Yalçın Doğan

Kınamanın hiçbir yaptırımı yok

2 Haziran 2010
DÜNYA basını, sözleşmiş gibi, ortak tavır takınıyor, yardım gemilerine İsrail’in yaptığı terör eylemini yerin dibine batırıyor.

Dünya basınının bu tavrına rağmen, B.M. Güvenlik Konseyi İsrail’i kınamakla yetiniyor. Yetiniyor, diyorum, çünkü kınamanın hiç bir yaptırımı yok.
Güvenlik Konseyi’nin kınamasına diplomatik dilde, Presidential Statement deniyor. Konseydeki havayı özetliyor. Herkesin bu işten duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Hiç kimse, “aman ne iyi olmuş” demiyor. Ama, karar bağlayıcı değil. İşte, en fazla olayın soruşturulması isteniyor. O soruşturmayı da İsrail yapacakmış.
Buna karşı, bağlayıcı olan, yaptırımı olan, Güvenlik Konseyi Kararı, diplomatik dilde, Security Counsel Resolution, denilen karar, adı geçen ülkeyi, bu durumda İsrail’i, örneğin tazminat ödemeye, özür dilemeye, eğer uymazsa, İsrail’e ticaret ambargosu uygulanmasına kadar götürebiliyor.
Herkes üzüntü belirtiyor, ancak, İsrail’i yaptırıma zorlayacak böyle bir karardan herkes kaçınıyor. Bu da, İsrail’i daha da şımartıyor.
Güvenlik Konseyi’nin tutumu Ankara’yı memnun etmiyor. Ankara bu terör saldırısında diplomatik olarak, ilk roundda istediğini elde edemiyor.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Başbakan Erdoğan’ı arıyor, Obama Erdoğan’la görüşme isteğinde bulunuyor, ama aldıkları karar ortada.

İsrail’in derdi Hamas’a verilen destek

KAPALI kapılar arkasında İsrail birkaç kez Türkiye’ye aynı görüşü bildiriyor:

Yazının Devamını Oku

31 Mayıs sendromu

1 Haziran 2010
PKK’nın sınırdan sızarak, Türkiye’ye gelmesi artık kolay değil. İki nedenle kolay değil:

1-Kuzey Irak’ta teröristlerin en küçük hareketi Türkiye’den anında cevap buluyor. Ya hava harekatı ya da sınırdaki toplarla karşı taraf bombalanıyor.

2-Türkiye terörle mücadelede yöntem değiştiriyor. Bizim askerin alan egemenliği artarken, PKK’nın harekat alanı daralıyor.

Bunun sonucunda PKK içerde sıkışıyor ve her köşeye sıkışanın yaptığı gibi, daha çok saldırıyor. Terörü içerdeki PKK’lılar yapıyor. Dışarıdan aldığı destek iyice azalıyor.

Eskiden İran PKK’yı sıkıştırdığında, onlar hemen Türkiye’ye kaçıyor. O artık eskisi gibi, kolay değil.

Yazının Devamını Oku

TİKA’nın Belgrad destanı

29 Mayıs 2010
ÇOCUK bahçesi. Çarşı restorasyonu. Yanan hastane onarımı. Engellilere destek programı. Şehitlik yapımı. Türkçe kurs. Üç tane okul. Bunların Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da yapılması öngörülüyor. Bunların yapılmasıyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yedi ay önce, Ekim 2009’da Belgrad’a resmi ziyarette bulunduğu sırada, Sırplara söz veriyor. Gül aynı ziyarette ekliyor:
“Bunları TİKA yapacak.”
TİKA, Başbakanlığa bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı. Başbakanlığa bağlı ama, Dışişleri Bakanlığı ile sıkı koordinasyonu var ya da öyle olması gerek.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu da, son aylarda değişik nedenlerle, üç-beş kez Belgrad’a gidiyor. Ne zaman gitse, Sırplar verilen sözü hatırlatıyor, Davudoğlu da, her hatırlatmada, verilen sözü bir kez daha teyit ediyor.
Koca Cumhurbaşkanı söz vermiş, koca Dışişleri Bakanı “tamam” demiş, daha ne?
Daha ne değil, henüz ne tek bir çivi çakılmış, ne tek bir kürek sallanmış, ne tek bir çiçek dikilmiş.
Türkiye bu kadar basit bir olayda rezil oluyor.

