Onların yakınları savcılığa başvuruyor. Yaşam hakkının ihlal edildiğini söyleyerek, 12 Eylül döneminde cezaevleri yönetimleri ile diğer kamu görevlileri hakkında soruşturma açılmasını istiyor. Otuz iki yıl, çoktan zaman aşımına uğraması gereken yaşam hakkı ihlalleri. Yok, öyle değil.
Daha yirmi gün önce, 22 Şubat 2012’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 1980’e ait bu istemle bağlantılı, zamanaşımına ilişkin önemli bir adım atıyor.
AİHM’DEN ÖRNEKAnkara CumhuriyetBaşsavcılığı değerlendirmesi şöyle:
“Yaşama hakkı ile işkence yasağına hiç bir istisna getirilemez.”
Ardından daha çarpıcı bir hukuk kuralını vurguluyor:
“Yaşama hakkı savaş halinde bile, ihlal edilemez.”
Başsavcılık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu yöndeki kararları ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yukarıdaki maddelerinin altını çiziyor ve devam ediyor:
Bir yılı aşkın tutukluluk ardından dün Nedim’i, her zamanki gibi, ayakları yere basan, ne yaptığını bilen bir gazeteci ve bir baba olarak görüyorum. Telefonda Nedim’e hapisten çıktığı gece ne yaptığını soruyorum. Nedim:
“Sabah 3’e, 4’e kadar eşimle ağlaştık, hazmetmeye çalıştık. Geride kalan bir yıl ben hep, hapisten çıktıktan sonra ne yapabilirim, bu bir yılı ülkemiz için nasıl faydaya dönüştürebilirim diye düşündüm. Ben ideolog değilim, imam değilim, politikacı değilim, ben gazeteciyim. Beni ve diğer gazeteci arkadaşlarımı politik savaşın ortasına attılar. Bizim üzerimizden ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü kısıtlamalarına gittiler, bu çok yanlış.”
EŞİNİN GÖZLEMİ
Haksız yere bir yıl hapiste kalan bir insanda en doğal duygu öfke olsa gerek. Eşi Vecide’nin gözlemi farklı:
“Öfkeli değilsin.”
Nedim, tanıdığım Nedim gibi yanıtlıyor:
Arkadaşı AKP milletvekili:
“Patron istiyor, en geç pazar günü çıkartmamız lazım.”
Aynı saatlerde Meclis Başkanı Cemil Çiçek CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu arıyor:
“Eğitim Komisyonu’nda sizden sadece üyeler kalsın, üye dışındaki milletvekilleri salondan çıksın.”
TV’lerin tam flaş, flaş, flaş diye gürültü çıkartacakları bir haber. Özel yetkili savcı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve dört MİT üyesi için soruşturma izni vermesi amacıyla Başbakan Erdoğan’a başvuruyor. Vay anasına sayın seyirciler.
Daha geçen ay aynı savcılık Fidan ve arkadaşlarını sorgulamak üzere çağrıda bulunuyor, gelmeyince, haklarında yakalama emri veriyor, ama iktidar müthiş bir hızla özel yasa çıkartıyor. Buna göre, Başbakanın görev verdiği kamu yetkilileri, terör suçları dahil, ancak Başbakan’ın izniyle soruşturulabiliyor.
Özel yetkili savcılık özel yasaya ve daha önemlisi Erdoğan’a rağmen geri adım atmıyor. Soruşturma açmak için izin istiyor.
SAVCILARIN CESARETİBurada iki temel soru var.
Hiç kimse inkar etmiyor, ortada bir gerçek var, Erdoğan güçlü bir Başbakan. Güçlü bir çoğunluğun, etkin bir yürütmenin lideri. Bu tartışılmaz.
Buna rağmen, savcılar MİT’çileri soruşturma izni isterken, bu cesareti nereden alıyor? Erdoğan’ın gücünü, özel izin yasasını bile bile. Soruşturma izninde ısrar eden savcının görevden alındığını bile bile.
Yalın ifade ile, “cesareti hukuktan, ellerindeki dosyadan alıyorlar” demek mümkün.
- Bir çocuk gösteride polise taş atıyor. Hapse giriyor. Aynı gösteride bir başkası da yakalanıyor, bu çocukla birlikte aynı hücreye konuyor. O kişi, taş atan çocuğa tecavüz ediyor. Daha sonra ikisi de KCK’den tutuklanıyor.
- A.T. 17 yaşında, tek başına hücreye atılıyor. Hücrede boncuk yapıyor. Beş liralık elektrik borcunu ödeyemiyor, boncuklarına el konuyor.
