Uğur Vardan

Hadi gel, sinemamıza geri dönelim!

4 Nisan 2020
Malum sebepten evde kalmaya, dolayısıyla da film izlemeye devam... Bu hafta ‘Türk sineması’na göz atalım ve mutlaka izlenmesi gereken yapıtların arasında dolaşalım dedik. İşte kalburüstü yapımlarımızın listesi...

1-UMUT
Fakirin ekmeğiBeş çocuklu ailesini geçindirmekte zorlanan faytoncu Cabbar bir arabanın çarpması sonucu atını kaybeder ve girdiği çıkmazdan kurtulmak için bir definenin peşine düşer. Hem ‘Yılmaz Güney külliyatı’nın hem de sinema tarihimizin en unutulmaz yapımlarından biridir. Bu başyapıtın başrolünde Güney’le birlikte Tuncel Kurtiz’i de izleriz.

2-Kırık Bir Aşk Hikâyesi
Hüzün ki en çok
yakışandır onlaraEkonomik durumu çıkmaza giren genç bir işadamı ailesinin zoruyla zengin bir kızla nişanlanmışken yöreye yeni gelen öğretmene ilgi duyar. Selim İleri’nin senaryosundan çekilen bu Ömer Kavur klasiğinde taşranın acımazlığı ve küçük insanların büyük dertleri seyircinin yüreğine işlenir. Kadir İnanır-Hümeyra ikilisinin sürüklediği yapım, en hüzünlü filmlerimizdendir.

3-Gemide
Memleketimden

Yazının Devamını Oku

Buyurun ‘salon’ futboluna!

28 Mart 2020
Malum maçlara ara verildi. Taraftarlar da evde, en büyük zevklerinden mahrum kaldı. Futbol severleri sahalardan çok uzak tutmayalım dedik ve futbol sevdamız üzerine çekilmiş yapımlara göz attık. İşte size öyküleri meşin yuvarlak etrafında biçimlenmiş unutulmaz filmler...

1 - Cehennemde İki Devre Ket felido a pokolban
Futbol, asla sadece futbol değildir
2. Dünya Savaşı esnasında Ukrayna’da, Macarların bulunduğu kampta Hitler’in doğum günü şerefine bir gösteri maçı oynanacaktır. Esirler arasındaki eski futbolcu Onodi, Nazilere karşı oynanacak karşılaşma için bir takım kurar ve mücadeleye hazırlar. Gerçek bir olaydan sinemaya aktarılan bu 1961 tarihli Zoltan Fabri klasiği, bence bütün zamanların en güzel ve siyasal-sosyal açıdan da en etkileyici futbol filmidir. ‘Zafere Kaçış’ın da ilham kaynağıdır.

2 - Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
Amatör ruhun ölümü

Yazının Devamını Oku

Korona günlerinde sinema

21 Mart 2020
Sizi şimdi de evinizin ‘salon’una alalım… Malum virüsten uzak durmanın şimdilik en garantili yolu zamanımızın çoğunu mümkün olduğunca evde geçirmek. Bizi meşgul edecek ideal seçeneklerden biri film seyretmek (zaten sinema salonları da kapalı). Bu vesileyle izlenmeye değer yapımların listesini sunmak istedik. Evde, belki de artık uzak kaldıkları ‘romantizm’i yeniden hatırlayanlara yönelik öneriler hazırladık. ‘İlişkiler’e ilişkin filmlerden oluşan bir seçkiyle huzurlarınızdayız. İyi seyirler efenim…

1. Aşk Zamanı / In The Mood For LoveHüzün ki en çok yakışandır onlara…
60’ların başı, Hong Kong... Eşleri işteyken birlikte zaman geçiren ve giderek birbirlerine tutkuyla bağlanan bir kadın ve erkek. Lakin evliliklerine ihanet etmek istemezler ve kendilerini vicdani bir hesaplaşmanın içinde bulurlar. Wong Kar-wai’nin bu unutulmaz klasiği, sinema tarihinin en hüzünlü yapımlarından biridir.

