Yalçın Doğan

Hâlâ 12 Eylül yasası 600 bin işçiye alarm

31 Ocak 2012
15-16 Haziran 1970, Türk işçi hareketinin en büyük eylemlerinden biri.

Bu eylemden sonra İstanbul ve çevresinde sıkıyönetim ilan ediliyor. Yorumlardan biri odur ki, 12 Mart darbesine giden yolda 15-16 Haziran önemli bir gerekçe.
İşçilerin 15-16 Haziran’da eylem nedeni, baraj, bir sendikanın bir iş yerinde toplu sözleşme yetkisi alabilmesi için aşması gereken işçi sayısı.
1970’de dönemin AP iktidarı bu barajı yüzde 33 olarak belirleyen bir yasa çıkartıyor. Bu pek çok sendikanın fiilen kapanması anlamına geliyor. Toplu sözleşme yapma yetkisi bulunmayan sendika ne işe yarar? 1970’de AP iktidarı yüzde 33 baraj ile gerçekte DİSK’i devreden çıkarmayı hedefliyor. İşçiler o nedenle sokaklara dökülüyor.
O yasa “baraj toplu sözleşme ve grev gibi demokratik bir hakkı engeller” gerekçesiyle, Anayasa Mahkemesi’nden dönüyor. Ama, olan olmuş, işçiler yürümüş ve 12 Mart darbesi kapıya çoktan dayanmış.

KIRK YIL GEÇTİ ARADAN

Sendikalar bugün kırk yıl sonra benzer tehlike ile karşı karşıya.
12 Eylül darbesinden kalma bir yasa var yürürlükte. O yasaya göre, bir sendikanın toplu sözleşme yetkisi alabilmesi için bir iş yerinde çalışanların en az yüzde 10’unu üye yapması şart.

Yazının Devamını Oku

Hıs, pıs, tıs, kimseler duymasın ne de olsa Anayasa

28 Ocak 2012
ŞAPKAYI burnumuza kadar indirelim, siyah gözlükleri takalım, paltonun yakasını kaldıralım, aman kimse görmesin, yeni anayasa için öneri götürüyoruz.

Parolayı alalım, saatleri ayarlayalım, siz şurada oturun, biz arabayla gelir,  sizin önünüzden geçerken yeni anayasa önerimizi pencereden size atarız, aman kimse duymasın.

Elimi sağdan sola üç kez çevirirsem, bu temel hak ve özgürlükler demek, başımı sağa sola iki kez oynatırsam, bu Cumhurbaşkanlığı yetkileri demek, sırtımı dönersem yargı bağımsızlığı, sağ ayağımı kaldırırsam seçim yasası, sol ayağımı kaldırırsam siyasi partiler yasası demek, daha fazla uzatmayın, anlayın artık.

Ne oluyoruz? Yeni ve özgürlükçü anayasa yapıyoruz.

Nedir bu? İleri demokrasiyi daha da ileriye taşıyacak yeni bir anayasanın temellerini atıyoruz.

Yazının Devamını Oku

Sarkozy bir aydır bizim ortağımız

27 Ocak 2012
20 Aralık 2011: Fransız Parlamentosu Ermeni soykırım yasasını onaylıyor. 21 Aralık 2011: Başbakan Erdoğan bu karara tepkisini dile getirirken, “Fransız şirketlerini kamu sektöründeki ihalelerde yaşatmayız. Bu durumu hem mevcut sözleşmelere, hem de gelecek sözleşmelere uygulayacağız” diyor.

22 Aralık 2011: Darphanenin açtığı chipli pasaport ihalesini bir Fransız şirketi kazanıyor.

O firma nasıl bir yapıya sahip? İşte, bu soru 32 kısım tekmili birden, insanı heyecandan titretiyor. Fransızlarla maceramızı 12’den vuruyor.

Önce olayı hatırlamak gerek.

ZOR ZANAAT

Türkiye çağdaş dünyaya ayak uydurma faslından chipli pasaport yapmayı tasarlıyor. Elektronik pasaport. Pasaportların kapağına chip takılacak, tasarı bu. Tasarının pratiğe dönüşmesi epey zaman alıyor. Kararlar, ihaleler, iptaller, yeniden ihaleler, malum, bunlar bizde zor zanaat.

