Yalçın Doğan

Ben ordumu kışlasında severim

17 Ekim 2008
KÖY kahvesinde, anketin ne olduğunu anlamayan bir grup köylü yurttaş, "şu cumayı kılıp gelelim" diyor. Namaz sonrasında bir araştırma yürüten ekibin sorularını yanıtlıyor. Bir kaç yıl önce, Bülent Tanla ekibince yapılan araştırma, kurumların güvenirliği ile güvenirlik katsayısını bulmayı amaçlıyor. Uzun yıllardır olduğu gibi, en güvenilir kurum olarak, ordu birinci sırada.

Neden? O köy kahvesinde verilen yanıtlar, kendi ifadelerinde, özetle:

"Ordu hepimizin ordusu. Ben oğlumu veriyorum orduya. Ordu beni bekliyor. Ordumuzu sevmezsek, başımıza her şey gelebilir".

Buraya kadar tamam, sonraki vurgu çok önemli:

"Ama, ben ordumu kışlasında severim".

Ortalama bir Türk yurttaşının duygusu.

Ne demek? Sadece askeri işlerle meşgul olsun, demek.

TARAF VE SONRASI

Ortalama bir Türk yurttaşı olarak, aynı düşünceyi ben de paylaşıyorum.

Ancak, hüzün. Bir terör olayı arkasından Taraf Gazetesi’nin yayını sonrasında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hepimize muhtıra veriyor. Kaygı verici.

Sevdiğim ordum, kışlasında gibi görünüyor, ama değil. Hiçbir demokratik ülkede olmayacak tavır ve üslupla hepimizi tehdit ediyor.

Tehdidi, "herkesi doğru yerde bulunmaya davet" izliyor. Sosyolojik olarak yanlış. Tehdit ve davetin yan yana gelmesi mümkün değil.

Sosyolojik olarak, tehdit, insanları pasifleştiriyor. Oysa, Başbuğ herkesi doğru yere davet ederken, insanlardan aktif katılım bekliyor. Ama tehditle, beklediği katılımı görmesi, sosyolojik olarak, mümkün değil.

O kadar ki, o hırçın üslup, askeri deyimle, o fırça, siyasal deyimle, o muhtıra Orgeneral Başbuğ gibi düşünenleri bile, tereddüde düşürüyor:

"Bu ne biçim demokrasi? Hangi demokratik ülkede bir Genelkurmay Başkanı böyle bağırma çağırma hakkına sahip?"

DOĞRU YER


Doğru yer neresi? O konuda kuşku yok.

1- Ülkenin bölünmez bütünlüğü.

2- Teröre karşı verilen mücadeleye tam destek.

3- Demokrasinin tartışılmaz üstünlüğü.

4- Düşünce ve ifade özgürlüğü başta, hukukun üstünlüğü.

Bunlar bir bütün. Doğru yer bunların bütünlüğü. İçinden birinin cımbızla çekilip, vurgulanması yanlış. Biri eksikse, doğru yerde kayma var.

Kaldı ki, Orgeneral Başbuğ haberi yanlış buluyorsa, bunun hukuki yolu açık. Taraf Gazetesi hakkında dava açmak.

Doğru yerlerden biri de, bu.

YAYIN YASAĞI

Aynı gün Genelkurmay Askeri Mahkemesi terör olayıyla ilgili soruşturma açıldığını bildiriyor. Ayrıca, soruşturmayla ilgili yayın yasağı getiriyor.

Sadece askerleri yargılayan ve askeri alanla sınırlı faaliyet gösteren bir askeri mahkeme, normal işleyen bir rejimde, basın ve yayın organlarına yayın yasağı getirebilir mi?

Soruşturmada iki taraf var. Haberi sızdıran ve yayınlayan. Varsayım şu. Gazeteye haberi sızdıran kişi, asker. Yayınlayan sivil. Bu varsayımdan yola çıkarak, askeri mahkeme yayın yasağı getiriyor.

Çok zorlama. Nereden biliniyor sızdıran kişinin asker olduğu?

PRATİK FARKLI

Bütün bunlar ve teknik ayrıntılar bizi bir başka doğru yere getiriyor.

Türkiye açık bir toplum değil, sivil bir toplum hiç değil, demokratik bir toplum asla değil.

Koca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Frankfurt Kitap Fuarı’nda gerine gerine, Türkiye’nin açık ve sivil toplum olduğunu söylüyor. Tersini bile bile.

Açık toplumsa, birilerinin hoşuna gitmeyen haberlere karşı, ölçüsüz tepki neden?

Sivil toplumsa, kurumlar hukuk karşısında neden eşit değil, kağıt üzerindeki sorumluluk ve yetki, pratikte neden işlemiyor?