2. Sil Baştan / Eternal Sunshine of the Spotless MindAnılarda buluşuruz
Eski sevgilisiyle yaşadığı ilişkiye ait tüm izleri sildiren bir adam ve uykuya daldığında kendisini yeniden hatırlatan anılar… Michel Gondry’nin senaryosunu Charlie Kaufman’la birlikte yazdığı bu çizgi dışı yapımı Jim Carrey ve Kate Winslet ikilisi sürüklüyor.

3. Harry Sally İle Tanışınca / When Harry Met SallyRomantik komedinin zirvesi
Aynı okuldan mezun olup daha önce hiç tanışmadıklarını fark eden ve kadın-erkek ilişkileri üzerine bol bol muhabbet eden Sally ve Harry’nin yaşadıkları gelgitli serüven. Rob Reiner’ın zekice bir senaryoya sahip filmi, bütün zamanların en iyi romantik komedilerinden biri.

4. Gün Doğarken / Before SunriseBu yolculuk aşka gider

Yazının Devamını Oku

Hareketli bir ‘Tokyo hikâyesi’...

14 Mart 2020
Beyninde tümör olan bir boksörle fuhuşa sürüklenmiş ve çözümü uyuşturucuda arayan genç bir kızın tesadüfen başlayan birliktelikleri eşliğinde Japon ve Çin mafyaları, kötü polis, intikam çabaları, kurşun sesleri, kılıç gösterileri derken kan revan bir Tokyo gecesi... Japon yönetmen Takashi Miike imzalı ‘İlk Aşk’, aksiyon eşliğinde romantizm sunuyor.


İLK AŞK
Yönetmen: Takashi Miike
Oyuncular:
Masataka Kubota, Nao Omori, Shota Sometani, Sakurako Konishi, Becky, Jun Murakami, Sansei Shiomi, Seiyo Uchino, Takahiro Miura, Mami Fujioka, Chun-hao Tuan Japonya-İngiltere ortak yapımı5 üzerinden 3,5 yıldız

Son derece üretken ama bir o kadar da şiddete göz kırpan filmleriyle tanınan emektar Japon sinemacı Takashi Miike, son filmi ‘İlk Aşk’ta (‘Hatsukoi’) 60’ına merdiven dayasa da genlerine uygun bir öykü anlatıyor: Dinamik, yer yer kan revan ve mizaha da göz kırpan cinsten...
Yeşilçam’a saygı duruşu gibi

Yazının Devamını Oku

Onca kötülük varken...

7 Mart 2020
Sinema tarihinin en güzel kadınlarından biriydi. Çizgidışına kaydı, sistem onu cezalandırmakta gecikmedi. ‘Seberg’, Kara Panterler hareketine yaptığı maddi yardım nedeniyle FBI tarafından kara listeye alınan ve hayatı zehir olan ikonik yıldız Jean Seberg’in son yıllarını anlatıyor.

Françoise Sagan’ın ünlü romanı ‘Bonjour tristesse’den (bizde ‘Merhaba Hüzün’ diye bilinir) yapılan aynı adlı uyarlamadaki rolüyle dikkati çekti ama bütün dünya onu ‘Yeni Dalga’nın unutulmaz filmi ‘Serseri Âşıklar’la (‘A bout de souffle’) hafızasına kaydetti. Godard’ın ölümsüz klasiğinde Jean-Paul Belmondo’yla birlikte unutulmaz bir çift olarak sinema tarihindeki yerini almıştı. Lakin spot ışıkları altındaki parlak kariyerine karşın özel hayatı mutsuz bir rota izliyordu.