Darphane Genel Müdürlüğü 2005 yılı sonunda elektronik pasaporta geçmek için bir Türk firmasıyla ortak olan bir Malezya firması ile anlaşıyor. Bu anlaşmanın hayata geçmesi ve pasaport üretimi tam dört yıl sürüyor. Chipli pasaportlarda ilerleme sağlanamıyor, işler mahkemeye düşüyor.

Oysa, hedefimiz chipli pasaport. 2010’da Dışişleri Bakanlığı kararlı, dünyada altmıştan fazla ülkede chipli pasaport varken, “benim milletim” bundan neden mahrum kalsın, kalmasın.

BEŞ YIL SONRA

Chipli pasaport kapakları için yeni bir firma arayışı başlıyor.

Malezya firmasının sözleşmesi Ağustos 2011’de bitiyor. Darphane Müdürlüğü yeni bir ihale açıyor. İhaleye katılan firmalar uygun görülmüyor, o ihale iptal ediliyor, olabilir, taş atıp kolumuz yorulmuyor ya, Kasım 2011’de yeniden ihaleye gidiliyor.

O ihale olur, bu olmaz derken, zaman geçiyor. Darphanenin de acelesi var, çünkü elinde 2005’ten kalma chipli pasaport kapakları stoğu bitmek üzere.
Nihayet 22 Aralık 2011 günü derin bir nefes alıyor Darphane Müdürlüğü ve Dışişleri. Chipli pasaport üretimi Fransız firmasına veriliyor. Neden? Hak yemeyelim, ucuz olsun, diye. Hangi gün?

Tam Fransa Meclisinde soykırım yasası kabul edildikten 48 saat, Başbakan Erdoğan’ın, “Fransız şirketlerini kamu sektöründeki ihalelerde yaşatmayız” demesinden 24 saat sonra.

Pasaport pasaporttur, söz sözdür, artık ne yapalım, olmuş bir kere.

SIKI DURUN

Olan olmuş, ama perde asıl şimdi açılıyor. Şimdi sıkı durun.

İhaleyi kazanan Fransız firmasının yüzde 8 payı Fransız Devletine ait. Bunun yüzde 51’i Fransız Parlamentosunun, yüzde 49’u da Fransız Cumhurbaşkanının, bu durumda Sarkozy’nin denetiminde.

Uzun ve dolaylı lafa gerek yok.

1- Bizim pasaportlar, Ermeni soykırım yasasını kabul eden Fransız Parlamentosu’nun denetiminde.

2- İhale üzerinden de olsa, Sarkozy ile “beraber yürüyoruz biz bu yollarda”.

Sarkozy bizim için iş yaptığına, bizim pasaportları denetlediğine göre, artık ortağımız sayılır. Ne de olsa, birlikte iş yapıyoruz. Madem ki, bir aydır hem o, hem
Fransız Parlamentosu bizim ortağımız, Sarkozy şöyle, Fransız Parlamentosu böyle diye nutuk atmak bize yakışmaz.

İnsan ortağına öyle laf etmez.

İnsan hakları karnesi

TÜRKİYE İnsan Hakları Vakfı Türkiye’deki insan hakları ihlaleriyle ilgili büyük emek vererek, ayrıntılı bir rapor hazırlıyor. Bunu Meclis İnsan Hakları Komisyonuna sunuyor.

O rapora göre, 2003-2011 arasındaki döküm şöyle:

Faili meçhul cinayetler: 121.

Yargısız İnfaz, Rastgele Ateş: 331.

Gözaltı ya da Cezaevinde Ölümler: 232.

O rapo rda özellikle 90’lı yıllarda aynı olayların sayısı felaket. 1990’dan 2011’e kadar toplam 1901 insan hakları ihlali kayıtlara geçiyor.

