Ünal Çeviköz

Astana'dan Soçi'ye barış görüşmelerinde Suriye...

20 Kasım 2017
2017 yılının başında başlayan "Astana Süreci" sona yaklaşıyor mu? Sona yaklaşıyor ise amacına ulaştı mı? Amacına ulaştı ise Suriye sorunu ile ilgili Cenevre süreci 2018 yılında hızlanacak mı? Peki, 2018 yılının sonundan önce Suriye'de seçim yapılacak mı? Seçimlerde Esad aday olacak mı?

Pazartesi sabahına böyle adrenalin yüklü soru yağmuruyla başlamamızın bir sebebi var elbette. 22 Kasım Çarşamba günü  Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Rohani Soçi'de bir araya gelecekler. Konu Suriye! Dün Antalya'da üç ülkenin Dışişleri Bakanları Soçi toplantısının hazırlığını yaptılar.

 

Suriye sorunu 2011 yılından beri devam ediyor. Ülkede bir yandan iç savaşın iyice yoğunlaşması, bir yandan da IŞİD'in terör eylemlerinin hız kazanması uluslararası toplumun Suriye için bir yol haritası belirlemesini gerektirdi. Bu yol haritasında öncelik IŞİD ile mücadeleye verildi.

 

IŞİD ile mücadeleye hız verilebilmesi hatta bu mücadeleye Suriye yönetiminin de katılabilmesi için Suriye'de iç savaşın yatıştırılması gerekiyordu. Dolayısıyla, yönetim ile muhalefet arasındaki çatışmaların asgari düzeye indirilmesi, mümkünse ateşkes ilan edilmesi, ateşkesin güvence altına alınması için de çatışmasızlık bölgelerinin kurulması gibi adımlara ihtiyaç duyuldu.

 

Suriye'de iki süreç aynı anda yürütüldü. Bir yandan IŞİD ile sahada mücadele sürdürülürken, bir yandan da Şam yönetimi ile muhalefet arasındaki barış görüşmeleri için Cenevre'de toplantılar başlatıldı. Bu süreçler içinde IŞİD'e karşı mücadele daha tutarlı bir ilerleme kaydetti. Cenevre görüşmeleri  ise bir türlü istenen hareketliliğe kavuşamadı.

 

Yazının Devamını Oku

Avrupa'nın yeni ortak güvenlik ve savunma politikası

16 Kasım 2017
Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılması ile sonuçlanacağı söylenen ve "Brexit" olarak anılan süreç Lizbon Anlaşması'nın 50. Maddesi uyarınca Mart 2017'de başlatıldı.

50. Madde normal koşullarda bu ayrılık ya da boşanma sürecinin iki yıl içinde tamamlanmasını öngörüyor.

 

Brexit denince öncelikle Birleşik Krallık ile AB arasındaki pazar ilişkileri, ticaret, ekonomi, serbest dolaşım gibi konular akla geliyor. İşin savunma boyutu hakkında Brexit referandumunun sonuçlanmasından bu yana önemli bir yorum ya da değerlendirmede bulunulmadı. Oysa Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılması halinde AB'nin kendi içinde geliştirdiği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP) adı ile anılan uygulama da ciddi şekilde etkilenecek.

 

Birleşik Krallık ve Fransa Avrupa'nın nükleer güce sahip iki ülkesi ve AB'nin güvenlik ve savunma politikaları bakımından iki temel direğini oluşturuyorlar. Brexit bu durumu değiştirecek. Diğer bir deyişle, Birleşik Krallık ile Türkiye, NATO üyesi olan fakat AB üyesi olmayan iki Avrupa ülkesi olarak aynı statüye sahip olacaklar.

 

Almanya, Brexit sonrası Avrupa'nın güvenliğinin NATO dışında kendi olanaklarıyla sürdürülebilir olmasının güçleşeceğini düşünüyor. Donald Trump'ın NATO ile ilgili olumsuz ifadeleri de  Avrupalıların ABD'ye olan güvenlerini zayıflattı.

 

Yazının Devamını Oku

İran ile konuşarak anlaşmanın yolu yok mudur?

