Yılmaz Özdil

Sen kalem ol ben de kâğıt yaz birader imzalayayım

13 Ekim 2011
Ve, üç yıla kadar hapis cezasıyla dava açtılar Volkan Konak’a. *

Ha bu da madalya olsun...

Adam gibi adam’a.

*

Kıllanıyorlardı nicedir...

Ses yasağı yüzünden konserini
yarıda kesmek zorunda kalınca,
dellenip, “mekân benim olsa, denizden gelip ses ölçenleri
denize atardım”
demesini fırsat bildiler. Davayı yapıştırdılar.

*

“Sanatçık”
olmadı çünkü o.

Sanatçı olmakta ısrar ediyor.

*

“Sanatla uğraşan insan, dalkavuk olmamalı”
diyor. Kula kulluk edeni, ülkesinin işgal edilmesini umursamayanı, bağımsızlığın kıymetini bilmeyeni “sığır”a benzetiyor.

*

“Mustafa Kemal’i sevmeyenle ahbaplık etmem”
diyor. “Neymiş, bazıları Anıtkabir’i ziyaret etmiyormuş, aman etmesinler, onlar girerse Anıtkabir’i dezenfekte etmek lazım” diyor.

*

“Türküleri gibi asil Anadolu insanını kullanan, ırkçı, dinci faşistler beni dinlemesin” diyor. “Yere tüküren, kadın döven, ambulans geçerken tüyleri diken diken olmayan, dinlemesin.”

*

Saraylara yılışmıyor.

*

Mertçe söylüyor. Söylemediği sözleri, sanki söylemiş gibi yazıyor tetikçiler... İftira atıyorlar. Hedef haline getiriyorlar. Gülüyor... “Kayanın arkasına saklanıp ateş edercesine” diyor.

*

Pes etmek yok kitabında.
“Karamsar olmayın, çok kalabalığız, bu tipler çürüyen
diş kadar kısa ömürlü”
diyor.

*

Parayla satın alamıyorlar onu... “Al şu balyaları, reklamımızda oyna” dediler, “yürüyün anca gidersiniz” dedi. Yunus Emre’nin “paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil” felsefesiyle yaşıyor. Babasını kaybetmiş 50 yetim çocuğu okutuyor. “Babaları yoksa, amcaları olurum” diyor.

*

Sen kalem ol
ben de kâğıt
yaz beni yarim yarim
çiz beni yarim yarim
çöz beni yarim diyor
off diyor offf.

*

E hapis istenir tabii ona... Ha bu dava da madalya olsun adam gibi adam’a.
Yazının Devamını Oku

Köstebek

12 Ekim 2011
Beşir Atalay’ın içişleri bakanlığı döneminde, polislerden toplanan bağışlar, Kızılay dururken bu arkadaşlara verildi mi? Verildi. TBMM’nin mutfağı yenilenirken, TBMM’nin tabağı, çatalı, bardağı bu arkadaşlara verildi mi? Verildi. Kamu yararına dernek statüsü almak için başvuruda bulunduklarında, Danıştay tarafından iki defa reddedilince... Kamu yararına dernek statüsü verme yetkisi Danıştay’dan alınıp, Bakanlar Kurulu’na verildi mi? Verildi. Kamu yararına dernek statüsü verme yetkisi Bakanlar Kurulu’na geçer geçmez... Bu arkadaşlara, izin almadan bağış toplama yetkisi verildi mi? Verildi. Mehmetçik Vakfı’na bile verilmeyen vergi avantajı bu arkadaşlara verildi mi? Verildi. TBMM Üstün Hizmet
Ödülü verildi mi? Verildi. Bu arkadaşları soruşturan savcıların işine son verildi mi? Verildi.
*
Ne der hep başbakanımız?
Gözleri var görmezler...
*
Bi nevi “köstebek” tarifidir o.
Gözleri vardır ama, görmez.
*
Dolayısıyla...
Beşir Atalay asla köstebek olamaz.
Gördüğünden eminim.
*
Bu ülkede yaşayıp, göz göre göre’yi hâlâ kim görmüyorsa...
İşte odur köstebek.
Yazının Devamını Oku

