25 Mart 2011
BU tür mevzulara mal bulmuş Mağribi gibi atlamayı sevmem ama mesleki refleks bazen prensiplerin önüne geçiyor...
Malumunuz; yeşil sahalarla vedalaştıktan sonra “esame listesi”nden silinen adını, “100 ünlü Türk büyüğü” listesine yazdıran “futbol uleması” Hakan Şükür’ün ricasını kırmayıp, geçende TRT’de, “1’e 1 Futbol”a konuk olan Başbakan Erdoğan, büyükçe bir çam devirdi.
Sohbet sırasında söz statlardan açıldığında, “İzmir’in Süper Lig’de bir tane takımı yok” diyen Erdoğan, Bucaspor’u bir kalemde sildi attı.
Tabii “Gavur” takımı hop oturup hop kalktı.
Ancak Başkan Şeref Üstündağ uyanık adam; hiç topa girmedi. “Valla programı seyretmedim” deyip sıyırdı.
Basın Sözcüsü Timur Yaykıran’ın tepkisi de, “Ebelek, gübelek”ten öteye gitmedi: “Talihsiz bir olay... Dili sürçmüştür... Kem... Küm...”
İşin ilginç yanı, Yaykıran haklı.
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2010
BİR yandan İzmir’den Mardin’e uzanan barış köprüleri inşa edip Türkiye’ye, hatta dünyaya örnek olacaksın; diğer taraftan, iki günde bir “İstemezük” diye kazan kaldırıp, yeniçeri ağalığına soyunacaksın...
Sabah kalkıp “temiz tribün” parolasıyla taraftar manifestosu hazırlayıp statlarda çığır açacaksın; akşam olduğunda skor tabelasına bakıp kelle avcılığı yapacaksın...
“Bu ne yaman çelişki” diyerek “Taraftarın açmazları” başlıklı yazılar attırmak, ya da bu ilginç değişkenlik üzerinden uzun tartışmalar yapmak mümkün.
Fakat nedense beni olayın bu boyutundan öte, internet sitelerinde çarmıha gerilen Teknik Direktör Kemal Kılıç’ın tavrı cezbetti.
Kabul etmek gerekir ki, Kılıç son dönemlerin en başarılı değilse de, en formda teknik adamlarından biri.
Ama benim kalemim değil...
Statlarda sigara yasağının başladığı dönemlerde kulübede sigara tellendirip, yardımcılarına kül tablası muamelesi yaptığı gün sildim defterden.
Şimdi var mı bilmiyorum, ama bir dönem kulaktan kulağa yayılan uğur-uğursuzluk takıntılarını da antipatik buldum hep.
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2010
LAFI eğip bükmeden...<br><br>Önüne arkasına yaldızlı, yıldızlı sıfatlar eklemeden... Bu kentte yaşayan, yasalara bağlı, uygar olma çabasındaki sade bir vatandaş kimliğimle...
İzmir Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz’a bir soru sormak istiyorum:
* * *
Sayın Yılmaz;
Sessiz, sakin, sıradan bir günde; şehrin en kalabalık caddelerinden birinde, eşinizle el ele dolaşırken...
Ara sokaklardan birinden çıkıp, en galiz, en aşağılık, en iğrenç küfürlerle yürüyüşe geçen 15-20 kişilik bir taraftar grubunun ortasında kalırsanız ne yaparsınız?
* * *
Eminim ilk anda bu rezil koroyu susturacak bir polis ekibi var mı diye çevrenize bakar; göremeyince de öfke, utanç ve çaresizlik içinde en yakın sokağa sapıp oradan uzaklaşırsınız.
Ben de öyle yaptım.
Yaptım yapmasına da alı al, moru mor evime giderken, Kıbrıs Şehitleri Caddesi gibi İzmir’in en hareketli noktalarından birinde, ağızlarından salyalar akan 15-20 holiganın böylesine pervasızca davranabilmesini...
Kentin göbeğinde terör estirip, insanları taciz edebilmesini...
Bu ülkenin yasalarını, bu toplumun ahlak kurallarını hiçe saymasını...
Üstelik (esnafın ifadesine göre) bu çirkin oyunun her maç öncesi sahnelenmesini içime sindiremedim.
* * *
Elbette, ar damarı çatlamış bu güruhu terbiye etme görevini yalnızca polise yükleyemeyiz.
Ancaaaak; bu kitlesel taciz, nüfusu 4 milyona dayanan bir kentin en işlek caddelerinden birinde yaşanıyorsa...
Anlık bir olay olmaktan çıkıp, yol boyunca devam eden bir gösteriye dönüşüyorsa...
İnsanlar çaresizce olaya müdahalede edebilecek bir “güç” arıyorsa...
Ortada bir sorun var demektir.
* * *
Kimseye akıl vermek, işini öğretmek; hele hele güvenlik gibi çok kritik bir konuda ahkam kesmek haddim değil.
Yine de hak aramak için sokağa inen işçinin, memurun, emeklinin, öğrencinin anasından emdiği sütün burnundan getirildiği bir ülkede, futbol fanatiklerinin anlaşılmaz bir hoşgörüyle, sokağı böylesine terörize etmesini kabullenemiyorum.