- 15 yaşındaki Y.A. tutuklular tarafından öldürülüyor. Açılan davada hapishane görevlileri beraat ediyor. Dosya Yargıtay’da.
Pozantı Cezaevi’nde 218 çocuk var. 39’u Terörle Mücadele kapsamında. 34 koğuş var. Çocuklar 30, büyükler 4 koğuşta kalıyor. Koğuşlar ayrı olsa da, büyüklerin ve çocukların aynı hapishanede kalması tecavüz rezaletini tetikliyor.
218 çocuk, 218 trajedi. Başına gelenlerden sonra toplum dışına itilmeye hazır 218 çocuk.
MÜDÜRLERE TERFİ
CHP’nin Pozantı Raporu yukarıda özetlediğim insanlık dışı olayları aktarıyor. Aynı rapordan:
Zeynep polisi arıyor, polis “ancak kötü bir şey olursa müdahale edebiliriz” karşılığını veriyor. Annesinin evine gitmeye karar veriyor. Üç çocukla nasıl gidecek? Boşanmadığı için ayni-nakdi yardım alamıyor.
* * *
Özlem dokuz yılık evli, bir çocuğu var. Eşinden sürekli şiddet görüyor. Karakola gidiyor, hastaneden sağlık raporu alıyor. Karakolda kendisine hakları anlatılmıyor, bekleme odasına alınıyor. Bir de bakıyor ki, eşi karakoldaki bekleme odasına geliyor. Özlem evine gitmek istemiyor, polis “biz kocanın kulağını çektik, haydi evine git” diyor.
* * *
Eser cinsel tecavüze uğruyor. Kendisine tecavüz eden adamla evlendiriliyor. Sonra kaçıyor. Bir başka kişinin tecavüzüne uğruyor. Aile bu adamla evlenmeye zorluyor, evleniyor. İki evliliğinden iki oğlu oluyor. Yeni kocası iki çocuğa da tecavüz ediyor.
Bu örnekleri “Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, 2010-2011 İzlenme Raporu’dan” aktarıyorum. Buna benzer insanın kanını donduran daha pek çok örnek var o raporda.
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Türkiye’de “kadınlar günü” denilince, akla önce ne yazık ki, kadına şiddet geliyor. Türkiye’de şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 39.
Kürecik Radar Üssü’ne baskın yapacaklar. Sinan Cemgil ve arkadaşları o baskını gerçekleştirmek isterken Nurhak Dağlarında hayatlarını kaybediyorlar.
Sinan Cemgil, bir dönemin 60’lı ve 70’li yıllarda solun efsanevi devrimci liderlerinden biri. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla aynı grupta.
Halkın kurtuluşu için kendilerini, devrime adamışken, bir muhtarın ihbarı üzerine çevreleri kuşatılıyor ve o çemberden bir daha çıkamıyorlar.
Bugün Malatya Kürecik’te tartışmalara neden olan radar üssünün geçmişte böyle bir dramı var.
135. GÜNBelki de, o devrimci geleneğin ürünü olarak, kürecikte bugün de bir direniş var. Direniş 135. gününde.
Geçen ay Malatya ve Kürecik hareketleniyor. Amerikalı askerler geliyor. Orada kurulacak füze kalkanı için, Amerikalılar dikkatli. Gerçi onlar sıkı koruma altında ama, yine de ortalıkta pek görünmüyorlar.
Kürecik’teki radar üssünün kuruluşu 1960’lara kadar gidiyor. Erken uyarı sistemi kuruluyor, o tarihte Sovyetlere karşı.
Kadın ve Aileden sorumlu Bakanlık 236 kadın örgütü ile örnek bir işbirliğine gidiyor. Onlarla kadına yönelik şiddetin önlenmesine dönük, altı ay ortak çalışma yürütüyor.
Herkes memnun, hayır değil. Çünkü, Bakanlık kadın örgütlerinin taslağı üzerinde çalışmaktan vazgeçiyor, ayrı bir taslak hazırlıyor. Bununla birlikte, geceli gündüzlü ortak çalışma bu kez Bakanlığın hazırladığı taslak üzerinde devam ediyor. Ve bu taslak Bakanlar Kuruluna sunuluyor.
Ancak Bakanlar Kurulu, kadın örgütleri ile ortaklaşa çalışmış taslağın birçok hükmünü çıkartarak ya da değiştirerek 24 Şubat’ta TBMM’ye başka bir taslak sunuyor.
Taslağın adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak değiştiriliyor. Kadın örgütleri buna itiraz ediyor: