19 Şubat 2011
Efe, Muşka ve Leyla bizi her gün şaşırtmaya devam ediyor. Bu koroya yeşil gözlü bembeyaz bir kedi de dahil oldu bir gece * Efoş bu sene İstanbul’un tüm semtlerindeki veterinerlere tek tek gitmeye kararlı! Ayağı iyileşmeyince bu sefer evimize yakın başka bir veteriner bulduk. Tahmin ettiğim gibi, patisine batan bir şey muhtemelen içeride kalmış ve enfeksiyona sebep olmuş. Ne olduğunu bilmiyoruz; büyük ihtimalle vücudun erittiği bir pisiotu. Durumu iyi, iyileşmesi tamamlandı sayılır. Ayağındaki kırmızı-mavi bandajlarla komik komik dolaşıyor evde.
* Efe muayene olurken bir pano görmüş sevgilim. Kedilerin kilolarına göre sınıflandırılmalarıyla ilgili. Bizim Muşka, bu tabloya göre ‘ileri seviyede obez’ grubuna giriyor. Ona boşuna “ayı” demiyorum... Bir ara 10 kiloydu, diyet mamayla sekiz buçuğa düştü. Ama son aylarda yine abarttı, tartmaya korkuyorum. Tek bildiğim, Leyla’dan ağır olduğu!
* 11 aylık Leyla’nın kelime dağarcığı beşle falan sınırlı ama hayvanlardan yana eksiği yok. “Kedi nasıl çağırılır?” diyoruz, “pssss pisssiii” diyor. “Efe Abin sana ne diyor?” diye soruyoruz, cevap “hrrrrr”. Leyla, Efe uyurken üstüne çıkmaya çalıştığı için bizim korkak sürekli hırlıyor. Bir de, “Kediler nasıl su içer?” dediğinizde, dilini çıkara çıkara kedi taklidi yapıyor. Son olarak, Efe’nin horlamasını da taklit ediyor desem!
* Geçen gece bir uyandım, pencerenin dışında iki göz dikkatle içeriyi izliyor. İnsan olsa korkudan kalbimi durduracak bu manzaranın kahramanı yemyeşil gözlü, beyaz bir kediydi. Bizimkiler kendisinden pek hazzetmediği ve cama saldırdıkları için perdeyi kapamak zorunda kaldım.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2011
Daha doğrusu uzuuuuun yıllardır yaşanan, hayvanseverlerin çok iyi bildiği ama yeni yeni ortaya dökülen gerçeklerin? Yani kış koşullarında açlığa ve donmaya terk edilmiş yetişkin/bebek köpeklerin, sayısı bilinmeyen itlafların...
Bütün bunların gerekçesi ne biliyor musunuz? Kuduz ihtimali varmış! Bahane kalmadı yani böyle öldürüyorlar artık zavallı hayvanları. Barınağa sağlıklı gelen hayvanlar bile hastalanıyor, ölüyor. Kısırlaştırma ameliyatı yapılan köpekler daha baygınken el arabasında üst üste yığılıyor, kafesin içinde molozmuşçasına dökülüyor.
Bu mu insanlık? Bu mu iyi belediyecilik?
Büyükşehir Belediyesi de birinci derecede sorumlu bu rezaletten. Sayın Kadir Topbaş! Yönetiminiz altında bu rezalete neden suskun kalıyorsunuz?
Barınaklardaki bunca hayvanın bir sorumlusu da çocuklarına petshop’lardan sorumsuzca kedi-köpek almaya devam edenler. Bayramda bir heves alıp sonra da sokağa terk ettiğiniz köpek şimdi ne durumda!
Belediyelerin acilen sokak hayvanlarının kaliteli yaşam hakkı olduğunu idrak edip, uygun çalışmalar yapması gerekiyor.
Bir radikal öneri de benden: Türkiye’deki hayvan satışı yasaklansın ve/veya belli merkezlerden tek bir kontrol mekanizmasıyla yürütülsün.