Ben ordumu kışlasında severim. Doğru yer burası.
Yazının Devamını Oku

Koruma Kurulu: ’Heeey orada tarih var’

16 Ekim 2008
DAMGAYI Koruma Kurulu vuruyor. Öyle vuruyor ki, İstanbul Marmaray Projesi Yenikapı istasyon alanındaki metro yapımı artık farklı bir aşamada. <br><br>"Kurul kararı alınmadan arkeolojik alanda iş makinası ve faaliyette bulunulamayacağına..." Bu kadar kesin. Devamı var:

"Kazıdan çıkan organik malzemenin kazı alanında ilk konservasyonu yapılıp ambalajlanmasında ve müzeye sevk edilmesinde kullanılan tekniklerin kurula bildirilmesine..."

Bu kadar kesin. Devamı var:

"Gemilerin (sudan çıkmış ahşap parçalarının) konservasyonunun bilimsel tekniklerle devam edip etmediği konusunda Kurula bilgi verilmesine..."

Bu kadar kesin. Devamı var:

"Kurul adına iki üyenin kazı alanında düzenli olarak inceleme görevini yerine getirmesine..."

Bu kadar kesin. Herkesin anlayacağı dilde.

EVRENSEL KÜLTÜR

Bu satırlar İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararında yer alıyor. 8 Ekim günü toplanan Kurul bir karar alıyor.

Marmaray İstanbul trafiğinde ve de Asya-Avrupa hattında hayati bir proje. Mutlaka yapılması gerek.

Ancak yapılırken, dünyanın her yerinde gösterilen özen gibi, korunması gereken tarihsel bir miras var. İstanbul’un tarihi, İstanbul’un kültürü. Bunu korumak, evrensel kültürün getirdiği bir zorunluk.

Soru şu: Marmaray projesi yürütülürken, tarihsel mirasın korunmasına dikkat ediliyor mu?

Edilmiyor. Koruma Kurulu’nun bu kadar sert bir tepki göstermesinin nedeni bu.

SEKİZ BİN YIL ÖNCE

Edilmediği iki hafta önce ortaya çıkıyor.

Marmaray’ın Yenikapı ayağındaki kazılarda neolitik çağa ilişkin bulgular ortaya çıkıyor. İstanbul’un tarihini değiştirecek, İstanbul üzerine bilgilerimizi yenileyecek bulgular. İstanbul’un tarihini sekiz bin yıl önceye götüren veriler.

Hiç bir şey yokmuşçasına, orada kazı devam edecek mi, yoksa kültürel mirasa sahip mi çıkılacak?

İki haftadır bu soru çerçevesinde tartışma başlıyor. Projeyi yapanlar ve hatta bazı arkeologlar, metro yapımının elde edilen bulgulara zarar vermediğini söylüyor.

Oysa, Koruma Kurulu çok açık, kurul kararı olmadan arkeolojik alanda faaliyette bulunulmasına karşı çıkıyor.

İNCE AYRIM

Burada Kurul ince bir ayrım yapıyor. Aynı raporda, kazının Yenikapı İstasyon alanında ana toprağa ulaşıncaya kadar devam etmesi belirtiliyor. Buna karşılık, arkeolojik alanda faaliyeti durduruyor.

Bu karar Marmaray’ı durdurmuyor. Ama, "yine yapın, yapın da, biraz daha tarihe ve kültüre sahip çıkın" diyor.

Üstelik, kararda İstanbul Büyükşehir Belediyesi üyelerinin, bir anlamda Marmaray projesi sahiplerinin de imzaları var.

Kültüre sahip çıkmak için, ille birilerinden fırça yemek mi gerek?

Karayalçın, Kocaoğlu ve...

YEREL seçimler yaklaşırken, CHP’nin üç büyük kentteki adayları yavaş yavaş belli olmaya başlıyor.

Dün Deniz Baykal-Murat Kayalçın görüşmesi CHP’nin Ankara adayını kesinleştiriyor. SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın. CHP, DSP, SHP ve diğer sol partilerin bütünleşmesi gerek.

İzmir’de ibre şimdiki başkan Aziz Kocaoğlu’nu gösteriyor. Sanki öyle.

İstanbul için çekişme var. Kemal Kılıçdaroğlu önde. Cem Kozlu, İlhan Kesici adı geçen diğer iki aday. Geçenlerde İstanbul adayları arasında Başaran Ulusoy’u yazıyorum. Ulusoy’a çok fazla tepki var. CHP içinden ve dışından.

Al İzmir’i yeniden, al İstanbul’u, getir AKP’nin sonunu. Alabilirsin, almalısın.