Casus pelikan

11 Ekim 2011
Sayın ahalimiz, Konya’da “casus pelikan” yakaladı. Ensesine verici cihaz yapıştırmışlar iyi mi... Suçüstü enselendi yani! Üstelik, ayağına bant takıp göndermişler, bantta İsrail yazıyor. *
Şu Mossad’da hakikaten hiç kafa çalışmıyor. Hadi diyelim bizi keriz zannettin, gizli gizli casus pelikan gönderdin... Ayağına niye nüfus cüzdanı gibi İsrail yazıyorsun, a şapşal.
*
Aslına bakarsanız, daha önce de aynı haltı yemişti İsrail... Bi başka casus pelikan, Sudan’da yakalanmıştı. Kızıldeniz’den sızmaya çalışırken, vericisindeki anten balık ağlarına takılmıştı. İşin ekstra enteresan tarafı, pelikanın ensesindeki vericide, Kudüs İbrani Üniversitesi’nin e-mail adresi vardı. Belli ki, elde ettiği gizli bilgileri anında internetten gönderiyordu pelikan.
*
Suudi Arabistan’da ise “casus akbaba” enselendi. Casus pelikanlar gibi, casus akbaba’yı da sorgulamaya filan gerek kalmadı tabii... Onun ayağında da Tel Aviv Üniversitesi yazıyordu.
*
Halbuki...
Casus dediğin iz bırakmaz.
*
Mesela, biz de “casus kaplumbağa” kullandık. Hatırlarsınız, dört tane caretta’ya verici cihaz yapıştırdık, gönderdik. “Tuğçe” kod adlı kaplumbağamız, 35 gün gizli gizli yüzdü, Gazze’ye ulaştı. Gazetelerimizde manşet oldu: “Türk carettası İsrail ambargosunu deldi!”
*
Tuğçe işi bitirene kadar, İsrail’in ruhu bile duymadı. Hatta, biri Tunus’a, biri Libya’ya gitti, Kaddafi bile uyudu. Dördüncü carettamız ise “çift taraflı casus” çıktı maalesef... Biz onu Yunanistan’a sızsın diye gönderdik
ama, hâlâ Bodrum’da geziyor
şerefsiz, bizi gözetliyor.
*
(Neyse, gazete manşeti falan dedim, aklıma bi başka “iz bırakan casus” hikâyesi geldi... Soğuk Savaş dönemi, CIA-KGB cirit atıyor, bizimkiler tetikte... Vatandaşın biri, uçakla Rusya’ya gidecek, sıkışıyor, tuvalete gidiyor. Bakıyor ki, vaziyet berbat, klozetin kenarlarına gazete sayfaları yerleştiriyor, işini görüyor, tam o sırada anons yapılıyor, son çağrı... Telaşla çıkıyor, koşa koşa uçağa gidiyor, şak, durduruyorlar, çünkü, telaşlı hali şüphe uyandırıyor. Üst baş, çanta manta derken, “komple soyun” diyorlar. Çırılçıplak arama yapılırken, bi de ne görülsün, adamın poposuna geçici dövme şeklinde bazı işaretler, kelimeler işlenmiş!)
*
Casus dediğin iz bırakmaz... Biraz MİT’e bakın da, öğrenin bu işleri.
Yazının Devamını Oku

Bağyan

9 Ekim 2011
Meclis tüzüğünü değiştirdiler, kılık kıyafet maddesindeki “bayan” kelimesini “kadın” yaptılar.

Malum, Anayasa’da kadın’a kadın dendiği halde, bizim Meclis’te kadın’a kadın denmiyor, bayan deniyordu. Tıpkı, otobüslerdeki bayan yanı gibi... Bayan giyim, bayan kuaförü gibi.

Peki, hiç düşündünüz mü, neden bu ülkede bazı tipler kadın’a kadın diyemezler?

Sheridan Simove.
Oxford mezunu.
Deneysel psikoloji okudu.
Ve, bi kitap yazdı.

Erkekler seksten başka ne düşünür?

İsmi bu.

Yazının Devamını Oku

İzmir saat üç

8 Ekim 2011
Hemen hemen bomboş sokakta<br><br>az ilerde, iki dilenci

birisi tek bacaklı
ötekinin sırtında taşınıyor

durdular
gece yarısı far ışığında donup kalan
hayvan gibi
sonra yürümeye devam ettiler
okul bahçesindeki çocuklar gibi

Yazının Devamını Oku

Steve Jobs bebekken...

