Başakşehir’in de Roma kafilesinde 2-3 sağlıklı isim yer almayınca, buna sitem etmiştim yazımda. Sabahın erken saatlerinde aradı Okan Hoca... Asla rotasyon gibi bir düşüncesi olmadığını, o iki ismin Roma’ya özel sebeplerle gelmediğini, Avrupa’da gruptan çıkacaklarını, ligde şampiyonluk hedeflediğini ve hatta gelecekte İtalya’da çalışmayı hayal ettiğini anlattı birer birer. Telefonu kapattığımda şunu anladım: Okan Buruk’a o denli sitem etmemin sebebi, ondan gerçekten çok umutlu olmamdı. Çünkü (futbolcu) Okan, hiçbir şeyi kolay kazanmamıştı. O bir ‘zor kazanandı’. 17 yaşında büyük bir yıldız adayı olarak sahaya ayak basmış, 18’inde A milli olmuş, sonra ayağı kırılmıştı. Ayağı iyileşmiş ama mantalitesi bozuk bir şekilde dönmüştü futbola.
Artık yetenekli bir futbolcu gibi değil, kendini ispat etmeye çalışan bir orta sınıf gibiydi. Her topa saldırıyor, lüzumsuz kartlar görüyordu. Yıllarca yedek oturdu. Kendi kalibresinin çok altında adamların yedeğiydi üstelik. Ama yılmadı. Yeteneklerini tekrar hatırladı, 6 sene sonra milli takıma döndü. Sağ açıktı, ön libero oldu. Çok yetenekliydi ama kariyerinin büyük bölümünü ‘futbol hamallığından’ kazandı.
ELAZIĞ İLE DÜŞTÜ
Antrenörlük kariyeri de oyunculuk kariyerinden farksızdı. ‘Star futbolcu’ muamelesiyle doğrudan büyüklerde işe başlamadı.
Elazığ ile küme düştü. Göztepe’yle ikinci ligde savaştı. Akhisar’la Süper Lig’e döndü. Rize’yle devam etti düşük bütçe mucizeleri yaratmaya. Hiçbir şeyi kolay kazanmadı. Hep zor kazandı Okan Hoca. Bence bu şampiyonluğun da sırrı buydu: Emekçi Mahmut’la da, yıldız Demba Ba ile de, star adayı İrfan’la da, ikinci şans oyuncusu Crivelli ile de empati kurabildi Okan Hoca. Çünkü zamanında Mahmut’u da, Crivelli’yi de yaşamıştı kariyerinde. Dibi de, zirveyi de görmüştü.
Nasıl Roma’da fark yedikten sonra Avrupa Ligi’nde gruptan çıkacağını biliyorsa, muhtemelen Elazığ ile küme düştüğünde de bir gün Süper Lig şampiyonu olacağını biliyordu bu adam. Epureanu’sundan Mert’ine, Visca’sından İrfan’ına hepsine canı gönülden tebrikler. Ama bugün en büyük tebrik, zor kazanan adama...
Şu sıralar çok dillendirilen bir büyük Türk yalanı da şu: “Hedefimiz ilk 10...” Ligin ikinci devresinde hortlayan, alt grupla nispeten bağını koparmış-rahatlamış takımların meşhur lakırdısı bu. “Hedefsiziz” demiyorlar da, bazen “Hedefimiz ilk 8” diyorlar, bazen de 10 oluyor o rakam yerine göre... Bu haftaya girerken ligde 4 takım tamamen hedefsizdi. Bunların üçü dün akşam sahaya çıktı ve her sezon olduğu gibi bu sezon da bu hedefsizlik maalesef öldürüyor futbolu.
