Topraklarımıza havan topu düşmemiş, üçü çocuk beş insanımız hayatını kaybetmemişken... Sınırımız folofoş olmamış, memlekete resmi olarak 400 bin, gayriresmi olarak 700 bin Suriyeli yerleşmemişken... Afganistan’dan Libya’dan köktendinci militanlar Hatay’a taşınmamışken... Cilvegözü gümrük kapısında bomba yüklü araç patlamamış, 17 kişi ölmemişken... Akçakale gümrük kapısından zorla girmeye çalışan Suriyeliler takır takır ateş açıp polisimizi şehit etmemişken... MİT’in komple bütçesi bile 850 milyon lirayken, Başbakanımızın bir senelik örtülü ödenek harcaması 900 milyon liraya ulaşmamışken... Reyhanlı havaya uçmamış, çoluk çocuk en az 51 kişi ölmemişken... “Ben önce hayırlısıyla Obama’ya gideyim, sonra bi ara Reyhanlı’ya uğrarım” denmemişken... Aralık 2011’de.
*
Hani şu van münüts’teki moderatör vardı ya, Davos’ta başbakanımızın fırça kaydığı Amerikalı gazeteci David Ignatius... İşte o arkadaş, Washington Post’taki köşesinde şunları yazmıştı.
*
“Arap Baharı’nı yönlendirmek için geri planda kalmayı tercih eden Amerikan yönetimi, bu işe en uygun kişi olarak Tayyip Erdoğan’ı seçti. Çünkü, İslamcı partilerde saygın bir yere sahip... Beyaz Saray yönetimi, Başkan Obama’nın ilk yurtdışı gezisi için Ankara’yı düşünürken, bunları hesapladı. Obama ve Erdoğan, Mısır, Libya, Suriye ve İran’da çok sıkı işbirliği yürütüyor. Sadece bu sene 13 defa görüştüler.”*
Peki “kardeşim Esad” derken, niye aniden “kötü adam Esed” ilan ettik?
*
100 gram tereyağı
100 gram dilpeyniri
1 su bardağı tozşeker
1 su bardağı su
3-4 damla limon
Çekilmiş antepfıstığı
Şeker ve suyu kaynatın, fokurdamaya başladığında limon suyunu ekleyip, altını kapatın, bırakın soğusun. Kadayıfı tel tel tiftin, havalandırın. Tereyağının yarısını eritip, kadayıfa dökün, elinizle fazla sıkmadan iyice yedirin. Tereyağın kalan yarısını orta boy teflon tavaya sıvayın, kadayıfın yarısını tavaya yayın, dilpeynirini rendeleyin, üstüne kadayıfın kalan yarısını yerleştirin, bastırın. Boşluk kalmasın. Kısık ateşte döndüre döndüre pişirin. Bir bıçak yardımıyla şöyle ucundan altına bakın. Kızarmışsa, bir tabak yardımıyla ters çevirin, öbür tarafı da pembeleşince, ocağı kapatın. Soğumuş şerbeti, sıcak künefenin üstüne boca edin. Antepfıstığı serpip, ılık ılık servis yapın, afiyet olsun.
NOT:
Telefonla.
Vefatından sonra kapatmadık, sesini son kez oradan duyduğum hattını... Koparmıyorum bağlantıyı.
Arıyorum aklıma düştüğünde.
Uzuuun uzun çaldırıyorum.
Açmıyorsa, komşudadır mutlaka.
Veya markete filan gitmiştir.
Alışamadı çünkü şu cep telefonu denilen alete, sabit telefonun yanına koyuyor, dışarı çıkarken çantasına almıyor iyi mi... Hadi bi ara gene ararım diyorum, kapatıyorum.
*
“Türk ve Müslüman olduğu için sorgulandığını” açıkladı.
*
Kısa süre önce...
*
Belçika Flaman Meclis Başkanı Jan Peter Peumans, Belçika devlet televizyonu VTR’de yayınlanan De Pappenheimers isimli bilgi yarışmasına katıldı. Fransız düşünür Voltaire’in “dünya üzerindeki en iğrenç halk” olarak hangi milleti tanımladığı soruldu. Cevap seçenekleri olarak “Flamanlar, Yahudiler, Türkler” şıkları sunuldu. Belçika Meclis Başkanı, seyirciye soralım jokerini filan kullanmadı, şırrak diye “Türkler” dedi... Kenan Işık’ın koltuğunda oturan yarışma sunucusu “yanlış cevap verdiniz ama, doğru cevabı bilmemeniz imkânsız herhalde di mi?” diye sordu. Belçika Meclis Başkanı hiç istifini bozmadı, “elbette doğru cevabı biliyorum ama, Yahudiler aleyhinde laf söyleyecek cesaretim yok, çok hassas insanlar” dedi. Bunun üzerine sunucu “meğer Türkler aleyhinde konuşmak sorun değilmiş öyle mi?” diye sordu. Belçika Meclis Başkanı “eminim, son kararım” manasında, sırıttı.
