Dünkü maçın gidişatından ve sonucundan bağımsız olarak, Fenerbahçe’de bu sezonun özeti şu: Takımda tek bir orijinal sol bek, biri aylardır sakat olan üç stoper, tek bir klasik kanat hücumcusu, 9 tane de merkez orta saha oyuncusu var. Gerek Ersun Yanal, gerekse tahir Karapınar’ın aylardır yaptıkları bu 9 tane merkez oyuncuyu başka pozisyonlara devşirerek bir ilk 11 oluşturmaya çalışmak. Ersun Yanal, tolga’dan sol açık, Jailson’dan stoper, Deniz’den sol bek yaratmaya çalışıyordu. Dün de Karapınar, Ozan’dan stoper katkısı almaya çalıştı. Ali Koç yeni sezonda başarı istiyorsa bu takıma iyi bir teknik direktörle birlikte bir de matematiği kuvvetli sportif direktör bulmalı! Zira bu kadronun sorunu kalitede değil, mühendislikte.
JAILSON'U GÖRÜNCE...
Dün esame listesinde Jailson’u gördüğüm anda yaşanacakları aşağı yukarı tahmin etmiştim. Mesele Jailson’un kötü futbolcu olması filan değil. Mesele, mecburiyetten stoper oynadığı süreçte kritik hatalar yapan ve kenara çekilen bir futbolcunun psikolojisi... Dün maça çıkarken Jailson’un iyi hissetmeyeceğini, dizlerinin titreyeceğini bilmek için psikolog olmaya gerek yok. Öyle de oldu zaten. Şu ana kadar Süper Lig’de hiç ilk 11’de başlamamış, orijinal pozisyonu aynen Jailson gibi ön libero olan Soner Dikmen, 20 dakika içinde Brezilyalı mevkidaşını mahvetti. Üç kez geçti, birinde de sarı kart göstertti. Sonra Tahir Karapınar, Ozan’ı geriye kaydırdı zaten.
TEK SAKATLIK YETER!
Ancak sorun Tahir Karapınar’ın Jailson’u başlatma kararında değil aslında. Kadro mühendisliğinde. Kadroda yalnızca 3 stoper (Sadık, Serdar, Falette), tek orijinal sol bek (Hasan), tek klasik kenar hücumcusu (Rodrigues) varken en az 9 tane merkez oyuncuyla giriyorsunuz sezona: Gustavo, Jailson, tolgay, Ozan, Emre, Zajc, tolga, Ekici, Alper... Doğal olarak da tek bir sakatlık bile kilitliyor tüm opsiyonlarınızı.
RODRIGUES'TEN ÖNCE VE SONRA
Dün Gençlerbirliği, rakibinden daha fazla şut attı, daha fazla korner kullandı. Ama anladığım kadarıyla fiziksel olarak 11’de başlayacak seviyede olmayan Sessegnon ve Sio’nun kalitesini aradı. Fenerbahçe’nin oyununu da Rodrigues’den önce ve sonra diye ikiye ayırmak lazım. Rodrigues tamamen değiştirdi maçın çehresini.
Sergen Yalçın da, Prosinecki de canlı izlediğimiz için mutlu olduğumuz çok iyi futbolculardı. Ayaklarından çok kafalarını çalıştıran zeki oyun kuruculardı ikisi de. O zekalarının yanına çaba da koyarak iyi teknik adam olma yolundalar şimdi de. Futbolun çok yaygın söylemlerinden biridir, “İyi futbolcudan iyi teknik adam olmaz” lakırdısı. Aslında futboldaki (ve hayattaki) birçok genelleme gibi bu da biraz fazla iddialı. Doğru olamayacak kadar da sıradan. Aslında ‘iyi futbolcu zaten bazı şeyleri doğal olarak yapabildiği için yöneteceği adamların eksikliklerini gideremez’ yargısının kısmen doğruluk payı olabilir. Ancak tüm iyi futbolcuların tüm teknik adamlık kariyerlerini tek bir yargıya indirgemek fazla iddialı... Aynen ‘kazanan takım değişmez’ veya ‘atamayana atarlar’ gibi çağ dışı bir söylem bu bence.