7'NCİLİK İLE 15'İNCİLİK ARASINDA FARK YOK
Eğer play-off veya play-out gibi uygulamalarınız yoksa; 18 takımlı bir ligde orta sıralara anlam katmak için, yedincilikle 15’incilik arasında bir fark olması için yeni argümanlar üretmelisiniz. Örneğin İngiltere’de 7’nci olmakla 11’inci olmak arasında 10 milyon pound havuz payı farkı var. İspanya’da da durum benzer: 11’inci olanın havuzdan aldığı sıralama payı 10 milyon Euro. Yedincinin 20 milyon. Altıncınınsa tam 28 milyon... Yedincilikle altıncılık arasındaki farka bakar mısınız? İspanya’da son haftaya yedinci giren bir takımın altıncılık şansı varsa (Avrupa biletini garantilemiş olsa bile) para ödülü için savaşması doğal değil mi? Süper Lig havuzunda sıralama bonusu maalesef sadece ilk 6’ya dağıtılıyor. Yedincilikle on beşincilik arasında bir fark yok. TFF’nin bir sonraki sözleşmeyi oluştururken İngiltere ve İspanya örneklerini incelemesinde fayda var sanki.
AÇIKLANAMAYAN ŞEYLER VARDI SAHADA
Elbette dünü sadece hedefsizlikle açıklamak doğru değil. Açıklanamayan şeyler de vardı sahada: Atınç’ın ilk yarı biterken Adem’i, ikinci yarının başında Feghouli’yi bariz ve gereksiz itişleri mesela. Okan Kocuk’un neredeyse tek bir pası isabetli verememe durumu... Son 5 penaltıyı kalecilerin sağına atmış Adem’in topun başına gelip yine aynı yere vurması... Ciddiyet zafiyetiyle kulübüyle alay eden Belhanda’nın tahtaya ikinci penaltıcı olarak yazılması... Tüm bu olumsuzluklara isyan eden Emre ve Napoleoni’yi ayırabiliriz diğerlerinden. Dünkü tabelayı da onlar belirlediler zaten.
İtalya’da rekor penaltı sayısı önemli bir problem. İngiltere’de sezon boyunca milimetrik ofsaytlar can sıktı. Türkiye’de de yabancı sınırı ve altyapı oyuncusu konusu bir kez daha manşette...
YABANCIYA FIFA KRİTERİ
Canım ülkemin milli sporudur ‘kamplaşma.’ Sağcı-solcu, Müslümcü-Ferdici gibi yapay gündemlerle bayılırız kamplaşmaya, birbirimizi kırmaya-dökmeye. Bugünkü kamplaşma bahanemiz de yabancı sınırı. Keşke TFF, acele bir karar almak yerine diyalog yoluna gitseydi önce. Şu aşamada onlara önerim şu: Madem muhakkak yabancı oyuncuyu sınırlamak istiyorsunuz, bunu bir kriter yoluyla yapalım. FIFA sıralamasında altımızda yer alan ülke vatandaşlarında en az 1 kere milli olma şartı arayalım. Yani Süper Lig’e gelen oyuncu Alman veya Brezilyalı ise kriter yok. Ama mesela Rumen, Rus, Nijeryalı bir futbolcu transfer ediyorsanız onlarda en azından 1 kez milli olma şartı arayalım. Bu kadar. Hepsi bu.
BİR ALTYAPI OYUNCUSU YETERLİ
TFF’nin açıklamasında en dikkat çekici konulardan biri de ilk 11’de altyapı oyuncusu mecburiyetiydi. 2021- 22’de bir altyapı oyuncusu mecburiyeti makul. Ancak 2022-23’te bu sayının ikiye çıkarılması gerçekçi değil. Onun yerine esame listesinde dört, ilk 11’de bir altyapı oyuncusu denilerek kalıcı hale getirilebilir bu konu. Ve bu oyuncuların o kulüpte değil, Türkiye’de yetişmiş olması yeterli sayılmalı bence.
OFSAYTA WENGER AYARI GELMELİ
Milimetrik ofsaytlar, İngiliz spor kamuoyunun fikir birliğiyle karşı olduğu bir konu. Geçtiğimiz hafta da Betis maçında Atletico’lu Morata’nın düştüğü ‘başparmak ofsaytı’ İspanya’da haklı bir reaksiyona neden oldu. Ofsayt kuralı artık net bir revizyona ihtiyaç duyuyor. Bu revizyonun da ne olması gerektiğini geçenlerde Arsene Wenger mükemmel bir şekilde açıkladı: “Hücum oyuncunun vücudunun herhangi bir parçası dahi son savunmacıyla hizadaysa ofsayt yok. Ancak hücumcunun vücudu tamamen savunmacının önündeyse ofsayt.” Bence mükemmel çözüm. Acilen hayata geçmeli.