*
Adam hâlâ o makamda oturuyor.
*
Mesaj yağıyor haliyle...
Ha nükleer, ha uçak mı?
*
Adamın biri uçağa binmiş, koltuğuna oturmuş, havalanmasını bekliyorlar, bekle bekle sıkılmış, pencere kenarındaki yolcuya dönmüş, biliyor musunuz demiş, bilimsel araştırmalara göre seyahat esnasında yanınızda oturanla sohbet ederseniz, vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyormuş, seyahat süresi sanki daha kısaymış gibi geliyormuş... O sırada kitap okuyan pencere kenarındaki
yolcu, kitabı kapatmış, kucağına koymuş, hangi mevzuda sohbet etmek istersiniz diye sormuş... Hangisi desem bilmem ki demiş bizimki, mesela nükleer enerji üzerine konuşmak ister misiniz? Olabilir manasında başını öne sallamış pencere kenarındaki, ancak, nükleer enerjiye girmeden önce aklıma takılan bir başka mevzuyu sormak isterim size demiş; at, inek, keçi, üçü de aynı otu yiyerek besleniyor ama, biri kurutulmuş ot şeklinde, biri sıvı şeklinde, biri misket şeklinde dışkılıyor, sizce neden? Sohbet etmek isteyen bizimki bu soruya hakikaten şaşırıp, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, inanın bilmiyorum cevabını verince... İyi de birader demiş pencere kenarındaki,
daha bi moktan anlamıyorsun,
*
Bu sabahtan itibaren şehirlerarası trafik yoğunluğunun artacağı Gabar, Cudi, Bestler Dereler gibi kavşaklardaki yol yapım, bakım ve onarım çalışmaları durdurulacak. Onların yerine Heron’lar bakım ve onarıma alınacak. Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk istikametlerinde ek şeritler verilecek. Güzergâh üzerindeki her türlü ağır tonajlı tank, panzer, kirpi trafikten men edilecek. Çevirme ekipleri görmezden gelmek için ihmal ve dikkatsizliğe titizlikle riayet edecek; yanlışlıkla göz göze gelinmesi halinde saygılı olunacak, sürece zarar verecek davranışlardan kaçınılacak. Allah korusun ama, aşırı yürümeden kaynaklanan dalak şişmesi, bilek burkulması, menisküs gibi sağlık sorunlarına anında müdahale etmek için tüm devlet hastaneleri 24 saat nöbette olacak.
*
Dönüş trafiğinin çileye dönüşmemesi için... Sayın teröristlerin, trafik işaret ve işaretçilerine uymaları, yola yorgun ve uykusuz çıkmamaları, meteorolojik şartları dikkate almaları, hiç olmazsa gazetecilerin görmemesi için havanın kararmasını beklemeleri, seyahat esnasında telsiz ve cep telefonu kullanmamaları, şu anda Van gölünün kenarında mola verdim, şu anda Şırnak’ta karakol manzaralı piknik yapıyorum diye feysbuk’a koymamaları, herhangi bi sebeple çekilmenin durması halinde, çekilme açılana kadar bulundukları mevkide kalıp beklemeleri, emniyet şeridi ihlali yapmamaları, istiap haddinin üstünde cephane almamaları, lastikleri kontrol etmeleri, aşınmış mekapla yola çıkmamaları önemle rica olunur.
*
Dağlar tepeler uçurumlar yerine alternatif meskûn mahal güzergâhları kullanmak isteyen sayın teröristlerin, Alo 156 jandarma hattı’ndan ücretsiz bilgi edinmeleri mümkündür.