Demek ki, güvenlik güçlerinin, hapisane personelinin insan hakları konusunda daha çok eğitime ihtiyacı var. Siyasal iktidarın bu gibi şikayetlerde çok daha hassas davranması gerektiği ortaya çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

Yurttaşlıktan atıldı, sonra Kültür Ataşesi olarak atandı

26 Ocak 2012
FAİLİ meçhul cinayete kurban giden Musa Anter ile Cüneyt Zapsu akraba. Anter’in eşi Hale Hanım Zapsu Ailesinden. Cüneyt Zapsu bir ara Tayyip Erdoğan’ın danışmanlarının başında geliyor. Musa Anter ile Hale Hanımın sürgündeki oğlu Anter Anter kırk yıl sonra ülkesine dönüyor. Erdoğan’ın özel izniyle.

Anter Anter yurttaşlıktan çıkartılıyor, Türkiye’ye girişi yasaklanıyor. Bu yasağın nedenini kendisi de bilmiyor. Anter Anter Türkiye’de yaşadığı yıllarda siyasal anlamda pek faal değil. Buna rağmen, yurt dışına gitmeyi tercih ediyor. Ardından yasaklarla karşılaşıyor.

Bir yurttaşın, yurttaşlıktan çıkartılmasına rağmen, kendi ülkesine dönmesinde yasak konmasının anlamı ne? Özel izin mi gerek ülkesine dönmesi için? Bu yasakları toptan kaldırılmak çok mu zor?

SÜRGÜNDEKİ RESSAM

Sürgün, yurttaşlıktan çıkartma gibi insan haklarına aykırı uygulamalar sadece askeri dönemlerde yaşanmıyor. Bu ayıbı seçilmiş hükümetler de işliyor. Ama, tersi örnekler de var.

Dün CHP eski milletvekili ve emekli büyükelçi Onur Öymen’le konuyu görüşürken, Öymen başından geçen bir anıyı aktarıyor.

Öymen Kopenhagen’de (Danimarka) büyükelçi iken, kendisine sürgünde yaşayan bir avukat, aynı zamanda ressam bir kişi başvuruyor. KÖY-KOOP Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Kocaman.

Kocaman 12 Eylül mağdurlarından. Köylülerin örgütlenmesinde emeği geçiyor. 12 Eylül o nedenle kendisinin peşine düşüyor. Kocaman kurtuluşu Danimarka’ya ilticada buluyor. Yani, sürgünde.

Onur Öymen sürgündeki Türk yurttaşlarının affı için uğraş veriyor. Bunun sonucunda Danimarka’da sürgündeki 170 kişi yeniden Türk yurttaşlığına kabul ediliyor. Onlar Türkiye’ye dönüyor.

SAĞLAR’IN ATAMASI

Türkiye’ye dönenler arasında Cevdet Kocaman da var.

Fikri Sağlar o dönemde Kültür Bakanı. Bir kaç yıl önce Birgün gazetesindeki yazılarından birinde Sağlar bu olayın çarpıcı devamını anlatıyor.

Sağlar, Cevdet Kocaman’ı Kültür Bakanlığına önce danışman olarak alıyor, bir süre sonra onu sürgünde yaşadığı Kopenhagen’e kültür ataşesi olarak atıyor.

Atama kararı Çankaya Köşkü’nden dönüyor. Sağlar Cumhurbaşkanı Demirel’i ikna ediyor, sürgündeki Kocaman Danimarka’ya Türkiye Cumhuriyeti Kültür Ataşesi olarak dönüyor.

Bakarsınız Anter Anter’e de günün birinde devlet görevi verilir. Hayat bu.

Bu limandan meçhule gemi kalkmaz

TAM iki yıl önce, 26 Ocak 2010 AKP Grubu’nda Başbakan Erdoğan:
“Bugün bizim yaptığımız Hrant Dink’in, Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, tüm kirli saldırıların üzerindeki sis perdesini kaldırmak, tüm bu olayları aydınlığa kavuşturmak ve gelecekte benzer melanetlerin yaşanmasını önlemeye yöneliktir. Faili meçhullerin faili malum hale gelmesinden kim, niye korkuyor?”
Her kelimesine katılmayan namerttir. Uğur Mumcu cinayetinin 19. yılında, iki gün önce, CHP Mersin milletvekili Ali Rıza Öztürk Meclis’de bir girişimde daha bulunuyor.