EFE’NİN DERDİ BİTMİYOR
Efe dişeti yangılarından ve kistelerinden kurtuldu diye sevinirken bir baktım, sol arka patisini yalayıp duruyor. Sanırsınız ayağının yerinde en güzelinden tavuk budu var, onu yemeye çalışıyor. Patiyi yalarken hızını alamayıp kanepenin koca minderini yalamış. Offf, diyerek yanına gittim, patisine baktım. Altındaki yastıkçıkların her biri kafam kadar olmuş. Belli ki enfekte olmuş ama yara yok...
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2011
Köpeğimiz çikolata ve şekerlemeyle beslenen, fırça yüzü görmemiş bir çocuğun dişlerine sahip. Bir anestezist eşliğinde diş etlerinin arasındaki kistlerden biri alındı. Patoloji raporunun gelmesiyse bir hafta sürdü. Uzuuuun yedi gün!
Efe iki hafta önceki yazının ertesi günü gitti veterinere. Talay Bey’le aramıza kıtaları ayıran bir deniz ve uydurulamayan iki program girince mecburen başka bir veterinere gittik. Zeytin’in annesi Banu, PetPark’tan Hakan Ruhbaş’ı önerince kendimizi Bakırköy’deki kliniğe attık.
Efe’nin fiziksel muayenesinden önce diş etlerinin fotoğrafını çekip elektronik postayla yollamıştık ama yine de neyle karşılaşacağımızı kestiremiyorduk.
PetPark’taki ilk muayenede dişlerinin genel durumu veterineri şoke etti. Efe sanki çikolata ve şekerlemeyle beslenmiş ve hiç fırça yüzü görmemiş bir çocuğun dişlerine sahip. Dişlerinin kötü durumda olmasının sebebini biliyoruz aslında. Daha birkaç aylıkken öldürmeye yakın şiddette bir hastalığa yakalandığı ve paket paket antibiyotik içtiği için...
Veteriner Hakan Bey muayeneden sonra Efoş’u o gün orada tutup birkaç test yapmaya karar verdi. Test sonuçlarına göre de akşam üzeri küçük bir operasyonla kistlerin en azından birini alıp patolojiye yollamaktı plan. Bunu duyunca rengim attı. Herif zaten zayıf bünyeli, yaşı da 10; çok korktum anesteziden. Başka çözüm olmadığına ikna olunca sustum.
Bir anestezist eşliğinde diş etlerinin arasındaki kistlerin biri alındı. O sırada derinlemesine bir diş temizliği de yapıldı. Akşam veterinerin özel aracıyla eve gelen Efoş sakin ama hafif sersem gibiydi. O akşam yemesi ve içmesi yasak olduğu için yatağına kıvrıldı yattı. Bizimkine daha doğrusu...
Anestezi almış bir hayvan her zaman yüreğimi acıtır. Daha önce kısırlaştırma ameliyatı olan kedilerim saatler sonra bile sersem gibi olmuşlardı. Hele Karaçi’nin kendine gelmesi nerdeyse bir günü bulmuştu. Neyse ki Efe o halde gelmedi.
Patoloji raporunun gelmesiyse bir hafta sürdü. Kulağımız telefonda bekledik. Ama gelen sonuçla rahatladık.
Bizim beyefendinin sorunu, şiddetli diş eti yangısıymış. Ama öyle yangı falan deyip geçmemek gerek, fena bir şey. Birkaç sebepten oluşurmuş. 1) Bağışıklık sisteminin çökmesi veya zayıflaması 2) Dişlere yeterli bakım yapılmaması.
Yazının Devamını Oku 8 Ocak 2011
Ben veya sevgilim gece ne zaman kalkacak olsak, döndüğümüzde yerimizde Efe’yi yatar buluyoruz. En çok da bana oluyor tahmin edeceğiniz gibi. Leyla ağladı, kalk, Leyla acıktı, kalk, Leyla susadı, kalk derken Efoş sağolsun, yataktaki yerim hiç soğumuyor Okurlarımızdan destek istediğim, ‘Efe geri dönsün’ kampanyasında mutlu sona ulaştık. Efe, iki hafta önce uzun yaz tatilini bitirdi, eve geldi. Eve dönüş bir anlamda yatağa da dönüş oldu bizimki için.