13 Kasım 2017
Ortadoğu'da yıllardır tırmanan ve artık yapısal bir kutuplaşmaya dönüşen Şii-Sünni mezhep ayrımı son günlerde kaydedilen bazı gelişmeler nedeniyle bölgeyi yeniden adeta patlamaya hazır bir barut fıçısına döndürdü.

Suudi Arabistan'da başlayan yolsuzluk operasyonu ülke içinde hızla sürerken, Lübnan Başbakanı Hariri'nin istifası ve bu kararını Suudi Arabistan'da açıklaması Hariri'nin Riyad'da rehin tutulduğu iddialarının ortaya atılmasına yol açtı. Ardından Suudi Arabistan ve Kuveyt'in Lübnan'daki vatandaşlarına ülkeyi terk etmeleri önerisinde bulunmaları İran karşıtı unsurların Lübnan'ı karıştırmaya ve çatışmayı İran'ın bu ülkedeki uzantısı olarak görülen Hizbullah üzerinden başlatmaya hazırlandıkları şeklindeki söylentileri yaygınlaştırdı. Neler oluyor?

 

1979 devriminden sonra İran'ın bir bölgesel güç haline gelmesine ilişkin süreç adım adım ilerliyor. Kendi devrimini gerçekleştirdikten sonra devrim ihracı ile suçlanan İran doğal olarak en çok içlerinde Şii azınlık barındıran küçük körfez ülkelerini  tedirgin ediyor. Benzer bir durum Suudi Arabistan bakımından da geçerli. İran'ın bölgede kendine en büyük hasım olarak gördüğü ülke ise İsrail. Dolayısıyla, İran karşıtlığı bu coğrafyada geniş bir koalisyon oluşturuyor.

 

Bu geniş koalisyonun en önde gelen iki ülkesi İsrail ve Suudi Arabistan. Her ikisi de İran ile altı ülke (BM Güvenlik Konseyi Daimi üyeleri ile Almanya) arasında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı ABD'nin imzalamış olmasından rahatsızlık duydular ve bunu açıklıkla dile getirmekten de çekinmediler. ABD Başkanı Trump'ın bu anlaşmayı sorgulamasını da büyük bir memnuniyetle karşıladılar.

 

Bugün, Trump'ın bir yandan İran ile ilişkilerin yeniden gerginleşmesine yol açabilecek bir politika izlemesi, bir yandan da Suudi Arabistan'ın Ortadoğu bölgesinde aşırıcı akımlara karşı sesini yükseltmesi, örneğin bu çerçevede ortaya çıkan Katar krizi gibi gelişmeler, İsrail ile Suudi Arabistan'ı giderek daha çok yakınlaştırıyor. Bu rüzgarla yelkenini doldurmaya çalışan körfez ülkelerinde de İran karşıtlığı olanca hızıyla yükseliyor.

 

Yazının Devamını Oku

Ortadoğu IŞİD'den kurtulurken kendi sorunlarına geri mi dönüyor?

9 Kasım 2017
Geçtiğimiz hafta sonu Irak kaynaklı bazı basın haberlerinde IŞİD'in lideri olarak bilinen Ebubekir el-Bağdadi'nin Suriye'ye kaçtığı ileri sürüldü. Benzer haberler bazı Avrupa basın organlarında da yer aldı. Haberlerde vurgulanan bir ayrıntıya göre, Bağdadi tanınmamak, dikkat çekmemek ve tespit edilmemek için Irak'tan Suriye'ye sarı renkli bir taksi ile seyahat etti. Suriye'de de Deyr-ez-Zor'a gittiği söyleniyor.

Bağdadi'nin IŞİD gemisinin kaptanı olduğu varsayılırsa geminin batacağını anladığı ve gemiyi terk ettiği düşünülebilir. Profesyonel bir kaptandan beklenmeyecek bir davranış... Ancak Musul ve çevresinde Irak ordusunun IŞİD'e karşı sürdürdüğü mücadelenin artık sonuna gelindiği, birçok IŞİD savaşçısının da aynı Bağdadi gibi Irak'ı terk ettikleri söyleniyor.