Faili meçhul cinayetlerle ilgili Meclis araştırması açılmasını isteyen bir önerge veriyor. Bu Ali Rıza Öztürk’ün aynı konuda verdiği sekizinci önerge.
Tayyip Erdoğan’ın kapı gibi sözleri var, “faili meçhulleri faili malum hale getirmek” sözü. Yine Erdoğan’ın sözü ile, “kim, niye korkuyor” bilinmez, Öztürk’ün araştırma önergesi sekizinci kez AKP oylarıyla ret ediliyor. Sekiz CHP önergesi ayrıca dört de BDP önergesi var, toplam on iki önergeye AKP’den toplam on iki kez ret. Darbeleri yargıya taşıyan AKP faili meçhullere el süremiyor.

Yahya Kemal ünlü şiirinde, “meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan” diyor. Yok, bu limandan meçhule gemi kalkmaz. Öyle demir atmış ki, yerinden oynamıyor.

Doğan Yurdakul’un anjiyo macerası

ODA TV sanıklarından, bir yıla yakın süredir tutuklu olan Doğan Yurdakul hasta. Kalbinde üç damar tıkalı. Bir an önce anjiyo yapılması gerek. Şimdi seyreyleyin macerayı.

Birinci aşama, mahkeme Doğan Yurdakul’u Adli Tıbba gönderiyor. İkinci aşama, Adli Tıp, “size anjiyo yapılması gerek, ama buna mahkemenin karar vermesi şart” diyor. Üçüncü aşama, mahkeme “evet anjiyo yapılsın” diye karar verecek. Dördüncü aşamada, Allah izin verirse, Doğan Yurdakul’a mahkemenin belirleyeceği bir hastanede anjiyo yapılacak.

Mahkeme-Adli Tıp-mahkeme arasında pinpon topu gibi. Sistem bu. Tutuklu hastanın tedavisini güçleştiren bir sistem. Kaldı ki, anjiyonun hangi hastanede yapılması gerektiğini mahkeme nereden bilecek?

Bu kadar bürokrasinin alemi yok, anjiyo denildiğine göre, hiç vakit kaybetmemek gerek. Öyle bir adalet sistemi ki, neresine dokunsanız, elinizde kalıyor.

Adalet Bakanlığı bu saçmalığı düzeltmeyi düşünüyor mu?
Yazının Devamını Oku

Tepedeki son senaryo

25 Ocak 2012
BAŞBAKAN kim olacak? Kim AKP Genel Başkanı olacak?

2014 Cumhurbaşkanı seçimine daha iki buçuk yıl var. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı adayı olur ve seçilirse AKP’nin başına kim geçecek? Aslında seçilmezse de, soru yine aynı, çünkü AKP tüzüğüne göre, bir kişi en fazla üç kez milletvekili olabiliyor. Yani, Erdoğan 2014’de milletvekili, dolayısıyla Başbakan olamıyor.
Bu durum çeşitli senaryoları beraberinde getiriyor. Bunlardan bazıları medyada yer alıyor. Yer almayan bir başka senaryo şöyle.

AKP’de Genel Başkan ayrı, Başbakan ayrı olacak. İkisi birbirinden ayrılıyor. İddiaya göre, Erdoğan’ın böyle bir planı, düşüncesi var.
DAVUTOĞLU VE TOPBAŞ
Rivayete göre, Cumhurbaşkanı seçilirse, Erdoğan AKP’de gücün tek elde toplanmasını istemiyor. Güç bölünecek ki, Cumhurbaşkanı rahat edecek.

Yazının Devamını Oku

Devlet sır perdesine bürünüyor

24 Ocak 2012
BİRİNCİ madde, şef haklıdır. İkinci madde, şefin haklı olmadığı durumlarda birinci madde geçerlidir. İşte, o fıkra gibi.