Kültüre sahip çıkmak için, ille birilerinden fırça mı yemek gerek?
Yazının Devamını Oku

Hamdolsun, bizebişeyolmaz

15 Ekim 2008
FİRMA anlı-şanlı. Sentetik iplik üretiyor. Kendi alanında Türkiye’nin en büyüklerinden. Bizim büyük bankalardan birinden kredi istiyor. Bizim büyük banka, bizim anlı-şanlı firmaya kredi vermiyor. Vermiyor, çünkü:

1- Bizim büyük banka, bir süredir Avrupa bankalarından para transferi yapamıyor. Kendisini güvende tutmak için, parayı kendisinde tutuyor. Parayı kendisinde tutması, orta ve uzun vadede kendi aleyhine. Artık para satamıyor.

2- Banka velev ki, firmaya kredi açıyor, kredinin geri dönüşünden emin değil. Korkulu rüya yerine, parayı cepte tutmayı tercih ediyor. Ekonomi daralıyor.

Bizim beş-altı bin kişi çalıştıran anlı-şanlı firmada, işçi sayısı hızla azalmaya başlıyor.

En büyük korku, işsizlik. Krizin kitleler açısından Türkçe’si. Bu krizin izleri mi, değil mi? Yoksa sen de, krizcilerden misin?

Hamdolsun, bizebişeyolmaz.

KÖTÜ FIRSATÇILAR

Madem ki kriz, fırsat bu fırsat diyenler türüyor.

Başka bir firma, öteki şirket, beriki fabrika, diğer kuruluş derken, krizi bahane edenler türüyor. İşleri pek iyi gitmeyen, sıkıntıya düşenler iki yol izliyor.

1- İşçiye ücretsiz tatil. Tatilleri uzatarak.

2- İşten çıkarmalar.

En büyük korku, işsizlik. Krizin kitleler açısından Türkçe’si. Bu krizin izleri mi, değil mi? Yoksa sen de, krizcilerden misin?

Hamdolsun, bizebişeyolmaz.

AKSAYAN GERİ DÖNÜŞLER

Bizim başka büyük bankalarımızdan biri.

Bir süredir verdiği kredinin geri dönüşünde ciddi aksaklıklar yaşıyor. Kredileri olağan olarak takip ediyor, ne zaman geri dönecek, nasıl geri dönecek, diye. Normal banka işlemi. Normal olmayan son zamanlarda yaşanıyor.

Geri dönüşlerde çok ciddi aksamalar var. Yaklaşık dört kat.

Diyelim ki, eskiden verdiği kredinin on tanesi zamanında geri dönmezken, şimdi kırkı geri dönmüyor.

Bu krizin izleri mi, değil mi? Yoksa sen de, krizcilerden misin?

Hamdolsun, bizebişeyolmaz.

MÜTHİŞ AKIŞA FREN

Sıcak para. Son yedi yıldır şakır şakır akıyor Türkiye’ye. Fıstık gibi yüksek faize koşuyor.

Sıcak para akıyor, Türkiye’nin dış borcu daha sıcak artıyor. AKP iktidara geldiğinde 130 milyar dolar olan toplam dış borç, şimdi 285 milyar dolar.

Bu mali genişleme ve ucuz döviz ve ucuz ithalat sonucu, Türkiye iyi bir büyüme hızı yakalıyor.

Ancak, şimdi ne sıcak para var, ne soğuk para. Şimdi yabancı musluklardan para yerine, kriz akıyor. Bunun sonucunda:

1- Türkiye artan dış borcunu ödemekte güçlük çekecek.

2- Büyüme hızı düşecek. Yatırımlar azalacak. Zaten düşmüş ve azalmış bile.

3- İşsizlik artacak. Zaten artmaya başlamış bile.

4- Tüketim azalacak. Zaten azalmış bile.

Dünya Bankası ve IMF Başkanları canını dişine takmış, bağırıyor, "kriz herkesi etkileyecek" diye. AB ülkeleri tarihin görmediği bir miktar, 2.5 trilyon dolarla kurtarma operasyonlarına giriyor, Türkiye’de reel sektörde durgunluk başlıyor.

Bu krizin izleri mi, değil mi? Yoksa sen de, krizcilerden misin?

Hamdolsun, bizebişeyolmaz.