Annem bütün yaz, “Efe artık yatağa girmemeyi öğrendi, sakın almayın” deyip durdu. Nitekim geldiğinden beri geceleri çoğunlukla yatağında yatıyor ama ne zaman ben veya sevgilim kalkacak olsak, döndüğümüzde yerimizde yatar buluyoruz. En çok da bana oluyor tahmin edeceğiniz gibi. Leyla ağladı, kalk, Leyla acıktı, kalk, Leyla susadı, kalk derken Efoş sağolsun, yataktaki yerim hiç soğumuyor. Gecede beş kere falan “Hadi oğlum kenara kay”la başlayıp, “Efe, sana çabuk kalk dedim”le biten monologlar duyuluyor yatak odamızda.
ÖNDE EFE, ARKADA LEYLA
Efe’nin yokluğunda taşındığımız için yeni evi yadırgayıp yadırgamayacağını merak ediyorduk. Kapıdan girer girmez deli gibi oradan oraya giderek yeni evimizin her köşesini kokladı. Odalara milyon kere girdi, çıktı. Sonunda baktı ki mekan farklı ama kokular, mobilyalar aynı; orasının ev olduğuna karar verdi ve “mmmhhh” diye bir ses çıkartıp koltuğa kıvrıldı.
Geldiği saatte Leyloş uyuduğu için karşılaşamamışlardı, vuslat sabah gerçekleşti. Bizim evde her şey tersinden olur ya, bu sefer de düzeni bozmadık. Leyla Efe’den korkacağına, Efe Leyla’dan korkuyor. İlk üç gün, bizim yer cücesi “ıh ıh ıh” diye peşinde emekliyor, Efe evin içinde kaçacak yer bulamıyordu. Normalde bu aylarda bebeklerde yaşanan yabancı korkusu, ki uzun süre görmedikleri kişilerden de korkabiliyorlar; Efe’de ortaya çıktı anlayacağınız.
Şimdi her şey normale döndü Allah’tan. (Annecim, sen buradan sonrasını okuma lütfen.) Leyla Efe’nin peşinde emeklerken veya halının üzerinde oynarken Efe geliyor, Leyla’yı şapırt diye yalıyor, o da kahkahalar atıyor.
Bir de, en korktuğum şey başımıza gelmedi diye çok mutluydum. Efe’nin kumaş oyuncaklara ve küçük plastik objelere bir merakı var. Özellikle de ötenlere. (Köpek olduğundan olsa gerek!) Leyla’nınkileri çalıp kemirecek diye endişelenmiştik. Ama mutluluğum kısa sürdü. Başta hiçbirine ilgi göstermezken şimdi ufak ufak banyo sonrası küvet oyuncaklarını kaçırmaya başladı. Dün akşam eve geldiğimizde ise bizi karşılmak için seçtiği şey, Leyloş’un bebeğiydi. Ağzında vik vik öten bebekle kıçını sallayıp durdu sevinçten.
DÖNDÜ AMA...
Efe eve dönsün kampanyasını bu sayfaya taşımadan çok daha önce başlatmıştım aslında. En az iki aydır her gün söyleniyordum, yine gelmedi diye. Meğerse bir bildiğim varmış. İçgüdülerime güvenirim, bu sefer de beni yanıltmadılar. Efe geldikten hemen sonra veterinerine gitti. Poposundan dişine, tırnağından aşısına 10 bin kilometre bakımına girdi.
Maalesef muayenede ağzında iki tane kist gördü doktoru. Kötü huylu olabileceklerinden şüphelendi, içimiz cız etti. Çaktırmıyoruz ama sevgilimin de benim de aklımız sürekli onda.
Şimdi ilk plan Efoş’u köşe komşum Talat Gülbay’a götürmek olacak. Zira Talat Bey köpek kanserlerinde uzman bir veteriner hekim. Telefonda ilk konsültasyonda korkmamamızı, ağızda görülen kistlerin genellikle iyi huylu olduğunu söyledi. Dilerim bu konudaki bir sonraki haberim olumlu olur.
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2011
Yeni yıla girerken sadece iki ayaklılar mı yeni kararlar alıyor sanıyorsunuz? O zaman bizim evin dört ayaklılarının iddialı yeni yıl kararlarına buyurun MUŞKA:
* Kilo vereceğim. Annemler üç kilo falan diyor ama yalandan 200 gram versem yeter. Çok gerekliyse kilo vermem, liposakşın yaptırsınlar! Hiç mi duymamışlar?