İKİ SÜPER YETENEK
Sergen Yalçın ve Prosinecki çok iyi futbolculardı gerçekten de... Dün spiker kardeşim Can Önduygu anımsattı, Euro 96’da Hırvatlar’a 1-0 yenildiğimiz o meşhur maçta da karşı karşıya gelmişlerdi iki süper yetenek. Aradan neredeyse çeyrek yüzyıl geçmiş. İki süper yetenek bugün teknik adamlıkta kendilerini ispat etmeye çalışan iki orta yaşlı adam. Prosinecki, Sergen’den 3 yaş büyük. 3 yıl da deneyimli. Ama kariyer çizgileri anlamında benzer bir noktadalar. Ve genel kanının aksine, ellerindeki oyuncuları da geliştirmeyi beceriyorlar bence.
Kayseri son 8 maçta 5 galibiyetle çıkıştaydı zaten. Yenildikleri F.Bahçe maçında, hatta 5 yedikleri Kasımpaşa önünde bile iyi oynadılar. Prosinecki o darmadağın grubu toparladı, Enver’in takımdaşlığını, Hasan Hüseyin’in özgüvenini artırdı mesela. Djedje daha sakin ve akılcı oynamaya başladı. Sergen Yalçın’ın takımında da gelişmeler var, dün birer yaş büyüyen Ersin ve Rıdvan’ı Türk futboluna hediye etti genç teknik adam. Ama takımın en büyük sorunu hâlâ başrolde: Dün de çok pozisyon buldular, ama son vuruşlarda beceriksizlerdi. Ben Sergen Hoca’dan farklı olarak ‘gol vuruşu’nun geliştirilebileceğini düşünüyorum. Çok tekrar yapmak lazım muhakkak. Belki yaz kampı için Feyyaz Uçar gibi bir ‘son vuruş ustası’nı teknik ekibe katıp forvetleri özel çalıştırmak lazım.
PEDRO HENRIQUE
Kayserispor’un Brezilyalı sol açığı özel bir oyuncu. Eğer Kayserispor bu sezon ligde kalabilirse Prosinecki ve Mensah’la birlikte kahramanlardan biri de o olacak. Ancak Henrique’nin önemli bir sorunu var: Çok fazla faul yapıyor. En az yarısı gereksiz, aşırı hamleler. Bu yüzden çok da kart görüyor Henrique
KAYSERİ ŞAMPİYONU BELİRLEYECEK
Kayseri’nin kalan 4 maçı Rize, Gaziantep, Başakşehir ve Trabzon’la... Son 2 maçlarının iki şampiyonluk adayıyla olması enteresan bir talihsizlik. Eğer birine çelme takarlarsa şampiyonu belirleyecekler, takamazlarsa belki de bu harika çıkışa rağmen düşme korkusu yaşayacaklar. Ligin kader adamı Prosinecki şu anda
Bu son derece pragmatik görüntüyü izlerken sanki bir Atletico Madrid-Borussia Dortmund maçı seyrettiğimiz hissine kapıldım doğrusu. Galatasaray zaten üç orijinal santrforu birden sakat olunca, en uca Emre Akbaba’yı devşirerek biraz mecbur kaldı bu oyuna. Maç 11’e 11’ken orta üçlünün sağında oynayan Taylan ve sağa sürekli sağa deplase olan Emre, hızlı çıkışlarla pozisyon yarattılar. Emre 15 dakikada 3 gol pozisyonu yarattı, ikisini Feghouli ve Belhanda harcadı. Birinde de şanssızdı genç adam.
