Yalçın Bayer

'Gülen'le el sıkışmadım'

29 Temmuz 2016
GÜLEN’e yakın olduğu iması yapılan eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül dün aradığında kendisiyle uzun bir konuşma yaptık...

Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Türksat’ın TRT’nin yayınını keserek darbecilerin propagandasına engel olmakla çok büyük bir görev yaptıklarını söyledi. “Fetullah Gülen’in elini dahi sıkmadığını”, hakkında ‘karalama’ yapılmak istendiğini belirtti.

Gönül’ü dinliyoruz:

“Ben Vecdi Gönül... Bugünkü (dünkü) yazınızdan ‘Vecdi Gönül kimdir’ yazısına canım sıkıldı. Neden icabet etti, anlayamadım. Ben Türksat’ın başındayım; darbe anında TRT’nin yayınlarını kesen Türksat’ın yönetim kurulu başkanıyım. Nöbetçi arkadaşlarımız kesti, TRT’deki o malum konuşmayı tekrar tekrar yayınlanmasını bizim arkadaşlarımız engelledi. Orada iki şehit verdik, dört arkadaşımız da yaralandı. Bizim arkadaşlarımız çok hizmet verdi. Benim koruma polisim Hüseyin Kalkan da çağrıldığı emniyette şehit oldu.

Benim 2002’de, bakanlığımın son yılında Zaman gazetesi günlerce aleyhimde yayın yaptı. Onu niye yazmadınız?

Yazının Devamını Oku

‘Bizi kimler aldattı’

28 Temmuz 2016
TÜRKİYE olağanüstü bir dönemden geçerken, OHAL ilan edilmişken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) olağan akışında çalışmasını sürdürüyor.

Vallahi bravo demek gerekiyor. Geçen haftaki ilk oturumu Kadir Topbaş yönetti. Darbe girişimi her AKP ve CHP’nin ortak bildirisi ile kınandı. Toptaş hemen Meclis’ten ayrıldı. (Geriye de baba-oğul Tunçların öyküsü kaldı. İBB’nin ‘MİT’çi’ diye tanımlanan güçlü adamı Sivil Savunma Sekreteri Mahmut Tunç ile oğlu Lojistik Merkez Müdürü Ömer Tunç’un, belediyeye giren darbecilere çay ikram etmeleri, sonradan yakalanıp tutuklanmaları, Kadir Topbaş’ın da “Yanımızdaki haini görmemişiz” demesi uzun süre dillerden düşmeyecek gibi...)

 

- İBB Meclisi’nin çalışması partiler açısından önemli, çünkü iş yükü hayli fazla... Darbe değil rant önemli! Geçen pazartesi günü İBB Genel Kurulu’na 302 dosya geldi ve komisyonlara havale edildi. İmar ve Bayındırlık Komisyonu’na giden dosya sayısı 244 idi. Çok demeyin; geçen yılda da 307 dosya gelmişti.

 

- Temmuz ayında dört gün içindeki gelen dosya sayısı 215 idi; geçen haziranda ise 271 olmuştu.

 

- Geçen cuma günü ‘yükleme’ ağırdı; 73 dosya, tam 372 sayfa. Bir saatte ‘bakmak’ zorunda kaldı üyeler. Meclis bu işlere ‘alışık’ çünkü.

 

Yazının Devamını Oku

İŞTE O KASET!

27 Temmuz 2016
FETHULLAH Gülen’in tam 17 yıl önce medyaya ilk kaseti düştü.

Bugünlerde daha anlamlı hale gelen bu kaset Gülen’in açık niyetini ortaya koyuyordu. 3 ana hedef gösteriyordu: Mülkiye, adliye ve ‘hayati müessese’ dediği ordu... Bu kaset ATV’de yayınlandı. Olay Türkiye’de şok yarattı. Birçok gazete ve TV, Gülen’in sözlerini büyük haber yaptı. Hürriyet bu haberi tam sayfa olarak ‘Fethullah şoku’ (19 Haziran 1999) başlığıyla verdi. Bu kaset daha sonra, Nisan 2015’te, Ankara merkezli yürütülen KPSS operasyonunda soruşturma dosyasına giren belgeler arasında, örgütün bir numarası olarak suçlanan Fetullah Gülen’e ait kasetlerin arasında yer aldı.