7 Ekim 2011
Gökten üç elma düştü. Adem’in elması.
Newton’ın elması.
Steve Jobs’ın elması.
*
“Ay”pod “ay”phone, “ay”pad, hayallerin adamıydı Steve Jobs, dünyayı değiştirdi... Ondan bi gün önce vefat eden Muzaffer Tema da, dünyayı değiştiren bi başka hayalin kahramanıydı.
*
“Ay”a giden ilk Türk’tü.
*
Taa 1959’da Hollywood yapımı bilimkurgu filmi “twelve to the moon”da oynamıştı. Ay’a giden 12 astronotun öyküsüydü. Ekip, çokulusluydu. Biri siyahi, üç Amerikalı, diğerleri Rus, Alman, Japon, İsveçli, Fransız, İngiliz, Polonya kökenli İsrailli, Brezilyalı ve Türk’tü.
*
Sadece astronot değillerdi. Herkes “kendi milletinin astronotu” rolündeydi.
*
Alt tarafı film denemez...
Çünkü, Amerikan vizyonunu yansıtan Hollywood’un dünyaya bakış açısını gösteriyordu. Hollywood “gitse gitse bu milletler gider” diye düşünmüştü.
*
Mesela, ABD’de milyonlarca İtalyan yaşamasına rağmen, yüzlerce İtalyan aktör olmasına rağmen, astronotlar arasında İtalyan yoktu. Çinli yoktu. Kanadalı yoktu. ABD’deki Latin nüfusun ezici çoğunluğuna rağmen, Meksikalı yerine, sürpriz şekilde Brezilyalı astronot tercih edilmişti.
*
Hollywood’un “gitse gitse anca bu milletler gider” dediği günlerde... Yuri Gagarin’in uzaya çıkmasına daha iki sene vardı. Neil Armstrong’un ayak basmasına 10 sene... NASA bile henüz bir sene önce kurulmuştu. Steve Jobs, dört yaşındaydı.
*
Bugün...
O dört yaşındaki bebek, hayallerinin gerçek olduğunu görerek vefat etti ama, 92 yaşına kadar direnen Muzaffer Tema’nın ömrü yetmedi, Hollywood’un hayali gerçekleşmedi maalesef.
*
Amerikalılar Ay’a ayak bastı. Siyahi astronotları var. Rusların uzay istasyonu bile var. Alman astronot ve Japon astronot, Soyuz mekiğiyle gitti. İsveçli astronot kadındı, Discovery mekiğiyle gitti. Fransız astronot hem kadındı, hem de uzaydan dönünce Fransa’nın Avrupa Birliği’nden Sorumlu Bakanı oldu. İngiliz astronot, Atlantis mekiğiyle gitti. Polonyalı astronot, Soyuz’la... İsrailli astronot, Columbia mekiğiyle uzaya çıktı, dönüşte infilak ettiler. Brezilyalı astronot öngörüsü de tuttu, Soyuz’la gitti. Ancak, “bunlar gidemez” denilen İtalya’ya haksızlık yaptılar, çünkü İtalyan astronot Soyuz’la gitti, istasyonda aktarma yapıp, Endeavour’la döndü, üstelik mekiğin pilotuydu, uzaydayken Papa’yla bile konuştu. Çinlileri de tutturamadılar, adamlar uzay yürüyüşü yapıyor. Kanada desen... Hollywood’a göre, hesapta yoktu ama, Kanadalı kadın astronot, Endeavour mekiğiyle gitti, hatta, İstanbul’un uzaydan fotoğraflarını çekip Başbakanımızın eşi Emine Hanım’a hediye etti.
*
Hollywood’un hayalleri ve hatta hayallerinde olmayanlar bile gitti... Geriye kaldı, hayal kırıklığı ülkesi.
*
Gene de bozmayın moralinizi...
Steve Jobs dört yaşında bebekken, uzaya gitme potansiyeli görülen Türkiye, bakın eli kulağında, otomobil icat edecek.
*
E daha ne birader...
Lafla peynir gemisi yüzüyorsa, uzay gemisi de duble yolda güzel güzel gider.
Yazının Devamını Oku

