Sonbahar, kültür sanat dünyası için aynı zamanda festivallerin yeniden start alma dönemidir. Nitekim ‘Dört A’, yani Adana, Ayvalık, Antalya ve Ankara Film Festivalleri için start bugün itibariyle veriliyor. Sinemamızın köklü organizasyonlarından ‘Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’, 29. kez seyirciyle buluşacak. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar öncülüğünde düzenlenen etkinlik, 18 Eylül tarihine kadar sürecek.
Saat 20.00’de Merkez Park Amfi Tiyatro’da düzenlenecek bu geceki açılış töreninde Zuhal Olcay ve Çukurova Symphonic Project sahne alırken Suzan Kardeş, Zihni Göktay ve Zafer Ayden de ‘Orhan Kemal Emek Ödülleri’ne kavuşacak. Gecenin sunuculuğunu ise Yetkin Dikinciler üstlenecek. Hale Soygazi ve Müjdat Gezen’e ise 16 Eylül gecesi ‘Yaşam Boyu Onur Ödülleri’ takdim edilecek.
Festival Yürütme Kurulu Başkanlığı’nı Menderes Samancılar’ın üstlendiği bu sinema şenliğinde beş yarışmalı bölüm bulunuyor: ‘Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’, ‘Belgesel Film Yarışması’, ‘Uluslararası Kısa Film Yarışması’, ‘Ulusal Öğrenci Kısa Film Yarışması’ ve ‘Adana Kısa Film Yarışması’...
Festivalin kalbinin attığı öncelikli yer olan ‘Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda sekiz film ödül heyecanını tatmak için çabalayacak. Bu filmleri değerlendiren jüri ise şu isimlerden oluşuyor: Özcan Alper (Başkan), Julia Sinkevych, Gökhan Atılmış, Nazan Kesal, Levent Özdilek, Fahir Atakoğlu ve Prof. Dr. Umut Tümay Arslan. Festivalin SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) jürisinde ise Erdoğan Mitrani, Fırat Ataç ve Kerem Bumin yer alıyor. Öte yandan Sevinç Yeşiltaş, Vedat Atasoy ve Derya Tarım’dan oluşan jüri tarafından değerlendirilecek ‘Ulusal Belgesel Yarışması’na ise 10 yapım katılıyor.
Ustalar geçidi...
Festival süresince yarışma bölümlerinin dışında çok sayıda yapıt, izleyiciyle buluşacak. Örneğin sinema tarihinde kilometre taşı olmuş, çektikleri filmlerle öncü kabul edilmiş Satyajit Ray, Pier Paolo Pasolini, Luis Bunuel ve Robert Bresson gibi ölümsüz ustalar, kimi yapımları eşliğinde özel gösterimlerle anılacak.
Ayrıca festivalin bugünlere gelmesinde çok büyük emekleri olan ve Ağustos 2021’de aramızdan ayrılan sevgili Kadir Beycioğlu hâtırasına, Cannes başta olmak üzere dünya festivallerinin en iyilerinden oluşan 33 filmlik seçki sunulacak.
Arthur Rambo (Beş üzerinden üç buçuk yıldız)
Yönetmen: Laurent Cantet
Oyuncular: Rabah Nait Oufella, Antoine Reinartz, Sofian Khammes, Bilel Chegrani, Sarah Henochsberg, Hélène Alexandridis, Chouaïb Arif, Malika Zerrouki
Fransa yapımı
Genç ve başarılı bir yazar; Cezayir kökenli olmanın ve yabancı sularda yüzmenin üstesinden geliyor. Annesini odağına aldığı son kitabı da önceki çalışmaları gibi beğenilmiş; TV programlarında, radyolarda ondan bahsediliyor. Yeni çalışması dolayısıyla yayınevi onun için parti veriyor.
Karim D. işte bu, son derece şatafatlı görünen dünyanın parlayan yeni yıldızı... Ne var ki onuruna parti verildiği gece, geçmişte ‘Arthur Rambo’ takma adıyla attığı ırkçı, homofobik, cinsiyetçi, faşizan tweet’ler birdenbire sosyal medyada paylaşılmaya başlıyor. Ve çok kısa bir sürede işin rengi değişiyor. Ve eski ‘günahları’ yüzünden zirveden son hızla dibe doğru yol alan bir figür haline geliyor.
Fransız sinemasının ölçülü ve vicdanlı isimlerinden, Altın Palmiye’li yönetmen Laurent Cantet, ‘Arthur Rambo’da içinden geçtiğimiz zamanların dertlerinde geziniyor. Film, 2017’de bir medya kahramanıyken antisemitik, homofobik, ırkçı tweet’leri ortaya çıkan ve büyük bir tartışma konusu olan Mehdi Meklat’ın yaşadıklarından esinlenerek çekilmiş. Cantet’yle birlikte Fanny Burdino ve Samuel Doux’nun kaleme aldığı senaryo, ana karakterinin yaşadığı düşüşü 48 saate sığdırmış ve öykü, bu zaman dilimi içinde yaşanan hesaplaşmaları aktarmış.
