Yalçın Bayer

O bilgelikten istifade edelim! Yaşlılık nedir?

17 Haziran 2020
Prof. Dr. Sinan Canan, TRT Türk’te ekrana gelen ‘Vapurda Çay Simit Sohbet’ programının yapımcısı ve sunucusu Ömer Öztürk’e anlatıyor:

“Beynin istediği ama vücudun yapamadığı şeye yaşlılık denir. Yaşlanma durumu, ister istemez beynin fiziksel olarak küçülme durumu. 60 yaşından sonra senede %4 oranında beyin küçülür. Elkhonon Goldberg, ‘Bilgelik Paradoksu’ kitabını yazdı bu konuda. Beyin uzmanı, kendi laboratuvarında yapılan bir çalışmaya gönüllü oluyor. MR’lar çekiliyor inceleme için, bir bakıyor beyni küçülmüş! ‘Ne oldu bizim beyine’ diye düşünüyor. Paniğe kapılıyor; ‘Beyin bu kadar ufalmış ama hala kararları ben veriyorum, projeler üretiyorum, gençlere bir şey söylüyorum aydınlanmış olarak geliyorlar’ diyor. Donanım bu kadar küçüldü de benim kafam nasıl hala çalışıyor diye düşünüyor.

Özetle yaşlanma dediğimiz şey biyolojinin doğal bir süreci, biyolojide bir şey varsa bunun bir faydası olmalı.

Hayvanlar aleminde bazı gençler bazı yaşlıları korurlar avcılardan. Sürü bir yere göçeceği zaman yaşlı, bilge olanlar uzun uzun bir yere bakıyor, yaşanmışlıkla nereye gidilir, yemin, suyun, şartların iyi olacağı yeri biliyorlar. İnsanlarda da yeni bir şeyler öğrenebilme kapasitesi zayıflarken parça parça bilgileri birleştirip onlardan büyük anlamlar çıkarabilme bilgeliği artış gösteriyor.

HEKİM, HAKİM, HAKEM

Bizim kültürde buna ‘hikmet’ deniyor. Doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilme. Hekim, hakim, hakemlere dikkat edin çalıştıkları konular nevi şahsına münhasırdır. Davalarda, sağlıkta, maçlarda önüne gelen konu, bir daha asla aynı şekilde tekrar etmeyecek tek konudur. Bu üç meslek grubuna tekrarı olmayan bir konuda ‘içtihat’ yaptırıp karar verdiriyoruz. Bu insanların hepsinin bilge olması gerekiyor. Bu yetenek yaşanmışlıkla olur, diplomayla olmaz, beynin böyle bir özelliği var.

Bugün dünyadaki gelişmiş ülkeler başta olmak üzere yaşlılarımızı bakımevlerine kapatıyoruz. Onları eve kapatıp her nesilde hayatı yeni baştan öğrenmeye kalkıyoruz. Bu da bize çok vakit kaybettiriyor.

İslam literatüründe de vardır ‘Yaşlılarımız olmasa belalar üstümüze yağmur gibi yağacak’ diye...

O bilgelikten istifade etmeyi unutmamamız gerekiyor.”

Yazının Devamını Oku

Fındıkta yeni sezonun oyunları

16 Haziran 2020
Fındık üretimi iyi bir sezonun ardından ‘sıkıntılı’ bir sezona girecek gibi görünüyor. Sezon 25 liradan başlarsa üreticinin yüzü ‘gülecek’ ama global oyunların nelere mal olacağı da şimdiden hesaplanamıyor. Ordu’da fındıkla ilgili programları dikkatle izlenen fındık uzmanı Osman Çakmak’ı dinledik. Dedi ki:

“2019 Ağustos’unda fındık sezonu TMO’nun 16.5 TL’lik fiyatı ile başladı. Kabuklu fındığın 26 liraya kadar çıkması da bir ‘rekor’ sayıldı. Üretici ciddi para kazandı diyebiliriz buna... Ancak küresel firmalar hemen piyasada ‘oyunlar’dan geri kalmadı ve fiyatları düşürmek için çeşitli manipülasyonlara yöneldi. Nitekim fındığı 20.5 TL’ye kadar düşürmeyi de başardılar.”

