Yalçın Doğan

Erdoğan TÖB-DER köprüsünden geçerse demokratik adım olur

29 Nisan 2010
12 Eylül’de işkence görmüş, beş yıl hapis yatmış bir öğretmen. TÖB-DER Genel Başkan Yardımcısı İsmet Yalçınkaya.

12 Eylül’de işkence görmüş, beş yıl hapis yatmış bir öğretmen. TÖB-DER Genel Sekreter Yardımcısı Seyfettin Bican.

Yalçınkaya ve Bican, TÖB-DER Ankara Şube Başkanı Tahsin Doğan’ın katılımıyla önceki gün, aralarında benim de bulunduğum bir gurup gazeteciye işkenceleri ve inanılmaz bir hukuk faciasını anlatıyor.

12 Eylül’ün üstünden otuz yıl geçmesine ve onca seçilmiş iktidarlara rağmen, ortada böyle bir hukuk faciası hâlâ devam ediyorsa, sonuç çok net:

1- 12 Eylül hukuku varlığını aynen sürdürüyor.

Yazının Devamını Oku

Dereler haraç mezat Dünya Bankası’na ithaf olunur

28 Nisan 2010
KESİLMİŞ ağaçların başında, derenin kenarında köylüler beş aydır nöbet tutuyor. Muğla Pınarköy’de oturanlar.

Nöbet tutuyorlar, çünkü kesilmiş ağaçlar, oraya yapılması planlanan hidroelektrik santral için kanıt niteliğinde. Santralı yapacak firma, önce dere kenarındaki ağaçları kesiyor.
Pınarköy’de oturanlar köyün kıyısından geçen dereye HES yapılmasına karşı. Santral derenin akışını bozacak. Azalacak su hem köylüye yetmeyecek, hem toprağın tuzlanmasına yol açarak, köylünün bağına, bahçesine darbe indirecek. 
Sadece Pınarköy’de değil, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde HES’e karşı sessiz sedasız eylemler sürüyor. Rize, Trabzon, Kastamonu, Artvin, Antalya, Eskişehir, Ordu’ya bağlı köy ve kasabalarda binlerce insan eylemde.
ÇEVRE BİLİNCİ
Eylemlerin yasal dayanağı var. HES için açılan davalarda mahkemeler yürütmeyi durdurma kararı alıyor.
Son üç ayda yaklaşık yirmi HES’in yapımı için yürütmeyi durdurma kararı var. Halen yüze yakın dava sürüyor.
Durdurma gerekçelerinin başında, santralın çevreye etkisinin dikkate alınmayışı geliyor. Derelerin aktığı vadiler elden gidiyor. Ayrıca, santral yöre halkının hayatına birebir zarar veriyor. Mahkemelere göre, HES projelerinde bunlar dikkate alınmıyor.

Yazının Devamını Oku

Et piyasasında et pardon at koşturanlar

27 Nisan 2010
SAĞDAN say yirmi beş, soldan say otuz firma. Et fiyatlarını yaklaşık otuz firma belirliyor. Et fiyatlarına gaz veriyor. Daha yüksek kârlar için.

Bir süredir et fiyatları çılgın gibi. İşte, kısa bir döküm:

Halkın daha ucuz bulduğu, büyük alış veriş zincirlerinde kıyma 30, biftek 34, bonfile 39 lira. Özel kasaplar ve marketlerde ise, bu fiyatlar sırasıyla 32, 40 ve 42 liraya kadar çıkıyor. Geçen yıla göre, iki misli.

Burada iki sorun var.

1- Büyük firmalar tekel oluşturmuş durumda. Fiyatı onlar belirliyor.