Devlet Sırrı Yasa Tasarısı’nın 3. maddesi: “Devlet sırrı (...) gizli kalması gereken bilgi ve belgelerdir”.
Aynı tasarının 4. maddesi: “Devlet sırrı niteliği taşımayıp da, ülke çıkarlarına zarar verebilecek nitelikteki bilgi ve belgeler, gizli bilgi ve belge kabul edilir”.
Yasadaki tanıma göre, “açıklanması, öğrenilmesi, devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek” nitelikte ise.
Şefin haklı olmadığı durumlarda, şef haklıdır maddesi gibi. “Milli güvenliğe zarar verir” denildiği anda, her şey sır perdesine bürünecek. Yetmiş beş yıl gizli kalacak.
Meclis komisyonlarında görüşülmeye başlanan Devlet Sırrı Yasa Tasarısı öyle maddelerle dolu ki, bu tasarı kabul edilirse, devlet artık sisler içinde. Her türlü denetim mekanizması kapanıyor. Bilgi edinme hak getire. Örtülü sansür. Böyle yasa ile hangi demokrasi.

YARGI YOLU KAPALI

Yazının Devamını Oku

Rahat uyu Türkiye, CHP’de kurultay var

21 Ocak 2012
MUHALİF kadro CHP’de muhteşem bir başarıya imza atıyor, helal olsun onlara, tüzük kurultayı toplanıyor.

CHP neden iktidara gelemiyor, geçmişte ciddi sorumluluk taşıyan herhangi bir CHP yöneticisi kendisine bu soruyu soruyor mu? Pek sanmıyorum.

CHP’ye iktidar kapısı açabilecek yeni bir program üzerinde kafa patlatıyor mu, geçmişte ciddi sorumluluk taşıyan herhangi bir CHP yöneticisi? Pek sanmıyorum.
İktidarın uygulamalarını günü gününe izleyerek, onlara alternatif arayışlara giriyor mu, geçmişte ciddi sorumluluk taşıyan herhangi bir CHP yöneticisi? Pek sanmıyorum.

Ama eminim, geçmişte ciddi sorumluluk taşıyan herhangi bir CHP yöneticisi Çemişkezek ilçe yönetim kuruluna Ali mi gelsin, Veli mi, Kördere Mezrasından Ahmet mi bize yakın, Mehmet mi, Sağırhan Köyünden Hasan’ı mı ilçe yönetimine alalım Hüseyin’i mi, gibi Türkiye’nin en stratejik, en hayati konularıyla ilgili gece yarılarına kadar mesai harcıyor.

Yazının Devamını Oku

Nerede örgüt var nerede yok

20 Ocak 2012
BAYRAK sallamak, kitap bulundurmak örgüt suçu.

Buna karşılık, Hrant Dink cinayetinde dönemin Trabzon İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz’ün Hrant Dink’in öldürüleceğine ilişkin önceden bilgi sahibi olmasına rağmen, bunu sakladığı iddiası var. Albay Öz ihmalden yargılanıyor, ihmalden altı ay hapis cezası alıyor. Bu cinayette örgüt yok.
Nerede örgüt var? Ankara’da köprüye pankart asan gençler terörist, onlar örgüt üyesi.
Buna karşılık, dönemin Trabzon Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Yüzbaşı Metin Yıldız. Cinayeti altı ay önce ihbar eden Coşkun İğci’yi Albay Öz’ün emriyle, susturmakla görevli olduğu iddia ediliyor. Yüzbaşı Yıldız altı ay hapis cezası alıyor. Bu cinayette örgüt yok.
Nerede örgüt var? Konser için bilet satan öğrenciler terörist, onlar terör örgütü üyesi.
Buna karşılık, o dönemde Trabzon’da görevli Jandarma Başçavuş Okan Şimşek, Uzman Çavuş Veysel Şahin  ihmal suçuyla dörder ay hapis cezası alıyor. Bu cinayette örgüt yok.
Nerede örgüt var? “Parasız eğitim istiyoruz” diye pankart açan öğrenciler terörist, onlar örgüt üyesi.
Buna karşılık, Hrant’ın öldürülmesi için biri mermileri sağlıyor, diğeri para veriyor, başkaları tetikçiye her türlü maddi ve manevi yardımda bulunuyor, birileri cinayeti planlıyor, birileri katilin kaçmasına yardım ediyor, bunlar buzdağının görünen bölümündeki 18 kişi. Bu cinayette örgüt yok.

Yazının Devamını Oku