Belki, soğukkanlı görünme rolü. "Krizden Türkiye yeni fırsatlar elde edecektir" sözü ise, içerde ve dışarıdaki manzaraya bakınca, bu rolü çoktan aşıyor. Sözlükte karşılığında, cehalet, yazıyor.
Yazının Devamını Oku

Çankaya’dan BM’ye hoptirinam

14 Ekim 2008
RESMİ yazı 9 Ekim 2008 tarihli. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Dışişleri Bakanlığı’na yazıyor:<br><br>"Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Büyükelçi Baki İlkin, 3 Ekim 2008 tarihinden itibaren Birleşmiş Milletler New York Daimi Temsilciliği’nde altı ay süreyle geçici olarak görevlendirilmiştir." Yazının altında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı’nın imzası var.

İlk anda, sıradan bir yazı. İlk anda, kim, nereye, ne olmuşsa olmuş, bize ne yazısı.

Pek öyle değil. Öykü aslında, bir Dışişleri skandalı. AKP usulü atama biçiminin uluslararası platformda kaşık havası.

Cuma günü BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için yapılacak seçim açısından perişanlığın fotoğrafı.

İKİ FAZİLET DERSİ

Yazıdan çıkan ilk fazilet dersi şu.

Baki İlkin BM’de Türkiye büyükelçisi. 3 Ekim günü emekli oluyor. Yaş haddinden. Artık devletle işi yok.

Hayır, var. Çünkü yazıya göre, arada Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına atanmış. Abdullah Gül, Baki İlkin’i çok seviyor, Baki İlkin, Abdullah Gül’e çok hayran. Koca Cumhurbaşkanı, istediğini başdanışman yapar, buna kim engel olabilir ki?

Yazıdan çıkan ikinci fazilet dersi şu.

Emekli olduğu için, oradaki görevi sona eren Büyükelçi İlkin, arkadan dolaşıp iki puan alma usulü ile altı ay süreyle orada görevlendiriliyor. Ama, başdanışman sıfatıyla.

PÜF NOKTASI

Bu ayrıntılar neden önemli?

AKP Hükümeti üç yıldır bu işi kovalıyor. BM Güvenlik Konseyi’nde on beş geçici üye ülkeden biri olmak. Aslında, güzel bir hedef. Bunun için Gül, Tayyip Erdoğan, Babacan, Dışişleri kadrosu canla başla çalışıyor.

Geçici üyelik, BM’de seçimle mümkün. Bizim iki rakibimiz var. İzlanda ve Avusturya. Avrupa ve Amerika ülkeleri onları destekliyor. İşi çözecek olan Afrika ve Asya ülkeleri.

İşin püf noktası şu:

Avusturya ve İzlanda seçilirse, bu iki ülkeyi Güvenlik Konseyi’nde kim temsil edecek, bunu dünya álem biliyor. Bizimkini bilen yok. Çünkü, Baki İlkin emekli. Bu da, New York’ta alay konusu.

SIRA DIŞI


Tam bu aşamada, Başdanışman Baki İlkin, New York’ta altı ay süreyle görevlendiriliyor. Soru işaretleriyle birlikte:

Madem emekli, ne olarak görevlendiriliyor?

Madem emekli, yetkisi ne olacak?

Madem emekli, yerine gidecek büyükelçi ne yapacak?

Madem emekli, oraya gidecek büyükelçi ile İlkin’in hukuku ne olacak?

Bu sorular arka arkaya düşerken, Dışişleri sözcüsü açıklama yapıyor, "Baki İlkin BM daimi temsilcilik görevine devam etmektedir."

Bu sıra dışı bir durum. Çünkü, o artık emekli. Ama, yine de, devam ediyor. Oysa, daimi temsilci sıfatıyla imza yetkisi hukuken tartışmalı.

BİZDEN BİRİ

Görevi sona eren büyükelçi yerine, hem de tam geçici üyelik peşinde koşarken, yeni büyükelçi atamak gerekmiyor mu?

Doğrusu o. Ama, hesap başka. Seçim sürecinde İlkin’i orada tutmayı AKP daha doğru buluyor. Eğer seçilmezsek, Dışişleri’nden normal bir atama olacak.

Ya bir de seçilirsek, o zaman bizim adamlarımızdan biri, ama Dışişleri içinden, ama dışından, ancak ille bizim adamlarımızdan biri atanacak New York’a.

BM’de bizimle dalga geçmeyen yok. İki rakip, İzlanda ile Avusturya ise, fırsat bu fırsat, bu garip durumu aleyhimizde işlemekle meşgul.
Yazının Devamını Oku

’Ukraynalı kadın fahişedir’ afişi bir oyunla yerle bir

12 Ekim 2008
Ukraynalı kadının çizdiği profilden, kadın-erkek her Ukraynalı rahatsız. Ama, hiç kimse bunu dile getirmiyor. Ters giden, rencide eden bir gerçek var, ama kimse konuşmuyor. Sokak ortasında çıplak iki kadın yatıyor. Davetkar pozlar, kışkırtıcı mimikler. Günün ortasında ve sokak ortasında yatak sahneleri.
/images/100/0x0/55ea738ef018fbb8f880d2db
Yatak sahneleri ama, yine de, bitkin iki kadın. Kendinden geçmiş, hayata küsmüş iki kadın. Davetkar olmaktan yorgun düşmüş iki kadın.