YENİ SEZON

Evet, yeni sezon sıkıntılı süreçten 2.5 ay sonra başlayacak. Bu sürece kadar pandeminin etkisiyle ciddi bir ‘dalgalanma’ yaşandı piyasalarda. Aslında bu son 10 yılda yaşanmayan ‘iyi’ bir pazardı... Pazarın gelişmesi hangi koşullara bağlı diye sorarsak, en büyük etken ihracat da oldu. Tabii bunun arkasından da ‘rekor’ geldi.

Yöre uzmanlarının hesaplamalarında, bu yılki rekoltenin 550 bin ton civarında gerçekleştirileceği belirtiliyor. Bu durum hava şartlarının uygun olmamasına bağlandı. Bölgede fırtına, dolu ve yağmur nedeniyle dört mevsim yaşandı ve fındık rekoltesinin düşük olacağı hesaplandı. Koronavirüs Avrupa’da fındığa bağlı ürünlerin ihracatında talep patlamasına neden oldu. Özellikle fındık ezmesine aşırı talep oldu, stoklar eridi. Bu yılki rekoltenin 620 bin ton olarak başlayacağı açıklanmışsa da gerçek rekoltenin 550 bin ton olarak gerçekleşeceği belirtiliyor.

MHP Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt, pandemiden ve işçi sıkıntısından dolayı fındığa bu yıl 24 lira istedi. Bunun nedeni TMO’nun fiyatının 24 liraya kadar çıkarması oldu. Fındık brokeri Osman Çakmak fındık fiyatları ile ilgili şöyle bir hesap yapıyor:

“Geçen yıl fındık 16.5’dan açılınca 21-24’e kadar satıldı. Serbest fiyatlara kadar 26-28 fiyat buldu... Kaliteli Giresun fındığı ise 28 liraya kadar çıkabilir beklentisi var.”

TOPRAK BAYRAMI’NI BÖYLE KUTLUYORUZ!

Yazının Devamını Oku

‘Yazım kılavuzuna veda mı?’

12 Haziran 2020
Nusret Ertürk, “Yazım kılavuzuna veda mı?” başlıklı yazısında “Yazım kılavuzu dilimizin anayasasıdır” diyor. TDK’nın anlaşılmayan bir yaklaşımla artık yazım kılavuzu yayımlanmaması kararını, Türkçe sevdalısı yazar Attila Aşut’un yazısından öğrendiğini ve çok üzüldüğünü söylüyor. 9 Haziran tarihli Cumhuriyet’teki yazısında Ertürk, 12 Eylül’de Atatürk’ün kurduğu kurumların başına gelenleri hatırlatarak “Şimdi dilde benzeri mi yapılmak isteniyor? Sadece adıyla yaşayan Atatürk’ün kurduğu TDK, tümüyle yok edilmek mi isteniyor?” diye soruyor.

Atatürk’ün üzerinde titrediği konulardan birinin dilimiz Türkçe’nin kendi benliğine kavuşması, güzelleşmesi, zenginleşmesi olduğunu söyleyen Ertürk, onun dilimiz için söylediği unutulmaz özdeyişi hatırlatıyor: “‘Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır’. 1932’de TDK kurulur. Özgürce çalışabilmesi için yönetime bağlanmaz. Atatürk, TDK’nın harcamalarını kendi gelirlerinden karşılanması için bir vasiyetname düzenletir.”

TDK, 1983 yılında Kenan Evren tarafından bir devlet dairesine dönüştürülürken, o amaçları benimsemiş kişilerce Dil Derneği’nin kurulduğunu ve eski TDK’nın boşluğunu doldurmaya çalışıldığını anlatan Nusret Ertürk, Konfüçyüs’e (551-479) söz verilmezse konunun eksik kalacağını anlatıyor:

Bilgeye sorarlar: “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsanız ilk ne yaparsınız?”               

Konfüçyüs, “İlk dilden başlarım” diye söze girer:

“Çünkü dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gereken işler doğru yapılamaz. Görevler yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Halk şaşkınlık içine düşer. Hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Anlaşıldı mı? TDK yöneticileri, onlara emir verenler, yazım kılavuzunu basmamakla ne yapmak istiyor.