* Efe abimin yemeklerini yemeyeceğim, o uyurken üstünde zıplayıp korkutmayacağım.
* Leyla’nın yanına yatarken anneannenin evde olmayacağı saatleri seçeceğim. Sadece beni zorla taramaya kalktığında yüzümü Leyla’nın yüzüne sürtüp çıldırtacağım.
* Annemle babamın yatağında ayakucunda yatmayı öğreneceğim. Ne o öyle, sürekli dönüp beni rahatsız ediyorlar.
EFE:
* Leyla’nın oyuncaklarıyla ilgilenmediğimi sanıyorlar ama yanılıyorlar. Bunlar daha cicim haftaları. Yeni yılda hepsi benim olacak!
* Diyet yapacağım, anneannem kilo aldırdı bana. Artık 10 yaşındayım, eskisi gibi fit değilim. Bir de kapıyı açık bulduğumda kedilerin kakasını yemekten de vazgeçeyim diyorum.
* Diş etlerimde kist varmış. Sağlığıma dikkat edip, organik besleneceğim. Büyükada’daki evimize yakın tavuk çiftliği bu kararımı uygulamam için harika bir lokanta. Yalnız, Zeze tavuk çalarken çok gürültü yapıyor, artık onu yanıma almayacağım.
KARAÇİ:
* Annemin bulamayacağı yeni saklanma noktaları keşfedeceğim ama misafir geldiğinde koltuğun altında oturmaktan vazgeçeceğim.
* Evde temizlik varken yatağın içine saklanıp Mehtap Ablam’ı korkutmayacağım.
* Balkona gelen kedilerden Pudra’yla, olmasa da Beşiktaş’la arkadaş olacağım. Pudra’yı sevmiyorum, çok kötü dövüyor beni.
* Muşka yüzünden diyet mama yemekten bıktım, yemek yapmayı öğreneceğim.
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2010
Aralık geldi mi ofisteki masama ve evimize renk geliyor. Çünkü Aralık, ajanda ve takvim ayı! Otomotiv şirketinden seyahat acentesine kadar onlarca şirketin hediyesi yığılıyor masalarımıza. En sevdiklerim, tahmin edebileceğiniz gibi kedi-köpekli olanlar. En başta da Giller’in takvimleri Giller, o kadar çok ve güzel takvimler, ajandalar hazırlıyor ki, hangisini kullanacağımı bilemiyorum. Biri duvara, biri eve, biri çantaya, geri kalanlar anneme ve çocuklu arkadaşlarıma gidiyor. Hediye etmek için çok güzeller. Giller 2011 ürünleri yine birbirinden harika. Eskiden kuşlar falan da oluyordu ama bu sene sadece kedi-köpekli yapmışlar gördüğüm kadarıyla.
Favorim hangisi derseniz, her bir günde ayrı bir kedi ve köpeğin fotoğraflarıyla kısa hikayelerinin olduğu masa takvimi derim. Bazen boş vaktim olduğunda alıp aylar ötesinin resimlerine bakıyorum çocuklar gibi. 365 fotoğraf ve hikaye, az değil. Bak bak bitmiyor! Giller takvimleri tüm kitapçılarda satılıyor. Bir de satılmayan, sadece eşe dosta gönderilen takvimler var. Bu sene onların biri geçti elime ve bayıldım! İzinlerini almadığım için isimlerini yazmadığım bir çift; Karamel adındaki kedileri için bir masa takvimi hazırlamış. Karamel Hanım 12 ayın her biri için ayrı bir kıyafet ve keyifle poz vermiş. Bir ay boynunda inci kolye, bir ay kırmızı tüller içinde. Nasıl güzel, nasıl tatlı.
Baktım baktım, böyle bir şey de ben mi yapsam, dedim. Evde malzeme çok nasıl olsa. Efe, Karaçi, Muşka ve peşlerinde koşan bir bebek... Ama sonra Muşka’nın 10 kiloluk narin vücuduna giydirecek kıyafet bulamayacağım, korkak Karaçi’yi koltuğun altından çıkaramayacağım ve komik kıyafetlerle fotoğraf makinesinden korkacak Efe’nin havlamasını susturamayacağım için vazgeçtim. Bizimkiler meşhur olmasın, gerçek modellerin önü açılsın bari.