Onlar Ukraynalı. Ukraynalı bazı kadınlar benzeri.

İki kadının çevresinde üç erkek. Üçü de, kadınlara cevap vermeye hazır. Hafif el, kol hareketleri. Okşamalar. Hassas dokunmalar. Iııh, pek kár etmiyor. Erkeklerin aldığı yanıt, görünen şahane pozlara denk değil.

Kadınlar otomatiğe bağlanmış gibi. Nefes kesen refleksler, yerini ürküten gülümsemelere bırakıyor. Her şey yabancı. Ve hesaplı. Burun sızlatan iç çekmelerden eser yok. Kadınla erkek arasındaki güç dengesinde yakınlaşma, sokulma, duygu alışverişi karda kaybolan izler gibi. Tek başınalık.

Kadınlar ne kadar profesyonelse, erkeklerin onlardan geri kalan yanı yok. İrkilten et pazarı manzaraları. His, yerlerde sürünen ara malı.

Herkes rolünü iyi oynuyor.

Çevrede toplananlar sahneyi tamamlıyor. Ellerinde her dilden pankart var. Protestolar. İtalyanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve hatta Türkçe:

"Ukrayna genelev değil".

HER KESEYE UYGUN

Yerde yatan kadınların, onları çevreleyen erkeklerin rolü aslında tam bir ulusal tepki. Ukraynalıların ulusal tepkisi.

Başkent Kiev’de bir tiyatro okulu var. Okulun öğrencileri, geleceğin aktör ve aktrisleri rahatsız. Ukrayna’nın diğer ülkelere verdiği bir imajdan çok rahatsız.

Diğer ülkelerde dilden dile dolaşan "Ukraynalı kadın iyidir" imajı. "Her keseye uygundur" profili. Ulusal gururu ayaklar altına alıyor. Ve gençler buna çok tepkili.

Tiyatro okulu öğrencileri, tepkilerini sokak ortasında bir oyunla sergilemek istiyor. Küçük çapta bir senaryo, ona eşlik eden sahne düzenlemesi, paylaşılan roller. Tepki sokak ortasında ve herkesin gözü önünde. Çünkü, Ukraynalı kadının çizdiği profilden, kadın-erkek her Ukraynalı rahatsız. Ama, hiç kimse bunu dile getirmiyor. Ters giden, rencide eden bir gerçek var, ama kimse konuşmuyor. Sessizlik sanki kabul anlamında. Okulun öğrencileri bu sessizliği kırmak istiyor. Tiyatro sessizliği kırmanın, sesini yükseltmenin, kişiliği başkalarının yüzüne vurmanın en iyi yollarından biri. İyi anlatılırsa.

"Ukraynalı bir kadın fahişedir" afişini akıllardan silmek gerek. Öğrencilerin başka ülke erkeklerine göndermeleri bu tema üzerine kurulu. Sokaktaki oyun, bu temanın gösterisi.

KÜÇÜK OYUN, BÜYÜK İŞ

Kiev’deki en büyük alanın ortasında, günün orasında sahneye konulan bu oyun, bütün Ukrayna’nın kalbini çalıyor. Hepsinin aklını başına getiriyor. Ülkesi, inancı, rengi ne olursa olsun, "Kadınlar meta değildir, Ukraynalı kadınlar fahişe değildir" sloganına, bütün ülke sahip çıkıyor.

Küçük bir oyun, büyük bir iş başarıyor.

Bundan sonra, "Ukraynalı kadın" denildiğinde ya da sokakta bir Ukraynalı gördüğünüzde, siz kadınlar, eminim onları hemen mahkum etmeyeceksiniz. Siz erkekler, eminim, belden aşağı düşünceleri aklınızdan kovacaksınız.

Kadın önce kadındır, insan olarak. Erkek de, öyle. Amatör bir oyun, pek çok kişinin görmek istemediği, bu basit gerçeği anlatıyor.

Alkışlayın bu oyunu.
Yazının Devamını Oku

Bir aldatmanın tarihi

11 Ekim 2008
HALA Kuzey Irak’tan geliyorlar.Türkiye Kuzey Irak’a elektrik satıyor, özel bir firma aracılığıyla. Hala Kuzey Irak’tan geliyorlar.

Türkiye Kuzey Irak’ın kalkınması için elinden geleni yapıyor.