‘Başkalarının Hayatı’ tadında
Cesareti, aykırı yapısı, dönemine göre öncü ve sistem dışı davranışları düşüşünü hızlandırdı. Ve çok genç bir yaşta (40), Ağustos 1979’da “Benden bu kadar” diyerek aramızdan ayrıldı.
Haftanın filmi konumundaki ‘Seberg’, işte bu hayatın sahibinin son dönemine odaklanıyor. Öykü, Fransız yazar Romain Gary’yle evli Amerikan kökenli film yıldızı Jean Seberg’in, ‘68 Baharı’nı yaşayan Paris’ten ABD’ye dönüp Hollywood’da yeni bir projeye katılmak üzere hareket ettiği dönemde başlıyor. Peşi sıra dönüş sürecinde uçakta tanıştığı ‘Black Power’ hareketi üyesi aktivist Hakim Camal’le yaşadığı ilişki ve Kara Panterler’e yaptığı maddi yardım, FBI tarafından ‘kara liste’ye alınmasına, kanunsuz yollardan dinlenmesine ve özel hayatının sürekli olarak didiklenmesine yol açıyor. Bu onun için giderek psikolojik bir sarmala dönüşüyor ve genç yıldız, koca bir ruhsal deliğin içinde kaybolmaya başlıyor.
Benedict Andrews’un yönettiği ‘Seberg’ iki yoldan ilerliyor. Ana kolda iplerin elinden yavaşça kaydığının farkına varan ve gözetlenme duygusuyla paranoyaklaşan ve haletiruhiyesi kaybolan bir yıldız profili, yan bölümde ise onun hayatını gözetlerken giderek yaklaşan, sempati duyan, daha da ötesi bir tür platonik âşığa dönen ve korumak için çabalayan FBI ajanı Jack Solomon var. Joe Shrapnel-Anna Waterhouse ikilisinin kaleme aldıkları senaryo, bu denge içinde yükselirken film hem bir trajik hayat hikâyesini hem de çok net çizgilerle olmasa da bir dönem ruhunu ve politik histerisini aktarıyor. ‘Seberg’e yabancı eleştirmenler özellikle senaryosu ve çizilen karakterler itibariyle itirazlarda bulunmuşlar. Ki bizdeki basın gösterimi sonrası da ‘yerli’ kalemlerin bir kısmının da benzer refleksleri ortaya koyduğunu gördüm. Lakin ben sinema meselesinde hep kendi adıma şunu savunmuşumdur; bir film temel olarak derdini, duygusunu seyircisine geçiriyorsa hedefine varmıştır. Evet, ‘Seberg’de FBI ajanı Solomon ‘kurgusal’ bir karakter ve bu yanıyla senaryo eleştirilebilir. Ama hikâyeye ‘Başkalarının Hayatı’ tadı katan bu hamle, genç yıldıza karşı yapılan insanlık dışı muamelenin kamu vicdanında yansımasının bir tezahürü gibi geldi bana ve doğrusu rahatsız etmedi. Bir başka eleştiri, dönem tasviri ve Seberg’in filmde tarif edilen biçimde politik açıdan toy olmadığı ve bir uçak yolculuğundaki haksızlıkla birlikte siyasi yelpazesinde değişikliğe soyunmadığı. Ben, filmin çizdiği sınırlar içinde böylesi bir algının oluştuğu kanaatinde değilim; zaten 101 dakikalık bir yapıttan da koca bir hayatın bütün köşe taşlarını perdeye taşımasını beklemenin haksızlık olduğunu düşünüyorum.
Kendinden olmayana

Yazının Devamını Oku

Alayına isyan!

29 Şubat 2020
Kimilerine göre bir halk kahramanı, kimilerine göre azılı bir katil. Avustralya tarihinin en ilginç figürlerinden biri olan İrlanda kökenli Ned Kelly’nin hayatı, ‘Kelly Çetesi’nin Gerçek Hikâyesi’yle huzurlarımızda. Justin Kurzel imzalı yapım, şu ana kadar vizyona giren filmler itibariyle yılın açık ara en iyisi.