İTALYA'DA KOLLAR KESİK OYNANIYOR
Bence lig tarihimizdeki ikinci kırılma 2015’te yabancı serbestliğiyle yaşandı. Bunun da çok basit bir sebebi var: Diyelim ki siz bir kulüp başkanısınız. 10 lira bütçeyle bir takım yaratmanız gerekiyor. Daha önce bu 10 lira bütçeyle 80 milyon nüfustan bir takım kurmaya çalışıyordunuz. Şimdi aynı 10 lirayla 7 milyar seçeneğiniz var! Seçenek sayınız 80 milyonken doğal olarak opsiyonlarınız kısıtlıydı, bütçesi sizden iyi olanlar büyük fark yaratıyorlardı. Ama 7 milyar insan içinden seçim yapabilmeniz, size zengin kulüplerle aradaki farkı kapatma şansı verdi. Dünkü maçta ev sahibi ekibin ilk 3 golünde parmağı olan Farouk Miya, Konyaspor’un Hırvat Ligi’nden 1,6 milyon Euro’ya aldığı Ugandalı bir genç adam. Yabancı sınırı varken kulüplerimiz 22 yaşında bir yabancıya genelde gitmiyorlardı, zira riskliydi bu yatırımlar. Ama 5 yıldır gidebiliyorlar. Ve Eljif Elmas gibi, Bruma gibi yüksek fiyatlı ihracatlarımızın da sebebi buydu zaten.
YAŞ ORTALAMASINA DİKKAT
Tabii ki Konyaspor Teknik Direktörü Bülent Korkmaz’ı da tebrik etmek gerek, dün Başakşehir’e karşı mükemmel bir mücadele örneği gösteren forvet dörtlüsünün yaş ortalaması 24’tü (Hadziahmetovic 23, Milosevic 25, Miya 22, Ömer 28 yaşında). Dördü de orijinal santrfor değiller. Orta saha orijinli bu dört adam sürekli hareket ederek, yer değiştirerek maçın ilk yarısında 33 yaş ortalamalı Başakşehir savunmasını şaşırttılar. Aslında Konya’nın bu dörtlü ön grubu çok kaliteli sayılmaz. Set hücumunda Başakşehir’in kurt savunma grubuna karşı belki çok fazla şansları olmazdı. Ama baskın hücumlar ve Miya’nın çabukluğuyla 3 gol buldular tek devrede. Ve tarihi bir galibiyet aldılar maçın sonunda.
69 PUAN TESADÜF DEĞİL
Geçen sezon Süper Lig şampiyonluğu için sadece 69 puanın yeterli olması tesadüf değil. Bu sayı, 3 puanlı sistemdeki en düşük şampiyonluk puanıydı. İstanbul takımlarıyla diğerleri arasında fark kapandı, gerçekten de herkesin herkesi yenebildiği bir turnuva bu. Artık ‘yeni normal’ bu. O yüzden de bu sezon da şampiyonluk mücadelesi çok yarışçılı geçti, avantaj defalarca el değiştirdi. Başlangıçta Alanyaspor, sonra birkaç ay Sivasspor, peşinden Fenerbahçe, bir ara Galatasaray, ardından da Trabzonspor ve Başakşehir geçtiler direksiyona. Eğer TFF’nin anlamsız yabancı sınırı ısrarı olmasaydı, bu durum muhtemelen kalıcı olacaktı. Önümüzdeki 10 yılda belki 2-3 yeni şampiyonla tanışacaktı Türk futbolu.