 

Özetle, Gülen yandaşlarına “devleti ele geçirmeleri’ öğüdünde bulunuyordu. Ecevit’in başbakanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın devleti ele geçirmeye çalıştığı ve Cemaat’in ileride laik Cumhuriyet’e karşı bir ‘kalkışmaya’ hazırlandığı iddiasıyla hakkında rapor hazırladığı Fetullah Gülen, kasetteki konuşmalarında yandaşlarına devlet kadrolarını ele geçirmenin önemini vurguluyordu.

 

Konuşmasında, özellikle mülkiye ve adliyedeki kadrolaşmanın genişletilmesi gerektiğini kaydeden Gülen, “Bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir” diyordu. Cemaat üyelerine sivri çıkışlarda bulunmamaları tavsiyesinde bulunuyor, aksi takdirde Türkiye’deki hareketlerinin sonunun Cezayir olacağı uyarısında bulunuyordu.

 

Gülen, müritlerine ‘aynı cephede sayılabilecekleri’ DYP ve RP çizgisindeki siyasal örgütlenmelerle ilişki kurulmasını gerektiğini de vurguluyordu. Gülen’in konuşması özetle şöyle:

 

Yazının Devamını Oku

CHP’nin görkemli mitingi önemli bir şeyi gösterdi

25 Temmuz 2016
TAKSİM’de CHP’nin önceki günkü Taksim ‘Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi’, 15 Temmuz sonrasında ülke sathında yapılan gösterilerin en kalabalık ve en görkemlilerinden biri oldu.

Demokrasi ve laiklik ekseninde farklı bir yeri olan bu toplantıya tatile ve sıcak havaya karşın (Kılıçdaroğlu 35 dakika konuştu) kaç kişinin katıldığı konusunda tam bir sayı verilemedi. Ancak, CHP’nin polis kaynaklı bilgilerine göre, 700-800 bin kişinin katıldığı söylenirken, mitinge bizzat katılanların söylediği makul bir rakam olan 200 bin civarındaydı. Ecevit dönemini bilen bir parti yöneticisi de “3 haziran 1977 seçimlerinden sonra CHP’nin yaptığı en görkemli miting” ifadesini kullandı. Bu mitingin, sadece bir CHP organizasyonu ve bir manifesto açıklaması olarak ifade edilmesi, meydanı dolduran yüz binlere karşı bir haksızlık olmasın demek de gerekiyor. CHP’li akademisyen Dr. Mustafa Melek şunları söyledi:

 

“Bu büyük kitlesel karşı çıkışı, CHP dahil olmak üzere sol bir ortak kümenin marifeti olarak okumak gerekir ve bu ortak kümenin CHP yanında en etkili elemanı Birleşik Haziran Hareketi’dir. BHH, Gezi’nin Türkiye toplumsal mücadelesine bıraktığı bir miras olup bu işlevini kuruluşundan bu yana başarı ile taşımaktadır. Bunun yanında adı geçmeyen birçok meslek örgütünün, STK’nın ve sendikaların katkılarını da teslim etmek gerekir.”

 

“BHH’yi açar mısınız” diye sorduk Melek’e...

 

Dedi ki: “Bugün CHP içerisinde yer alan binlerce örgüt mensubu, parti yöneticisi ve milletvekili tarafından da desteklenen BHH, diğer demokratik kitle örgütleri ile birlikte, bu mitinge sağladığı sayısal katkı yanında bir ortak sol muhalefet ruhunu taşımış bulunmaktadır. BHH ilk olarak 30 Ağustos 2014 tarihinde solda birlikte mücadele imkânlarını değerlendirmek üzere toplanan çeşitli akademisyen, siyasal parti ve sivil toplum örgütleri tarafından oluşturulan bir harekettir.”