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet’in DNA’sından hamle

24 Nisan 2010
ÇEŞİTLİ fraksiyonları olan sol bir siyasal parti gibi. Gazeteden çok, sol ideoloji ile yoğrulmuş bir merkez gibi. 1980’lerde Cumhuriyet Gazetesi. O yıllarda ben Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi’yim. Gazete içinde bir yandan farklı fraksiyonlar çatışma halinde iken, bir yandan da, ciddi gazetecilik yapılıyor. 100-150 bin arasında değişen, o kadar da yüksek olmayan tirajıyla Cumhuriyet dönemin en etkin gazetesi.
Ankara’da o yıllarda bürokratlardan, değişik siyasal partilerin başkanlarından, bakanlardan, hatta başbakanlardan sıkça duyduğum bir söz var:
“Devleti denetleyen organ, Cumhuriyet...”
Kendi içinde tartışması bol, ama güvenilir bir gazete. Dünyada benzeri var mı, bilmiyorum.
O ortamda siyasal iktidarların izledikleri politikaları, doğal olarak, gazetedeki fraksiyonlar farklı değerlendiriyor. Artı- eksi kutuplar gibi.
Kıyamet buradan kopuyor. Olayın içine bazı kişisel uyumsuzluklar, insan ilişkilerindeki uyuşmazlıklar da girince, yurtiçinde ve dışında basın dünyasında benzeri olmayan bir patlama yaşanıyor gazetede.
Gazete çözülüyor. Büyük ayrışma, kadroların dağılması.
O yıllarda yaşadığımız onca çekişmeye rağmen, Cumhuriyet’in tadı hâlâ damağımda. İlhan Selçuk, Hikmet Çetinkaya, Ali Sirmen, o yıllarda pek çok şeyi paylaştığım insanlara saygım ve sevgim eksilmeden ayakta. Onlar en keyif aldığım insanların başında.
HİÇ EKSİĞİ YOK
Durup dururken neden bu geçmişe dönüş?
Cumhuriyet’te bir süredir rahatsızlık var. Mustafa Balbay’ın yerine Ankara Temsilciliği’ne yapılan atama, gazetede huzursuzluk yaratıyor.
Geçmişi ve o dönemdeki patlamayı o nedenle yukarıda özetliyorum. Şimdiki huzursuzluğun, eskisi gibi, ideolojik kamplaşma ile ilgisi yok. Şimdi daha çok şahsi, daha çok özel nedenler var.
Üstelik, huzursuzluk yaratanlar Cumhuriyet DNA’sını en az taşıyanlar.
İlhan Ağabey yönetiminde gazete genç bir hamle yapıyor. Balbay ne yazık ki, bir yılı aşkın süredir hapiste. Genç hamle ile birlikte, onun yerine de, bir temsilci atamak gerekli hale geliyor. Bunda alınacak bir şey yok.
Kaldı ki, Balbay’ın odası olduğu gibi duruyor. Gazete Balbay ve ailesinden hiçbir şeyi esirgemiyor. Ayrıca, iki gün yazı... İki gün, çünkü hapishane yönetimi yazıların postayla gönderilmesine izin veriyor.
Her gün, yazısının yerinde, “şu kadar gündür hapiste” diye, anons koyarak, ona sahip çıkıyor. Daha ne olacak?
HEDEF KİM
Buna rağmen, yerine yapılan atamayı Balbay tepkiyle karşılıyor. Bence yanlış.
Buna bazı Cumhuriyet okurları eklenince, huzursuzluk gazetede çalışan birilerine de, anlamsız biçimde yansıyor. Cumhuriyet’i ezbere bilen biri olarak, düşünüyorum;
Kazan kaldırmak için bahane mi?
Hedef Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız ile 44 yıldır Cumhuriyet’te yazan Hikmet Çetinkaya mı?
İlkinde 16 yıl, ikincisinde iki yıl Cumhuriyet’te çalışmış ve şimdi dışarıdan izleyen biri olarak, şunu söyleyebilirim.
Cumhuriyet’in kendini yenilemesi gerek. Yenileme izlediği yayın politikası açısından değil, ama o politikayı farklı bir haber anlayışıyla gözden geçirerek, teknolojisi, genç insanı, dünyayı daha iyi yakalayan kadroları açısından.
Cumhuriyet DNA’sını taşıyanlar şimdi bu hamleyi yapıyor. Gazete içindeki statüko buna izin vermiyor, direniyor. Direnen okurların ve çalışanların kendilerine şu soruyu sorması gerek:
Cumhuriyet neden yüz bini aşan bir tirajı yakalayamıyor? Neden?
Cumhuriyet’te yaşananlar her zaman kendine özgüdür.
Yazının Devamını Oku

Bu anektodlar, bu rakamlar başka yerde yok

23 Nisan 2010
ADI Kuzu, ama aslanlar gibi çarpışıyor Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu.

Anayasa değişikliğinin kabulü için canını dişine takıyor.

Hay aksi, o ulvi uğraş verirken, CHP Konya milletvekili Atilla Kart çıkıyor ve Kuzu’nun kitabını hatırlatıyor. Kuzu, kitabında hukukçu olmayan kişilerin Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanmasını eleştiriyor.