BU TARZ FUTBOL ÇİMŞİR'İN TERCİHİ
Trabzon’un faydacı oyunuysa bir mecburiyet değil, bir tercih. Hüseyin Çimşir göreve geldiğinden beri bu tarz bir futbol tercih ediyor, zaten topla oynama oranları da yüzde 50’ye kadar geriledi Trabzonspor’un. Bu istatistikte Malatyaspor ve Konyaspor gibi iki ekibin gerisindeler enteresan bir şekilde. Ancak Trabzonspor’un gol atmak için, maç kazanmak için sürekli topa sahip olmak gibi bir mecburiyeti yok. Süper bir geçiş oyunu oynuyorlar ve rakiplerinin tamamlayamadığı her hücumu fırsata çeviriyorlar. Dün sağ açık Abdülkadir Ömür, sol açık Ekuban süratli koşarak, santrfor Sörloth da süratli düşünerek defalarca hızlı geçirdiler takımlarını hücuma. Trabzonspor bu sezonu şampiyon bitirebilir mi bilemiyorum, ancak şunu biliyorum: Eğer bu genç kadroyu hunharca dağıtmazlarsa, önümüzdeki 5 yıl içinde bir sürü kupa koyacaklar müzelerine. Son bir parantezi de Galatasaray’ın yeni sezon planlaması için açmak lazım. Terim, antrenörlük kariyeri boyunca yetenekli ve problemli oyuncudan çekinmemiştir. Onları alıp ehlileştirme konusunda ustadır. Ancak artık yaşı belli bir seviyeye geldi ve ehlileştirme işi sabır ve mesai istiyor. Şu anda takımda Feghouli, Belhanda, Seri, Lemina gibi yetenek/ problem ipinde çok oynadıkları için 5 büyük ligden düşmüş oyuncular var. Ve bunların hepsini birden kontrol etmek, dizginlemek ve ilk 11’de bir arada oynatmak kolay iş değil. Fatih Terim bence yeni sezon planlamasında bu tip futbolcu sayısını azaltmalı.
ZAYIF HALKA SARACCHI
Geçen hafta asist yaptığı için, Başakşehir’in golünün onun bölgesinden geldiği gözden kaçtı. Bu hafta da Ekuban sağa bir geçti, onun bölgesini tarlaya çevirdi. Eğer kiralık kontratında (bir buçuk yılı tamamlamadan) geri dönüş opsiyonu varsa bence Leipzig’e dönebilir. Zaten Leipzig’in onu neden 6 ay değil de bir buçuk yıl kiraladığını anlıyoruz performansından.
TAM BİR OMURGA EKSİK
Mourinho, 2007 kışında Chelsea’den ayrılıp bir süre işsiz kaldığında, Daily Telegraph’a köşe yazıları kaleme almıştı. O sezonun sonlarına doğru yazdığı bir makale hâlâ hafızamda: “Bir takımın omurgası sağlamsa, diğer parçaları onların etrafına eklemleyebilirsiniz. İyi bir kaleciniz, birer savunma ve orta saha lideriniz, bir de iyi santrforunuz varsa omurganız tamamdır. Ben gelecek sezonun (2008-2009’un) bir numaralı şampiyonluk adayı olarak Liverpool’u görüyorum. Zira iyi bir kaleci Reina, savunma lideri Carragher, takım lideri Gerrard ve harika bir santrfor Torres var orada.”
HER YERDE EKSİK VAR
Bir gün yine böyle bir eleştiri sonrası o genç oyuncudan bir telefon aldım. “Abi, yazını okudum” dedi genç adam... Ve ekledi: “Ben de hocaya beni neden oynatmadığını sordum. Beni çok sevdiğini, beğendiğini ama beni oynatırsa, takımdaki bir sürü deneyimli oyuncuya bunu açıklayamayacağını söyledi.” O genç adam, artık deneyimli bir orta saha oyuncusu. Çok da güzel bir kariyer yaptı o günden sonra. A Milli Takım’a kadar yükseldi. Ancak mesele bu değil elbette. Mesele, o Fenerbahçe teknik direktörünün bir genç oyuncuya hak ettiği formayı verme kararını alamaması, takımın deneyimlilerine konuyu anlatma bariyerine takılması...