GÜNÜN SÖZÜ

PARTİ KOLLUĞU

Yazının Devamını Oku

Dr. Fazıl Küçük, Adıyamanlı (Kommageneli) çıktı

11 Haziran 2020
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün eşi Süheyla Küçük, dört gün önce vefat etti...

Önce Kıbrıs Türklerine başsağlığı diliyoruz. Rumlara karşı mücadelede ilk bayrağı açan Dr. Fazıl Küçük’ün nasıl Adıyamanlı olduğunun öyküsünü aktaracağız.

Bundan üç hafta kadar önce Sakarya Üniversitesi’nde öğretim üyesi dostumuz Prof. Dr. Mehmet Sait Doğan ile konuşurken, bize “rahmetli Fazıl Küçük’ün nereli olduğunu” sordu. Biz de “Kıbrıslı” deyince, “Dinler misin?” dedi.

Tesadüf bu ya... Doğan’ın söyledikleri şöyleydi:

“Tarihçi ve sosyolog, yakın da akrabamız olan Muharrem Tekbaş’ın yaptığı araştırmalara göre Dr. Fazıl Küçük’ün, Adıyaman’a 26 kilometre uzaklıktaki Pınaryayla (Artan) köyünden, Abdülhamid döneminde Kıbrıs’a gönderilen Mehmet Hüseyin’in oğlu olduğunu tespit ettik. Bizim de akrabamız olan Fazıl Küçük, Türkiye’de tıp okuyor. Biz henüz buraya kadar biliyoruz. Sosyolog Muharrem Tekbaş bu bilgiyi ortaya çıkarınca KKTC’ye davet edildi. Köy halkımız ve Fazıl Küçük’le akrabalık bağlarımızı daha sağlam bir şekilde öğrenmiş olacağız.”

Küçük’ün eşi Süheyla Küçük, 30 Temmuz 1925’de Lefkoşa’da doğmuş. Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurmasında eşine yardım etmiş, kadınları örgütlemiş.

GÜNÜN SÖZÜ

“Büyük ve küçük devletler arasında arasındaki ittifak, kurt ile kuzunun dostluğuna benzer. Kurdun kuzuyu yemesiyle sonuçlanır.” Cemal Abdülnasır

Artan neresi?

Yazının Devamını Oku

Sığacık güya sakin şehirdi

10 Haziran 2020
İzmir’in temiz ve sahil beldesi Akarcalı’yı sakinleri acaba koruyabilecek mi? Binlerce sakini için el değmemiş bu cennet köşede girişilecek endüstriyel deniz yatırımı yapılırsa, “Sakin şehir unvanını alan Sığacık’a ve Seferihisar’a siz ne yapıyorsunuz” diye sormazlar mı?

Önce ne olduğunu anlatalım:

Akarca sahilinin yanı başına çok büyük ölçekli bir mendirek ve devasa bir balıkçı barınağı konulmak isteniyor. Yazlıkçıların olmadığı, salgın nedeniyle kimsenin de evlerinden çıkmadığı tarihte (3 Nisan-15 Mayıs) bu proje, çevre ve şehircilik müdürlüğü tarafından Bayraklı’da askıya çıkarılıp ilan edilmiş!

Herkes şokta tabii... Proje incelendiğinde çok büyük bir yatırım olduğu anlaşılıyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı dosyasında “karadaki kaplama alanı 117 bin 683 metrekare, denizdeki alanı 59 bin 352 metrekare, barınak 30 bin 355 metrekare ve anrojman 27 bin 930 metrekare” olarak gösteriliyor. Dalgakıran, çeker yerleri, balıkçılar için idari bina, balıkçı lokali, soğuk hava deposu, balık satış yeri olan, birçok deniz canlısına ev sahipliği yapan Akarca’ya giden yolun altyapısının ne hale geleceğini taş ve çimento malzemesi ile hesap etmek zor.

Aile site ve yazlıklarında 505 balıkçının barınacağının açıklanması, Akdeniz’de balık üretilmeye mi başlanıyor sorusunu akla getiriyor!

Böyle büyük bir projenin Sığacık körfezinin endüstriyel bir deniz olmasının önünü açacağı anlaşılıyor. Demek ki orkinos ve balık çiftliklerince de kullanılacak bölge. Seferihisar Belediye Başkanı İsmail Yetişkin, Akarca ile ilgili kaygılarını şöyle anlatıyor:

“Yer seçimine gösterilen tepkilere katılıyorum artık. Süreçte belediyeden görüş ve katkı talep edilmedi.”