ARA Kİ BULASIN

Verilen sözlerin yerine getirilmesi için, Belgrad’a önce TİKA’dan bir yetkilinin gitmesi gerek.
Aradan yedi ay geçiyor, Belgrad’da bizim büyükelçi yırtınıyor, ama TİKA’nın keyfi yerine gelip de, Belgrad’a verilen sözleri yerine getirecek çalışmayı bir türlü başlatmıyor.
Arada yazışmalar, notlar, mesajlar, sonunda TİKA aşka geliyor ve nihayet geçenlerde Belgrad’da ofisini açıyor. Ofise de, birini gönderiyor.
Yoo, sürekli bu işle ilgilenecek bir yetkili değil. Karadağ’daki TİKA sorumlusunu aynı zamanda Belgrad’da görevlendiriyor.
Eh, kötünün iyisi. Ancak o vatandaşımız da, Belgrad’a bir kez geliyor, “ce” diyor ve Karadağ’a dönüyor. İş yapılacak, ama ara ki, TİKA’cıyı bulasın.

ÇOCUK OYUNCAĞI

TİKA’nın kuruluş amacı, dış politikaya destek olmak. Bu gibi yatırım ve girişimlerle, katkıda bulunmak.
Başbakana bağlı olduğu için, kendisini herhalde Dışişlerinin üstünde görüyor.
AKP iktidara geldiğinden bu yana, özellikle Davudoğlu Dışişleri Bakanı olduktan sonra, medyaya bakıyorum, Türkiye dış politikada destan üstüne destan yazıyor. Bütün dünya, “analar ne evlat doğuruyormuş” diyerek, dudağını ısırıyor.
Türkiye almış başını gidiyor, Antarktika’da buzullar mı eriyor, Türkiye küresel ısınmaya çare bulmak için, devrede. Afrika’da yamyamları insan yemekten vazgeçirmek için formül mü aranıyor, Türkiye devrede. Ne de olsa, stratejik derinlik. (Davudoğlu’nun dış politika kitabının adı). Medeniyetler ittifakı, zenginleştirilmiş uranyum, Kıbrıs, Ermenistan çocuk oyuncağı bizimkiler için.
Stratejik derinlik iyi de, anlaşılan TİKA çok daha derin ki, TİKA’nın derinliğine inip, ona bir türlü hakim olamıyor.
Olsa, bu kez Belgrad’da destan yazacak.
Ama, şu var. Önümüzdeki ay, bir değişiklik olmazsa, Başbakan Erdoğan’ın Belgrad’a resmi ziyarette bulunması öngörülüyor. Destan yazmak için, belki de, Erdoğan bekleniyor.
Yazının Devamını Oku

17. ekonomide hayat çok ucuz

28 Mayıs 2010
SAÇMA sapan cinayetler, abuk sabuk trafik kazaları ayrı.

Yangında ölüm ayrı. Alev alan kargo uçağı ayrı. Sokak ortasına düşen uçak ayrı.

Sadece tek bir gün içinde arka arkaya gelen haberler, Türkiye’nin manzarasını, nasıl bir ülkede yaşadığımızı gösteriyor.

Güne Antalya’daki tur şoförünün yol açtığı kaza ile uyanıyoruz. İkisi Türk, on üçü Rus, on beş insan kazada hayatını kaybediyor. Kaza filan değil. Geliyorum, diyen bir ihmalin acı faturası.

Daha acı olan, ölenlerin bile öldükleri yerde rahat bırakılmayışları. Zonguldak’taki grizu patlamasında can veren otuz madenciden altısının cenazeleri karışıyor.

Yazının Devamını Oku

4-C kapısında üç perdelik yeni dram

27 Mayıs 2010
DİSK’in o işkollarında üyesi yok, ama dayanışma adına meydanlarda. Türk-İş’in o işkollarında üyesi var, doğal olarak meydanlarda.

Hak-İş’in o işkollarında üyesi var, ama Hak-İş meydanlarda yok, çünkü onun için asıl olan, iktidara destek vermek.

İşçiler dün yine meydanlara çıkıyor, bir saatlik iş bırakma eylemine geçiyor. Bir yandan, maden işçilerine iş güvenliği isteyen bir eylem, öte yandan tekel işçilerine destek. Ve genel anlamda işçilere daha geniş hak ve özgürlükler.

