim.
Ne yaptılar?
İçerde sanal tehditler...
Dışarıda düşman ürettiler.
Endişelere maruz bıraktılar.
*
Sanırım o nedenle, metro açılışı yapıldı. Malum... Karayolları denetlemesine yakalanmadan, yukardan, asfalttan gitmek imkânsızlaştı.
*
Türk Ceza Kanunu TCK’sını, yolgeçen hanına çevirirsen, Türkiye Cumhuriyeti Karayolları TCK’sını bu hale getirmeleri şaşırtıcı değildi... Ki, Gaziantep, Şehitantep oldu.
*
Bilanço itibariyle... CHP’li Hüseyin bey’in “kardeşleri”, üç günde, dördü çocuk, dokuzu sivil, biri polis, dördü asker, 14 insanımızı katletti. Ama, sakın endişelenmeyin. Listeyi tek tek inceledim, aralarında sadece “bi Mehmet” var. Gerisi, İsmail, Sercan, Süleyman, Sevgi, Duygu filan... AKP’li Hüseyin bey’in söylediği gibi “bi kaç Mehmet” bile değil yani.
*
(Meclisimiz hâlâ tatile devam edip... Fatih Terim, kan gövdeyi götürüyor, milletin evine ateş düşmüş, ayıptır beyler, futbolun nesini konuşayım derken... Allah’tan bi mebusumuz çalışıyor, televizyonda gol pozisyonlarını yorumluyor. “Şükür” bi nevi.)
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden, iyi bayramlar cümleten... Yazının girizgâhından da anlaşıldığı üzere, bayram ayaklarıyla iki gün araziye uymaya niyetim var, çarşamba’ya görüşürüz, eyvallah.
Çamlıca’da, uşaklı bahçıvanlı, muhteşem bi köşkte yaşayan, oturmasını kalkmasını, ecnebi lisanları bilen, yakışıklı bi delikanlıydı. Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi. Ve, Londra’da bi partide gördü onu... Güzeller güzeli İngiliz genç kadın, şahane gülümsüyor, etrafına ışık saçıyordu. Vuruldu, âşık oldu. Gözler her şeyi anlatır derler ya, belli ki, hisleri karşılıksız değildi. Zaten, zarif bi kaç kısa cümleden oluşan sohbet sırasında işareti almış, genç kadının her gün Hyde Park’ta at gezintisi yaptığını öğrenmişti. Sabahın köründe, soluğu Hyde Park’ta aldı.
Aaa ne tesadüf filan... Birlikte at bindiler, yemek yediler, muhabbeti ilerlettiler. Rüya gibiydi. Rüya gibiydi ama, uyanması da vardı... Tahsilini tamamlamıştı, yurda dönmesi gerekiyordu. Kalsa, olmaz, bıraksa, hiç olmaz. Pat diye, benimle evlenip Türkiye’ye
gelir misin dedi. Genç kadın sevinç çığlığı attı, coşkuyla boynuna atlayıverdi. Sonra... Az geri çekildi, oturdu, boynu büküldü, hayatta en çok istediğim şey bu ama, maalesef imkânsız, Jack var dedi.
Jack de kim yahu?
Genç kadının ailesi tiyatrocuydu, ordan oraya turneyle dolaşan kumpanyaları vardı. Babası ölünce, annesi
bi adamla Avustralya’ya kaçmış, kızını anneannesine bırakmıştı. Anneanne, n’aapsın, torununu acilen başgöz etmiş, talihsizlik işte, savaşa giden damat, kimbilir nerde mıhlanmış,
geri dönmemiş, ardında,
İzmir “Çiğli”ye Toki apartmanı yapar gibi, betonarme iskeleler diktiler. Ahali merak etti, bu ne? Salça fabrikası kurucaz, domates kurutucaz dediler. İskeleler bitti, getirip 18’er metre boyunda boru gibi bi şeyler kondurdular. Ahali gene merak etti, bu ne? Minare dediler. Evet, minare dediler. Gel gör ki, bu minarelerden ezan mezan okunmuyor, tel örgüyle çevrili, kapısında kurt köpekli Amerikan askerleri nöbet tutuyor. Ahali gene merak etti, hani minareydi? Minareden vazgeçtik, bunlar İbrahim dediler! IRBM yazıyordu kenarında, intermediate range ballistic missile kelimelerinin baş harfleri, orta menzilli balistik füze... Jüpiter füzesiydi, Sovyetler’i vurmak için... Üstüne, Türk bayrağı monte ettiler, IRBM canım, Ege şivesiyle İrbaam, İbrahim yani diye kakaladılar.