HAYVANA HEDİYE ALINIR MI?
Yıllar evvel Cumartesi Eki’nin editörüyken, Pako sayfasındaki bir başlık yüzünden Penguen Dergisi’nin Ohannesburgerler köşesine kafadan giriş yapmıştım: ‘Köpeğinize yılbaşı hediyesi alın.’ Çok güzel dalga geçmişlerdi bizimle.
Aradan yıllar geçti, benim ‘kapitalizme yenilmiş editör’ lakabını hak eden başlığım her sene yılbaşı öncesinde basın bültenlerinin diline pelesenk oldu. Üstelik artık kimse yadırgamıyor da. Ben ki, Tayland Havalimanı’nda Efe ve Zeze için Noel Baba şapkası alacağım diye nerdeyse uçak kaçırmış biriyim, haliyle pek normal geliyor.
Bu sene gördüğüm en sempatik kedi-köpek hediye paketleri Tchibo’da. Köpekler için siyah, kediler için pembe kaplı hediye kutularında toplar, çıngıraklı-kedi naneli oyuncaklar, çekiştirme halatları, kemirme oyuncakları ve fareler, taşlı kedi tasmaları var. Favorim kesinlikle kapüşonlu siyah köpek montu! Bir köpeğe kapüşonlu mont giydirilir mi bilemem, Efe için biraz zor yani ama çok neşeli gözüktükleri kesin.
Ha, yalnız kendinizin veya eşinizin dostunuzun dört ayaklılarına hediye alırken barınaklardaki ve sokaktakileri unutmayın! Birkaç paket mama ve evde biriktirdiğiniz gazeteler, barınaklardaki hayvanlar için en güzel hediye.
Eskiden Migros’un web sitesinde barınakların mamadan temizlik malzemesine tüm ihtiyaçları listelenirdi, sanal mağazadan alıp ücretsiz teslimat yapılırdı. Keşke yine olsa o kampanya.
Yazının Devamını Oku 18 Aralık 2010
Belediyeler Avrupa’da otoyola geçişi engelleyen tel ve çitlerden burada da yapmalı. Böylece belki yola çıkan hayvanların ezilmesini önleyebiliriz Her gün işe gelirken ve eve dönerken TEM’de toplam 60 kilometre yol yapıyorum. Bazen yol kenarında o kadar çok ölü kedi ve köpek görüyorum ki, kilometre başına kaç tane düştüğünü sayamıyorum. İnsanın sabahını üzüntüye boğması bir yana, günlerce orada durduklarından ciddi bir sağlık tehditi oluyor garipler. Bazen o kadar uzun kalıyorlar ki öldükleri noktada, günbegün nasıl çürüdüklerini görebiliyorum yanlarından geçtikçe. Sanırsınız canlı belgesel izliyorum.
Her seferinde bir ‘offff’ çekiyorum ve ölüye rahmet diliyorum. Evet, şaka yapmıyorum. Dinimizce caiz midir bilmiyorum ama ölü hayvanların da öbür dünya için duaları hak ettiğine inanıyorum. 120 kilometre hızla giden bir sürücüden, birdenbire önüne çıkan kediyi ezmemek için belki de onlarca insanın ölümüne sebep olacak bir hamle yapmasını beklemeyecek kadar realistim. Yavaş gitmek, özellikle öndeki araçla arada mesafe bırakmak bir yol ama esas çözüm, o zavallı hayvanları otoyollara çıkarmamaktan geçiyor.
Peki bunun için ne yapacağız? E5 ve TEM kenarında yaşamaya çalışan hayvanların her birine teker teker “sakın caddeye çıkma” mı diyeceğiz? Oldu, tabii... Sahipsiz hayvanlar ağırlıkla insan olan yerlerde yaşıyor. Yani Allah’ın kırsalında karşınıza bir hayvan çıkma ihtimali çok az. Dağdaki geyikleri falan saymıyorum tabii. Avrupa’da nerdeyse tüm şehirlerde otoyol kenarında konuşlanmış yerleşim bölgelerinde yola geçişi engelleyen çitler veya teller mevcut. Hem hayvanları hem de insanları koruyor, trafik gürültüsünmü de azaltıyor. Belediyelerimiz bunu yapabilir acil önlem olarak. Hem de bir taşla çok kuş vurmuş olurlar. TEM’de karşıdan karşıya gaçmeye çalışan insanlar da var maalesef.