 

Suriye'de ise ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'nin Rakka'yı geri almasından sonra bu defa Şam rejimi kuvvetlerinin de Deyr-ez-Zor'a doğru yöneldikleri ve orada da etkin bir kampanya yürüterek bölgeyi IŞİD'den temizlemeye devam ettikleri belirtiliyor. Bütün bu veriler birbirine eklendiğinde Ortadoğu coğrafyasında birkaç yıldır süren "IŞİD terörü"nün sonuna yaklaşılmakta olduğu izlenimi ağır basıyor.

 

Peki, Ortadoğu IŞİD'den temizlenince normale dönecek, barış ve istikrara kavuşacak mı? İşte bu soruya iyimser bir yanıt vermek güç. Ortadoğu'nun kendi normaline, bir tür fabrika ayarlarına geri dönmekte olduğunun işaretleri yavaş yavaş belirmeye başladı. Bölgesel kutuplaşmanın yeniden İran'a karşı oluşmakta olduğu dikkati çekiyor.

 

Uluslararası siyasi gözlemciler son yıllarda İran'ın bölgede önemli zemin kazandığını belirtiyorlar. 2003'ten itibaren gelişen Irak sorunsalında "kazanan taraf"ın İran olduğu, Arap uyanışının Suriye'ye yansımasında aynı sonucun doğduğu, son olarak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Bağdat'tan dönen "yanlış zamanlamalı referandum" adımının da İran'ın kazanç hanesine yazıldığı ileri sürülüyor.

 

Yazının Devamını Oku

Yüz yıl önce bugün...

6 Kasım 2017
21. Yüzyılın henüz ilk çeyreğini bitirmedik ama dünyanın hali "ne başlangıç!" diye hayret içeren ifadelerle tanımlanacak kadar şaşırtıcı, beklenmedik, muhtemelen de ileride sık sık kendinden bahsettirecek olaylarla ilerliyor.

Nereden başlayalım? ABD'de son başkanlık seçimlerinin yapılmasından bu yana bir yıl geçti. Yeni ABD Başkanı Donald Trump'ın görevdeki bir yılı henüz dolmadı ama dönemi öylesine tartışmalı ve karmaşık bir şekilde ilerliyor ki, kimse ABD'nin bugünden yarına nasıl bir yeni gelişmeyle karşılaşacağını kestiremiyor.

 

Kuşkusuz ABD başkanlık seçimlerinin Rusya'nın müdahalesine maruz kaldığı şeklindeki söylentiler ve buna ilişkin olarak başlayan soruşturmalar, ardı ardına gelen istifalar, ABD tarihinde bir ilk olarak kayıtlara geçiyor. Soğuk Savaş döneminde iki kamp arasında karşılıklı casusluk olaylarının yaşanması neredeyse alışılmış bir sıradanlık kazanmıştı. Ama seçim sürecini etkileme boyutuna varan bir müdahale pek görülmüş değildi. Bu bir kenara yazılmalı.

 

Birleşik Krallık Brexit ile ilgili tartışmaları gölgede bırakacak yeni bir gelişmeyle sarsılıp duruyor. Seçilmiş parlamenterleri de kapsayan bir dizi seks skandalı basının son günlerdeki manşetlerini meşgul ediyor. Theresa May hükümeti Brexit ile ilgili tartışmaların etkisiyle günden güne zayıflamakta iken ve Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılması yolunda alınacak bir kararın ülkenin ekonomisini ne denli olumsuz etkileyeceği tartışılırken, bu tür skandalların ortaya çıkması hükümetin etkinliğini ve güvenilirliğini ciddi biçimde etkiliyor.

 

Suudi Arabistan ise Ortadoğu coğrafyasının pek alışkın olmadığı bir gelişme ile karşı karşıya. Genç veliaht prens bin Salman'ın ülkenin geleceği ile ilgili olarak ortaya koyduğu vizyon ve 2030 yılına yönelik yol haritası tüm dünyanın ilgisini çektiği bir sırada, ülkede büyük bir yolsuzluk soruşturması patladı. İçlerinde bakanların da bulunduğu onbir prensin yolsuzluk suçlamalarıyla gözaltına alınmalarının kraliyet ailesini etkilememesi mümkün değil.