BENZER HİKAYELER
1999 doğumlu Ferdi Kadıoğlu, Fenerbahçe’ye Hollanda U19’un kaptanı, U21 Milli Takımı’nın da düzenli 11 oyuncusu olarak gelmişti. Ama Fenerbahçe’de hak ettiği forma sırası bir türlü gelmedi genç adama. Bütün kanat oyuncuları cezalı veya sakatken, Ersun Yanal defalarca Tolga Ciğerci’ye verdi sol açık rolünü. Ersun Yanal sadece Tolga’ya sol açıkta verdiği o fırsatları Ferdi’ye tanısaydı, bu genç adamın dünkü performansını çok daha önce izleyebilirdik muhtemelen. Dün Ferdi’yi izlerken hafızam beni nedense yıllar önce o Fenerbahçe teknik direktörünün forma vermediği genç oyuncuya götürdü. Benzer gibi geldi nedense bana hikayeler...
FALETTE'İN GÖR DEDİĞİ
Ersun Yanal’ın özellikle 2020 kışındaki en büyük hatalarından biri de ısrarla stoperde Jailson’u kullanmasıydı. Oysa Falette, fırsat bulduğu Türkiye Kupası maçlarında açıkça şunu söylüyordu: “Ben orijinal stoperim. En azından orijinalim. Gerçek yerim bu. Üstelik solağım. Yani sol stoperim. O da tam senin ihtiyacın.” Ama anlaşılmaz bir şekilde uzun bir süre Falette’i görmezden gelmişti Ersun Hoca... Falette düzenli ilk 11 oynamaya başladığından beri daha realist bir Fenerbahçe savunması var. Serdar daha coşkulu, Falette daha sakin. Serdar riskli oynuyor, Falette süpürüyor. Serdar karşılıyor, Falette soluyla iyi oyun kuruyor. Son 4 maçtaki 3 galibiyette de doğru savunma kurgusunun rolü var kesinlikle.
Süper Lig’de şu anda Göztepe, Antalyaspor ve Gaziantep FK, hem Avrupa Ligi pozisyonuna, hem de küme düşme hattına 8-10 puan mesafedeler. Eğer bu hafta Kasımpaşa da kazanırsa iddiasız takım sayısının artma ihtimali de söz konusu. Ligin bitimine dört hafta kala, dört takımın hatta (Fenerbahçe ve Aytemiz Alanyaspor da katılırsa) altı takımın prestij sürecine geçecek olması tabii endişe verici. Bu mesele, elbette sadece Süper Lig’in meselesi değil. Orta sınıf tüm ligler, bu ‘orta sıra kâbusu’na çare bulmaya çalışıyorlar. Ligin son haftalarında iddiasız takım sayısının artması, iddiasız maç sayısını artırıyor. O zaman da bu iddiasız takımlar, her maça eşit düzeyde asılmamakla itham ediliyorlar. Şike söylentileri çıkıyor. Lige kâbus gibi çöküyor bu iddialar.
RUSYA BİLE 16 TAKIM
Bu sorunun altından kalkabilmenin bir yolu, takım sayısını azaltmak. Halen İsviçre 10 takım, Ukrayna 12 takımlı lig uygulaması yapıyorlar. Çok büyük bir coğrafya olmasına rağmen Rusya, 16 takımlı bir ligi tercih ediyor. Play-out uygulamasına da başvuruyor. Ancak bizim 81 vilayetli demografik yapımız Süper Lig’deki takım sayısını azaltmaya pek müsait değil. Ülkede futbol çok seviliyor. Çok sayıda futbol kenti var. Bırakın takım sayısını azaltmayı, Bursa, Adana, Eskişehir gibi futbol aşığı kentlerin Süper Lig’de olmaması üzüyor insanı. O yüzden takım sayısını azaltmak, Süper Lig için pek makul bir çözüm gibi görünmüyor.
PLAY-OFF NEDEN OLMASIN!