Gecenin karanlığında bir aslan topluluğunu, ellerindeki son model silahlarla yok eden ‘kaçak avcılar’... Adeta katliam yaparlar, lakin gruptan bir aslanın kurtulduğunu fark ederiz... Doktor Nate Samuels, kanser olan eşini kaybettikten sonra iki kızını yanına alarak karısının vatanı Güney Afrika’ya getirmiştir. Burada onları vahşi hayat biyoloğu Martin ağırlayacaktır. Rehberleri aynı zamanda Nate’i, eşi Amahle’yle tanıştıran kişidir. Kızlar Meredith ve Norah’nın babalarıyla aralarında sorun vardır. Çünkü Nate bir doktor olmasına karşın ilişkileri soğumaya yüz tutmuş eşinin ölümü sırasında yanında yer almamıştır ve bu yüzden çocukları arasındaki mesafe de açılmıştır. Martin’in öncülüğünde safariye çıkarlar, çeşitli hayvanların fotoğraflarını çekip gözetim altındaki aslanları ziyaret ederler. Peşi sıra kaçak avcıların elinden kurtulan aslanın, etrafı kana buladığını fark ederler. Telsiz ve telefonların çalışmadığı bu vahşi beldede sıra acaba onlarda mıdır?
Amerikan sineması çocukları için kahramanlığa soyunan ebeveynlerin verdiği mücadeleleri çok sever.
Amerikan sineması, felaket anlarında aralarındaki geçmiş sorunları geride bırakıp yeniden dayanışan aile öykülerini ve çocukları için kahramanlığa soyunan ebeveynlerin verdiği mücadeleleri çok sever. Buzul çağına dönülse, deprem, hortum gibi doğal afetlerle karşılaşılsa, çeşitli yaratıkların, vahşi hayvanların saldırısına uğranılsa ya da eli büyütelim; uzaylıların istilası bile söz konusu olsa; genellikle yakın zamana kadar görevini yerine getirememiş baba devreye girer ve hayatı pahasına, ‘çekirdek ailesini’ korumak için adeta destan yazar!
Yukarıda konusunu özetlediğimiz ‘Canavar’ (Beast) da aynı formülleri yeniden üretiyor. Yıllar önce İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz
SON ÇIKMAZ (BEŞ ÜZERİNDEN İKİ YILDIZ)
Yönetmen: Mike Burns
Oyuncular: Bruce Willis, Ashley Greene, Michael Sirow, Massi Furlan, Texas Battle, Stacey Danger, Josh Rhett Noble, John D. Hickman
ABD yapımı
Kızlarına, amansız bir hastalığın teşhisi konulmasının ardından moral ve dayanışma yemeğine çıkan Maggie ve Frank çifti dönüş yolunda bir geyiğe çarpar. Kaza sonucu anne hayata veda eder. Baba, onca acının üstesinden gelmeye çabalarken eski bir şerif olarak bir mağazada güvenlik görevlisi olarak çalışır. Lakin yine de başı beladan kurtulmaz. Çalıştığı mağazanın yakınındaki ağaçlık arazide bir hesaplaşma yaşanmaktadır; uyuşturucu satıcısı Virgil Brown kendisine ihanet ettiği gerekçesiyle eski elemanını öldürür. Tam bu esnada dışarıya sigara içmek için çıkan Frank Richards yaşananlara şahit olur ve olaya müdahale ederek Virgil’i tutuklar. Ağaçlıklı araziye saklanmış durumdaki uyuşturucu satıcısının oğlu Jake yere düşen silahı alarak en önemli delili yok etmeye çabalar. Bir sonraki hamle eldeki tek tanığı ortadan kaldırmaktır. Bu amaçla hareket eden Jake, Frank’in evine gider ama burada kızı Chloe ve arkadaşı Tammy’yi bulur ve onları tehdit unsuru olarak kullanma yoluyla hedefine ulaşmaya çalışır.
Eski filmlerin anısına...
