Yalçın Doğan

Dört gün sonra “Milli irade” bayramı

19 Nisan 2012
KARŞI karşıya oturduğu toplantıda, ayrıca yazılı olarak benzer istemde bulunuyor CHP milletvekili Atilla Kart. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e tutuklu milletvekilleri ile ilgili soru yöneltiyor:

“Tutuklu milletvekilleriyle ilgili olarak milli irade kavramıyla bağdaşmayan bir hal söz konusudur. Meclis Başkanının halkın iradesine sahip çıkmak anlamında tutuklu milletvekillerini kucaklaması gerekirken, soyut ve şekli söylemlerle bu süreci geçiştirdiği görülmektedir. Milli iradenin temsilcisi olan Meclis Başkanı demokrasi ve toplumsal barışımız adına harekete geçmelidir”.
Bu görüş sonrasında Atilla Kart, Cemil Çiçek’e, bugüne kadar tutuklu milletvekillerini neden ziyaret etmediğini soruyor. Kart’ın yazılı sorusunu Çiçek, Başkan Vekili aracılığı ile yanıtlıyor, “Meclis Başkanı görev ve yetkilerini Anayasa ve içtüzüğe göre yürütmektedir” diyor. Doğrudan bir yanıt vermiyor.

TARHAN-TÜRMEN

Gerek Başbakan Erdoğan, gerekse AKP sözcüleri her fırsatta milli irade kavramını vurguluyor. Ne güzel. Erdoğan Atatürk’ün Büyük Millet Meclisi’ne vurgu yaptığı telgrafını okuyor. Ne güzel. Dört gün sonra 23 Nisan, Ulusal Egemenlik Bayramı. Ne güzel.
Ancak, sekiz milletvekili, yani milli irade on aydır tutuklu. Bu durumda milli irade demek, boş laftan öteye gitmiyor. O boşluğu doldurmak için CHP’den Emine Ülker Tarhan ve Rıza Türmen Aralık ayında tutuklu milletvekillerinin serbest kalması ama, yargılamanın yine devam etmesini öngören bir yasa önerisi hazırlıyor.
CHP’nin bir başka önerisi de Eylül ayına ait. Her ne kadar AKP sözcüsü Hüseyin Çelik “CHP bu konuda hiç bir şey yapmıyor” dese de, o öneriler aylardır Adalet Komisyonuna bağlı alt komisyonda bekliyor.
Sorun AKP’nin harekete geçmesiyle çözülebilir. Çünkü çoğunluk AKP’de. Seçimlerden on ay sonra hala bu konuşuluyorsa, AKP adım atmadığı için. Hapiste bir AKP milletvekili olsaydı, on ay beklenir miydi, sanmıyorum.

ÇÖZÜM VAR

Yazının Devamını Oku

O koltuk boş, sahibini bekliyor

18 Nisan 2012
BUNDAN sonra dünyadan Silivri’ye çok daha fazla ziyaret gerçekleşecek.

Çeşitli siyasal örgütler, edebiyatçılar, bilim adamları, gazeteciler, artık kimler ise. Bunun ilk işaretine önceki gün tanık olunuyor.
Önceki gün on iki kişilik bir heyet Silivri’de Ergenekon’dan tutuklu CHP milletvekilleri Mehmet Haberal ile Mustafa Balbay’ı ziyaret ediyor. Dünya Organ Nakli Örgütü yöneticileri ile Avrupa Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu yöneticilerine CHP milletvekilleri Atilla Kart ve Nur Serter eşlik ediyor.

“BU BENİM ÜLKEM DEĞİL”

Haberal karşısında dünya çapındaki meslektaşlarını görünce heyecanlanıyor, “yanlış anlaşılmasın, ben davet etmedim” deyince, Dünya Organ Nakli Örgütü eski başkanı Geremi Chapman söz alıyor:
“Genel kurul toplandığında, ben sağımdaki koltuğu boş bıraktım, o koltuk seni bekliyor. Senin tutuklandığını duyduğumuzda, inanamadık, biz seni tanıyoruz, senin şimdi en büyük ızdırabın, hastalarına bakamamandır”.
Haberal heyecanlanıyor:
“Ben ülkemi yıllarca yurt dışında temsil ettim, şimdi bakıyorum da, bu benim ülkem değil”.

Yazının Devamını Oku

‘Bana Bir Türkü Söyleyin Yarınlara Uzansın’

17 Nisan 2012
KURŞUNLAR CD’ye ve kasete isabet ediyor. CD ve kasedi çantasında taşıyan müzisyen kurtuluyor, ama onu hapishane bekliyor.