Avrupa’nın elit ligleri arasında sayılabilecek Hollanda da bizim gibi 18 takımlı. Ancak son Avrupa Ligi bileti ve son küme düşme pozisyonu için play-off oynatıyorlar. Orta sıra kabusunu minimize etmenin bir yolu da bu. Ve ben bu yolu doğrusu mantıklı buluyorum. Süper Lig, 2011-12 sezonunda çok talihsiz bir play-off uygulaması yaşadı. Ve o başarısız uygulama nedeniyle play-off fikrini dile getirmek bile yasaklandı adeta! Oysa o sezonki uygulamanın başarısız olması, diğer alternatiflerin de başarısız olacağı anlamına gelmez ki... Süper Lig’de de pekalâ son Avrupa Ligi biletini dördüncü, beşinci, altıncı ve yedincinin katıldığı bir play-off’la verebilirsiniz. Tabii ki Türkiye Kupası şampiyonunun kim olacağına göre bu play-off, 5, 6, 7 ve 8’inci arasında da söz konusu olabilir. Böyle bir play-off, 10-12 takıma son ana kadar Avrupa kupaları umudu vereceği için ligdeki hedefsiz sayısını azaltır. Hatta bitirebilir bile.
PLAY-OUT OYNATIRSANIZ HERKES KAZANIR
Benim hemen her sene hayıflandığım bir başka konu da, zaman zaman TFF 1. Lig’de beş-altı iyi takım varken bunların sadece üçünün terfi edebilmesi. Ya da Süper Lig’de 5-6 kötü takım varken sadece üçünün düşebilmesi. Oysa 1. Lig’in 3-4-5-6’ncısı ile Süper Lig’in 13-14-15-16’ncısı arasında bir play-out oynatsanız, iki lige de heyecan kasırgası yaşatabilirsiniz. Hatta 1. Lig’i çok daha iyi meblağlara pazarlayabilirsiniz yayıncılara.
ŞU 1 PUAN MESELESİ
İspanya Futbol Federasyonu’nun kendilerine özgü, FIFA tarafından defalarca uyarılmalarına rağmen değiştirilmeyen bir acayip kuralı, bu sezon bir takımı göz göre küme düşmeye itiyor. Eğer bu sezon transferde yaşanan garipliklerden sonra Leganes düşer, Celta Vigo da ligde kalırsa, bu durum futbol tarihine bence kara bir leke olarak geçecektir. Aslında kâğıt üzerinde her şey normal görünüyor: Eğer bir oyuncu sezon içinde 5 aydan uzun süreli bir sakatlık yaşarsa ve bu konu bir sağlık raporuyla federasyona ispat edilirse, o futbolcunun kulübü ekstra bir transfer yapma hakkı elde ediyor. Ancak kâğıt üzerinde normal görünen bu kuralın olası yan etkileri İspanya Futbol Federasyonu tarafından hesap edilemeyince, belki de görmezden gelinince, mütevazı Leganes Kulübü, olağanüstü bir haksızlığa maruz kaldı maalesef.
BARCELONA, LEGANES İLE TEMAS BİLE KURMADI
Muhakkak biliyorsunuzdur, Barcelona bu sezon içinde iki önemli futbolcusunu sakatlığa kurban verdi. Luis Suarez pandemi fırsatı sayesinde iyileşip geri döndü ancak Ousmane Dembele’nin sezon kapattıran sakatlığı, Barcelona’yı transfer arayışına itti. Katalan Kulübü de Şubat ayı içinde sakatlık evrakını İspanya Futbol Federasyonu’na ibraz ederek bir ekstra transfer hakkı kazandı. Ancak o sırada kış transfer sezonu kapanmıştı. Yani Barcelona’nın (doğal olarak İspanya içinden) yapacağı o transferin yerini, oyuncuyu satacak olan kulübün doldurması mümkün değildi. Barcelona, Leganes’in Danimarkalı santrforu Braithwaite’in serbest kalma bedeli olan 18 milyon Euro’yu bankaya yatırarak, kulübüyle hiçbir temas kurmadan oyuncuyu renklerine kattı. Ocak ayında diğer santrforu En-Nesyri’yi Sevilla’ya satan Leganes şüphesiz ki bu sezonki planlarını Braithwaite üzerine kurmuştu. Nitekim Braithwaite’in ayrıldığı gün olan 20 Şubat’ta kümede kalma hattına sadece 2 puan mesafede olan Leganes, bugün 17’nci Celta Vigo’nun 9 puan gerisinde. Ve kalan 6 maçta bu farkı kapatmak zorunda.