Nası diyoğ siz Turklear ih liibe dih

6 Ekim 2011
Değerli eşim Almanya doğumlu olduğu için, Almanya mevzularına normalden fazla ilgili olabilirim... Ancak, Almanya’yla hiç ilgisi olmasa bile, ortalama zekâya sahip her Türk vatandaşı şu soruyu sorabilir herhalde: Bu Almanlar bizim belediyelere niye para veriyor kardeşim? *
Çünkü hepimiz biliriz ki...
Almanlar, bırak el âlemi, kendi evladına bile zırnık koklatmaz.
*
E bu durumda...
Hans sabahın köründe kalkıp işe gidecek, Helga gece yarılarına kadar çalışacak, vergi ödeyecek, Alman devleti bu vergileri toplayacak, bize verecek, öyle mi?
*
Buna inanan sığır varsa...
Başka köşe yazısına geçsin.
İnanmayan, devam etsin.
*
İsmi lazım değil, bi şehrimize atıksu arıtma tesisi yapıldı, krediyi Alman yatırım bankası KfW verdi, 9 milyon euro... İzmir’e tıpa tıp aynısı yapıldı, öz kaynaklarla, 3 milyon dolar.
*
Bi başka şehrimize atıksu arıtma tesisi yapıldı, krediyi gene KfW verdi, 40 milyon euro... İzmir’e aynısı yapıldı, öz kaynaklarla, 3.5 milyon dolar.
*
(Euro-dolar paritesini hesap etmene gerek yok, bilezik gibi geçirdikleri açık... Nereye, ne geçirdiklerini merak eden, zahmet edip TMMOB’un Çevre Mühendisleri Odası’nı arayabilir.)
*
Üstelik...
Parayı veren düdüğü çalıyor, krediyi veren ülke, mühendislik hizmetinin yanı sıra, kullanılacak malzemenin kendi ülkesinden alınmasını şart koşuyor. Hatta, bizim belediyeler yorulmasın, armut pişsin ağzına düşsün diye, projenin fizibilitesini bile bedava yapıyorlar. Böylece, Türk mühendisler ayda 1000 liraya talim ederken, Alman mühendisler günde 1000 euro alıyor.
*
(Yukarda Allah var, haklarını yemeyelim, amele göndermiyorlar. Kanalizasyon çukurunu kazma onurunu sana bırakıyorlar.)
*
Özetle... Yardım mardım ettikleri yok. Sana yardım ediyorum ayaklarıyla, hem sana şirin görünüyorlar, hem de kendi ekonomilerini sana besletiyorlar.
*
Yardım ederken AKP, CHP, MHP, BDP ayrımı yapmamaları ondan...
Keriz olman yeterli.
Yazının Devamını Oku

Alman vakıfları

5 Ekim 2011
Şu Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetlerine dur demek gerekiyordu. *
Çünkü... Türkiye’de yaşayan dini bütün Almanları dolandıra dolandıra köşe oldular, makbuzla cennetin tapusunu bile sattı bunlar... Davul tozu minare gölgesi holdingler kurdular, kimi Almanya’da otomobil üretçem diye para topladı, kimi Almanya’da fabrika kurcam diye tokatladı.
*
(Bi tanesi “kainat makinesi” icat ettiğini açıklamıştı. Türkiye’de çalışan gurbetçi Almanları kiliseye topladı, “bu cihaz sayesinde, kainatta mevcut bulunan, Hazreti İsa’nın yaşarken çıkardığı ses dalgalarını uzaydan süzeceğiz, televizyonda yayınlayacağız” dedi. Kilisede anlattığına göre, yalan söyleyecek değildi herhalde... Türkiye’de çalışan gurbetçi Almanlar bu proceye 2 milyar euro yatırdı. 10 sene filan oldu. Ödedikleri paranın uzaydan süzülmesini bekliyorlar.)
*
Türkiye defalarca uyardı Almanya’yı...
“Burdaki vatandaşlarınızı alenen kerizliyorlar” dedik. Bana mısın demediler. Alman vakıflarının Türkiye’deki Almanları soyup soğana çevirmesine ses çıkarmadı Almanya, göz yumdu... Hatta, Alman hükümetinin bakanları, Hıristiyan işadamı ayağına yatıp, mütedeyyin Almanları sövüşleyenlerin dükkân açılışlarına bile katıldı, el ele poz verdi.
*
Neticede, bu Alman vakıfları gemi azıya aldı, Almanya’daki gariban Almanların karnını doyurucaz diye, Türkiye’de
çalışan Almanlardan bağış topladı...
Gemi aldı!
Türkiye’de balya balya bavullara istifledikleri yardım paralarını Almanya’ya götürüp, Almanya’da televizyon kurdu.
*
Baktık ki, Almanya’nın hâlâ kılı kıpırdamıyor. Türkiye dayanamadı, müdahale etti. Türkiye ayağını tutukladı, Almanya’ya resmi yazı yazdı, “savcı gönderin, belgeleri verelim” dedi. Bi ay, on ay, iki sene, Almanya salağa yattı, savcı mavcı göndermedi. Sanki bizim vatandaşımızı dolandırıyorlar birader... Biz yakalatmaya çalışıyoruz, Almanlar üstünü örtmeye çalışıyordu. İttir kaktır, zorla
bi-iki Alman savcı niyetlendi, şak, görevden aldılar, sanırım içeri tıkacaklar.
*
Üstelik...
Misilleme olarak, Almanya’da faaliyet gösteren Türk derneklerini terörist ilan ettiler, hedef haline getirdiler.
*
E yetti gari...
Şu Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetlerine dur demek gerekiyordu.
Yazının Devamını Oku