İstanbul takımları topla yüzde 70 oranında oynarken, rakipleri onların yarısı kadar topa sahip olup belki de daha fazla net pozisyon ürettiler. Galatasaray’ın Ankaragücü karşısındaki geçirgenliğiyle, Fenerbahçe’nin Sivasspor karşısındaki geçirgenliğinin temelinde benzer sebepler vardı: Sorumluluk duygusu ve/veya pozisyon bilgisi düşük orta saha kurguları. Galatasaray’da Lemina sakat, Seri de düşüşte. Ancak Fenerbahçe’nin durumu biraz garip. Gustavo-Ozan gayet iyi bir orta saha ikilisi olmuşlardı aslında.
GÖBEĞİ MAHVETTİLER!
Ancak Serdar’ın yokluğunda bir Gustavo’yu, bir Ozan’ı stopere devşirerek mahvettiler o göbeği. Amerikalılar’ın meşhur bir lafı vardır, ‘bozuk değilse tamir etme’ diye. Fenerbahçe’nin belki en düzgün çalışan yeri orta saha merkeziyken sürekli oraya çomak soktu teknik yönetim. Bence anlamadıkları şu: Ozan’ı stopere kaydırdığınızda, orada iyi bile oynasa, orta sahadaki Ozan’dan mahrum oluyorsunuz. Üstelik o Ozan stoperde de şaşkın oynayınca hem savunmanız, hem orta sahanız aksıyor bu kez. Eksiğiniz stoperse stoper koyun oraya. Orta saha değil...
MİLLİ STOPER VARKEN...
Gürkan Başkan’ı tanır mısınız? Ben tanımıyor(d)um. Fenerbahçe U19’un 1,90’lık stoperi. Milli takımda da oynuyor, hatta pandemi öncesi Litvanya’ya da gol atmış. Dün kulübedeydi. Elimde olsa Tahir Karapınar’a, Emre’ye-Volkan’a, bu kararları kim alıyorsa ona sormak isterdim: Dün stoperde Gürkan oynasa ne değişirdi? Ozan’dan kötü mü olurdu acaba? Savunmada orijinal bir stoper kullansanız, en azından GustavoOzan göbeğini bozmamış olurdunuz. Üstelik dün Ozan stoper oynamadı ki! Oynayamadı daha doğrusu. Sağ savunmaya dublaj yapmaktan defansın merkezine dönemedi Ozan. Çünkü takımda bir sağ bek yoktu. Listede Dirar’ın ismi yazıyordu ama ben onu hiç görmedim bölgesinde. Sivassporlu sol açık Emre Kılınç dün hayatının en rahat maçını oynadı muhtemelen. Tek başına da aldı götürdü maçı zaten.
Galatasaray’la kazandığı 14 kupanın birkaçını eve götüreyim, vitrine koyayım dese itiraz edemeyeceğiniz bir adam. Süper Lig’de 21’inci yüzyılın en iyi kalecisi.
TAM BİR 'KAZANAN'
Ancak milli kalecimiz Mert’in de çizgisi çok iyi. Muslera’dan 3 yaş küçük, her geçen sezon gelişiyor, bu yönünü çok seviyorum. Muslera kritik anlarda, karşı karşıyalarda, ceza alanı içinde imkânsız diyeceğin anlarda ortaya çıkan, büyük maçlarda büyüyen, tam bir kazanan. PSG maçında Neymar’ın kısa mesafeden şutunu Muslera ayağıyla çıkarınca Brezilyalı’nın yüz ifadesini çok iyi hatırlıyorum.
ASLAN PAYI MERT'İN
Mert’se özellikle bu yıl bir oyun kurucu kaleci oldu adeta. Başakşehir’in savunmasında topu Mert’e vermek bir mecburi halden bir tercihe dönüştü. Uzun metrajlı mükemmel paslarla onlarca hücum başlattı. Bu sezon Uğurcan da harikaydı ama Başakşehir bugün zirvedeyse aslan payı en az Visca ve Epureanu kadar Mert’in... Süper Lig’de bu kalecilere sahip olduğumuz için şanslıyız bence.