Anımsatalım: İzmir Valiliği geçen yıl projede “ÇED raporu gerekli değildir” kararını vermiş. ‘Kafa karıştırıcı’ bir sürü ifade karşısında Akarcalılar hayli tepkili... Bu nedenle yargıya gidiyorlar. Vekâlet verdikleri dosyadaki imza sayısı 200’ü bulmuş... Bu yüzden seslerinin hiç dinmeyeceğini söylüyorlar.

Bu ülkeye acıyalım!

Yazının Devamını Oku

İasos’a yazık

9 Haziran 2020
Milas’a ve havalimanına yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta İasos antik kenti vardır. Cumhuriyet dönemindeki ismi Kıyıkışlacık’tır. Aydın bir köydür, namı yurtdışına kadar uzanan ‘Ceyar’ adlı ünlü bir balıkçı lokantası vardır. İtalyanlar 50 yıl süreyle burada kazı yapmışlar, koyun güzelliklerinin tadını da İtalyanlar çıkarmıştır. Rahmi Koç olmasaydı bölge bu kadar üne kavuşamazdı. Çünkü kalesini restore ettiren ve buradaki parçaları bir müzede toplatan Koç’a bölge çok şey borçludur.

Zeytinyağı ve balık ‘cennetidir’, balık çiftlikleri ile Türkiye’ye döviz getirmektedir.

Şimdi Milasın mahallesi durumundaki Kıyıkışlacık’ta ‘yükleme boşaltma limanı/iskelesi projesi’ gerçekleştirilmek istenmesi herkesi ayaklandırdı. Bununla yaşam alanlarında huzur ve sükun bozulacak, ekolojik dengeler altüst olacak. Seramik madeni taşıyan yüzlerce TIR’ların yaratacağı gürültü kirliliğini ve tozu ise hiç sormayın, ağlarsınız. Vesselam Kıyıkışlacık, Zeytinlikuyu, Boğaziçi, Güllük’te balıkçılığa, turizme, çevreye, doğaya, ayrıca arkeolojik sit alanı olduğundan kültür varlıklarına verilecek zarardan dolayı, bu projeye onay ve ruhsat verilmesine karşı çıkan köylüler diyor ki:

“Bu mesele sadece körfezin değil, ülkenin meselesidir.”

Doğa ve tarih katliamına karşı ‘Mandalya Çevre Platformu’ imza kampanyası açtı, buna yazlıkçılardan da büyük katılım oldu.

GÜLLÜK’E TAM İHANET

Güllük Körfezinin (Mandalya) doğa ve tarih katliamından kurtulması için başta Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Muğla Valisi Esengül Civelek, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, Milas Kaymakamı Eren Arslan ve Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat ve Milaslı İl Tarım Müdürü Barış Saylak’a ‘kurtarma’ için çok görev düşüyor diyelim.

Bu konuda daha yazacaklarımız var.

GÜNÜN SÖZÜ

Yazının Devamını Oku

Gıdada ciddi dengesizlik

5 Haziran 2020
SALGIN ülkelere çok şey gösterdi.

Sorunun küresel olmasına karşın, her ülkenin kendi başının çaresine bakması gerektiğini gördük. Ülkeler hep birlikte bir trene binmiş; yardımlaşmanın, paylaşmanın, dayanışmanın, küreselliğin olmadığı bir düzensizliğe gidiyor sanki. Daha önce defalarca yazdık. Türkiye gelecekte özellikle gıda, su ve ilaç konusunda kendine yeterli olmalı. Kriz anında kimsenin kimseye basit bir maske, bir kutu ilaç bile vermediğini gördük. Örneğin en temel ihtiyaç gıda. Gıda stokları yeterli ülkeler bile, krizde stoklarını arttırmanın yolunu aradılar. Hububat ihracatçısı ülkeler, buğday, pirinç, mısır gibi ürünleri kendilerine sakladı. Ette de durum aynıydı. Dünyada gıda ticareti önemli derecede ulaşıma dayalı. Kriz anında etkilenmeyecek hiçbir ülke yok. Bir de dünya nüfusunun 2050’de 9.1 milyara ulaşacağı tahminlerine bakılırsa, gelecekte gıda üretiminin en az yüzde 70 arttırılması demek. Aksi takdirde enerji, su gibi gıda savaşına kadar gidebilir.