Hala Kuzey Irak’tan geliyorlar.

Türkiye Kuzey Irak’a önemli ölçüde mal satıyor.

Hala Kuzey Irak’tan geliyorlar.

Barzani onların eli, kolu, her türlü destekçisi.

Hala Kuzey Irak’tan geliyorlar.

Türkiye Kuzey Irak’a, sayısını artık unuttuğumuz hava ve kara operasyonları yapıyor. Her seferinde, kampları vurduk, kamplar yerle bir, açıklamaları.

Ticarete, alış verişe, komşuluk desteğine, dış yatırımlara itirazım yok. Ama, PKK’lılar hálá Kuzey Irak’tan geliyor.

İSTEDİĞİMİZİ ALDIK

5 Kasım 2007. Bir yıl önce Türkiye o güne kilitleniyor. Tayyip Erdoğan-Bush görüşmesi. Görüşme sonrasında zafer şarkıları bize ait. Çünkü:

a) Bush basının önünde, "terörist örgüt PKK, Türkiye’nin ve Amerika’nın düşmanıdır" diyor. Hepimiz yerimizden fırlıyoruz, yaşasın nidaları arasında. Tamam, bu iş buraya kadar, diyoruz.

Ama, hala Kuzey Irak’tan geliyorlar.

b) Görüşme sonrasında Tayyip Erdoğan yüreklerimize su serpiyor. Büyük lider olduğunu hepimize gösteriyor:

"Hamdolsun istediğimizi aldık. Amerika, PKK’nın bölgeden sökülüp atılmasında süratle somut adım atacak ve Türkiye’nin alacağı önlemlere destek olacak. Bush ile görüşmede bunun işaretlerini aldım".

Aradan bir yıl geçiyor. Ama, hálá Kuzey Irak’tan geliyorlar.

5 Kasım sonrasında manşetlerde başarı sarhoşluğu, yorumlarda Erdoğan’a taç giydirme törenleri.

ŞAM’A SESLENİŞ

1999’da dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Suriye sınırına gidiyor. Yıllardır Apo’yu besleyen Şam’a sesleniyor:

"Sen teröre destek veriyorsun. Türkiye’nin sabrı taşmıştır, desteğin sonunu getirmek için Türkiye kararlıdır".

İki gün içinde, Şam Apo’yu derdest edip, sınır dışına atıyor. Rusya, İtalya, Yunanistan, Kenya diye dolaşırken yakalanıyor.

Şimdi, Kuzey Irak sınırına gidip, benzer söylemde bulunmak mümkün değil mi? Bush, "PKK bizim de düşmanımız" demiyor mu? Hatta, belli bir süre istihbarat paylaşımında yardımcı olmuyor mu?

"Hamdolsun istediğimizi aldık".

Ama, hala Kuzey Irak’tan geliyorlar.

Bir aldatmanın tarihi. Faturası her gün kabarıyor.

Bir yanılmanın itirafı

AVRUPA’nın çeşitli merkezleri. Pek çok yabancı büyükelçi, şu ya da bu nedenle bir araya geliyor. Dünyanın halini tartışıyor.

Dünyanın halini tartışırken, genelde küresel kriz, özelde Türkiye ve terör ve AKP iktidarı. İster istemez, terör üzerinden Türkiye ön planda. Türkiye’deki terör ilk kez bu ölçüde tepki topluyor. Teröre arka çıkanlar dahil.

Her sohbette söz dönüp dolaşıp, Tayyip Erdoğan’a geliyor. Kaç yıldır, kayıtsız şartsız, onu destekleyenler, şimdi hizaya geliyor.

Pek çok ülkenin büyükelçisi en çok iki konuyu sorguluyor. Yolsuzluklar ve Erdoğan’daki demokrasi anlayışının kıtlığı. Zaman zaman da, laiklik.

Büyükelçilerin sorgulaması, ait oldukları ülkelerde beliren soru işaretleri anlamında. Ve artık itiraf etmeye başlıyorlar:

"Biz Tayyip Erdoğan’da yanılmışız, biz onu yanlış tanıdık".

Size, daha çok bize geçmiş olsun.
Yazının Devamını Oku

AKP mi, kral artık çıplak

10 Ekim 2008
AVRUPA’nın en yüksek mahkemesi AKP’yi fena halde deşifre ediyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği kararla, AKP’nin maskesini indiriyor.

O karar, AKP’nin uykularını kaçıracak türde. Ama, önce kısa özetle olayı anımsamak gerek.

Mecliste, genellikle yolsuzluk iddialarını içeren pek çok dokunulmazlık dosyası var. AKP dokunulmazlığa sığınıyor, bu dosyaları erteliyor.

