Ne var ki, ne oluyorsa oluyor, AKP aniden o ortaklaşa hazırlanan içtüzük tasarısından vazgeçiyor ve muhalefetin büyük itirazlarına yolaçan yeni bir tasarıyı Meclis’e sunuyor.
Yeni tasarı CHP Konya milletvekili Atilla Kart’ın tanımıyla:
“Muhalefetin sesini kısmak istiyor. Muhalefet gereksiz, biz sizi mi dinleyeceğiz, demeye getiriyor. Meclis’te tek parti egemenliği kurmayı amaçlıyor”.
Değişikliğe bakınca, muhalefetin söz hakkı ve süresi gerçekten kısıtlanıyor. Bunlara ne gerek var, anlamak mümkün değil. AKP’nin çoğunluğu Meclis’te zaten her türlü kararı almaya yetiyor. Söz hakkını kısıtlayarak, AKP ne elde etmeyi amaçlıyor, akıllara ziyan bir girişim.
SAAT AYARIMuhalefet de böyle bir değişikliği engellemek için elinden geleni yapıyor. AKP ise, canını dişine takmış, yeni içtüzük için farklı yöntemler uyguluyor.
Örneğin, bunu önce millet duymasın.
Onun için yöntem hazır. Gerçekten çarpıcı. Bakın ne oluyor.
Özel yetkili savcılar ve özel yetkili yargıçlar bu müthiş yetkiyi 1 Haziran 2005 tarihinde kazanıyor, yeni ceza yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte.
Olağan dönemde, olağanüstü yargı sistemi ve yetkisi o tarihten bu yana olağan hale geliyor, şakır şakır işliyor.
Bu yasayı ve özel yetkili mahkemeleri hep birlikte AKP’ye borçluyuz. Ne var ki, o yasa şimdi kendi çocuklarını yer hale geliyor.
Genelkurmay Başkanları, üniversite rektörleri, ordu komutanları, devlette görev yapan güvenlik elemanları, öğretim üyeleri, yazarlar, gazeteciler kervanına üç müthiş sürpriz isim daha katılıyor.
Top oynayacak alanları yok, park herhalde küfür gibi gelir. Herhangi bir eğlence akıllarından bile geçmiyor. Tarlaya ekime, biçime gitseler, tarla yok. Kısaca ne iş var, ne eğlence.
Yaşamlarını sürdürmek için tek işleri var, kaçakçılık. Uludere’de kırk gün önce öldürülenlerin büyük çoğunluğu bu çocuklar ve gençlerden oluşuyor.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu’ndan bir gurup Uludere’ye giderek, halkla ve bölgede görevli askerlerle konuşuyor. Komisyon üyelerinden CHP milletvekili Levent Gök dün izlenimlerini aktarırken, katliamın önce bu insani boyutuna dikkat çekiyor.
AİLELER ÖFKELİ
Görüştükleri insanları anlatırken Gök:
Tasarıyı hazırlayan Çalışma Bakanı Faruk Çelik ise, geçen akşam Habertürk’ün programında bunu açıkça söylüyor:
“İş kolu barajının yükseltilmesini işverenler istiyor, ben istemiyorum. Ben iş kolunda herhangi bir barajı doğru bulmuyorum.”
Çalışanları ve sendikaları rahatsız eden durum var. Herhangi bir iş yerinde toplu sözleşme yetkisi alabilmek için bir sendikanın o iş kolunda çalışan işçilerin yüzde 10’unu kendi üyesi yapması şart.
Bu şarta ek olarak, toplu sözleşme yetkisi için bir iş yerinde yüzde 50+1 üyeye sahip olması gerek.
Nerede bu kısıtlama? Meclis’te. Yeri geldiğinde, bol bol egemenlik ve millet edebiyatının yapıldığı Meclis’te.
AKP Meclis içtüzüğünü muhalefetin sesini kesmek için değiştiriyor. İki gündür Meclis birbirine giriyor, haklı olarak.
Ses kesmeye dönük maddelerden biri, yukarıda vurguladığım konu. Bir milletvekili öneri getirecek. Bu öneriye iktidar sıcak bakmıyor, olabilir.
Halen yürürlükteki içtüzük maddesine göre, öneri üzerinde iki kişi lehte, iki kişi aleyhte, onar dakikadan toplam kırk dakika konuşuyor.
Ne kadar doğalgaz tüketeceğimize ilişkin tahminler çuvallıyor. Ta 1997-98’de Enerji Bakanlığı ve BOTAŞ tahminde bulunuyor. 2010’da biz 55 milyar metreküp doğalgaz tüketiriz. Buna göre anlaşmalar yapılıyor.
2010 yılında 55 yerine 38 milyar metreküp doğalgaz tüketince, “al ya da öde” anlaşması gereğince, kullanmadığımız doğalgaz için para ödemek zorunda kalıyoruz.
BOTAŞ bu yanılmadan dolayı kendi web sitesinden tüketim tahminlerini kaldırıyor.
Her ne kadar ödenen milyarlarca doların bir bölümü mahsup ediliyorsa da, yeterli gaz depo kapasitemiz olmadığı ya da gelen doğalgazı daha fazla tüketimi olan batı illerine aktaracak istasyonları (Kırşehir ve Erzincan gibi), zamanında yapamadığımız için mahsup işlemleri eksik kalıyor. Ödenen bedelin bir kısmını kurtaramıyoruz.
Çok hayatımız kararıyor. Çok açıkta kalıyoruz, Çok açlık çekiyoruz. Çok çadır kuruyoruz.
Ama, hiç bir depremde Van’daki kadar çadırlarda yangın çıkmıyor, çıkan yangınlarda bu kadar çok insan ölmüyor. Çadırda çıkan yangında bir çocuk daha hayatını kaybediyor, yangında ölen onbirinci çocuk.
Kimsenin kılı kıpırdamıyor. Ölümlere kanıksamış bir ülke, çadırda çıkan yangınlara da sırtını dönüp gidiyor. Kim öle, kim kala, fark etmiyor.
Kimse o yangınların hesabını sormuyor. “Sobadan sıçrayan kıvılcımın sebep olduğu yangın” geçiştirmesiyle, o ölümü anında unutuyoruz. O kadar çok ölüm görüyoruz ki, hangisinin hesabını soracağız.
Yangın neden çıkıyor? Neden hep kıvılcım sıçrıyor? Daha önce deprem çadırlarında sıçramayan kıvılcım neden şimdi çadırları tutuşuyor?
ORADA HAYAT NASIL