Yalçın Doğan

İhaleler üzerinden ilişki coğrafyası

22 Şubat 2012
“ORADA mutlaka bir numara dönmüştür, kim bilir, kimler, bu işten nasıl milyonlar kazanmıştır”.

Herhangi bir devlet ihalesi olduğunda, sokaktaki vatandaşın ilk tepkisi bu oluyor. Kırk yıldır, elli yıldır bu inanç değişmiyor. İhaleyi kazanan ellerini ovuşturuyor, ihaleyi veren ellerini daha çok ovuşturuyor. Herkes kazançlı.

Kamu ihaleleri kırk yıldır, elli yıldır siyasal iktidarların en önemli finans kaynağı. Zaman zaman bu ihalelerde yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkıyor. Hatta, geçmişte bu ihaleler nedeniyle Yüce Divan’da yargılanan bakanlar bile var, ama sonuç değişmiyor.
KURUMA OPERASYON
Kamu ihalelerindeki yolsuzluk iddialarına dönük şikayetler sonunda Türk Adaleti ve Emniyetini harekete geçiriyor.

Geçen hafta Kamu İhale Kurumu’na düzenlenen operasyonda yolsuzluk iddiaları diz boyu. Kurumun iç işleyişinde ilişkiler ortalığa dökülüyor. Hiç biri sürpriz değil. Sürpriz olan, bu kuruma dönük operasyon. Demek ki, artık iş çığırından çıkıyor ve operasyon şart oluyor.

Yazının Devamını Oku

Ama seçilmişler hâlâ hapiste

21 Şubat 2012
BİN kez imzamı atıyorum Başbakan Erdoğan’ın son açıklamasına:<br><br>“Demokraside yasama, yürütme ve yargının yetki ve sınırları bellidir. Sınırları aşan her türlü girişim yetki gaspıdır.”

İmzaya ek, bin kez alkışlıyorum. Erdoğan’ın bir sonraki cümlesi:
“Millet iradesinin çiğnenmesidir.”
Alkışlara devam ediyorum. Erdoğan, sınırları aşan her girişim yetki gaspı ve millet iradesinin çiğnenmesidir, diyor. Yerden göğe kadar haklı. Erdoğan’ın en vurucu düşüncelerinden biri:
“Hiç bir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz.”
Helal olsun. Ne zaman? “Hiç bir zaman”. Ne MİT olayında, ne benzer bir başka olayda, seçilmişleri atanmışlara kul etmek yok. Yürekten alkışlıyorum. Böylesine demokrat duruşu sergileyen Başbakanı kutluyorum.
ZOR SORULARİyi, güzel de, bir durum var.
Son genel seçimde millet iradesiyle seçilmiş sekiz milletvekili halen hapiste. Seçilmiş olmalarına rağmen, o milletvekillerini atanmış yargıçlar serbest bırakmıyor.

Yazının Devamını Oku

Ne bilsin hamur açmayı sabahın üçünde

18 Şubat 2012
ŞERVAN da Uludere’de toprağa düşenlerden. O katliamda. Şervan’ın annesi bir mektup yazıyor, CHP Ankara milletvekili Levent Gök’e veriyor. Gök’ün bana ilettiği mektupta Şervan’ın annesi:

“Ben Şervan’ın annesiyim. Gençliğimizde okul olmadığı için okuyamadım, dolayısıyla Türkçe konuşup yazamıyorum.”

(Benden selam olsun Cumhuriyet Hükümetlerinin tamamına, selam olsun okuma-yazma oranı yüzde 99 oldu, diyen Milli Eğitim Bakanlarına, selam olsun Kürtçe konuşmayı yasaklayanlara).

“Köyümüzde dedelerimizin zamanından beri iş sahası yok. İnsanlarımız geçimini sağlamak için kaçakçılık yapmak zorunda bırakıldı. Köyümüz tarıma elverişli değil. Hayvancılık yapamıyoruz, çünkü yaylalarımızda su kaynağı yok. İlaveten tampon bölge uygulaması yapıldı yaylalarımıza yıllarca. Yaşamamız için iki seçenek kaldı bize. Biri göç etmekti ki, ben ve benim gibiler tek kelime Türkçe bilmiyoruz. İkinci seçenek, mecbur bırakıldığımız kaçakçılık, bebelerimiz için emzik alabilmek için tek çare.”