Hayatımın hiçbir döneminde polis devletini savunmadım.
Ama üç-beş baldırı çıplak, şehrin göbeğinde, karımın gözlerinin içine baka baka ana-avrat küfür ediyorsa, işte o zaman isyan ederim:
Nerede bu devlet?
Nerede bu polis?
NOT: Eminim bu terbiye yoksunlarının hangi takımın taraftarı olduğunu merak edenler olmuştur.
Fark eder mi?
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2010
SÖZÜN bittiği yerdeyiz...
Bir şehrin kaderi, sarı-lacivert formalarıyla sahaya çıkacak 11 delikanlının ayaklarında artık. Sevince ve kedere dair ne varsa, onların kramponlarında şekillenecek bugün. Önceleri bir semtin tutkusuyken, sonrasında koca bir kentin umudu oldu bu çocuklar. Demem o ki, omuzlarındaki yük çok ağır. Ben bütün kalbimle inanıyorum başaracaklarına. Ama ya tersi olursa? Olsun... Unutmayın, bir ihtimal daha var. Ayrıca boşuna mı bağırıyoruz tribünlerden, “Yenilsen de yensen de”
diye...
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2010
BAKMAYIN genç gösterdiğine. Cumhuriyetle yaşıttır. 1923’ün sonlarında kurulduğunda ismi Altınay,renkleri turuncu-siyahtı.
1930’da Sakarya ile birleştikten sonra İzmirspor adını aldı. Renkleri mavi-beyaz oldu. 9 Eylül’de İzmir’e ilk giren süvari alayının komutanı Fahrettin Altay Paşa, “Yunan bayrağının renkleri” diye veto edince lacivert-beyaza dönüştü.
1937’de Göztepe ile Doğanspor
tabelası altında bir araya geldi. Evlilik yürümedi. Bir süre Ateşspor adıyla sahalarda boy gösterdikten sonra aslına rücu etti.
21 Şubat 1959’da Beykoz’la Türkiye 1. Ligi’nin ilk resmi maçını oynadı.
11. dakikada Beykoz kalecisi Sıtkı’yı da çalımlayıp topu ağlara gönderen Özcan Altuğ,Türkiye 1. Ligi’nin ilk resmi golünü attı.
Karşılaşmayı 2-1 kazanarak Türkiye
1. Ligi’nin ilk resmi galibiyetini elde etti.
‘İlk’lerin takımıdır yani.
Kimler yetişmedi ki o ocaktan. Yazmaya kalksak, sayfalar almaz. Ama biri var ki, of of offf...
Metin Oktay.
Damlacık ve Yün Mensucat’ta parladı, İzmirspor’da vitrine çıktı. 19’unda İstanbul’a gitti. Galatasaray deyince Metin, Metin deyince Galatasaray geldi hep akıllara. Ama İzmirspor’un adı geçtiğinde burnunun direği sızlar, göz pınarlarına yaş yürürdü rahmetlinin.
Neyse, konuyu dağıtmayalım.
Şimdilerde Süper Lig dediğimiz
1. Lig’in demirbaşları arasındaydı önceleri. Sonra 2. Lig’in kıdemlisi oldu, derken 3. Lig’e sürüklendi.
Artık amatör kümenin eşiğinde; gitti gidecek.
180 dakikası kaldı yalnızca.
Kendi kaderini belirleme hakkı bile yok.
Kurtuluşu, rakibinin kaybedeceği puanlara bağlı.
İşi zor ama imkansız değil.
Biraz moral, biraz destek yetecek belki.
Haftalardır Bucaspor’u, Altay’ı, Karşıyaka’yı konuşurken, İzmir’in adını taşıyan tek kulübü unuttuk.
Bugün Buca Stadı’nda saat 15.30’da Ispartaspor ile oynayacak.
Hangi takımı tuttuğunuz önemli değil. Koşun tribüne,“Şimşek”diye bağırın.
Unutmayın.
Cumhuriyetin yadigârı bize bu kulüp.
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2010
MEHMET Atilla Özcan... Bildiğiniz Atilla Özcan.
Akhisar mucizesini yaratan adam.
Bakmayın fotoğraflarda gülen yüzüne; eskiden huysuzun önde gideniydi.
Çalıştığı kulüplerde, “Uğursuzluk getirir” diye gazetecilere takım fotoğrafı bile çektirmezdi.
Ama tam bir futbol emekçisidir.
Otuz yıla dayanan meslek yaşamında Manisa’dan Burhaniye’ye, Uşak’tan Salihli’ye, Soma’dan Altınordu’ya kadar çalıştırmadığı takım, gezmediği ilçe, tozunu yutmadığı saha kalmadı Ege’de.
Doğruyu söylemek gerekirse, 2006-2007 sezonunda Akhisar’a geldiğinde kimse ondan böyle bir performans beklemiyordu.
İlk işi “huysuzluğu” bırakıp, “dervişliğe” soyunmak oldu.