5 ÜZERİNDEN 4,5

Kelly Çetesİ’nİn Gerçek Hİkâyesİ
Yönetmen: Justin Kurzel
Oyuncular: George
MacKay, Essie Davis, Nicholas Hoult, Charlie Hunnam, Russell Crowe, Orlando Schwerdt, Thomasin McKenzie, Sean Keenan, Earl Cave, Marlon Williams, Louis Hewison, Ben Corbett, Jacob Collins-Levy, Claudia Karvan
İngiltere-Fransa-Avustralya ortak yapımı

Avustralyalı kanun kaçağı, polis katili ve çete reisi Ned Kelly, zamanla ikonik bir figüre dönüşen popüler bir halk kahramanı oldu. İrlandalı kökenleri itibariyle İngiliz uzantılı sisteme karşı başkaldırısı, sınıfsal savaşı onu ‘Robin Hood’vari bir motife dönüştürdü. Belki iyi bir yazım tekniğine ve ifade gücüne sahip değildi ama düşüncelerini ve yaşadıklarını kaleme almayı başarmıştı.

Yazının Devamını Oku

‘Buck’ şu kahramana!

22 Şubat 2020
‘El bebek gül bebek’ büyütülmüş iri bir köpek, Alaska’daki soğuk hava ikliminde yakın bir dostla birlikte köklerini de bulur ve kahramanlık gösterisine soyunur... Jack London’ın ünlü klasiği ‘Vahşetin Çağrısı’, bu kez ana karakteri Buck’ın bilgisayar teknolojisi vasıtasıyla yaratıldığı bir filmle karşımıza çıkıyor. ‘St. Bernard / Scotch Collie’  kırması son derece sevimli  hayvana şefkat gösteren  yaşlı Thornton rolünde ise  Harrison Ford’u izliyoruz.

Kaliforniya’da, Santa Clara Vadisi’nde hâkim Miller’ın son derece şımarık köpeği Buck... ‘Dokunulmazlık’ zırhı üzerinde; yörede istediği gibi hareket ediyor, etrafı dağıtıyor, şölen masalarını mahvediyor vs. Bütün bu yaptıklarına karşılık kendisine biçilen tek bir ceza var: Bir süreliğine malikânenin içine alınmamak...
Bir Jack London klasiği olan ‘Vahşetin Çağrısı’nın (‘The Call of the Wild’) ‘2020 model’ uyarlaması niteliğindeki yapım, adeta 90’lı yılların sevimli köpek serisi ‘Beethoven’dan pasajları andıran sahneler eşliğinde açılıyor. Fakat aslında takvimler 1890’ları göstermektedir ve ‘Altına Hücum’ dönemini yaşayan ülkede, Buck gibilerin ‘işgücü’ne ihtiyaç vardır! Yöredeki bir ‘uyanık’ tarafından kaçırılarak satılır ve Kuzey’deki altın arayıcıların işine yaraması için denizyoluyla Skagway (Alaska) adlı kasabaya yollanır. Kimi küçük maceraların ardından bu ‘St. Bernard / Scotch Collie’ kırması köpek, Fransız-Kanada Posta İdaresi için çalışan François-Perrault çiftinin ‘kızak ekibi’ne dahil olur... Telgrafın keşfi, insanlığın yeni iletişim alanlarından biri olarak uygarlık tarihindeki yerini alır almasına ama eski tip postacıları da sistem dışına iter. Bu, Buck için de yeni bir arayışın ifadesidir...