(Benden selam olsun son otuz yılda Güneydoğu’nun ekonomik kalkınması ve iş imkanları için tam 20 ayrı ekonomik paket açanlara ve o paketlere).

HEP İŞTEN ATILDI

Yazının Devamını Oku

Asıl soru hâlâ ortada: Vur emri kimden

17 Şubat 2012
ÖLÜM adım adım yaklaşıyor. Üç saniye, iki saniye, bir saniye. ”Eyvah, ah, hayır” çığlıkları. Vurulma anı ve ölüm. 34 kişinin cansız bedeni dağın başında yatıyor. Çığlıklar göz yaşlarına dönüyor.

Çığlıklar ve göz yaşları 34 kişinin can verdiği dağda değil, Ankara’da TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyelerinin oturduğu salondan yükseliyor. Komisyon üyelerinden.

Uludere katliamını araştıran komisyon Uludere’den döndükten sonra önceki gün Meclis’te Heron, insansız uçak görüntülerini inceliyor. 34 insanın ölümüne yol açan bombalama olayını saniye saniye kaydeden görüntüleri.

Komisyon üyelerinin yanında görüntüleri gerektiğinde deşifre etmek üzere dördü Genelkurmay, üçü Aselsan’dan olmak üzere yedi uzman var. Ancak, uzmanlara gerek duymadan da, komisyon üyeleri 34 insanı ölüme götüren zamanın görüntülerini izleyebiliyor.

Bombalama anında komisyonda duygular ayakta, bir kaç saniye sonra onlar ölecek. 34 insanın ölüm yolculuğunu izlemenin dehşetine kapılıyorlar.

Yazının Devamını Oku

Gerede’de deri köleleri

16 Şubat 2012
PARMAĞI kesilen işçi var. Kolu kesilen işçi var. Vücudunun çeşitli yerleri kesiklerle dolu işçiler var. Sigortası yatmayan işçiler var.

Varlar karşılığında yoklar eksik değil. Örneğin, fazla mesai karşılığı ücret yok. Yıllık izin yok.

Burası Gerede deri atölyeleri. Bu atölyelerde ham deri işleniyor. Ham deri işleme Tehlikeli İşler Tüzüğü kapsamında. Ancak, tüzük ve kapsam burada pek geçerli değil. Geçerli olan, tehlikeli işler. O tehlikeli işler sonucunda işçilerin sağlığı tehlikeye giriyor.

Gerede’de yaklaşık 120 deri işleme atölyesi var, 2 bin 500 dolayında işçi çalışıyor. Gerede, 2 bin 500 işçi, Türkiye’de kimin umurunda.

SÖZ VERİLDİ

Yazının Devamını Oku

Şike davası Türkiye’nin aynası

15 Şubat 2012
MEŞUM zincir. Türkçesi, gizem kokan, ne olacağı belli olmayan uğursuz zincir. Şike Davasında o zincirin dört halkası var.

Telefon dinleme-Yasaya hapis cezasının girmesi-Tutuklamalar. Meşum zincirin son halkası dün Silivri’de başlayan Şike Davası.

Zincirin ilk halkası Giresunspor Başkanı Olgun Peker’in telefonlarının başka bir nedenle dinlenmesiyle başlıyor. Şike davasının bir numaralı sanığı Olgun Peker’i dinlerken, moda deyimle, teknik takibe Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım takılıyor. Teknik takip daha sonra yaygınlaşıyor.

Meşum zincirin ilk halkası sürerken, yani telefon dinlemeleri devam ederken, ikinci halkaya geçiliyor. Geçen Nisan’da Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi Yasası çıkıyor.

Şike iddialarında daha önce cezayı Futbol Federasyonu veriyor. Orada hapis filan yok. Yasayla birlikte hapis cezası geliyor. Yasa kabul ediliyor, meşum zincirin ikinci halkası tamamlanıyor.

Yazının Devamını Oku

‘Anneyi sorduğunda ne cevap verirler’

14 Şubat 2012
“KALBİ kırılırsa, anlarlar mı? Terleyince üşenmeden anında atlet değiştirirler mi? Bıkmadan sıkılmadan kim oyun oynar onunla? Okula giderken eksikliklerini kim farkeder? Yiyeceklerinin son kullanma tarihine her defasında unutmadan kim bakar? Her akşam ılık sütünü içmesine dikkat edilir mi? Nelerden mutlu olur diye düşünülür mü? Değişik kitapları kim araştırır? Meyveler, sebzeler defalarca sirkeli suyla yıkanır mı?”