O Grup Yorum müzisyeni.
Gözaltılar, hapisler, baskılar, Grup Yorum’un bal eylediği acılar. Onlar bu acılara 1985’ten beri alışkın, günümüz dahil. 1985’te 12 Eylül’e tepki olarak doğan bir grup. Bugün de, İleri Demokrasi adı altında süren baskılara karşı direnen müzik ekibi.
Onlar 12 Eylül ile başka türlü hesaplaşıyor. Verdikleri konserlerle. Önceki gün konserlerini tam iki yüz bin kişi izliyor. Bir konserde iki yüz bin kişi. Bu aynı zamanda halen var olan baskıya karşı toplumsal direnişin ifadesi.
Grup Yorum’u 1985’te Marmara Üniversitesi’nde dört öğrenci kuruyor. Kemal Sahir Gürel, Tuncay Akdoğan, Metin Kahraman, Ayşegül Yordan. Faşizme ve emperyalizme karşı mücadele adına.
DİRENİŞ RUHUKurulduğu günden itibaren hem polisin, hem halkın gözdesi. Polis onları bastıkça, konserlerine halk daha çok katılıyor. Biletlerine ambargo konuyor, onlar meydanlara yine de yüz binleri topluyor. Son konserde sahne alan Zülfü Livaneli ile konuşuyorum dün. Livaneli:
“Yaptıkları ideolojik, ilkel müzik değil, direnişi sergileyen protest müzik. Folk şarkıları da var, Latin Amerika marşları da var, rock müzik de var. Özünde direniş müziği. Üyeleri sürekli değişiyor. Genç insanlar. Konsere gelenler yine genç, emekçi kitleler, tam sosyalist sol bir kitle”.
Faşizme, hapishane katliamlarına, doğal yıkımlara karşı özgürlükçü bir ses. Mey, bağlama, kaval gibi yerel çalgılar yanında, trompet, gitar, keman, obua gibi evrensel aletler de çalıyorlar.

Yazının Devamını Oku

‘Tarihi insan gibi yaşamak güç iştir’

14 Nisan 2012
YİNE bir kişiyi alıyor, o kişinin olayların içindeki rolünü anlatıyor, aynı anda o olayı yine tarihe götürüyor, günümüze çizgi çekmeyi ihmal etmiyor. Yine bir olayı alıyor, bizi tarihe götürüyor, bu kez olaylarla insanlar arasındaki ilişkiyi netleştiriyor, tarihi olaya günümüzde anlam yüklemek açısından, halen yaşanmakta olan bir olayla karşılaştırıyor. Bir yandan tarihçilik sergilerken, öte yandan günümüzün tarihini kayda geçiyor. Tipik Soner Yalçın.
Değerli meslektaşım Soner Yalçın bir yılı aşkın süredir Oda TV davasından tutuklu. Yazı yazamıyor, belli ki, hapiste bol bol okumayı sürdürüyor. Okurken, elinden kalemi düşürmüyor.
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde yüze yakın gazeteci tutuklu. Çoğu kendi açısından hapishane günlerini anlatan kitaplar yazıyor. Çok normal. Onlardan biri de, Soner Yalçın. O da, geçen hafta piyasaya çıkan bir kitap yazıyor, “Samizdat, Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var Mı” başlığı ile.
İSİM RUSYA’DAN
Samizdat ne demek?
“Olağanüstü dönemlerde, baskıdan sansürden kaçabilmek için kitaplar, tüm tehlikeler göze alınarak, gizlice yazılıp, gizlice basılıp dağıtılıyor. Ruslar bu kitaplara Samizdat adını veriyor ve bu isim evrensel hale geliyor”. (a.g.k., s.529).
Soner Yalçın da, Ruslara gönderme yaparak, kitabına bu başlığı atıyor.
Soner’in kitabı hapishane güncesi değil. Ama, hapiste gördüğü kişilerden, yaşadığı olaylardan yola çıkarak, günümüzle hesaplaşıyor. Hesaplaşırken, her zaman yazılarında ve kitaplarında mutlaka yaptığı gibi, bizim tarihimizdeki benzer olaylarla karşılaştırıyor. Günümüzdeki olay, bu karşılaştırma ile yerine oturuyor.
BOL CD, BOL İHBAR
Soner Silivri’de yatıyor. Ergenekon ve Balyoz’dan tutuklu insanlarla birlikte. O davalarda yargılanan bazı insanların yaşadıklarını aktarırken, onların hapse nasıl düştüğünü anlatıyor.
Bilinmeyen biri herhangi bir kişiyi ihbar ediyor, ihbar edilen kişinin evinde yapılan aramalarda CD’ler çıkıyor, suç unsuru olarak.
Dönem CD ve ihbar furyası dönemi. O furyada ilginç olan, aramada ele geçirilen bir CD, nasıl oluyorsa, hemen ertesi gün, poliste ve savcılıkta daha incelenmeden bir gazetede yayınlanıyor. Soner kitabında bunun pek çok örneğini aktarıyor. Geçmişte adam takip etmenin yerini günümüzde CD’ler üzerinden ihbarlar izliyor. Ve gelsin suçlamalar. Ardından tutuklamalar.
GAZETECİLER
Bir solukta okuduğum kitap boyunca, Soner sürekli gazetecilerle hesaplaşıyor.
Kitapta adı, sanı bilinen pek çok gazeteci var. Her birinin duruşu, davaları ele alma biçimi, siyasal iktidar karşısındaki tavrı, adalete bakışından hareketle, Soner onları kendi açısından değerlendiriyor.
Soner’in verdiği karnede pek çok gazeteci, isim isim, sınıfta çakıyor. Elek üstünde kalan pek az gazeteci var. Bu büyük ölçüde doğru. Bazı gazetecilerle ilgili olarak ise, içinde bulunduğu durumdan dolayı, anlaşılabilir ve haklı hassasiyetleri oluşmuş olabilir. Ama, şu gerçek ki, son yıllarda çok sayıda gazeteci hiç iyi sınav vermiyor. Soner bunu Edip Cansever’in dizesiyle vurguluyor:
“Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak/Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir”. (a.g.k., s.337).
Nefis bir tanım, muhteşem bir gözlem, kıskançlıkla sarılmaya hasret bir bilgelik. Cümle aleme örnek olsun.
HÜZÜN VE HIRS
Özellikle kendisi ile ilgili yazılanlarla bağlantılı olarak Soner sık sık bu gibi alegorilere yer veriyor kitabında. İnsanların, özellikle gazetecilerin kaçı yarın aynaya bakabilecek? Ve nasıl? Mesele bu, “olmak ya da olmamak değil”.
Kitabı bitirdiğimde içimi hüzün ve hırs basıyor. Meğer çok özlemişim Soner Yalçın’ın yazılarını, üslubunu, bilgi ve zeka dolu anlatılarını.
Kendine iyi bak Soner.
Yazının Devamını Oku