CELTA'DA KALECİ SAKATLANDI, SOL AÇIK NOLITO'YU TRANSFER ETTİLER
Bu olağanüstü haksızlığa bir kademe daha haksızlık ekleyen konu da, Celta Vigo’nun aynı statü saçmalığından faydalanarak Nolito’yu kadrosuna katması oldu. Bu sezon sadece 2 maçta forma giyen yedek kaleci Sergio Alvarez’in sakatlanması üzerine, onun yerine Sevilla’dan sol açık Nolito’yu kadrosuna katan Celta Vigo da şaha kalktı. Nolito takıma katıldıktan sonraki 3 maçta 7 puan toplayan Celta, bir anda küme düşme hattından sıyrıldı ve şu an olağanüstü avantajlı konumda.
2 DETAY EKLENSE...
Esasında her şey usule uygun görünüyor, ama bence bir ‘legal şike’ söz konusu burada. İspanya Futbol Federasyonu, zamanında bu özel transfer maddesine şu iki detayı eklemiş olsa, ligin ayarlarını böyle haksızca bozmayacaktı:
1- Sakatlanan oyuncu bir kaleciyse, yeri ancak bir kaleciyle doldurulabilir.
Nitekim ikinci yarının başında da peş peşe pozisyonlar üretip golü buldular. Ancak 15 ve 60’ta sanki Okan Hoca kenara gelip şalteri indirdi, devrelerin son 30 dakikasında başka bir Başakşehir izledik. Ya da 15 ve 60’ta Fatih Terim kaldırdı takımının şalterini. Okan Buruk’un Başakşehir’inin en önemli farkının oyun repertuvarının genişliği olduğunu söylerim hep. Gerektiğinde dominant, gerektiğinde pragmatik oynayabiliyorlar. İcap ediyorsa maaile rakip yarı alana oyunu yığıp, gerekmediğinde mükemmel kapanabiliyorlar geride. Dün ilk 11’lerine ve ilk çeyrekteki oyunlarına baktığınızda, sanki iç sahada oyunu domine etmek istiyor gibilerdi. Ancak 15 dakika sürdü o arzuları. Sonra oyunu Galatasaray’a bıraktılar tamamen.
BA KAÇIRDI, ALEKSIC KAÇIRMADI
Ardından 46 ile 60 arası yine baskılı, istekli, coşkulu bir Başakşehir izledik. Demba Ba iki tane kaçırdı, Aleksic kaçırmadı. O oyunlarını bir süre daha devam ettirseler dün şampiyonluk kupasının ucundan tutarak ayrılabilirlerdi Başakşehir’den. Ancak 60’ta indirdiler şalteri. Ve kalan bölümde tek taraflı bir Galatasaray baskısı izledik. Sanırım şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Dün Galatasaray’ın bu denli kritik eksikleri olmasaydı, Falcao sahada, Adem kulübede olsaydı; son yarım saatte Başakşehir’den 3 puanı alabilirlerdi.
EMRE TERCİHİ İŞE YARADI
Terim’in dün en uçta Emre’yi tercih etmesinin işe yaradığını söyleyebiliriz. Çünkü genç oyuncu orta sahayı altılayarak, Galatasaray’ın ikinci bölgede üstünlüğü ele almasında önemli rol oynadı. Bence kritik frikiklerde de Seri topu Emre Akbaba’ya bıraksa, duran toplarda daha fazla gol şansları olabilirdi. Son bir parantezi de sezonun en kritik maçlarından birinde uzun bir süre alan Emin’e açmak gerek: Terim’in altyapıda Emin’den yaşça büyük 3 stoper varken neden onu tercih ettiğini anlayabiliyoruz. Kumaşı çok iyi. Geleceği parlak.