Bu sezona da 18 Kuzey Afrikalı başlıyor, 10’u Fas, 5’i Tunuslu... Kendi yerel ligleri ve Fransa dışında 10 Faslı, 5 Tunuslu’nun oynadığı bir turnuva olduğunu sanmıyorum.
FIFA'DA FAS 49. SIRADA
Süper Lig’de 1 İtalyan, 2 İspanyol, 2 İngiliz, 2 Danimarkalı futbolcu forma giyerken şu an halen 7 Faslı olmasını nasıl açıklamak lazım bilmiyorum. Bizim 29’uncu olduğumuz FIFA sıralamasında Fas 43’üncü; yani futbollarında öyle büyük bir sıçrama da yok. Futbolcunun oralısı buralısı yok, iyisi-kötüsü var elbette. Ama Younes Belhanda’dan, Sofiane Feghouli’den, Yassine Benzia’dan, Islam Slimani’den çok mu büyük verim alındı da Kuzey Afrika’dan gelen oyuncu sayısı arttı, anlam veremiyorum ben.
İKİSİ BİR ARADAYKEN KAZANMA ORANI: %28
Kuzey Afrikalı oyuncuların performansını başka bir gün daha geniş ele alacağım, bugünse spesifik olarak Belhanda-Feghouli ikilisi odağımız. Aşağıda okuyacağınız BelhandaFeghouli analizi, aslında Galatasaray-Trabzonspor maçını izlerken zihnimde şekillendi.
14 MAÇTA 4 GALİBİYET
Sonuçlarından aşağı yukarı emindim, sadece rakamsal olarak kanıtı için OPTA’dan tüm sezonu incelemeye ihtiyacım vardı. Tüm sezonu incelediğimde sonuçlar sandığımdan da çarpıcıydı: Galatasaray ilk 11’inde Belhanda-Feghouli bir arada 14 maça başlamışlar. Bunların sadece 4’ünü galip bitirebilmişler (2 Kayseri, birer de Kasımpaşa ve Fenerbahçe müsabakaları)... Belhanda-Feghouli’nden en az birinin 11’de başlamadığı 17 maçtaysa Galatasaray’ın tam 10 galibiyeti var. Yani iki Kuzey Afrikalı birlikteyken Galatasaray’ın kazanma oranı yüzde 28. Değilken yüzde 59... Fark çok net.
ONLARSIZ MAÇLARDA TÜM VERİLER ÜSTÜN
Aslında bugün benim mutlu olmam gereken bir gündü. Zira yıllardır tek başıma savaşını yaptığım “esame listesinde altyapı oyuncusu zorunluluğu”nun geri geldiğini gururla görüyorum. “İlk 11’de 1 tane 22 yaş altı futbolcu mecburiyeti” de savaşını yaptığım bir diğer konuydu. Zira yetenekli gençlerin en azından 22’ye kadar teşvik edilmesi taraftarıyım. Ancak bu tek bir doğrunun yanına öyle yanlışlar konulmuş ki, mutluluğumuzu kursakta bırakan cinsten... Son 3 sezonda Süper Lig’in transfer bilançosunda artıda olması, Almanya genç milli takımlarında forma giyen Türkler’in yurda dönme oranının yüzde 71’den 18’e düşmesi gibi olumlu gelişmeleri yazdık ama maalesef TFF’yi ikna edemedik. Yabancı sınırı garabetinin gelmesine engel olamadık.
YİNE AYNI FİLMİ İZLEYECEĞİZ
Özellikle Haziran 2022’de ilk 11’e 5 yerli zorunluluğunun gelmesiyle birlikte aynı filmi maalesef tekrar izleyeceğiz. Yine Leverkusen-Bochum altyapısındaki olgunlaşmamış gurbetçilere milyon Euroları dökeceğiz. Tekrar ediyorum, Iphone’u-Samsung’u yasaklamanız en iyi yerli telefonu üreteceğiniz anlamına gelmez. Keşke ‘yabancıya kriter’ koysaydık, FIFA sıralamasında altımızda yer alan ülkeden gelen yabancıya milli olma şartı getirseydik... Tümüyle sınırlamasaydık... Keşke...