Bruce Willis, uzun kariyeri boyunca zihinlerde yer eden kimi etkili yapımlarla ilgi odağı olmuş, önemli bir Hollywood yıldızı... Televizyon ekranlarında başlayan yolculuğunda bizim kuşak onu ‘Mavi Ay’ dizisindeki David Addison karakteriyle tanıdı. Sonraki aşamalarda ‘Zor Ölüm’ (Die Hard) serisi, ‘Şenlik Ateşi’, ‘Hudson Hawk’, ‘The Last Boy Scout’, ‘Ölüm Kadına Yakışır’, ‘Pulp Fiction’, ‘Gecenin Rengi’,
Eadweard Muybridge’in 1878 tarihli hareket halindeki bir atla ilgili ünlü fotoğraf çalışması sinema açısından çığır açıcı bir hamledir. OJ (Otis Jr.) ve Emerald Haywood, bu görüntülerdeki siyah jokeyin büyük büyük büyükbabaları olduğunu iddia eden iki kardeştir. Onlara göre aileleri o zamandan beri sinema sektöründeler. Altı ay önce babası Otis Sr.’ı açıklanamayan bir vakadan dolayı kaybeden OJ, kederli bir yapıda, sessiz bir kovboydur adeta. Emerald ise onun tam zıddı, dışa açık, hoyrat bir kişiliğe sahiptir.
Güney Kaliforniya’daki Santa Clarita Valley’de, aile yadigârı çiftliklerinde yaşayan ve sinema-televizyon dünyası için eğitilmiş hayvan (atlar) hizmeti sunan ikilinin dünyası, tuhaf gelişmelerle sarsılır. OJ’in gökyüzünde gördüğü UFO’vari bir cisim onlara farklı bir maceranın da kapısını aralar. Yakınlarındaki ‘Jüpiter’in Madeni’ adlı tema parkının sahibi, bir zamanların popüler çocuk oyuncusu Ricky ‘Jupe’
Park da benzer vakalara tanıklık etmiştir. Bu aşamada Emerald’ın aklına bir fikir gelir; cismi görüntüleyerek para ve şöhret kazanmak... Teknoloji uzmanı Angel ve gizemli görüntü yönetmeni Antlers Holst da ekibe dahil olur ve ‘görsel takip’ başlar...
Oyuncu-yönetmen Jordan Peele’in sinemadaki üçüncü uzun metrajı ‘Hayır’ın (Nope) konusu özetle böyle. Siyahların tarihsel serüveni içindeki zorlu virajları modern korku (gerilim) öyküleri eşliğinde perdeye taşıyan filmleriyle dikkat çeken sanatçı, bu kez ırkçılığa ilişkin tonları daha az düzeyde seyreden ama yine sosyolojik bakışlarında ısrarlı bir hikâyeye soyunuyor. Amerikan sineması, uzaydan gelen tehlikeye fazlasıyla aşinadır. Geçmişte gökyüzü kaynaklı korku, komünizme ilişkin uyarıların bir tür metaforuydu; zamanla bu refleks giderek arkaik bir hal aldı ve evrenin sonsuzluğu içinde öteki dünyalar farklı metaforların, korku ya da umutların kaynağına dönüştü.
‘Hayır’daki gökyüzü kaynaklı tehlikeyse öncelikle yanında birçok sinemasal referansı barındırıyor. Peele’in filmi Spielberg’ün ünlü klasiği ‘Üçüncü Türden Yakınlaşmalar’ (Close Encounters of the Third Kind) gibi başlayıp ‘Jaws’vari bir gerilime dönüşürken Shyamalan’ın ‘İşaretler’inden (Signs) ya da Villeneuve’ün ‘Geliş’inden (Arrival) de esintiler sunuyor. Ama bence asıl referansı, daha sonra Keanu Reeves’lı yeniden çevrimi de yapılan 1951 tarihli Robert Wise başyapıtı ‘Dünyanın Durduğu Gün’ (The Day the Earth Stood Still). Çünkü burada da biz dünyalıların dertleri ve hırsları, gezegeni belki bu kez fiziksel değil ama ruhani ve ahlaki olarak bir çürümenin eşiğine taşırken devreye yukarıdan ‘parmak sallayan’ ve bir anlamda “Böyle yapmayın” diyen uzaylı devreye giriyor...
Tom Hanks’e ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında ikinci kez Oscar kazandıran ‘Forrest Gump’, izleyicisine 1950’lerden 80’lere uzanan bir süreçte kahramanının kişisel öyküsüyle birlikte Amerikan tarihinden de kimi önemli notları sunuyordu. Haftanın yenilerinden ‘Laal Singh Chaddha’, Robert Zemeckis’in yapıtına 28 yıl sonra tekrar uğruyor ve bize Hindistan’da geçen bir Forrest Gump hikâyesi anlatıyor. Başrolünde ‘Bollywood süperstarı’ Aamir Khan’ı izlediğimiz bu versiyondaysa tarihsel dilim 80’lerden günümüze uzanıyor.
Bu, Aamir Khan ve Kareena Kapoor’un birlikte 3’üncü filmi.