“Azıcık aşım, ağrısız başım” deyip, sadece futbola odaklandı.
3. Lig’de düşme potasından aldığı takımı, dört sezonda Bank Asya 1. Ligi’ne taşıdı.
Bu başarının temelleri atılırken Salih Hızlı’nın, Ömer İşçi’nin, Hüseyin Eryüksel’in ve diğer Akhisarlıların taşıdığı harcı gözardı edemeyiz.
Ama onun hakkı ödenmez.
Bizler, senelerdir karavana atmaktan bıkmayan Altay’a, Karşıyaka’ya, Göztepe’ye gazete sütunlarında methiyeler düzerken.
Yani, eskimiş ayları kırpıp, yıldız yaratmaya çalışırken.
O sadece işini yaptı.
Sessiz, sitemsiz.
Sahtelerine bakarken, gerçek yıldızları göremedik.
Affet bizi hocam.
Schiller’in dediği gibi:
Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2010
YIL 1964...
Altay’ın Büyük Altay olduğu seneler.
Ligde rakiplerini hallaç pamuğu gibi atan siyah-beyazlı ekip, Türkiye Kupası’nda da fırtına gibi esmektedir.
Önce Ülküspor’u, ardından Gençlerbirliğini silkeler. Çeyrek finalde Beykoz’u eledikten sonra yarı finalde Beşiktaş’ı devirip, adını finale yazdırır.
Finaldeki rakibi Galatasaray’dır.
21 Haziran’da Alsancak Stadı’nda oynanan ilk maç 0-0 biter.
Hesap 28 Haziran’daki rövanşa kalır.
O sezon ligde Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın çok gerisinde kalan Galatasaray, kupayı müzesine götürmeye kararlıdır.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2010
İTİRAF etmek gerekirse, Fuat Yaman’ı pek sevmem. Aslında sevmem lafı da tam yerine oturmuyor...
Çünkü, “Sevmem” deyince işin içine öfke, nefret gibi ilkel kavramlar da karışıyor ki asla böyle tavrım yok.
Belki, “Fuat Yaman’dan pek haz etmem” sözü daha doğru olabilir.
Muhtemelen bunda, Dardanelspor’u çalıştırdığı dönemde aramızda geçen tatsız bir olayın yanı sıra, iyi bir teknik adam olmadığı yolundaki (ön) yargımın etkisi vardır.
Haaa, benim sevip sevmemem Yaman’ın çok mu umrunda?
Hiç sanmıyorum. Ayrıca olmamalı da.
O işini yapar, ben işimi yaparım; aynı geminin farklı güvertelerinde ekmeğimizi kazanar gideriz.
Bugüne dek olduğu gibi...
Altay son haftalarda tepetakla gidiyor ya.
Bu girizgahın ardından, her kelimesinden kan damlayan bir “idam yaftası” okumayı bekleyenler avuçlarını yalasınlar.
Eğer gelinen noktada ille bir yazısı yazılacaksa, bu bir “Fuat Yaman güzellemesi” olmalı.
Evet, koskoca Altay kulübü meteliğe kurşun atarken, bir gün olsun ağzından para lafı çıkmayan...
Takımdan gönderdiği futbolcular yüzünden recme uğrarken, onları korumak adına ağzına kilit vuran...
“Ben buraya geldiğimde Altaylı değildim ama şimdi benim diyen Altaylı ile sevgi kriterine göre tartışırım” diyebilen...
Elbette en önemlisi, 16 yaşındaki Okay’a, 18 yaşındaki Oğulcan’a, Metin’e, Atakan’a, 19 yaşındaki Abdülkadir’e formayı gözü kapalı teslim etme cesaretini gösteren bir adama ancak güzelleme yazılır..
Sakın kimse kalkıp, “Sakat çoktu, adam kalmamıştı, ondan gençlere sarıldı” demesin.
Sezon başında kadro planlaması yapılırken yönetim ve teknik heyet, 18’lik, 19’luk, 20’lik bu çocuklara güvenerek yola çıktı.
Ve bu cesur hamleler neticesinde 20 yaşındaki Musa Çağıranlara Mehmet Saklara, 21 yaşındaki Buraklara, İsalara, 23 yaşındaki Alplere, Cenk Ahmetlere, Musa Sinanlara bile, “yaşlı oyuncu” gözüyle bakar olduk.
Kendi çocukları kuru ekmeğe talim ederken, Beşiktaş’ın Mehmet Sedef’ine, Can Erdem’ine trilyonlar döken, bu hatasının bedelini “transfer yasaklısı” damgasını yiyerek ödeyen Altay, yetiştirici kulüp olduğunu yeniden hatırladı.
İşte bu yüzden, 2 puan kaçtı diye tribünde sahaya sırtını dönenler mi, yoksa 16 yaşındaki çocukları sırtında taşıyan Fuat Yaman mı daha Altaylı derseniz, ben Fuat Yaman derim...
Ve ne ilginçitir, yine bu yüzden sevmeye başladım Yaman’ı...
Yazının Devamını Oku