O maç da bir spor müsabakasının üstündedir. Nasıl Michael Jordan ve Michael Schumacher yaptıkları işi, tüm dünyanın merak ettiği bir aktivite haline getirdilerse, bugünkü futbolu Klopp’un katkısı da bu seviyeye çıkmaya aday.
Evinde güzel bir cumartesi akşamı geçirmek isteyen bir çift, ekran karşısına oturduklarında bir Christopher Nolan filmi mi, yoksa bir Liverpool maçı mı izleyeceklerini tartışıyorlarsa bunda Jürgen Klopp’un payı çok büyük. Nasıl Michael Jordan veya Michael Schumacher yaptıkları işi, sporsever kitlenin bir tık dışına çıkarıp tüm dünyanın merak ettiği bir aktivite haline getirdilerse, bugünkü Klopp’un futbola katkısı da bu seviyeye çıkmaya aday. Futbol, son yıllarda aşırı maskülen sınırlarını kıran, içinde bolca tartışma, entrika, mizah ve estetik barındıran bir eğlence aracı oldu bana göre. Bugün Instagram’ın en fazla kazanan ünlüsü bir futbolcu. Oysa çok değil, 10 yıl önce bir futbolcu, dünyanın en çok kazanan sporcuları arasında bile ilk onda olamazdı. Messi’de bir Maradona efekti var. Ronaldo hem büyük bir futbolcu, hem bir stil ikonu. Neymar bir estetik ve eğlence gurusu. Aynı dönemde Klopp, Pep, Mourinho, Simeone, Zidane gibi olağanüstü karizmatik teknik adamlar bir arada. Üstelik 24 saat eşofmanla gezen, gözlüklü, kilolu tipler değil bunlar. Yakışıklılar, zekiler, mizah duyguları var. Hep söylüyorum, futbol artık sadece basketbolun ya da Formula 1’in rakibi değil. Futbol, bugün müziğin, sinemanın, gece hayatının da rakibi. Çünkü Klopp’un kenarda olduğu bir maçı izlemek için bir çift evde kalmayı tercih ediyor ve cumartesi akşamı bir Nolan filmine gitmeyi erteliyorsa, Klopp artık bir teknik direktörden fazlasıdır. O maç da bir spor müsabakasının üstündedir.
BU MUHTEŞEM TAKIM İÇİN 74 MİLYON POUND HARCANDI
Tabii ki Klopp’u özel kılan şey, sadece uzun boyu, aksanlı İngilizcesi, mizah duygusu ya da bembeyaz dişleri değil. Eğer çok başarılı bir teknik adam olmasaydı, bunların hiçbirini fark etmeyecektik bile! Klopp, perşembe gecesi Premier Lig tarihinin en erken şampiyonluğunu ilan eden Liverpool’u adım adım, santim santim inşa etti adeta. Elinde Messi, Ronaldo, Mbappe gibi süper yıldızlar yok. Transferde de onlara yönelmedi zaten. 4 yılda Liverpool kasasından sadece 74 milyon pound kullanarak bu muhteşem takımı yarattı. Sanırım bu süreçte Pep’ten en önemli farkı, seçici değil geliştirici yönünün ön plana çıkması oldu. Bugün kadronun önemli parçalarından Fabinho Real Madrid’de, Salah Chelsea’de bu patlamayı yapamamışlardı. Robertson’ı 9, Wijnaldum’u 27, Oxlade’i 38 ve Mane’yi 41 milyona Premier Lig’in içinden transfer etti. Trent’i altyapıdan devşirdi, Matip’i Bundesliga’dan bedelsiz transfer etti. Bir Coutinho parasına getirdiği Alisson ve Van Dijk de birçok otoriteye göre mevkilerinde dünyanın en iyileri.