Önce konu diyelim: Trenle seyahat eden Laal Singh Chaddha bir yandan yerel bir atıştırmalık olan ‘golgappa’sını yerken öte yandan karşısında oturan kadına kendi öyküsünden pasajlar aktarıyor. Kavrama yetenekleri açısından problemler yaşayan küçük Laal, okulda arkadaşları tarafından dışlanırken kendisine Rupa adlı kız öğrenci sahip çıkıyor ve onun en yakın arkadaşı oluyor. Yolculuk sürerken Laal’in trende yaşadıklarına kulak verenlerin sayısı artıyor; bu arada kendisinin savaşa katıldığını, iş hayatına atıldığını, Rupa’ya olan aşkını defalarca dillendirmesine rağmen karşılık göremediğini öğreniyoruz...
Advait Chandan’ın yönettiği, Atul Kulkarni’nin adapte ettiği ‘Hint Forrest Gump’ın öyküsünü anlatan bu yapım, yerinde hamleler ve ustaca dokunuşlarla özgün yapıt olmayı başarıyor. ‘Laal Singh Chaddha’, enerjisi, renkleri, duygusu itibariyle ‘Bollywood’ geleneğine yakın gibi dursa da arka plana taşıdığı vakalarla seyircinin zihnine tarihsel notlar da düşüyor. 1984’te Başbakan Indira Gandhi’nin Sih korumaları tarafından suikasta uğrayarak öldürülmesi, akabinde ülke içinde başlayan çatışmalar, ilan edilen olağanüstü hal, sonrasında 1999’daki Kargil Savaşı, 2008’deki Bombay saldırıları vs. bütün bunlar, Laal’in hayatındaki dönemeçler aktarılırken gerçekleşen, zaman zaman da ana karakterin içinde yer aldığı eylem ve olaylar olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan Advait Chandan’ın filmi Hindistanlı seyirci için belki hafıza tazeleme görevi üstleniyor, bizim gibi olayların uzağında olanlara da kronolojik bilgilendirme sağlıyor.
Hareket halinde bir tren ve bazen düz, bazen kıvrımlı rayları aşarken içinde yaşanan onca aksiyon... Sinema için eski ve defalarca üzerinden geçilmiş bir zemindir demiryolları. Haftanın yenilerinden ‘Suikast Treni’ (Bullet Train) bu tanıdık formülleri Tokyo-Kyoto arasındaki bir hızlı trende (Japonya’da onlara ‘Shinkansen’ deniyormuş) yeniden inşa ediyor.
Önce konu: ‘Limon’ ve ‘Mandalina’ lakaplı iki İngiliz suikastçı, ‘Beyaz Ölüm’ namlı Rus mafya şefinin oğlunu ve içinde 10 milyon dolar olan bir çantayı teslim için trende yolculuk etmektedir. ‘Uğur Böceği’ lakaplı, deneyimli suikastçı da 10 milyon dolarlık çantanın peşindedir. Çok geçmeden bu denklemin farklı bileşenleri olduğu anlaşılacaktır; liseli ‘Prens’, Japon suikastçı ‘Kimura’, Meksikalı ‘Kurt’ ve kadın suikastçı ‘Eşek Arısı’ da kendince sebeplerden dolayı trendedir. Hepsinin birbirlerine karşı eski husumetleri vardır ve yolculuk, hesapları kapatmak için yeni bir fırsattır!
Oyuncu ve dublör olarak tanınan, daha sonra yapımcılık ve yönetmenliği de deneyen David Leitch, ‘Sarışın Bomba’, ‘Deadpool 2’, ‘Hızlı ve Öfkeli: Hobbs ve Shaw’ gibi yapıtlara imza atmış bir isim (ilk ‘John Wick’te de yardımcı yönetmendi). Yukarıda özetini sunduğumuz ‘Suikast
Treni’ Leitch’in ‘aksiyon filmleri’ kariyerindeki yeni adımı.
Buluttaki Gölge (Beş üzerinden üç yıldız)
Yönetmen: Roseanne Liang
Oyuncular: Chloë Grace Moretz,
Taylor John Smith, Nick Robinson, Beulah Koale, Callan Mulvey, Benedict Wall, Joe Witkowski, Byron Coll
Yeni Zelanda-ABD ortak yapımı
Başta Hitler ve Naziler olmak üzere yeterince ‘canavar’ barındıran İkinci Dünya Savaşı döneminde sahaya bir de ‘kurgusal’ canavarları sürmek mantıklı mı? Değil elbet ama sinema bu; gönlü istediği konuya konuyor! 2018 yapımı ‘Overlord Operasyonu’nda, savaş ortamında (Dr. Mengele’nin genetik deneylerini hatırlatan) birtakım gizli kapaklı tıbbi müdahaleler sonucu işin ucu zombielere uzanıyor ve bir anlamda sinemasal türler birbirinin içine geçiyordu.
Bu haftanın öncelikli yapımı ‘Buluttaki Gölge’de (Shadow in the Cloud) de aynı çaba var. Savaş ortamındaki öykü ‘Yaratık’lı filmler kulvarına uzanıyor.