Ne MİT-Emniyet savaşı, ne savaşın emniyeti, ne savcının görevden alınması, ne görevin savcısı, ne MİT’çileri kurtarmak üzere acele hazırlanan tasarı, ne acele kurtarmanın MİT’çileri, ne Suriye gerginliği, ne gerginliğin Suriye’si, ne bakanın MİT itirafları, ne itirafların MİT bakanı, ne sürekli yaşadığımız çifte standartlar, ne standartların çifteliği, ne hukukun altüst oluşu, ne altüst oluşun hukuku, ne Karabük’ün Fener’e darbesi, ne darbenin Feneri, ne ceza yasasının 250. maddesi, ne maddenin 250 cezası, ne yeniden gelen soğuk dalgası, ne dalganın soğuğu, ne 2B satışı, ne satışın 2B’si, ne CHP olağanüstü kurultayı, ne kurultayın olağanüstü CHP’si, ne İran’ın füzesi, ne füzenin İran’ı...

Hiç biri bugün beni Gamze Akbaş’ın feryatları kadar ilgilendirmiyor.
GAMZE’NİN FERYATLARI
Gamze Akbaş 28 yaşında genç bir kadın. Evli, üç yaşında Atakan isminde bir oğlu var. Gamze ne yazık ki, lösemi.

Gamze Akbaş’ın kurtulması için üç ay içinde ilik nakli yapılması şart. Birileri, yani hepimiz gidip kan vereceğiz. Kan testi sonunda, aramızdan biri Gamze’ye donör olabilecek, yani iliğini verecek. İlik nakli mümkün olursa, mesele yok.

Yazının Devamını Oku

“Devlet benim”

11 Şubat 2012
MİT’çileri yakalama emri ile birlikte kulislere bir iddia düşüyor. Öne sürüldüğüne göre: MİT’in yüksek bir görevlisi kısa süre önce savcılığa giderek, hapse atılan KCK’lı bilinen bazı kişilerin MİT üyesi olduğunu söylüyor, savcılığın onları serbest bırakmasını istiyor. Savcılık isteği geri çeviriyor. MİT görevlisi ısrar edince, savcılık tersliyor.

Hatta, ısrarda devam ederse, “dikkatli olması” imasında bulunuyor. Bir kaç gündür yaşanan deprem ve artçı şoklar kulislerde konuşulan bu iddia ile başlıyor.

Savcılığın dört MİT üyesine yakalama emri çıkarması, Müsteşar Hakan Fidan’ın Ankara’da ifadesinin alınması girişimi Fidan’ı bu emrin dışında tutmuyor. İfade vermek üzere Ankara Savcılığına giderse, Fidan’ın ne ile karşılaşacağı hiç belli değil.

Yakalama emri daha medyaya yansımadan önce, sabah erken saatlerde cemaate yakın bir gazeteci ile konuşurken, o şu tahminde bulunuyor:
“Bu çok sert bir hesaplaşma, savcılığın peşini bırakacağını sanmıyorum”.

O arkadaş haklı çıkıyor.

KENDİ ESERİ

Pek çok kişi, devlet içinde AKP-Cemaat çatışması, devlet krizi tanımı yaparken, özel yetkili mahkeme ve savcılığa verilen yetkiler de gündemde.

Savcılık açıkça “devlet benim” diyor ve yetkiyi ceza yasasından alıyor. Hükümet savcılara hiç kızmasın, yargıya bu yetkiyi 2004 yılında bizzat bu hükümet veriyor. Bugüne kadar o yetki hükümet karşıtları için kullanılırken ve bu eleştirilirken, Başbakan Erdoğan yargıyı her fırsatta canla başla savunuyor. Örneğin, son gurup konuşmasında:

“Yargıdan neden şikayet ediyorsunuz? Yargı artık milletin yargısı oldu, birilerinin arka bahçesi olmaktan çıktı”.

Şimdi kendisi aynı şikayette bulunuyor. Hakan Fidan’ın İstanbul’a gitmesini önlüyor ama, yakalama emrini engelleyemiyor.