Ertelemeye CHP Konya milletvekili Atilla Kart karşı çıkıyor. Kendisi ile ilgili dosya yolsuzluk değil, avukatlık döneminden hakaret dosyası. Kart, yolsuzluklarla anılmak istemiyor, yargılanmak istiyor.

AKP dosyaları rafa kaldırdığı ve iç hukuk yolları tükendiği için Atilla Kart AİHM’ye başvuruyor. Müthiş bir muhalefet örneği. AİHM, Kart’ın yargılanma isteğini kabul ediyor.

AKP buna itiraz ediyor, hayır yargılanmasın, diyor.

BAŞKA YERDE YOK

Şimdi, AKP maskesini indiren sahneler, AİHM kararından birkaç alıntı:

"Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlık, birçok açıdan, Avrupa’nın diğer ülkelerinde parlamenterlere tanınan dokunulmazlıktan daha geniştir".

Bizdeki her derde deva. Suç iddialarını örten ya da erteleyen bir uygulama. İşine geldi mi, "Yüce Meclis" lafını ağzından düşürmeyeceksin, sıkıştın mı, dokunulmazlık zırhına sığınacaksın.

AİHM devam ediyor:

"Dokunulmazlığın bu biçimde uygulanmasının nesnel hiçbir ölçüsü yoktur. Bu ölçütlerin esasen siyasi olduğu anlaşılmaktadır".

Siyasi, yani işine geldiği gibi. İşine gelmiyor, yolsuzluk iddialarının ortaya saçılmasını istemiyor, dosyalar onun için rafa kalkıyor.

YOLSUZLUK BAĞLANTISI

AİHM tam 12’den vuruyor:

"Milletvekili dokunulmazlığındaki kapsam, yolsuzluk bağlamındaki sorunların temel unsurlarından birisidir".

Yolsuzluk-siyasal bağlantı denkleminin tam göbeği. Dokunulmazlık kalkarsa, yolsuzluklar bu kadar rahat yapılamıyor. Diğer ülkeler buna örnek.

Bunun sonucu toplumsal kanama. Adalet yerine gelmiyor.

ADINDA ADALET VAR


Gülünç bir paradoks. Adının başında adalet olan bir parti, adaleti geciktiriyor. Geciktirmek için, her yola başvuruyor.

AKP, AİHM’in, Kart yargılanmalı, kararını AİHM’de üst kurula götürüyor. Neden? Kart aman yargılanmasın, yargılanmasın ki, bu arada biz de yırtalım, mantığı.

Yine de, pek yırtamıyor. AİHM kararından özetlediğim başlıklar, AKP için sonun başlangıcı.

AKP’nin sonu, ne laiklik tartışması, ne türban kavgası. AKP için son, Şaban Dişli, Deniz Feneri gibi yolsuzluk iddialarından, şimdi de, bu AİHM kararından geliyor. Karara itirazı, AKP’nin yolsuzlukları savunmasıyla eş anlamlı.

CHP için bulunmaz muhalefet malzemesi. Çünkü, itirazda çok mal var.

Komutan Babaoğlu istifa etmesin

AKTÜTÜN Karakolu’na saldırıdan bir gün sonra Antalya’da golf oynadığı için eleştirilen Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu’nun istifa etmesini isteyenler var.

Saldırıyı geç duyması zaaf. Öyle bir günde golf oynaması ikinci zaaf. Ama, neden istifa etsin?

Gerçi, şan olsun, diye istifa edebilir. Örnek olsun, diye istifa edebilir. Belki, iyi de olur. Ancak, bu haksızlık.

Terör almış başını gidiyor, güvenlik, asayiş yerlerde sürünüyor, İçişleri Bakanı Beşir Atalay neden istifa etmiyor? Diyarbakır’da polis aracına saldırı oluyor, Diyarbakır Valisi neden görevden alınmıyor? Bunun gibi daha pek çok örnek var.

Yolsuzluk batağında Alman mahkemelerinin sanık sandalyesine oturttuğu Zahid Akman neden istifa etmiyor?

Orgeneral Babaoğlu’nu savunmuyorum. İstifa etse, eşitsizlik doğuyor. Etmezse, rahatsızlık yaratıyor. Türkiye’deki çarpıklık.
Yazının Devamını Oku

AKP, CHP’li Atilla Kart’ı canı gibi koruyor

9 Ekim 2008
DOKUZ kişilik ekip canını dişine takıyor. Adalet ve Dışişleri Bakanlığı ile Meclis uzmanlarından oluşan ekip, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) aslanlar gibi çarpışıyor. CHP milletvekili Atilla Kart AİHM’de yargılanmasın, diye. CHP milletvekili Kart’ın başvurusu geri dönsün, dosyası kapansın, diye.