Yazının Devamını Oku

YÖK 36 üniversitedeki rektör seçimlerini neden erteledi

22 Temmuz 2016
ANKARA’dan bir grup öğretim üyesi, Gazi Üniversitesi’nde ‘FETÖ’cülerin neler yaptıklarını anlatan bir dosya gönderdi.

Kısaltarak veriyoruz. “Gazi Üniversitesi örneğinden yola çıkarak YÖK’e ve darbe girişimine değinmek eğitimin önemini, yaşadığımız musibet nedeni ile tekrar vurgulamak için bu yazı kaleme alınmıştır.

 

Süleyman Büyükberber’in Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanması ile ‘FETÖ Terör Örgütü’nün kadrolaşma süreci hız kazanmıştır. Bu süreç ve usulsüzlükler YÖK’e defalarca yazılı olarak iletilmiş, çok sayıda suç duyurusunda bulunulmuştur. Suç duyurularının da içinde bulunduğu 54 dosyadan oluşan inceleme 2.5 yıldır sonuçlanmamış, 18 dosya YÖK Denetleme Kurulu tarafından aklanmış, kalanlar değerlendirmeye bile alınmamıştır. YÖK, Gazi Üniversitesi’nde yaşananlara sessiz kalmış hatta direnenlere karşı mobbing uygulamıştır.

 

YÖK, 21 üniversitede haziran ayında yapılması gereken rektör adayı belirleme seçimlerini temmuz ayına, Ramazan Bayramı’ndan sonraki haftaya bırakmıştır. Öğretim üyelerinin aralarında, hem bayram sonrası olması hem de yaz tatiline gelmesi nedeni ile kimi öğretim üyelerinin seçime katılamaması için tarihin özellikle seçildiği konuşulmuştur. Başarısız darbe girişiminden sonra Rektör Süleyman Büyükberber gözaltına alınmış, YÖK Rektörlüğe vekaleten Prof. İlhan Üzülmez’i atamıştır. Rektör vekili Üzülmez idari kadrosunu, Süleyman Büyükberber’in idari kadrosunda çalışmış öğretim üyelerinden oluşturmuştur.

 

Büyükberber’in rektör yardımcısı İbrahim Uslan rektör adayı belirleme seçiminde 4. sırayı almıştır. YÖK’ün ilk 6 aday arasından 3 aday seçerek Cumhurbaşkanı’na sunma yetkisi manipülasyonun kilit taşıdır. Vekaleten atanan Rektör Üzülmez’in İbrahim Uslan ekibinde yer aldığı, yeni rektör atanana kadar hatta plan tutarsa 4 yıl daha ‘ciğerin yine kediye emanet edileceği’ kaygısı yaygın olarak dile getirilmektedir.

 

Yazının Devamını Oku

Halk niye sokakta?

21 Temmuz 2016
EMEKLİ öğretmen okurumuz, yazar Adil Hacıömeroğlu önceki akşam Bakırköy’den Bostancı’ya geçerken deniz otobüsünü kaçırmış, otobüsle Sirkeci’ye giderken gördüklerini anlatıyor:

Marmaray girişinde güvenlik önlemi alınmış. Çantalar aranıyor. Şüphelilerin kimlikleri kontrol ediliyor. Ellerinde bayraklarla her kesimden ve yaştan kişiler gruplar halinde yürüyor, çoğunun acelesi var.”

 

“Peron katına inerken genç ve orta yaşlılardan oluşan bir gruba ‘İyi akşamlar’ diyerek yaklaştım. Onlar, güler yüzle karşılıyorlar beni. Gruptakiler Saraçhane’de, Büyükşehir Belediyesi önündeki toplantıya katılmışlar, çoğu Kısıklı’ya gidiyor. Nasıl olsa toplu taşıma araçları bedava.”

