Paylaş
Suudi Arabistan'da başlayan yolsuzluk operasyonu ülke içinde hızla sürerken, Lübnan Başbakanı Hariri'nin istifası ve bu kararını Suudi Arabistan'da açıklaması Hariri'nin Riyad'da rehin tutulduğu iddialarının ortaya atılmasına yol açtı. Ardından Suudi Arabistan ve Kuveyt'in Lübnan'daki vatandaşlarına ülkeyi terk etmeleri önerisinde bulunmaları İran karşıtı unsurların Lübnan'ı karıştırmaya ve çatışmayı İran'ın bu ülkedeki uzantısı olarak görülen Hizbullah üzerinden başlatmaya hazırlandıkları şeklindeki söylentileri yaygınlaştırdı. Neler oluyor?
1979 devriminden sonra İran'ın bir bölgesel güç haline gelmesine ilişkin süreç adım adım ilerliyor. Kendi devrimini gerçekleştirdikten sonra devrim ihracı ile suçlanan İran doğal olarak en çok içlerinde Şii azınlık barındıran küçük körfez ülkelerini tedirgin ediyor. Benzer bir durum Suudi Arabistan bakımından da geçerli. İran'ın bölgede kendine en büyük hasım olarak gördüğü ülke ise İsrail. Dolayısıyla, İran karşıtlığı bu coğrafyada geniş bir koalisyon oluşturuyor.
Bu geniş koalisyonun en önde gelen iki ülkesi İsrail ve Suudi Arabistan. Her ikisi de İran ile altı ülke (BM Güvenlik Konseyi Daimi üyeleri ile Almanya) arasında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı ABD'nin imzalamış olmasından rahatsızlık duydular ve bunu açıklıkla dile getirmekten de çekinmediler. ABD Başkanı Trump'ın bu anlaşmayı sorgulamasını da büyük bir memnuniyetle karşıladılar.
Bugün, Trump'ın bir yandan İran ile ilişkilerin yeniden gerginleşmesine yol açabilecek bir politika izlemesi, bir yandan da Suudi Arabistan'ın Ortadoğu bölgesinde aşırıcı akımlara karşı sesini yükseltmesi, örneğin bu çerçevede ortaya çıkan Katar krizi gibi gelişmeler, İsrail ile Suudi Arabistan'ı giderek daha çok yakınlaştırıyor. Bu rüzgarla yelkenini doldurmaya çalışan körfez ülkelerinde de İran karşıtlığı olanca hızıyla yükseliyor.
Arap Uyanışı ile birlikte tüm dengelerin alt-üst olduğu Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında son yıllarda yaşanan gelişmelerin büyük bir çoğunluğunun İran'ın bölgedeki nüfuzunu güçlendirmesine yol açtığına inanılıyor. 2003'te Irak'a yapılan müdahale, Suriye'deki gelişmeler, son olarak Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından gerçekleştirilen ve sonra askıya alınan referandum ve bunun akabinde Kerkük'ün yeniden Bağdat'ın kontrolüne geçmesi hep İran lehine kaydedilen gelişmeler olarak görülüyor.
Özellikle bu son konuda referandum ertesinde Irak'ta idari sınırlar ile ilgili olarak çözümlenemeyen birçok sorun ortadan kalktı, tartışmalı arazilerin de büyük bir kısmı İran'ın güdümündeki milis gücü olan Haşdi Şabi'nin kontrolüne geçti. Suriye'de de IŞİD'e karşı verilen mücadelede yine İran'a yakın unsurlar Irak'taki Haşdi Şabi kontrolünde olan bölgelerle bir devamlılık oluşturan bölgelerde kontrol sağladılar. Bu uzantı Lübnan'a kadar ulaşıyor. Böylece, İran, belki de tarihinde hiç bir zaman gerçekleşemeyen bir hülyaya erişerek Tahran ile Akdeniz arasındaki geniş bir koridoru kontrol edebilme olanağına kavuştu. Türkiye benzer bir durumun Kürtler lehine gelişeceğinden endişe duyuyordu. Bugün İran lehine gelişen durumdan ise Ürdün, İsrail, Suudi Arabistan ve Arap dünyası endişe duyuyor.
Peki, bu ne anlama geliyor ve bu gelişmeyi geri çevirmek için mutlaka sıcak bir çatışma mı gerekiyor? Bu soruya "evet" yanıtı vermek çok zor. İran ile doğrudan veya Lübnan'da Hizbullah ile sıcak çatışmaya girmek bölgeyi bugün olduğundan çok daha yıkıcı ve düzeltilmesi imkansız bir felakete sürükleyecektir.
İran, nükleer anlaşma ile ilgili müzakereler sürerken hep bu konuyu tek başına ele almayan, İran'ın bölgenin diğer sorunları, örneğin Irak, Suriye, Körfez'deki gelişmeler, Yemen gibi konularda da görüşlerinin dinlenmesi için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışan bir yaklaşım içinde oldu. Batı ise konuyu sadece nükleer dosya ile sınırlamayı, İran'a istediği fırsatı vermemeyi tercih etti.
Bugün İran'ın uluslararası toplum ile daha fazla bütünleşmeye, bölgenin sorunlarına çözüm arayışlarında kendi düşüncelerini anlatmaya, açıkçası saygı duyulmaya ihtiyacı var. Kapsamlı Ortak Eylem Planı müzakerelerinin sonuçlandırılmış olması İran ile böyle bir müzakere yapılabileceğini gösterdi. Şimdi başka konularda da İran ile görüşebilmenin mümkün olduğunu kabul etmek ve bu arayışa girmek daha yapıcı bir yaklaşım tarzı olmaz mı?
İçinde yaşadığımız coğrafyada nedense çatışmacı yaklaşımlar diyalog ve uzlaşmacı arayışlara tercih ediliyor. Ortadoğu'yu bu kaderden kurtarmak, diyalog, diplomasi ve barışçı çözüm yolları bulmak için eğitmek gerekiyor.
Paylaş