Yatakta 5 Kişi

Efe'yi yiyip sonra da cip alacağım

31 Ekim 2009
Bu hafta bir haber okudum: Bir köpeğin küresel ısınmaya katkısı 4 çeker bir cip kadarmış. Daha doğrusu Yeni Zelandalı Robert ve Brenda Vale’in iddiası bu. Bir de kitap yazmışlar, ismi “Köpeği Yeme Zamanı: Sürdürülebilir Bir Yaşam İçin Gerçek Rehber.”

Kitaba göre evcil hayvanların doğada bıraktığı karbon ayakizi, patileri ile orantısız. Orta boy bir köpek, Efe’nin ait olduğu beagle ırkı mesela, doğaya yılda 9 bin 600 kilometre sürülmüş bir Toyota Land Cruiser kadar çok hasar veriyormuş. Kediler ise bir Volkswagen Golf kadar.
Aslında kitabın ismine bakarsak, Efe’yi kızartıp, haşlayıp yememiz lazım. Yıllardır “Yerim seni” diye seviyoruz hayvanı, galiba gerçek olacak!
İneklerin zararı bitti, evdeki hayvanlarımıza sardırıyorlar şimdi de...
Bu kitabı yazanların ne kadar hayvansever olduğunu ve EQ (duygusal zeka) oranlarını merak ediyorum cidden. Evinde hayvan besleyenlerin, diğer insanlara kıyasla belirgin yüzdelerde daha az kalp hastası olduğunu, beyin kanamalarının, felçlerin azaldığını, kediyle büyüyen çocukların büyük yüzdeyle alerjilerden, özellikle de astımdan korunaklı olduğunu biliyorlar mı? Bütün bu medikal doneler bir yana, bir evcil hayvanın insan psikolojisi üzerindeki olumlu etkilerinden haberdarlar mı?
Neymiş, Efe bir cip kadar zararlıymış... Yemezler sayın Vale çifti! Çevreciyiz ama bu kadar da değil!

Bizimkilerin kedi kapısıyla imtihanı

İnanın, Türk’ün ateşle imtihanından daha zorlu bir süreç yaşanıyor evde! Geçen hafta yazdığım ön çalışmayı takiben eve yakın birkaç petshop’a baktım. Hepsinde sadece dijital tasmayla birlikte kullanılan gayet pahalı kapılar vardı. Bizimkiler öyle bir azıyor ki, boyunlarında tasma falan kalmıyor, kapı için olanı iyice sakat geldi.

Yazının Devamını Oku

Evden kısa kısa...

24 Ekim 2009
Yenile(ne)bilir gıda zinciri: Karaçi’nin ileride sağlık sorunu yaratacağından korktuğum bir durumu var. Bazen çok hızlı yiyince, beş dakika sonra yediklerinin hepsini çıkarıyor. Dün akşam yine oldu. “Ev de yeni temizlendi, hay Allah” diye yer bezini alırken baktım Muşka, Karaçi’nin artıklarının başına oturmuş. Hepsini afiyetle yedi, iz bırakmadı. Biraz iğrenç geliyor kulağa ama, kediler çıkardıklarını yerler. Alışmadığım, başka kedininkileri de yemeleri. Bunu da görecekmişiz demek.

Karaçi’yle barıştık. Birkaç gündür kucağımdan inmiyor. Özellikle de geceleri.

Efe ve Zeze badigard oldular. Geçen akşam çok fena yağmur yağıyordu. İstanbul’da bir yağarken, adada iki yağar malumunuz. O akşam annem aradı adadan. Fırtınayla birlikte İstanbul’da âdet olduğu üzere elektrikler kesilmiş. Yalnızmış, korkmuş. Efe’yi bir yanına Zeze’yi bir yanına almış, fenerle oturuyormuş koltukta. Body nerede, dedim; onu da bahçeye aldım, kapıda yatıyor, diye cevap verdi. Annemin güvenliği bizim buradan iyi valla!

Karaçi bir süredir çalışma masasını seviyor ya... Sevmekten öte bir durum var, ciddi ciddi sahiplenmiş masayı. Bugün evden çalışıyorum. Karaçi bilgisayarın yanında yatıyor. Sabahtan beri Muşka ne zaman masaya çıkmaya çalışsa, kafasına patiyi yiyip iniyor aşağı.