BAŞAKŞEHİR'İN AVRUPA MACERASI
Ligler bitecek, ağustosta hepimiz Avrupa kupalarına odaklanacağız. Başakşehir inşallah Kopenhag’ı geçip, o sekiz takımlı süper final grubunda ülkemizi temsil edecek. Bu yıl Başakşehir’in Avrupa macerasının hemen hemen tümünün sesi olan Özkan Öztürk’ün bu süper finalde de olacağını umut ediyorum. Onun başarılı anlatımıyla özdeşleştirdiğimi fark ettim Başakşehir’i.
SÜPER LİG KALECİ SEZONU
İki Şampiyonlar Ligi, iki Avrupa Ligi, iki de kümede kalma yarışı yapan vardı sadece. Ama müthiş bir futbol ziyafeti vardı iki saat boyunca. İddialısı-iddiasızı, herkesin onurlu ve yüksek tempolu mücadelesini izledik Bundesliga’da. Hiçbir iddiası olmayan Union Berlin, Fortuna Düsseldorf’u yenip küme düşürdü. İhtiyacı olmayan Bayern Münih de Wolfsburg’u yenerek Avrupa Ligi gruplarından etti. Bir Alman olsam o iki saatle gurur duyurdum. Bence bir turnuvayı büyük yapan, bu iki saatteki gerçek mücadeledir çünkü.
DEVASA UZATMALAR!
O maçlar biter bitmez Kadıköy’deki Fenerbahçe-Malatyaspor müsabakasına döndüm. Sahada iddiasızlar değil, iddialılar var bu kez. Fenerbahçe’nin hâlâ Avrupa Ligi şansı var. Malatyaspor zaten can derdinde. Ama üzülerek söylüyorum ki, ilk 45 dakikadaki isteksiz, ruhsuz, temposuz futbol pes dedirtecek cinstendi. Yıllardır ısrarla isyan ediyorum, Türkiye’de oyun çok fazla kesiliyor. Topun oyunda kalma süreleri istatistiğinde Avrupa’nın 5 büyük ligiyle aramızda çok fazla fark olmamasının sebebi, devasa uzatmalar. Eğer dev uzatmalar dikkate alınmazsa, topun oyuna kalma süresi konusundaki fakirliğimiz çıkacak ortaya. Dün de ilk devrede klasik bir Süper Lig sıkıntısı vardı sahada: Ufacık darbe alan tok çığlıklarla ortalığı birbirine katıyor. Kendini kurşun yemişçesine yere bırakıyor. Düşen kalkmıyor.
'VAR' İKİNCİ SARI KARTLARA DA BAKMALI
İkinci devrede değişikliklerle tempo yükseldi ama Gökhan-Emre pozisyonu kesti ritmi. Tekrarlarda gördük, Gökhan’ın sarı kart görmesini gerektirecek bir durum yok. Statü gereği VAR’a da gidilemedi. Acaba IFAB, ‘sadece gösterilen ikinci sarı kartlar’ı, VAR incelemesi kapsamına sokmayı düşünür mü? Eğer verilmeyen ikinci sarı kartları kapsama sokarsanız, işin karışacağının farkındayım. Ancak ‘sadece verilen ikinci sarı kartlar’ kapsama sokulabilir bence. İlk devresinde adeta hiçbir şey oynanmayan maçta son bölümse bir çılgınlıktı adeta. Skoru kabullenmeyen, arayan Ozan, Muriç ve Rodrigues değiştirdiler sonucu. Ferdi, yine kısa süreye asist sığdırdı. Emre oyuna girdikten sonra öne gitme fırsatı artan Ozan’ın da son yarım saatteki hücum katkısının altını çizmek gerek.