Sendika başkanları konuşmalarında dün bunları dile getiriyor. Ancak, dünkü protestoda bir başka amaç daha var.
HAKLARINI KAYBEDİYOR

Yazının Devamını Oku

Bunlara “Mülevves” deniyor

26 Mayıs 2010
İlk bir panelde görüyorum onu. Yıllar önce. Sesini pek çıkartmayan, çevresine saygılı davranmaya özen gösteren, kendini sürekli kontrol altında tutan, birlikte katıldığımız Cumhurbaşkanı ya da Başbakanların gezilerinde geri planda kalmayı tercih eden bir tip.

Kendini sürekli kontrol eden, çevresine sürekli hoş davranmaya çalışan birilerine pek güvenmem ben. Onlar genellikle iki yüzlü oluyor.
Zaman geçtikçe, kendi aleminde, yani İslami kesimde adı daha çok duyuluyor. Bu arada bizlerle ilişkisini sürdürmeyi ihmal etmiyor. Karşılaştığımızda gazetecilik üzerinden iltifatları, her zamanki gibi, eksik değil.
Ne zaman ki, AKP iktidara geliyor, hele de yakın arkadaşı Cumhurbaşkanı seçiliyor, “tamam bu iş atık bitti” edasıyla, kendini meydanlara atıyor. Yazdığı yazıların çoğu medya saldırısı, çoğu meslektaşlarını gammazlama üzerine. Tam AKP silahşörü.
HAYATI DEĞİŞİYOR
Her şeyi bilen, duruma hakim tavrıyla, sırtını dayadığı AKP iktidarından güç alarak, AKP’yi eleştirmeleri nedeniyle, saldırmadığı kişi ve kurum yok.
Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğünde “mülevves” kelimesinin karşılığında, “kirli, pis, düzensiz, karışık” yazıyor. İşte, tam bu anlama gelecek bir tip.
İktidarın kendisine verdiği olanakları iyi kullanıyor. Üstünden başından, oturduğu eve kadar, hayatı değişiyor.

Yazının Devamını Oku

CHP Londra ve New York’a Gider mi

25 Mayıs 2010
Henüz ham bir proje. Henüz fikir jimnastiğinden öteye geçmiyor. Henüz Kemal Kılıçdaroğlu’nun haberi olmayabilir.<br><br>Ama, ilgi çekebilecek bir proje, CHP’nin ekonomi politikalarını uluslararası piyasalara anlatma projesi.

Olgun hale getirilir ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu kabul ederse, projeyi uluslararası piyasaların kalbinin attığı Londra ve New York’ta anlatmak fikri.
Yeni CHP’de benim en çok merak ettiğim, ekonomi politikası. Kurultay konuşmasında Kılıçdaroğlu sık sık, iktidara gelirlerse yoksulluk, işsizlik ve açlıkla mücadele edeceğini vurguluyor.

Bu söylem Başbakan Erdoğan’ı etkilemiş olmalı ki, hemen ve tepkiyle, “nasıl mücadele edeceksin, kaynağın nerede, reçeten ne, sen onu söyle” diye, Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmaya çalışıyor.

ÜÇ İSİM

Yazının Devamını Oku

Rakiplerini çıldırtacak kadar sakin

22 Mayıs 2010
KADER birliğine soyunmuş “muhteşem üçlü” Deniz Baykal, Önder Sav, Erol Çevikçe uzun yıllar herkesi kıskandıran beraberlik içinde. Ne zaman ki, CHP genel seçimde barajı aşamıyor, Meclis dışında kalıyor, sihir bozuluyor. Erol Çevikçe, Baykal’a açıkça “artık çekil” diyor. Yollar ayrılıyor. Bir üçlüden, iki tane ikili doğuyor. Baykal-Sav, Sav-Çevikçe. Baykal’ın genel başkanlıktan istifası ile birlikte, Baykal-Sav ikilisi de, tarihe karışıyor.
Bu aşamada Çevikçe, Sav ile beraberliğine dayanarak, önemli bir görev yapıyor. Kılıçdaroğlu’na destek verilmesi gerektiğine inanıyor.
Başlangıçta “Önder Abi” formülüyle, kendine hiç olmazsa bir süre genel başkanlık rolü biçen Sav, Çevikçe’nin bu atağı ardından, Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alıyor. Gerçi, dün kendisiyle sohbet sırasında Sav, “genel başkanlığı düşünmediğini” söylüyor, ancak kulisler bu iddia ile çalkanıyor.
Çevikçe’nin ikna turuna ek yapmak gerek. Sav, örgütün düşüncesine başvuruyor. Aldığı olumlu hava, sonucu belirleyici türde. Evet, artık Kılıçdaroğlu aday.
Bir zamanlar Baykal ile birlikte vaziyete hakim olan Sav, şimdi Kılıçdaroğlu ile de, vaziyete hakim görünüyor. Bu CHP içinde dönen bin türlü kulisin dönemeç niteliğindeki gelişmesi.
Baykal ile Sav’ın yolları ne zaman ayrılıyor? Sav, “kızılcık şurubu içtim, kimseye bir şey hissettirmedim” diyor dün. Ayrıntı vermiyor, ama belli ki, zaman zaman Baykal’la ciddi sorun yaşamış.
Kulislere yansıyan, burası dikkate değer, o iğrenç kasette adı geçen Nesrin Baytok’un milletvekili adaylığına Sav’ın o tarihte itiraz etmiş olması. Baykal’la, Baytok’un adaylığını tartışıyor.