 

VAHAMET ORTADA

Son açıklamalara bakılırsa, çiftçi sayısı son 12 yılda yüzde 48 azalmış. SGK verilerine göre, 2008’de 1 milyon 127 bin olan bu sayı 2019’de 600 bine kadar düşmüş. Tarım alanları da son 18 yılda yüzde 12.3 düşmüş. Sebze bahçeleri yaklaşık yüzde 15 küçülmüş. Rakamları uzatmaya gerek yok, durum ciddi. Bu bugünden yarına çözülmez tabii. Ama bu gerçekleri gözeterek oluşturulacak bir milli tarım politikasına ve bu politikanın hızlı bir şekilde uygulanmasına müthiş ihtiyaç var. Pakistan Devlet Başkanı mı demişti, “COVID-19 ile ölmezsek açlıktan öleceğiz” diye... Durumu bundan daha iyi yansıtan söz var mı?

 

GÜNÜN SÖZÜ

“PARA insanı kendisine esir, başkalarına göre özgür, işe karşı kuvvetli yapar”

Samuel SMILES 

Yazının Devamını Oku

Enginar piyasasını tanımak ister misiniz?

5 Haziran 2020
Önce kenevirle başladık, hemen ardından yeni tropikal meyveler ortaya çıktı. İstanbul kültürüne göre enginar daha eski olmakla birlikte, kuşkonmaz da tezgâhlarda görünmeye başladı artık. Bunların üretimine başlanması tabii ki bir anda olmuyor.

İstanbul kültürüne göre enginar en eskisi denilirken, bir baktık kuşkonmaz Türkiye coğrafyasının bitkisi. Atatürk’ün 1930’da Ankara’da konuk ettiği büyükelçilere AOÇ’de ektirdiği kuşkonmazdan çorbalar yaptığını tarihçiler biliyor.

Enginarı kim sevmez ki... ‘Zengin’ mahallelerin sebzesidir. En aşağı 40 yıldır biliriz... Bizim oturduğumuz siteye gelen Nevşehirli Cengiz Demir’i ‘65’li’ olarak izin günümüzde Etiler-Ulus’ta gördük yıllar sonra. Nevşehirliler artık patatesi bıraktılar, bir bölümü ‘enginarcı’ oldu. Enginar eskiden herkesin yiyeceği bir ürün değildi, pahalıydı yani. Üretimi arttı, herkes yeme imkânına kavuştu. Ama halde enginar piyasasını ‘ayarlayan’ bazı toptancılardan çok şikâyetçi olunuyor. Ne yazık ki bu engellenemiyor. Aynı akıbete kuşkonmaz da uğrayacak.

Cengiz Demir, Türkiye’de belki en hızlı enginar soyucudur. Yarım dakika bile sürmüyor, enginar başını ortaya çıkartıyor. Bize şunları anlattı: “Yıllar önce Beşiktaş, Levent, Etiler ve Bebek’te patates ve soğan satardık. Hiç unutmam, Bebek’te bir doktor abimiz vardı, ‘Yılda 52 enginar yenirse ciğeriniz bebek ciğeri gibi olur’ diyordu. Bana ‘Bırak bu işi, enginar sat’ dedi. Ben de başladım satmaya, o zaman mayıs-haziran gibi çıkardı. Bayrampaşa enginarı denilirdi, Urla’dakine de ‘sakız enginarı’ denir. Şimdi farklı, bölgelere göre üretim ayları var: İspanya enginarı, enginarlar içinde kabuklarıyla emilerek yenilir. Hibrit enginar var; gövdesi yassı, sapı kalın, içi küçük... Baby enginar da var.”

Nisan deyince Aydın ve İzmir’den düşer ilk ürün. Mayısta Bursa enginarı gelir, haziranda Adapazarı (Taraklı’nın köyleri), daha sonra Kıbrıs enginarı besler İstanbul’u ta aralığa kadar.

Son yıllarda İzmir’in Urla ilçesinde artan üretimi ile Enginar Festivali yapılmaya başlandı ama salgın nedeniyle bu yıl gerçekleşmedi. Enginarın tanesi toptan 4-5 liraya satılıyor.

GÜNÜN SÖZÜ

“KUŞLAR

Yazının Devamını Oku