Batı Çalışma Grubu’na ‘balans ayarı’

13 Nisan 2012
TAHA Akyol, Umur Talu ve ben. 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı patronumuz Aydın Doğan’a baskıda bulunuyor, üçümüzün gazeteden (o sırada Milliyet) atılmamızı istiyor. Aydın Doğan kabul etmiyor, direniyor. Direnmeyen başka gazete patronları var.

Kendimi 28 şubat mağduru sayabilirim. Ama, bu satırları asla mağduriyet duygusu ile yazmıyorum. Son söyleyeceğim, aslında ilk söyleyeceğim söz:
Yaşasın, darbelerle hesaplaşıyoruz, davulları en tehlikeli rövanşist duygular. Bundan uzak durmak gerek, yoksa toplumda yıllara uzanacak derin uçurumlar doğar.
HALKA GENİŞLEYEBİLİR
Bir gün önce Meclis’te “Darbeleri Araştırma Komisyonu” kurulması kararlaştırılıyor, dün sabah 28 Şubat darbesini soruşturmak için düğmeye basılıyor. Sorumlu olduğu öne sürülen çeşitli rütbelerdeki general, subay ve astsubaylar gözaltına alınıyor. Beklenen gelişme.
Gözaltına alınanlar Batı Çalışma Grubu (BÇG) üyeleri gibi. 28 Şubat’ı fiilen yürüten, stratejisini çizen, iktidardaki Refahyol Hükümetini devirme girişiminde bulunan gurup. Bu ilk halka. Muhtemeldir ki, halka önümüzdeki günlerde genişleyebilir.
HAS OLMAYAN DUYURU
Dünkü aşamaya gelirken önemli dönemeç, Numan Kurtulmuş’un liderliğindeki HAS Parti suç duyurusu. İş adamlarını, gazetecileri kapsayan duyuru. Seçimlerde hiç bir kıymet-i harbiyesi olmayan bir partinin işgüzarlığı. İşte, rövanşist duygu bu.