SAKİN VE EMİN

Dün CHP Genel Merkezine bakıyorum, insanlar akın akın. Parti dediğin böyle olur.
Daha sonra Kemal Kılıçdaroğlu ile bir araya geliyoruz. İşte, bizden biri. Değişimi vurgulayan sosyal demokrat dediğin lider böyle olur.
Tam sakin güç. Bugün kurultay önüne çıkacak ve belki ilk seçimde Türkiye’nin kaderini değiştirmeye talip olacak kişi, sanki o değil. Başta, Tayyip Erdoğan, rakiplerini çıldırtacak kadar sakin ve kendinden emin.
“Halkla içiçe olan bütün mekanizmaları harekete geçireceğiz” derken, sormadan edemiyorum, basını nasıl izliyor?
CHP’nin Mecliste basın bürosu var. Kılıçdaroğlu adı nerede geçiyorsa, o haber ve yorumları bu büro topluyor ve kendisine veriyor. Bugünlerde okuma saati epey uzun olmalı.
Verdiği önemli sözlerden biri, parti içi demokrasinin işletilmesi. Bunun için tüzük değişikliği gerek. Ancak, seçimden önce tüzük kurultayına vakit yok. Bu durumda pratik girişimlerde bulunmasını beklemek mümkün.
Bunlar günün notları. Mesele, yarın. Mesele, nasıl bir iktidar yürüyüşü. Her gittiği yerde, çevresine, işte bizden biri, duygusunu vermesi, en büyük avantajı. O avantajı sürdürmesi yine ona bağlı.

Bine yakın istek

ANKARA’nın her yeri kurultay. Hangi otel, hangi lokanta, hangi kafeye gitseniz, karşınızda mutlaka kurultay delegeleri ve kulis. Hepsi de, Parti Meclisi üyeliği için.
80 kişilik Parti Meclisi üyeliği için bine yakın istek var.
İstekler genellikle telefonlar üzerinden yapılıyor. Listeyi belirleyen kişilerin telefonları susmak bilmiyor. Onun için bazı telefonların kapalı olmasına ya da çaldığı halde açılmayışına şaşmamak gerek.
Yıllar sonra CHP’de ilk kez böyle bir heyecan görüyorum.

Çarşaf mı, blok liste mi

CHP’ye yeni genel başkan tamam. Ya Parti Meclisi?
Yarın iki liste çıkacak. Biri 18 kişilik bilim kurulu. Oradan 12 kişi seçilecek. İkinci liste 68 kişiden oluşacak. 68 artı 12, 80 kişilik Parti Meclisi seçilecek.
Dün tartışmaların odağında çarşaf liste mi, blok liste mi olsun fikri var. Çarşaf, yani her isteyen partili üyenin adaylığının yazılacağı listeye verilen isim. Oradan 68 kişi seçilecek. Blok liste ise, genel merkezin hazırlayacağı tek listenin adı, delegeler o listeye oy verecek.
Başlangıçta çarşaf liste fikri ağır basıyor, ibre sonra blok listeye dönüyor. Bu ibre Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği parti içi demokrasiye aykırı. Ancak, bu kurultay seçimden önceki son kurultay. CHP genel seçimlere şimdi oluşacak yönetim ile gidecek. Partide yeni bir yönetim oluşmuş, partiye hakim olmak gerek. O nedenle, blok liste.
Yazının Devamını Oku