Ayrıca, şimdi büyük çatlağın ortaya çıkmasında odakta yer alan KCK tutuklamalarını yine Erdoğan defalarca savunuyor. O tutuklamalara ve PKK’ya vurulan o darbeye rağmen, bu satten sonra PKK özgür günlere adım atıyor.

HSYK NE YAPAR

Şimdi şu merak konusu.

HSYK acaba nasıl davranacak? Hükümetin işine gelmeyen Deniz Feneri davasında üç savcıyı görevden alan hatta haklarında dava açan HSYK şimdi refleks gösterecek mi?

İçerdeki çatışmadan kudret ve iktidar sahibi bu hükümet ağır yara alıyor. Yargı ne Cumhurbaşkanı tanıyor, ne Başbakan.

Aynı çatışmanın dış politikaya yansıma ihtimali var. Bölgemizde her sorunda efelenmekten geri kalmayan bu hükümetin bölgesel gücüne gölge düşüyor.

Cemaat artı Amerika Erdoğan’a “artık dur” diyor.

CHP’nin iki girişimi askıda

CHP Gurup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan ve Mersin milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün öncülüğünde iki ayrı girişimde bulunuyor:

“Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasını öngören yasa önerisi”.

Hem geçen yıl, hem bu yıl bu mahkemelerin kaldırılması istenen önerisini, her zamanki gibi, AKP dikkate bile almıyor.

CHP özel yetkili mahkemelerin özel yetkili olmaktan çıkıp genel yetkili mahkeme haline geldiğini söylüyor. Anayasal dayanağı olmadığını ekliyor. Ne var ki, AKP bu öneriye kulak asmıyor.

Şimdi ateş bacayı sarınca, Adalet Bakanlığı bir çalışma yürütüyor. Belki özel yetkili mahkemeler yine kalkmayabilir, ancak değişikliğe gidileceği kesin.

Anayasa Komisyonu’nu saran duman

İÇTÜZÜK kavgasında Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in CHP’ye göre “taraflı” davrandığı iddiası konuyu çok hiç akla gelmeyecek bir alana taşıyor.

CHP Konya milletvekili Atilla Kart Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi. Cemil Çiçek aynı komisyonun başkanı. Kart, Çiçek’in içtüzük kavgasında “oturumu taraflı yönettiği” iddiasından yola çıkarak:

“Meclis Başkanı Çiçek’e olan güvenimiz zedelenmiştir. Bu güvensizliğin anayasa çalışmalarına ve o komisyona yansıması olacaktır”.

Nasıl yansıyacak? Anayasa Uzlaşma Komisyonu dağılacak mı? Komisyon öyle tıkanacak ki, çalışmak mümkün olmayacak mı? Partilerden biri komisyondan çekilecek mi?

Şu anda gözler yaşanan çok başka bir şokta. Şu anda komisyona düşen gölge farkedilmiyor. Ne var ki duman içten içe tütüyor.

Emniyet’in MİT intikamı

İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin her zamanki gibi, 12’den vuruyor:

“Kurumlar arasında sorun yok, koordinasyon ileri düzeyde”.

İyi ki, ileri düzeyde, ya bir de olmasaydı? Hangi düzeyde olduğunu Bakan Beyden çok daha iyi bilen emniyetçiler var. İşte örnekleri:

“-Öcalan sürecine biz dahil edilmedik. Bize bırakılsaydı, PKK’yı çoktan çökertirdik. Öcalan’ı önce Özel Kuvvetlere teslim ettiler, sonra MİT’e. PKK ile ikisi de başa çıkamadı.

-Başarılı operasyonların yüzde 87’si Emniyete ait, MİT’e değil.

-Yıllar içinde Emniyet hem çalışma yöntemi, hem yetişen insan gücü açısından atılım yaptı, buna karşı MİT denetimsiz ve çağdışı kaldı.

-Biz her türlü bilgiyi MİT’le paylaşıyoruz, ama MİT bizimle paylaşmıyor”.

Bunlar Emniyetin MİT’e yönelik eleştirileri. MİT ile Emniyet arasında ciddi bir sürtüşme var. Bu sürtüşme MİT’in KCK içinde yapılanması sırasında biraz daha artıyor. Ve ortaya KCK-MİT ilişkisini sergileyen belgeler çıkmaya başlıyor. MİT Müsteşarı Hakam Fidan ifade vermekte direnirse, bu belgelerin medyaya daha fazla yansımasını beklemek sürpriz olmaz.
Yazının Devamını Oku