İkinci adımsa, sadece ezilen hayvanları değil, sokak hayvanlarıyla ilgili birçok soruna birden çözüm olacak bir öneri: Kısırlaştırma. Bu, yıllar önce halledililmiş olması gereken bir zorunluluk. Belediyelerin itlaf yerine iyi organize edilmiş, sistematik kısırlaştırma yapması gerekiyor.
Muşka iyice abarttı
Yeni eve geldik geleli Muşka ve Karaçi’ye bir haller oldu. Terasta onları bekleyen canavar Pudra ve Beşiktaş yüzünden mi yoksa enerjisi mi daha iyi bilmem, gündüzleri evin en arkasındaki çalışma odamızdan çıkmıyorlar. Bütün gün orada yatıyor, çişe-yemeğe salona gelip hiç oyalanmadan geri dönüyorlar. Annemin “Bu kedileri ne yapacağız” derdi de otomatik olarak halloldu böylece. Leyla ön tarafta tüysüz alanda, onlar arkada.
Gündüz gönüllü oda hapsindeki kedilerimiz, işten döndüğümde de pek ortaya çıkmıyor. Merhaba dercesine kapıdan bir görünüp geri gidiyorlar. Ama ne zaman sevgilim işten dönüyor, o an ikisi de kalıcı bir şekilde salona teşrif ediyor. Hem de ne etme! Muşka en öz babasının koynundan çıkmıyor. Göğsünde yatamıyorsa kucağında oturuyor. Ben kıskançlıktan ölüyorum tabii. Resmen bana yüz vermiyorlar!
Uyku saati gelince yine değişiyor tablo. Çünkü Muşka efendi yatakta kendine yeni yerler belirledi. Eğer yatağın tammm ortasına yatamıyorsa, Boa yılanı gibi benim üzerime çörekleniyor. Sabaha kadar dön dönebilirsen. Kalkıyorum, kenara koyuyorum, iki dakika sonra yine tepemde. Sevgilimle aramıza tekir kedi girdi!
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2010
Muşka kum mu döküyor? Muşka ve Karaçi’ye musallat olan kedilerden nasıl kurtulacağız? Koltuklarımızı kedilerden korumak için hangi çarelere başvurdum? Hatırlarsınız belki, birkaç ay önce kum kabında kan lekeleri gördükten sonra evdeki tıbbi dedektiflik hikayemizi anlatmıştım. İki kedimizden şişko ve erkek olan Muşka’nın idrar yolları enfeksiyonu veya böbreklerinde bir sorun olduğunu düşünmüş, ama 10 kiloluk ayıdan idrar örneği alamadığımız için, iki tarafa da etkili olan antibiyotik tedavisine başlamıştık. Antibiyotikler etki etmiş, kumdaki kanlar bitmişti.
Fakat yeni eve taşındıktan birkaç hafta sonra yine başladı kan lekeleri. Üstelik sürekli de değildi bu sefer. Bir gün var; üç gün, bir hafta yok şeklindeydi. Karaçi ve Muşka yine yakın markaja alındı. Kum kabında geçirdikleri süre, eşelenme şiddetleri ve çişler kontrol edildi. Bir sabah Muşka’nın yattığı yerde bir damla kan görünce yine ondan geldiğine emin olduk.
Dilek ve Remziye arandı, bir ziyaret daha yapıldı. Bu sefer koydukları teşhis, Muşka’nın kum döktüğü yönünde oldu. Çünkü kanlar birkaç günde, hatta haftada bir görülüyor, canı acımıyor, idrarını rahat yapıyor, genel keyfi gayet yerinde, iştahı açık.
Tedavi olarak, antibiyotik yerine böbreklerine uygun bir mamaya geçiş yaptık bu sefer. Keşke hayvanların da sağlık sigortası olsa, dedirten bir mama: 5 kilosu 100 lira! “Çocuğum için her şeyim feda olsun” dedim, aldım. Ama yaradı galiba. Bir aydır hiç kan lekesi görmedik. İnşallah bu sefer tamamen kurtuluruz.
