Bu rapor 2.5 ay önce veriliyor. Eksik giderilmiyor, ocak kapatılmıyor, rapor genellikle olduğu gibi, rafa kalkıyor, izleyen filan yok.
Bu rapor otuz işçinin hayatını kaybettiği Karadon’la ilgili değil. Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine bağlı bir maden ocağı ile ilgili. Rapor Mart’ta veriliyor, 13 Mayıs’ta patlama meydana geliyor, iki işçi ölüyor. Kimsenin haberi yok bu patlamadan. “Bir garip ölmüş diyeler, üç günden sonra duyalar” misali.
Başbakan Erdoğan son maden ocağı patlamasının yaşandığı Karadon’a gidiyor ve açıklıyor:
“Mesleğin kaderinde bu var”.
Bu kaygıyı Amerika taşıyor. İran gibi, Türkiye de uranyumu zenginleştirerek nükleer enerji üretir ve bunu başka amaçlarla kullanır mı?
Son birkaç yıl içinde Amerika Türkiye’de hafiyeliğe soyunuyor. Bu başka türlü bir hafiyelik. Türkiye’deki uranyumu takibe alıyor. Uranyumu Türkiye’nin nasıl kullandığını izliyor ve kontrol altına almaya çalışıyor.
İran’dan çok daha önce, nükleer enerji üretiminde dili iki kez fena halde yanıyor. Biri Hindistan, diğeri Pakistan.
Ülkelerin arka arkaya nükleer enerji üretmeleri Amerika’yı telaşlandırıyor.
Eline kalemi alıyor, Baykal bunu görünce, azarlıyor:
“Bırak o kalemi!”
Suç işlemiş çocuk edasıyla, kalemi anında bırakan o kişi şimdi TV’lere çıkıyor, Baykal’a dön çağrısında bulunuyor. Siyasi varlığını başka türlü sürdürmesi mümkün değil. Kapıkulu vaziyeti.
Baykal’a bir CHP milletvekili ile ilgili gizli bir rapor veriliyor. MYK üyelerinden biri o raporu partinin faaliyet çalışmalarını içeren kitabında yayınlıyor.
İstanbul’dan yola çıkınca, Düzce’den itibaren Zonguldak’a kadar anayollarda, kasaba ve kentlerin girişlerinde, yeşil arazinin boş ve en görünür alanında, duvarlarda aynı slogan:
“Yağızoğlan Sarıgül.”
Zonguldak rahmetli Bülent Ecevit’in seçim bölgesi. Karaoğlan, iktidara yürüyen Ecevit’in, o dönem dağa, taşa yazılan lakabı.
Türkiye Değişim Hareketi (TDH) lideri, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül iki gün önce, cumartesi günü Zonguldak’a gidiyor. Ecevit Karaoğlan, buna nazire, Zonguldak, Sarıgül’e “Yağızoğlan” lakabını yakıştırıyor.
Sürpriz değil, ne zaman bir yargı kararı ortaya çıksa, iktidar anında karşı çıkıyor. O karar ister herhangi bir mahkemeden, ister Yargıtay, Danıştay ya da Anayasa Mahkemesinden, isterse Yüksek Seçim Kurulundan (YSK) çıkmış olsun.
Durun bitmiyor, hatta ve hatta o yargı kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden (AİHM) çıkmış olsun, örneğin türban kararı, eğer iktidarın felsefesine, aklındaki uygulamasına, kitlelerde cazibe yaratmasına denk düşmüyorsa, gözü hiç bir şey görmüyor. En ağır hücumlar başlıyor.
YSK referandum tarihini 12 Eylül olarak ilan edince, AKP hemen karşı cephede vaziyet alıyor. Çünkü, iktidarımız referandum süresinin 120 değil, 60 gün olmasını istiyor.
“Ben 120 değil, 60 gün dediiiim, bunlar nasıl olur da, 120 gün ilan edeeer” nidaları arasında, yumruklar sıkılıyor, dişler kilitleniyor.
SINIRSIZ İKTİDAR
AKP’nin YSK kararını eleştirmesi o kadar basit değil. Arkasında yatan mantık belli:
“Ben ne dersem o olacak.”
Türk solu kendini bir kez yeniliyor, Bülent Ecevit ile. O yenileme, ne yazık ki, kağıt üstünde kalıyor, Ecevit iktidarında bir şey ifade etmiyor.
Ecevit, Cumhuriyet’in iki numaralı kurucusu İsmet Paşa’yı devirirken, ideolojik çıkış yapıyor. Ortanın Solu başlığını taşıyan solun kendini yenilemesindeki sloganlar unutulmaz:
Toprak İşleyenin Su Kullananın, Bu Düzen Değişmeli, İnsanca Hakça Düzen.
Ecevit’in ideolojik çıkışı, CHP içinde aynı zamanda bir kadro harekatı. Hareketin iki önemli ismi var. Turan Güneş ve Kamil Kırıkoğlu. İlk çıkıştan sonra, kadroya Deniz Baykal, Haluk Ülman, Erol Çevikçe, Adil Özkol katılıyor. “Mülkiye Cuntası” olarak anılan bu kadroyu, Ecevit daha sonra tasfiye ediyor.
Baykal istifasını açıklarken, kasetten hükümeti sorumlu tutuyor ve olayı komplo olarak niteliyor.
Aynı gün Başbakan Erdoğan benzer sert üslupla Baykal’ı eleştiriyor, “altını çizerek söylüyorum, kasetin içeriği ile ilgili hiçbir şey söylemedi” diyerek, kasete gönderme yapıyor.
Baykal’ın bir kaç gündür çeşitli gazetelerdeki açıklamalarında, konu CHP Genel Başkanlığına dönüp dönmeyeceği noktasında odaklanıyor. Başbakanın eleştirisine ilişkin soru, dolayısıyla Baykal’ın da buna dönük bir yanıtı yok.
Ben dün kaseti ve Başbakanın eleştirilerini soruyorum.
On beş yıldır Deniz Baykal’ın avukatlığını üstlenen, aynı zamanda CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü kaset olayında yine Baykal’ın avukatı. Baykal istifa sonrasında evine kapanıyor. Baykal’ı evinde gören ender kişilerden biri de, Şahin Mengü. O görüşmede istifa değil, sadece kaset ve savcılığın çalışması konuşuluyor. Bu ne demek? Baykal kasetin peşinde demek.
Senaryoların bini bir para. Baykal döner mi, dönmez mi, galiba dönecek, hayır dönmeyecek, gibi tahminler arasında, sessiz ve derinden bir başka gelişme yaşanıyor.
ÖNDER SAV’I İZLİYORUM
“Dönsün” diye ağlayanlar, hele de genel merkez bağlantılı olanlar, “ben ne olacağım” derdine düşenler.