Şu an şok geçiriyor olabilir miyim? Kedilerimiz kum kabını adaplı kullanmayı öğrenemediği için balkona koymaya karar verdik. Ama önce balkon çıkışına bir kedi kapısı taktırmamız gerek. Malum kedi kapıları çeşit çeşit, boy boy, yanlış bir şey almamak için önce bizimkileri ölçeyim dedim. Aldım elime mezurayı, Muşka’yı ölçtüm. Vücudunun en kalın yerinin çapı 66 santim çıktı. Mezuranın tersine baktım desem, o da olamaz, tersinde 89 cm. yazıyor. Yahu benim belim bile bu kadar kalın değil! Olabilir mi böyle bir ölçü? Bu kedi yakında bizi de yiyecek!
Yazının Devamını Oku

Yatakta 5 kişi evde 5 dünya

17 Ekim 2009
Bol gitmeli gelmeli bir proje dönemi sayesinde evden üç haftadan fazla uzak kaldıktan sonra beş kişilik yatağıma kavuştum. Gitmeden evvel herkese tembihler ettim; “Muşka, Karaçi’nin yemeklerine saldırma”, “Karaçi sen sakın bir daha kaçayım deme, geri döneceğim”, “Efe, Muşka üzerine yatarsa ona hırlama”...
Bu haftasonu döndüğümde asayiş berkemaldi ama bir gariplik vardı. Karaçi, her zamankinden daha korkak ve tedirgin, Muşka yüzbin kilo, Efe ise yokluğumu fırsat bilen annem tarafından -yine- adaya kaçırılmış.
Grip sebebiyle uzun sürdü çözmem, dün akşam anladım. Muşka tamamen sevgilimin kedisi olmuş. Bana yaklaşmıyor. Ne zaman sevgilim eve geliyor, hop onun tepesinde. Karaçi ise bana küs. Hem de öyle böyle değil... Hem onu bırakıp gitmemden hem de Muşka’nın evin erkeğiyle olan yakın münasebetinden rahatsız. Dün geceki yatak manzaramız şuydu: Sevgilim ve Muşka dokuz kat tat gofret şeklinde bir olup beni yatağın ucuna itmişler. Düşmeye iki dakika kala uyandım.
Ben bakkala yaş mama ve kedi ödülü almaya gidiyorum!

Semra Can’ın kedileri

Penguen dergisinden Semra Can’ın “Böyleyken Böyle” köşesini okuyor musunuz? Penguen’in tek kadın çizeri olması bir yana, hayata bakışına ve yaşadıklarına bayılıyorum. Ama en çok neyini seviyorum derseniz, kedilerini! Fıçı ve Miço ile yatakta sadece üç kişiler ama bizim eve denk bir komedi var belli ki. Fıçı, evin gedikli paşa kedisi, asayişin gerçek hakimi. Miço ise yaklaşık altı aylık olduğunu tahmin ettiğim canavar tekir yavrusu. İsmi, Miço kıyafetlerini andıran çizgilerinden geliyor olsa gerek. Evin bütün düzenini bozmuş durumda. Öyle ki, Fıçı onun yanında ak sakallı mentor dede kaldı.
Her hafta bir kare mutlaka onlarla ilgili. Bu haftakinde “piyangodan büyük para çıksa ne yapardım” sorusunu cevaplıyor Fıçı. Kedi yaşam tarzına göre tabii: Bir sürü eşofman ipi alırdım, evi yaş mama doldururdum, bir kumu iki kere kullanmazdım...” Kedi sevmek ayrı şey, onları gözlemleyip, hayatlarının içine sinmek ayrı... İşte Semra Can da bunu çok güzel yapanlardan. Bir Radikal’deki kedi Pişo’nun yazılarını, bir de bu iki kedinin maceralarını kaçırmayın derim!
Yazının Devamını Oku