15 Ocak 2008’de.

Onca çırpınmaya rağmen, olmuyor. 8 Temmuz 2008’de AİHM üçe karşı dört oyla, davayı kabul ediyor. Yani, "Atilla Kart yargılanacaktır" diyor.

AKP ÜST KURULDA

Üçe karşı dört oyla verilen kararın kesinleşmesi, üç aylık temyiz süresi var. Bu süre bu hafta sonunda doluyor.

Ve... Şimdiiiiii.... Nefeslerimizi tutuyoruz.

Üç gün önce, 6 Ekim 2008 günü, AKP Hükümeti AİHM’de Üst Kurula başvuruyor, Atilla Kart’ın yargılanmasını öngören kararın kaldırılmasını istiyor. Bir tür temyiz başvurusu.

Muhteşem bir olay, tam bir vodvil. Bunca çırpınmak, yırtınmak, kendini parçalarcasına heba etmek, aslında AKP’nin siyah-beyaz, vesikalık fotoğrafı.

KART’IN İKİ DOSYASI

CHP Konya milletvekili Atilla Kart’ın, dokunulmazlığının kaldırılmasını içeren, hakkında iki dosya var. Kart’ın avukatlık döneminde, hakaret iddiasını içeren iki dosya. Yolsuzlukla, uğursuzlukla ilgisi yok.

2002-07 arasında olduğu gibi, 2007 seçiminden sonra da, AKP dokunulmazlık dosyalarının hepsini erteliyor. Böylelikle, hakkında yolsuzluk iddiası bulunan milletvekillerini de koruyor. Dokunulmazlıkları kaldırmıyor.

Üç yüze yakın dokunulmazlık dosyası var, çoğu yolsuzluk iddialarıyla ilgili. Şimdi hepsi tozlu raflarda.

YAGILANMAK İSTİYOR

Gelin görün ki, kendi iki dosyası da ertelenen Atilla Kart itiraz ediyor. "Ben yargılanmak istiyorum".

Çünkü, dokunulmazlık dosyası, denildiğinde, herkesin aklına yolsuzluk geliyor. Kart bundan rahatsız, bunu silmek istiyor. Onun için de, yargılanmak istiyor.

Ama, dosyalar rafta, yargılanamıyor.

İç hukuk yolları tükeniyor. Kart AİHM’ye başvuruyor. Adil yargılama hakkı ihlal edildiği ve hak ihlali yapıldığı gerekçesiyle. Mantığı çok iyi:

"Dosyaların ertelenmesi şeklen Parlamento işlemidir. Ancak, özünde hükümet talimatı yatmaktadır. Çünkü, dokunulmazlığının kaldırılması istenen kişiler arasında Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bazı bakanlar vardır. Dosyalar yüz kızartıcı iddialar içermektedir. Ortaya bir hükümet profili çıkmaktadır. Ben, o profilde yer almadığımı kanıtlamak için, dokunulmazlığımın kaldırılmasını istiyorum".

Harika bir başvuru, örnek bir istek.

Bu nefis itiraz amacına ulaşıyor. AİHM davanın kabulüne karar veriyor. Yani, Türkiye’de Atilla Kart’ın yargılanması yolunun açılmasına. Türk Hükümetine bu yönde talimat verilmesine.

YOOOK, ÖYLE ŞEY

Kararın kesinleşmesi için üç ay geçmesi gerek. Kesinleşme tam dün sona erecek iken...

AKP Hükümeti son günü beklemiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, davayı kabul eden kararı 6 Ekim 2008 günü, AİHM’de üst kurula itiraz ediyor.

AKP Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Atilla Kart benim canım, ciğerim, diyor. Her ne kadar, muhalefet milletvekili ise de, ben onun yargılanmasına asla göz yumamam, diyor. Yoook, öyle şey, diyor.

AKP’de takke tam düşüyor.

Türkiye’de temiz ve şeffaf toplum isteyenler ise, AKP’nin bu girişimine hep bir ağızdan "yuuuuuuuh" çekiyor. AKP fena enseleniyor.

AKP, Atilla Kart’ı neden canı gibi savunuyor, yargılanmasını istemiyor?

E, Kart için yargılama yolu açılırsa, sıra hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan AKP milletvekillerine gelecek.

Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, bazı bakanlar ve geriye kalan AKP’liler yolsuzluk iddialarıyla ilgili hesap vermek zorunda kalacak.

Bu kara bir leke. Silinmesi çok zor.

Atilla Kart’ı kutlamak gerek.
Yazının Devamını Oku