*
Parladı. İstanbul’a ışınlandı. Beşiktaş’a transfer oldu. Güzel günler geçirdi kara kartalda... Ama her futbolcunun kaderidir, gün geldi, ayrıldı. Balıkesirspor’a gitti. Oradan Antalyaspor’a geçti. Altı sene kaldı Antalya’da... İki defa Süperlig’den düşmenin hüznünü yaşadı, iki defa Süperlig’e çıkmanın sevincini yaşadı. Antalya’nın hayatındaki yeri bambaşkaydı. Orada evlendi. Orada baba oldu. Üstelik... Antalyaspor tarafından evlendirildi. 83-84 sezonuydu. Antalya küme düşmüştü. Kulübün kasası tamtakırdı. Bırak transfer taksitlerini, maç başı paraları bile ödenemiyordu. Gel gör ki, âşık olmuştu, evlenmek istiyordu. Başkan’a gitti, derdini anlattı. Oğlum para yok, halimiz malum, cevabını aldı. Boynu bükük ayrılırken... Kıyamadı başkan, seslendi arkasından, asbaşkana git, halletsin dedi. Uçarak asbaşkana gitti, kapısını çaldı, vaziyet böyle böyle, anlattı. Asbaşkan önce, sırası mı be oğlum diye yakındı. Sonra, o da başkan gibi kıyamadı, durdu düşündü, Osmanlı Kuyumcusu’nu biliyorsun, git oraya, benim adımı ver, para ödeme, lazım olduğu kadar altın al, başka bir kuyumcuya git, bozdur, düğününü yap dedi. Unutulmaz abilikti. Evlendi. Antalyaspor camiası, en dar anında, bir futbolcusunun yuvasını kurmuştu. Artık eskisinden de fazla bağlıydı formasına... Manevi destek, maddi desteğin çok önüne geçmişti. Neticede, zor günler geride kaldı, 1985’te oğlu doğdu, baba oldu. Dedim ya, güzel günler geri gelmişti, oğlunun dünyaya geldiği sene, Antalyaspor şampiyon oldu, yeniden Süperlig’e çıktı. Gel zaman git zaman, yaş ilerledi, Antalya’nın kalesini gençlere bıraktı, ekmeğini futboldan çıkaran bir emekçi olarak, Tavşanlı Linyit’e gitti, oradan Kemerspor’a geçti. En son, Şarampolspor’a... Her çıkışın bi inişi var diye boşuna dememişler, öyle olmuştu, Beşiktaş gibi dev’in formasıyla başlayan yolculuk, çeşitli kavşaklardan geçtikten sonra Antalya’nın amatör Şarampolspor’unda son bulmuştu. Aktif futbola orada noktayı koydu. Kulübeye geçti. Antrenörlüğe başladı. Altı sene boyunca, Antalyaspor’un altyapısında görev yaptı. Oğlu büyümüştü. 13 yaşına gelmişti. Kendisinin aksine, gol kurtarmayı değil, gol atmayı seviyordu. Ve, oğlunun antrenörüydü.
*
Oğul... 17 yaşında profesyonel oldu. Annesinin babasının evlenmesine, kendisinin dünyaya gelmesine vesile olan Antalyaspor’un formasını giydi; yeniden Süperlig’e çıkmasına katkı sağladı. Kaderin cilvesi olsa gerek, babası gibi İstanbul’a ışınlandı, Beşiktaş’a transfer edildi. Tigana’nın gözdesiydi. Tigana kovulup, Ertuğrul Sağlam gelince, işler sarpa sardı, yedek bırakıldı. Manisaspor’a gönderildi. Kırılma anı’ydı... Şampiyonluğa oynayan takımdan, kümede tutunmaya oynayan takıma postalanmıştı. Henüz 21 yaşındaydı. Morali sıfırdı. İlk üç maç, ayağına top bile değmedi, sahada hayalet gibi geziniyordu. Zihnindeki olumsuz düşünceler, ayaklarına pranga oluyordu. Futbolu bırakmaya karar vermişti. İşte tam o anda... Babasından telefon geldi. Ömrü boyunca sesini bile yükseltmeyen baba, “kendini toparla, işine odaklan, yoksa sana hakkımı helal etmem” diye bağırıyordu. Adeta kamçı gibi suratında şaklayan bu sözler, hayata geri döndürdü. Hırslandı. Futbola sarıldı. Karşılığını aldı, Fenerbahçe’ye transfer oldu. Bu sefer de Aragones engeli çıkmıştı karşısına... Yönetim dört senelik imza attırmıştı ama, İspanyol hoca belli ki, istemiyordu. Yedek bırakıldı. Eskişehir’e kiralandı. Gene morali bozulmuştu ama, bu sefer teslim olmadı. Çabaladı. Boğuştu. Bir sene sonra, Trabzon’a gitti. Gencecik yaşında üçüncü defa ayağa kalkmıştı. Üstelik, bu sefer Şenol Güneş vardı. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük kalecisi Şenol Güneş, kaleci’nin oğluna sahip çıktı; küllerinden doğmasını sağladı. Mucizeydi. Patladı. Açık ara gol kralı oldu. Galatasaray’a transfer oldu. Herkese nasip olmayan Şampiyonlar Ligi’nde, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor, dört büyük kulübün formasıyla oynayan tarihteki ilk topçu oldu. Tek eksiği kalmıştı, şampiyonluk... Dün gene gol kralı olurken, onu da oldu.
*
Hayatını şarampole yuvarlayacağı sırada...
Futbol hayatı Şarampolspor’da sonlanan babasının hamlesiyle, zirveye çıkmayı başaran evladın öyküsüdür bu.
*