*
Ahaliye “Çiğli”de minare filan derken, iki bin TC vatandaşını ABD’ye götürdüler, Nasa’nın Cape Canaveral uzay üssünde eğittiler, bi Jüpiter’in deneme atışını yaptırdılar. Baktılar ki, bizimkiler iyi fırlatıyor, aferin dediler, “Çiğli”deki minareleri, güya Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emrine verdiler. Minicik bi şartları vardı, füzelerin anahtarı Amerikalı subaylarda duracaktı! Minare’yi döşeyen, kılıfına da uydurmuştu. Tam o günlerde, ABD Senato Heyeti geldi “Çiğli”ye... Yalaka basınımız, ticari yardım için geldiler, zengin olucaz manşetleri attı. Halbuki, füzeleri denetlemeye gelmişlerdi. Raporları incelediler, rezalet ortaya çıktı; bizim ahalinin trafik levhası, çöp bidonu gibi hedeflere zevk için ateş etme alışkanlığı olduğunu bilmiyorlardı. Hıyarın biri, Hiroşima’ya atılanın 100 katı tahrip gücüne sahip füzeye, mermi sıkmıştı; motora isabet etmiş, güç bataryası patlamış, kontrol paneli devre dışı kalmıştı.
Rusya’ya fırlatacaksın, Hindistan’a gidecek, o hale gelmişti. Tel örgülerin çapını genişlettiler, Amerikalı askerleri geri çekip, başına Mehmetçik diktiler. Bilahare, Küba krizi bitti, Ruslara göstermek için, kabak gibi ortada durmasının âlemi kalmamıştı, uygun yeraltı tesislerine taşıdılar, “Çiğli”ye diktiğimiz İbrahimleri söküp ABD’ye götürdük dediler.
*
Gel zaman git zaman, Kıbrıs’a çıktık... “Çiğli”ye minare döşeyen ABD, ambargo uyguladı. Kolumuzu büküyorlardı. Kaddafi yetişti. Benzin, uçak lastiği, mühimmat verdi, depolarım emrinizde, istediğiniz kadar alın dedi, hatta yükleme sırasında hamal gibi cephane taşıdı. O gün... Ecevit “Çiğli” Havaalanı’na indi. Bir Türk polis memuru, Ecevit’e ateş etti! Mermi, Ecevit’i ıskaladı, kankası Mehmet İsvan’ın bacağına saplandı. Yara hafifti ama, komaya girdi. Doktorlar çaresizdi. Çünkü, o mermi, Türkiye’de kullanılmayan, içinde kimyasal barındıran, görülmemiş bi mermiydi. Tabanca Amerikan malıydı. Türk Emniyeti’ne üç adet hibe edildiği ortaya çıktı. Amerikan tabanca firması, pek mahcup oldu, Mehmet İsvan’ı İsviçre’ye götürdü, tedavi masraflarını üstlendi. Tetiği çeken, suikastçı polis, serbest bırakıldı. Sözde soruşturma açıldı, oradan tıkandı, buradan tıkandı, üstü örtüldü, ahali unuttu.
*
İzmir’e yeni havalimanı yapıldı, Türkiye’yi ABD’nin kucağına oturtan rahmetli Adnan Menderes’in adı verildi.