TERASTA DURUM FENA
Hani geçenlerde yazmıştım. Yeni evimizin birinci kattaki terasına sürekli sokak kedileri geliyordu. Bir-iki hafta öncesine kadar o kedileri mutlulukla karşılıyor, ilgi gösteriyorduk. İsim de koymuştuk hepsine. Pudra ve Beşiktaş. Fakat sonra ipler koptu, teras Malazgirt savaş alanına dönmeye başladı. Kıyamet kopuyor, salona bir koşuyorum ki, her taraf yolunmuş tüy içinde. Üstelik tüyler sadece Muşka ve Karaçi’ye ait. Bir başka gün bakıyorum, bizimkiler salona bile giremiyor, mutfak kapısında pusuda yatıyor. Sonra ikisinin de karın ve kafalarında koca koca tırnak yaraları olup, Muşka’nın bir kulağının ucu hafif tıraşlanınca olaya el koymaya karar verdim.
Kendimi mahallenin pet shop’una attım, ‘Bana bir çare’ dedim. ‘Get Off’ diye bir jel önerdiler. Yeşil, kristal jeller üstünde citronella bitkisi kokusu. Söylemesi ayıptır, bir şişesi 40 lira. Hadi bana 35 olsun... Kedilerin gitmesini istemediğiniz yerlere döküyorsunuz, koku onları uzaklaştırıyor. Üstelik zehirli de değil. Çiçeklerin toprağına bile konabiliyormuş.
Çocuğunu kötü arkadaşlardan korumaya kararlı annenin titizliğiyle çıktım terasa ve kedilerin geldiği bütün kenarlara, çıkıntılara döktüm jeli. Elimi korkak alıştırmadım, garanti olsun diye. Bir yandan da Uzakdoğu seyahatlerimizi hatırladım, nostalji yaptım. Çünkü bu koku, sivrisinekleri kovmak için de kullanılıyor.
Sonra bir güzel yattım, bizim kedigillere huzurlu rüyalar diledim. Ne de olsa bu gece mis gibi Uzakdoğu kokuları içinde, kediden arındırılmış bir terasımız olacaktı...
Olacaktı da, olamadı... Sabah beşte yine iki taraftan cama saldıran kedilerin sesleriyle fırladık yataktan. Bizim Get Off, hiçbir işe yaramadı! Sadece benim paraları kovaladı cüzdandan. Üstelik yeni bir problemimiz var: Daha önce sadece uyumaya gelen Pudra efendi, şimdi terastaki her köşeye siğmeye başladı. Böğk!
KEDİLER KOLTUĞA TIRMANMASIN
Bu soru mailime o kadar çok geldi ki, cevaplamak istedim. “Kedim koltuğumu tırmalıyor, ne yapabilirim?”
Buyrun, benim önerilerim:
* Evin muhtelif yerlerine koltuktan daha çekici tırmalama oyuncakları koyun. Ayaklı hasır direkler, duvara monte edilenler ve onlarca farklı çeşit var.
* Koltuk kılıflarınızı kedilerin tırmalamayı sevmediği malzemelerden seçin. Mesela ince dokunmuş pamukluları kesinlikle tırmalayamıyorlar. Ama kadife, atkı örgülü denen tipte kumaşlar ve şönillere bayılırlar. Bizim iki kanepemiz var, biri pamuklu biri kadife. Pamuklumuz ilk günkü gibi duruyor, kadifenin kolçakları tiftik tiftik. Ama bu bizi rahatsız etmiyor, tırmalamalarına izin veriyoruz.
* Hiçbir şekilde engel olamıyorsanız, son çare engelleyici koku. Kedi nanesi olarak bilinen ‘cat nip’in iki türü var. Biri azdırmak, diğeri uzak tutmak için. Ben Muşka’nın tırnak bilemeye bayıldığı yün koltuğa ondan sıkıyorum. Zararlı değil, düzenli olarak kullandığımda çok işe yarıyor. Gerçi onu keşfedene kadar koltuğun iskeleti çıkmıştı ama olsun. Ölen ölür, kalan kanepe benimdir deyip sıkıyorum arada sırada.
Yazının Devamını Oku