Yazının Devamını Oku

Logodaki Kur’an-ı Kerim ve Kılıç

12 Nisan 2012
TÜRKİYE’nin hedefe oturttuğu Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın değerlendirmesi:

“Ankara benim gitmemi, yerime Müslüman Kardeşler’in gelmesini istiyor”.
Bu Esad’ın iddiası. Ankara’nın böyle bir amacı var mı, yok mu, orası ayrı. Ama, söylediği dedikodu filan değil, kendisiyle görüşen Türklere söylüyor.
Müslüman Kardeşler mi? İran İslam Cumhuriyeti Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı bir süre önce TBMM’ye geliyor, bizim Dışişleri Komisyonunda:
“Suriye’den biz çok endişeliyiz, Esad giderse, yerine radikal İslam gelebilir”.
İran İslam Cumhuriyeti bile, radikal İslam olarak nitelediği Müslüman Kardeşler’i tehlike olarak görüyor. Boşuna değil, Müslüman Kardeşler örgütünün Mısır’dan sonra en güçlü olduğu ülke Suriye. Hilafeti geri getirmek için kurulduğu 1928’den beri, bu örgütün amacı İslam Toplumu kurmak. Pek çok Arap ülkesinde çeşitli kollarıyla ya iktidar ortağı ya da iktidarları zorluyor.
DEMOKRASİ NEREDETamam, Esad gitsin ama, yerine Müslüman Kardeşler gelecekse, hangi demokrasi?
Mısır ortada. Sadece Mısır mı? Arap Baharı kandırmacası altında, Libya’da, Tunus’ta, diğer ülkelerde devrilen iktidarlar yerine demokrasinin kurulduğu tek bir ülke yok. Suriye’de kurulması için de, hiç bir neden yok. Ama, Müslüman Kardeşler var.

Yazının Devamını Oku

Köprü bir seçim daha bekleyemedi

11 Nisan 2012
İŞ makinaları hazır, köprünün önünde bekliyor.

Ha çalıştı, ha çalışacak, 2007’de, 2009’da, 2011’de, her seçim öncesinde. Makinalar köprüde yaklaşık bir ay bekliyor, “oyunu bize ver, makinaları çalıştıralım”. Seçim bitiyor, ertesi sabah makinalar çoktan çekip gitmiş.
Çaycuma’da Filyos üzerindeki köprüdeki iş makinaları boşuna değil. Köprü netameli, her an çökme tehlikesi var. İşte, üç gün önce çöküyor ve on beş yurttaşımız hayatını kaybediyor.
CHP Zonguldak milletvekili
Ali İhsan Köktürk Çaycuma’lı, evi çöken köprüye çok yakın. Köprü çökünce oraya koşuyor, insanların
azgın sularda sürüklendiğini tahmin ediyor:
“Yıllardır köprünün çökme tehlikesi olduğu biliniyor. Bu nedenle, çöken köprünün hemen yanına ikinci bir köprü yapıldı. Ama, çöken köprüye de asfalt döktüler, kenar bariyerlerini boyadılar, suyun akış hızını yavaşlatmak için ayaklarına taş döşediler. İki köprüden biri gidiş, biri geliş yolu oldu”.
Tehlikeyi önlemek için ikinci köprü yapılıyor ama, altmış yıllık ilk köprü yine kullanılıyor. Ve onca uyarıya rağmen, çöküyor. Kaza filan değil, ölümler bile bile.

FİLYOS VADİ PROJESİ

Yazının Devamını Oku

Fikrimin ince müdahilleri

7 Nisan 2012
“BİZİM fikirlerimiz iktidarda ama, biz hapisteyiz”.

Mamak Askeri Cezaevinde kurulmuş olan askeri mahkemeyi izliyorum. 12 Eylül’den bir kaç ay sonra. 12 Eylül yönetimi MSP ile birlikte MHP’yi de yargılıyor. MHP iddianamesinde askeri savcı 200 dolayında MHP’linin idamını talep ediyor.
İddianame okunduktan sonra ilk savunmayı MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş yapıyor. Savunmalarında Türkeş’in ve yanlış hatırlamıyorsam, MHP’li Ticaret Bakanı Agah Oktay Güner’in müthiş bir sözü var:
“Bizim fikirlerimiz iktidarda ama, biz hapisteyiz, idamla yargılanıyoruz”.
MHP’nin fikirleri iktidarda, darbe yapanlarla MHP aynı düşünceyi taşıyor, MHP’nin en yetkili ağzından büyük bir itiraf.
O tarihte fikirleri iktidarda olan MHP, şimdi mağdur, Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı davada müdahil olmak istiyor.
Müdahil olmanın suyunun çıktığı yer. Duruşma salonunda başka örnekleri de var.
SONU GELMEZYargılama orada, müdahil yarışı burada. Cumhuriyet Tarihinde darbecilerin ilk kez yargılandığı bir dava böylelikle Arap Saçına dönüyor.

Yazının Devamını Oku