Karaçi’yi okula veriyoruz

19 Eylül 2009
Evin hanımı iş gezisinde. Ev, kedi-köpek ve köşe bana, evin erkeğine kaldı. Efe de hâlâ Büyükada’da tatilde olduğundan bu aralar yatakta beş değil, üç kişiyiz yani. Ben ve iki kedi. Muşka’nın ustalarla münasebaetini okumuştunuz. Aylardır yapmam gereken ufak tefek tamiratı evin hanımı yokken yapmaya karar verince, bizim koca kıçlının nasıl komple bir usta olmaya karar verdiğini görmüş oldum.
Bir kere elektrik işlerine meraklı, bunu görmüştük. Tuvalet rezervuarını değiştirmek için gelen tesisatçıların başında durup akıl öğretmesinden, yakında patilerinin bu konuya da yatkın hale geleceğini anladım. Ama en güzeli, salondaki ahşap masayı cilalarken beni izlemesiydi. Masanın üzerine kurulup tenis maçı izler gibi fırçanın ileri geri gidişini seyretti. Onun oturduğu yere ulaştığımda da lütfen çekilip işimi yapmama izin verdi. Cila kokusundan rahatsız olmaması -kutuyu burnuna tuttum kaçsın diye- dirençli bir boyacı olacağının işareti bence...
Cilalamayı atladığım noktalarda gezerek bana işimi de öğretti, sağ olsun. Reha Muhtar’lı haber bültenlerinin sona ermesi ne talihsizlik. Yakında boya yapıp conta değiştiren bir kedimiz olacak ama televizyona çıkamayacak...
Muşka’yı bir yere çırak vereceğimiz böylece belli oldu. Karaçi ise anlaşıldı, okuyup adam olacak. Son birkaç gündür Karaçi bilgisayarıma ve bana musallat oldu. Klavyenin üzerinde gezinmeler, tuşların üzerine oturup uzun uzun monitörü seyretmeler, not aldığım kağıdın üzerinde yayılmalar... Bunların yarısının, notebook fanından gelen sıcak havadan faydalanma gayreti olduğunun farkındayım. Ama bir yandan da kendini sevdirmek için o kadar ısrar ediyor ki, çalıştırmıyor. Hayatta yapmadığı şeyler... Bir ara, eve başka bir kara kedi mi girdi şüphesiyle lekelerinden kimlik kontrolü bile yaptım. Sonunda nasihat etmek, yere indirmek filan da işe yaramayınca çalışma odasının önüne koydum sırnaşığı.
Sonra da kapının ardından, mauvv... Git, Muşka’nın alet çantasıyla oyna.
Yazının Devamını Oku

Efe turşu yer mi?

12 Eylül 2009
Evcil hayvan olmanın kötü yanı, sabah akşam aynı mamaya talim etmek. Gerçi bizim evin kedi sakinlerinden obez Muşka’nın bir şikayeti yok. Zira kendi diyet mamasına iştah açıcı muamelesi yaptıktan sonra Efe’nin her daim kapta duran mamasına dalıyor. Eğer o sıradaki kilosu elveriyorsa sonra da sıra Karaçi’nin yüksekte duran mamasına geliyor. Ama bizim yediklerimize pek meraklı değil. Tabağınızdan bir parça balık verirseniz, sizi kırmamak için tadına bakıyor. Bir de, eğer sütle yiyorsanız, müslinizi ortada bırakmamaya dikkat edin derim. Karaçi ise, maiyetinin önünde yemek yemeyen asiller gibi. Mamasını seviyor ama onu yerken görmek zor. Bizim yediklerimizle zaten işi olmaz. En çok da şunu merak ediyorum. Tam bir yıl önce iki hafta evden kaçtığında sokakta ne yedi, ne içti? Sanırım kapının önüne mama konulan hayvansever evlerinden birine yamandı.
Efe’ye gelince... Doğduğundan beri iştahsız ve bir o kadar da müşkülpesent bir köpek. Ama yalnızca önüne kuru mama koyduğunuzda. Yediği mama sürekli değişiyor ve her yeni paket açıldığında ilk kabı silip süpürüyor. İkinci defa kabında aynı mamayla karşılatığında kafasını kaldırıp “ayıp oluyor ama” ifadesiyle suratımıza bakıyor. Ne var ki, bizim yediğimiz her şeye bayılıyor. Hem de pişmiş ya da çiğ demeden.
Bir ara bizim için yemek pişirmenin en eğlenceli tarafı, Efe’yle yaptığımız testlerdi. “Efe çiğ kabak yer mi, Efe çiğ enginar yer mi, Efe soğan yer mi?..” Efe testleri birer birer geçtikçe iş, “Efe turşu yer mi, Efe limon yalar mı”ya kadar geldi.
Sonuçta gördük ki yemediği şeylerin sayısı çok az. En eğlencelisi de çilek merakı. Çileğe bayılıyor.
Yazının Devamını Oku

Efe’nin sokak ritüeli

5 Eylül 2009
Efe’yle güzel bir düzenimiz var. Her sabah ve akşam sokaktan geldikten sonra patilerini yıkıyoruz. Eve gelir gelmez başka hiçbir yere uğramadan doğru banyoya gidip küvette bizi bekliyor. Ama bunun da bir iç düzeni var tabii. Önce su ısınana kadar, avucumu akan suyun altına koyuyorum, elimden su içiyor. Su ısındıktan sonra küvetin içinde sebebini bilmediğim bir zafer turu atıyor. Yıkamaya arka patilerden başlıyoruz; sol, sağ, ön sol, ön sağ. Suyu kapatırken bu sefer de elimdeki suları yalıyor, o sırada ben havlusunu alıyorum. Hop, küvetten dışarı zıplıyor, patiler kurulanıyor. Ve işte ödül anı! Yıkanır yıkanmaz mutfağa koşup ödül kukilerinin durduğu çekmecenin önüne dikiliyor. Verene kadar da oradan ayrılmıyor.

MUŞKA’NIN BÜYÜK ZIPLAYIŞI

Şimdi bizim Muşka Efendi 10 kiloluk bir kedi irisi olduğu için her sene düzenli olarak diyet yapıyor. Sorun, evde iki kedi olunca, biri diyet diğeri normal mama yiyen iki kedinin kaplarını nasıl ayıracağınızda. Geçen sene dâhiyane bir fikirle işi hallettik. Tosun Muşka yükseklere zıplayamadığı için, Karaçi’nin mamasını salondaki 1.5 metre yüksekliğindeki büfenin üzerine koyduk. Muşka’nınki mutfaktaki her zamanki yerinde kaldı. Bu sistem çok uzun süre iyi işledi. Ta ki bizim ağırsıkletin kilo verdiğini fark edip, Karaçi’nin mamasına ulaşabileceğini keşfettiği güne kadar! Evdeki akış artık şöyle: Muşka, sabahtan kabına konan mamayı akşama doğru bitiriyor. Akşam ondan sonra acıktığında büfenin üzerindeki açık büfeye zıplıyor. Hâlâ çıkamadığı zamanlar oluyor tabii. O denemelerdeki kıçüstü yere oturma sesini duymanız lazım!
Yazının Devamını Oku

Efe’nin kirpi sevgisi genetik çıktı

29 Ağustos 2009
Bugün Efe’nin oğullarından biri olan Google’ın annesinden mesaj geldi. Google bir süredir Tuzla’da yaz tatilindeymiş ve o da kirpilere aşıkmış! Soy, huy, gen denen böyle bir şey olsa gerek! Anlamsız belki ama çok hoşuma gitti bu durum.

Muşka Usta

Bu Muşka çok alem kedi. Ne zaman evde tamirat, tadilat ve bir usta, matkap-çekiç, orada Muşka. Efe’yle Karaçi’yi boşuna aramayın, biri koltuk altında, diğeri evin mümkün olan en uzak odasının en dibinde saklanıyorlar. Muşka’ysa bu tip şeylere bayılıyor! Bu eve taşındığımızda kanepeden TV dolabına kadar nerdeyse bütün eşyaları Ikea’dan alıp kendimiz monte ettik.

Dolap mı yapılıyor, Muşka Usta o sırada yerde yatan iskeletin içinde. Raflar mı takılıyor, hop ilk takılan rafa zıplıyor. Çekmece mi monte edildi, bilin bakalım içinde kim oturuyor? Koltuk minderlerini, iskemleleri önce onun denetlemesi gerek... Yaptığımız işin kalite kontrol mühendisi sanki herif!

Ama en komiği, yüklüğü gardıropla tavan arasına sokmak için uğraşırken, bizim peşimizden merdivene tırmanmasıydı. Bugün elektrikçi geldiğinde hatırladım o günleri. Kenan Usta ampulün duyunu değiştirmek için merdivene tırmandı, bizimki de hop peşinden. Adamı düşürüyordu az daha.
Yazının Devamını Oku

Karaçi nerede?

22 Ağustos 2009
Geçen sene birkaç haftalığına iş için şehir dışına çıktığımda, Karaçi hasretime dayanamayıp kaçmıştı. Ben döndükten bir hafta sonra uluyarak kapıda bitivermişti. Kışın da bir kere apartmanın içine kaçmıştı, gecenin köründe en üst kattan ulumasını duyunca gidip kurtardım. Anlayacağınız bu konuda hassas ve tedbirliyiz.

Geçen hafta iki günlük kısa bir tatile çıktık. Ev çok sıcak olmasın, çocuklar hava alsın diye de çalışma odasının balkon kapısını açık bıraktık. Kedilere bakmaya gelen veterinerler iki gün boyunca Karaçi’yi göremeyince panik olmuşlar. İkinci kattaki balkondan atladı sanmışlar. Eve gelen yardımcı da bulamamış. Hatta o, istediği zaman balkondan gidip, keyfi olunca döndüğünü iddia ediyor. Tek tesellileri, içeriği azalan mama kabı olmuş.

İşte benim sihirbaz kedim! Bu evdeki bütün zulalarını biliyorum Karaçi’nin. İlk zamanlar ben de panik oluyordum ama biraz sabır ve dikkatli gözlemle bütün noktalarını öğrendim. Saklandığında elimle koymuş gibi buluyorum artık. En tahmin etmeyeceğiniz, aslında en kolay yerlerden çıkıyor. Mesela, evde temizlik varken yatağa “saklanıyor”. Yorganla yatak arasına girip yastıkların yanına yatıyor. Dışarıdan bakınca yastıktan ayırt edemiyorsunuz. Bakmak değil, görmek lazım dedikleri bu olsa gerek.

Efe sohbetleri

Efe’nin sabah gezmeleri benden soruluyor. Akşamları babası çıkarıyor. Hafta sonları da onunla. Her sabah aynı yerlere gide gele, karşılaştığım köpek sahipleriyle arkadaş oldum yıllar içinde. Ayaküstü neler konuşuyoruz neler... Ergenekon’dan keneye, diyet mamadan ekonomik krize uzanan geniş bir yelpazemiz var.

Bu sohbet anları dışarıdan komik gözüküyor olabilir. Bir tarafta her ağaç dibine, her otomobil lastiğine çiş yapan köpekler, bir tarafta biz sohbette; gözlerimiz her an köpeklerde. Ne kadar hararetli de konuşsak ara ara kurulmuş makine gibi bölünüyoruz: Kaka. Kendimi kovboy filmlerindeki eli silahlı adamlara benzetiyorum bazen. Bir elimde sabah kahvem, diğerinde bir poşet, aportta bekliyorum. Efe kakasını yapsın da, hemen toplayayım.

Buzdolabı poşetleri bu iş için çok pratik. Hem 50’li, 100’lü paketlerde satılıyorlar hem de market poşetlerine göre küçük ve ince oldukları için doğaya daha az zarar verdiğimi düşünüyorum. Marketlerin torbalarını da değerlendirmek mümkün. Fakat market poşetlerinin altı veya köşeleri yapıştırma yerlerinden çok kolay deliniyor. Eğer daha önce kullandığınız bir naylon torbaysa, mutlaka kontrol edin. Kakayı torbaya alıyorum derken avuçlamanız işten bile değil!

Bu sene İkea’nın evcil hayvan reyonunda, rulo halinde dışkı toplama poşetleri satılmaya başladı. Yakın zamanda büyük marketlerin evcil hayvan reyonlarında da görmeye başladım bu poşetleri. İyi bir şey. Çevreye ve birlikte yaşadıklarınıza karşı saygılı olmak istiyorsanız, her türlü imkàn mevcut!
Yazının Devamını Oku