 

Yazının Devamını Oku

Avrupa'dan bakıldığında Türkiye ile Rusya algısı

2 Kasım 2017
Türkiye'nin Batı'lı müttefikleriyle ikili ve kurumsal ilişkilerinin  olumlu gitmediği bir dönemden geçtiğimiz sırada Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Türkiye'nin ve Rusya'nın Avrupa'dan uzaklaştırılmamaları gerektiğini belirtti. İlk bakışta iç ferahlatan bir açıklama gibi gelse de, Avrupa'dan bakıldığında Türkiye ile Rusya'nın bu şekilde bir arada görülmeleri ve birlikte anılmaları düşündürücü.

Macron bu düşüncelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yaptığı bir konuşmada dile getirdi. Fransa'da iki yıldır devam eden Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması nihayet sonlandırılıyor ve yerini yeni bir "terörle mücadele yasası" alıyor. Fransa'da bazı çevreler de bu yeni yasanın özgürlüklerin kısıtlanması sonucunu doğuracağını ileri sürüyorlar ve yasayı eleştiriyorlar.

1789 Fransız Devrimi ile yükselen değerler haline gelen özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarını temel insan hak ve özgürlüklerinin başlıca sloganı haline getiren Fransa'da bu normal karşılanmalı. Ancak dinci radikal terörist saldırılara maruz kalan bir ülkede OHAL'in uygulanması, bunun iki yıl sürmesi ve kaldırılırken de yerine güçlü bir terörle mücadele yasasının getirilmesi de aynı derecede normal görülmeli.

Macron AİHM'de yaptığı konuşmada Fransa'nın önemsediği değerleri savundu, yeni yasanın özgürlüklerin kısıtlanması anlamına gelmediğini, aksine bu yasa ile insan haklarının korunduğunu vurguladı. Ardından da Rusya ile diyaloğun koparılmaması gerektiğini, aynı durumun Türkiye için de geçerli olduğunu, bu iki ülkenin geleceklerinin Avrupa ile bağlantılı kalacağını, bununla beraber kimsenin başkalarına "ders vermemesi" gerektiğini dile getirdi.

Türkiye ile Rusya'nın adlarının Fransa Cumhurbaşkanı'nın AİHM'de yaptığı bir konuşma kapsamında birlikte anılmaları  aslında Fransa'da, dolayısıyla Avrupa'da, bu iki ülkenin özellikle insan haklarına ilişkin uygulamaları bakımından nasıl bir algıya sahip olduklarına işaret ediyor. Esasen, bu yılın başında Avrupa Konseyi'nin Türkiye hakkında yeniden bir gözlem misyonu kurulması kararı alması da Türkiye ile Rusya'nın bu açıdan aynı sepetin içine görüldüğünü gösteriyor.

Yazının Devamını Oku

Çin Halk Cumhuriyeti'nde yeni dönem

30 Ekim 2017
Çin Komünist Partisi'nin 19. Kongresi geçen hafta boyunca sürdü ve sona erdiği zaman hem Parti'nin tarihinde hem Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu.

Mao Zedong ve Deng Xiaoping'den sonra partiye kendi ideolojik damgasını vuran üçüncü lider Xi Jinping oldu. Kongre "Çin'li özellikleriyle sosyalizmin yeni dönemine dair Xi Jinping'in Düşüncesi" adlı yeni doktrini Çin Komünist Partisi'nin kuruluş belgesine (Anayasasına) ekledi. Bu da Xi'yi partinin ve ÇHC tarihinin üçüncü devlet büyüğü yapıyor.

 

Tek Parti rejimleri, hele bir devlet kuran partiler, geleneksel parti ideolojisini liderlerinin getirdiği yenilikler veya kendi dönemlerinde kaydedilen gelişmelere bağlı olarak sürdürülebilir kılarlar. Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) de Parti'nin Genel Sekreterleri'nin ağırlığıyla orantılı ve her birinin kendi adıyla anılan dönemlerden geçmiştir. Lenin, Stalin, Krusçef, Brejnev, Gorbaçev gibi... Sovyetler Birliği'nde, örneğin arada kısa süre lider olan Malenkov, Andropov, Chernyenko gibi isimler bu şekilde iz bırakmamışlardır. Çin'de de Xi'den önceki Jiang ve Hu da sadece ikişer dönem devlet başkanlığı yapmakla hatırlanıyorlar. 