Kuzu şu anda ne yapıyor? Kitabında eleştirdiğini savunuyor. Anayasa Mahkemesine şimdi hukukçu olmayan kişiler daha çok atanacak. Koca profesöre yakışıyor mu? Hem öyle yaz, hem şimdi aslanlar gibi tersini yapmaya çalış, oluyor mu hocam?

Atilla Kart’ı, Kuzu pişkince yanıtlıyor:

“Kitaptaki benim şahsi görüşüm, şimdiki resmi görüşüm”.

İlke ve bilim dediğin nedir ki, işte budur. Bir şahsi görüşün olacak, bir de resmi. Yerine göre ya birini ya ötekini kullanacaksın.

İYİMAYA ÖRNEĞİ

Gecenin saat 24’ü. Siyasi parti kapatmalarla ilgili değişiklik maddesi görüşülüyor. Değişikliğe göre, parti kapatma önce partiler arası komisyonda ele alınıyor.

Yazının Devamını Oku

Bir değil, iki değil, AKP’den demokrasiye beşinci ret

22 Nisan 2010
ŞU son bir ay içinde Meclis’te beş ayrı demokrasi sınavı var. Şu son bir ay içinde AKP beş ayrı demokrasi sınavından da çakıyor.

Anayasa değişikliği görüşmeleri sırasında önceki gün Meclis’te ilginç bir sahne yaşanıyor.

CHP, 1 Mayıs 1977 Taksim olayları için, Meclis araştırması açılmasını istiyor.

CHP adına söz alan Gurup Başkan Vekili Kemal Anadol, 37 kişinin hayatını kaybettiği olayları özetliyor. Üzerinde çok durulan bir noktayı hatırlatıyor. Alana bakan otelin “510, 511 ve 512 numaralı odalarında kimler vardı” diye sorduğunda, AKP sıralarından espri sınırı aşan yanıt geliyor:

“Ergenekon vardı”. (Tutanaklardan).

İNSANLIK SUÇU

AKP işi sulandırmaya yeltense bile, Anadol devam ediyor:

“O odalarda polis vardı”.

37 kişinin öldüğü olaylarda provokasyon belirtisi. Anadol olayların öncesini ve sonrasını aktardıktan sonra:

Yazının Devamını Oku

“Anayasa değişirse Tayyip bana iş bulacak mı?”

21 Nisan 2010
BİR kahvehaneden yazıyorum.<br><br>Meclisteki anayasa değişikliği görüşmelerini İstanbul’un varoşlarındaki bir kahvede izliyorum. Belli bir toplulukla birlikte.

Kahvede TV açık, biz TV’nin başındayız. O sırada içeriye üç, dört kişi giriyor. Onlardan biri, TV başındaki arkadaşına sesleniyor:

“Hop Cemal, bırak şimdi anayasa ayaklarını, bizim karnımız aç, bana ne anayasa filandan”.
TV başındakiler itiraz etse de, ötekilerin sesi kesilmiyor. “İşsiziz, açız” temposu devam ederken, göz ucuyla yine de TV izliyor, pişpirik oynuyorlar.
İLK TEPKİ ŞAHİN’E

Kahvede ilk ayrışma, oturumu yöneten Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in tavrından kaynaklanıyor.

Yazının Devamını Oku

Tarih onları beraat ettirmiyor

20 Nisan 2010
“ÖLENİN arkasından konuşulmaz” sözüne bugün inanacak gibi değilim. Hele de, ölen Ali Elverdi gibi, darbecilerin emriyle iş gören, hukuku ayaklar altına alan mesleği gibi, kendisi de militarist bir ruhun sahibi ise.

İki gün önce ölen Ali Elverdi ailesinden istek gelmediği için Meclis’te cenaze töreni düzenlenmiyor. İyi ki, düzenlenmiyor.

Ali Elverdi yarbay. 12 Mart darbesi sonrasında ilan edilen sıkıyönetimde bir nolu mahkemenin hukukçu olmayan başkanı. O mahkeme Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı idama mahkum ediyor. Aynı mahkeme daha başka idam ve ağır hapis cezalarına da imza atıyor. Hukuk yok, emir-komuta zinciri var.
Hukukçu olmadan en ağır hukuki kararlarda Ali Elverdi imzası var. Devrimci gençlere en ağır cezalar verilmesi için elinden geleni yapıyor.

MİLLETVEKİLİ ÖDÜLÜ

Yazının Devamını Oku