Buck’ın sempatik ve gönülçelen profili, özellikle miniklere hayvan sevgisini aşılayacak cinsten.
Bir varoluş meselesi...
London’ın 1903 tarihli romanı daha önce defalarca sinemaya taşındı. ‘Lilo ve Stiç’, ‘Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?’, ‘Crood’lar’ gibi animasyonlarıyla tanınan Chris Sanders imzalı bu son adım, tarihe teknolojinin meseleye tamamen hâkim olduğu bir ‘Vahşetin Çağrısı’ uyarlaması olarak geçecek. Filmde Buck, eski bir Cirque du Soleil sanatçısı olan Terry Notary (ki daha önce ‘Maymunlar Cehennemi’nde ‘Rocket’ı, ‘Daire’de de Oleg’i canlandırmıştı) üzerinden hareket yakalama tekniğiyle sağlanan görüntüler eşliğinde karşımıza geliyor. Doğrusu Banders’ın çalışmasında CGI teknolojisinin uygulaması mükemmele yakın; iriyarı Buck’ın hareketleri, beden dili, gözleri ve mimikleri son derece inandırıcı ve etkileyici bir biçimde perdeye taşınmış.
Öte yandan Michael Green imzalı senaryo da teknolojik alanda sağlanan görsel atmosferi hikâye düzeyinde destekler bir çabaya dönüştürmüş. ‘Vahşetin Çağrısı’ temelde bir köklere yolculuk ve varoluş mücadelesinin ifadesi. Buck, ehlileştirilmiş bir hayvanken, küçük yaşta kaybettiği oğlunun ardından eşinden ayrılan ve hayata küserek teselliyi içkide bulan Thornton’la yollarının kesişmesiyle farklı bir kapıyı aralıyor. Adeta iki terk edilmiş ruh, bir mızıka sayesinde birbirine rastlıyor ve zamanla yeni bir geleceğe doğru yol alıyorlar (gerçi bu denklemde Thorn-

Yazının Devamını Oku

‘Küçük Kadınlar’ın büyük mücadelesi!

15 Şubat 2020
Louisa May Alcott’un zamana yenik düşmeyen romanı ‘Küçük Kadınlar’, bu kez Greta Gerwig’in yorumuyla karşımızda. 19. yüzyıl iç savaş döneminde dört kız kardeşin ayakta durma çabalarını anlatan klasiğin bu son uyarlamasında en belirgin karakter olan Jo’yu Saoirse Ronan canlandırıyor.

KÜÇÜK KADINLAR (BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ BUÇUK YILDIZ)

Yönetmen: Greta Gerwig
Oyuncular: Saoirse Ronan, Emma Watson, Florence Pugh, Eliza Scanlen, Laura Dern, Timothee Chalamet, Meryl Streep, Chris Cooper, Tracy Letts, Bob Odenkirk, James Norton, Louis Garrel, Jayne Houdyshell / ABD yapımı

Zaman 19. yüzyıl: Boston’ın banliyösü Massachusetts Concord’da yaşayan dört kız kardeşin çocukluktan olgunluğa evrilmeleri ve giderek kişiliklerini kazanmaları... Louisa May Alcott’un ‘Küçük Kadınlar’ (‘Little Women’) adlı eseri, yayımlandığı tarih olan 1868’den beri çok sevildi ve bir klasik olarak günümüze kadar geldi. Her daim okurlar kadar sinemanın da ilgi alanındaydı; defalarca beyazperdeye uyarlandı, adeta her kuşak ayrı bir filmle tanıdı, sevdi ve belleğine yerleştirdi bu romanı. En son 1994’te Gillian Armstrong imzalı yapımla huzurlarımıza gelmişti, 2020 itibariyle sahne sırası Greta Gerwig’in adaptasyonunda.

Geçen pazar gecesi sabaha karşı dağıtılan Oscar’larda yedi dalda aday olan ve tören sonunda sadece ‘En İyi Kostüm Tasarımı’nda ‘mutlu son’a ulaşan yapımda senaryoya da imza atan Gerwig, romanı zamansal atlamalar eşliğinde seyirciyle buluşturuyor. Kız kardeşlerin öncüsü konumundaki Jo’nun New York’ta yazdıklarının basılması için editörü Dashwoord’la yaptığı konuşmalar ve ana kadın karaktere ilişkin “finalde ya ölmeli ya da evlenmelidir” gibi tavsiyeler aldığı sahneyle açılan filmde daha sonra March ailesinin genel profiline yavaş yavaş vâkıf oluyoruz. Meg, Jo, Beth ve Amy’den oluşan gövdenin bağlandığı dayanak noktası anneleri Marmee. Bir rahip olan baba Robert ise cephede ‘Kuzeyliler’ safında yer alıyor.

Yazının Devamını Oku