 

Xi'nin hem partinin hem ÇHC'nin tarihinin üçüncü önemli ismi haline gelmesi bakalım başka sonuçlar da doğuracak mı? Örneğin, Çin'de devlet başkanı beş yılda bir seçiliyor ve en çok iki dönem görev yapabiliyor. Xi 2012 yılının sonunda seçildi ancak 1953 doğumlu ve Politbüro'nun diğer üyelerine nazaran daha genç. Dolayısıyla, gerekli koşullar sağlandığı takdirde, 2022 yılında kendisine üçüncü dönem devlet başkanlığının kapısının açılması için gerekli anayasa değişikliğinin yapılması dahi şaşırtıcı görülmeyebilir. Doktrin sahibi bir liderin böyle bir hakkı olmasının Çin'de yadırganacak bir durum olmayacağı şimdiden bazı gözlemciler tarafından dile getirilmeye başlandı.

 

Xi'nin ÇHC'nin geleceğine nasıl bir damga vuracağı hakkında fikir edinmek için göreve geldiğinden bu yana yaptıklarına bakmakta yarar var. Herşeyden önce, çağın gereklerine uygun bir şekilde daha özgürlükçü, insan hak ve hürriyetlerine daha fazla serbestlik tanıyan siyasi bir yumuşama başlattığı söylenemez. Aksine, sivil toplum üzerinde daha kontrollü ve daha baskıcı bir politika izliyor. Bu baskı en çok basın ve sosyal medya üzerinde yoğunlaşıyor. Çin'de, Google, Twitter, Facebook ve Instagram'a erişimi engelleyen güçlü bir sansür uygulanıyor. Komünist Parti kararlarına yönelik herhangi bir eleştiriye basın ve sosyal medyada rastlamak mümkün değil.

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye - Özbekistan ilişkilerinde yeni dönem

26 Ekim 2017
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyayev'in Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaret Türkiye-Özbekistan ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığı anlamına geliyor.

Özbekistan'dan Türkiye'ye Cumhurbaşkanı düzeyinde son resmi ziyaret yirmi yıl önce 1997 yılında yapılmıştı. Eski Cumhurbaşkanı İslam Kerimov'un o ziyaretini 1999 yılında Süleyman Demirel'in, 2000 yılında da Ahmet Necdet Sezer'in Özbekistan'a yaptıkları karşı ziyaretler izlemişti. O tarihten beri iki ülke arasında bu düzeyde resmi devlet ziyareti gerçekleştirilmedi.

2016 yılının Aralık ayının başında Cumhurbaşkanı seçilen Mirziyayev kısa zamanda Özbekistan'ın bağımsızlığından bu yana sürdürdüğü içine kapanık politikalara son vermeyi hedeflediğini gösteren adımlar attı.

Öncelikle 2017-2021 yılları arasındaki döneme yönelik ilerleme stratejisini tanımlayan bir kararname imzaladı. Bu kararnamede Özbekistan'ın bir hukuk devleti olmasının, yargıda reformların gerçekleştirilmesinin, ekonominin liberalleşmesinin, kalkınmanın hızlandırılmasının, dini hoşgörünün güvence altına alınmasının ve karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı yapıcı bir dış politika uygulamasına geçilmesinin hedeflendiğini açıkladı.

Bütün bu unsurlar İslam Kerimov döneminde Özbekistan'a yöneltilen eleştirilerin başında geliyordu. Özbekistan komşularıyla çatışmacı ve uzlaşmaz bir politikaya dayalı gerginlik politikası sürdüren, uluslararası ve bölgesel işbirliği girişimlerine uzak duran bir politika izliyordu. Mirziyayev'in hedefi bunları kökten değiştirmek. Seçileli henüz bir yıl olmadığı halde, bu anlamda inandırıcı adımlar attığını söylemek mümkün.

Yazının Devamını Oku