 

Sormuş, “Neden alanlardasınız?” Orta yaşlı biri “Vatan için...” demiş, çoğunluk aynı yanıtı vermiş; birkaçı da “Milletim için...” demiş. Genç olanlardan birkaçı “Bağımsızlığımız için...” diyerek kararlılığını göstermiş. Sokağa çıkmak, yaşananlar ile Erdoğan’ın çağrısı ile örtüşmüş müdür? Yani Erdoğan için sokağa çıkmak kadar kendi iradeleri ile gelmişler... Çünkü bu soruya ‘Hayır’ dedi konuştuklarımdan bazıları...

 

‘Darbe kışkırtmasını kim yaptı?’ Düşünceler farklı, Amerika diyenler daha çokmuş, birkaçı da ‘yabancı devletler’... Neredeyse hepsi FETÖ’yü, PKK ve IŞİD gibi terör örgütü olarak görüyorlar. “Bu sorularımı yol boyunca hem Marmaray’da hem de Kadıköy-Kartal metrosunda karşılaştığım gruplara yönelttim. Yanıtlar üç aşağı beş yukarı aynı.”

 

Yazının Devamını Oku

Büyük Türk’ü kaybettik

20 Temmuz 2016
TÜRK kültürüne çok büyük emekler vermiş olan Prof. Dr. Kâzım Mirşan (97), Bodrum’da vefat etti.

Yeri zor doldurulacak bu bilim adamının ardından onun öğrencisi Haluk Tarcan köşemize bir yazı gönderdi. Mirşan’ın yaşamında gerektiği kadar takdir edilmediğini kaydeden Tarcan, hocası için şu ifadeleri kullanıyor:

 

“Büyük, geniş dilbilgisi ve yakinen tanıdığı Orta Asya’nın kendisine vermiş olduğu imkânlarla, atalarımızın yazıyı bulduğunu keşfetmiş ve dünyanın dört bucağına göçlerle yayılmış olan Ön-Türkçeyi okuyarak büyük bir Türk kültürüne sahip olduğumuzu yazı denen görsel belgelerle ortaya koymuştu.

 

Türk tarih ve kültürünü Türkçe bilmeyen Batılıların kaynaklarından öğrenmiş olan akademisyenlerimizin bu kötü alışkanlıklarıyla Batı’nın tanıtmadığı Mirşan için, ‘Biz onu kabul etmiyoruz’ demişlerdi.

 

İçlerinden hiçbiri Türk kültürünü doğduğu yerde, Orta Asya’da ve doğduğu dil olan Orta Asya Türkçesinden öğrenmemişti. 39 Orta Asya Türkçesinin henüz farkına varmışlar ve öğrenmek zahmetine katlanmaya başlamışlardır...

 

Yazının Devamını Oku

Öldürürsen kendini öldürmüş olursun, çalarsan kendinden çalmış olursun

19 Temmuz 2016
DARBE kalkışmasında yaşanan vahşet, ölüm cezasını yeniden gündeme getirdi. Demokrasi nöbeti için sokağa çıkanların idam cezasını bir çare olarak talep etmeleri sonucu, konunun Meclis gündemine getirileceği anlaşılıyor.

Ölüm cezasını hümanist doktrin bakımından eleştiren saygın ceza hukukçusu, merhum Prof. Dr. Faruk Erem şu hususlara dikkat çekmiştir...

 

Suç ve ceza arasındaki nispetin adil olup olmaması, ‘ölüm cezası’ hakkındaki tartışmaların temelini teşkil eder...

 

Ceza siyaseti bakımından, ıslah eden devlet, suçları önleyen devlet kavramları, cezanın adaletini öne çıkaran düşüncelere kaynak olarak ileri sürülmüştür.

 

Ölüm cezasının bir zaruret olarak değerlendirilmesi yetersiz kaldığı için, ‘kefaret’ kavramı üzerinden gerekçelendirme yoluna gidilmiştir. Kefaret ve kısas arasındaki kavramsal yakınlık, ölüm cezası taraftarlarının düşüncelerine de dayanak olmuş; Kant tarafından, ‘Öldürürsen kendini öldürmüş olursun, çalarsan kendinden çalmış olursun’ sözleri ile ifade edilmiştir.

 

Yazının Devamını Oku