GÜZEL ŞEYLER BİR ANDA OLMAZ
Klopp'un bu yılki başarısının futbola bir başka önemli katkısı da, ‘teknik adam istikrarı’nın değerli bir şey olduğunu hatırlatması. Futbolda bir teknik adamla 10 yıl çalışmanın Ferguson ve Wenger gömülen bir efsane olduğunu ’le beraber tarihe sanmaya başlamıştı yeni nesil. Bu sezonu şampiyon bitiren Bayern, şampiyonluk kovalayan Juventus, Barcelona, Real Madrid’in hepsinin antrenörleri maksimum 1 yıllık. Klopp 4 yılda inşası, ’un bu Liverpool’u Trent’te, Robertson’da, Firmino’da yaşanan olağanüstü gelişim, güzel şeylerin bir anda olmayacağının da kanıtı.
2020'LER LIVERPOOL VE CITY'NİN YILLARI
Klopp, karizmatik bir lider ve sabırlı bir kadro mimarı olduğu kadar, önemli de bir taktisyen. Takımın en iyi savunmacılarından birinin santrfor Firmino, en iyi hücumcularından ikisinin de bekler Trent ve Robertson olması ilham verici. Sanırım bu takım, ‘hücum savunmada, savunma hücumda başlar’ mottosunun ete kemiğe bürünmüş hali. Yine top kendilerindeyken 4-3-3 gibi gözüken dizilişin, top rakipteyken karo orta sahalı 4-4-2’ye dönüşü de önemli. Santrfor Firmino’nun orta üçlüye eklemlenip orayı karo orta sahaya çevirmesi, Mane-Salah’ın çift santrfor gibi stoperlere baskı yapmaları kritik. Tabii ki tüm bu taktiksel mimariyi tek başına yaratmıyor Klopp. Çok etkileyici de bir ekibi var ve futbolun ‘antrenmanlarda kurgulanan, maçlarda sahnelenen bir şey’ olduğunu her hafta içi tekrar öğretiyorlar oyuncularına. İdmanlarda tüm takım rakip yarı sahada değilse golleri geçersiz saymaları, beşe ikiyi etrafı camla kaplı alanda oynamaları, kaybettikleri yerde geri kazanma odaklı antrenmanları hep dâhi bir ekibin ürünü. Futbolda 2010’lu yıllar İspanyollar’ın, tiki taka’nın, Barcelona’nın-Real Madrid’in yıllarıydı. 2020’li yıllar da İngilizler’in, karşı presin, yoğunluğun, Liverpool ve Manchester City’nin yılları olmaya aday. Bunda da Klopp’un adaya gelişinin payı büyük şüphesiz.
Şu sıralar Fenerbahçe’de gördüğüm iki büyük problemden biri bu. Herkes, Fenerbahçe’nin ne kadar kötü bir oyuncu kadrosu olduğunu anlatıyor. Artık futbolcular da buna inanmış gibiler. Ancak bu takım, çok geçmişte değil, bu sezonun 19’uncu haftasında Başakşehir’i yenmiş, rakibinin üstüne tırmanmıştı. O gün Trabzonspor’un da 1 puan gerisindeydi. O günkü kadroyla bugünkü kadro aynı...
İLK PROBLEM...
Sadece 9 hafta sonra bugün Başakşehir’le 16, Trabzon’la 14 puan fark varsa, bunu sadece kadro kalitesiyle izah edemezsiniz. Fenerbahçe’ye gelecek teknik adamın halletmesi gereken birinci mesele, özgüven problemi. İçeridekileri tekrar iyi futbolcular olduklarına ikna etmek. En azından iyi olanları...
YÖNETİM BOŞLUĞU VAR
Fenerbahçe’de gözlemlediğim ikinci büyük problemse takımdaşlığın kaybolmaya yüz tutması. Sahada bir grup hareketinin kalmaması, herkesin bireysel olarak ön plana çıkıp, takımın geri kalanının suçlu ilan edilmesinden çekinmemesi. Trabzon’la oynanan kupa maçında yaşananlar hâlâ taze, tribünden telefonlar, Deniz’in çıkarken gösterdiği tepki. Bu garip yönetim boşluğu, Kasımpaşa maçında da sürdü: 27’de Deniz’in kaçırdığı gol sonrası Ozan’ın ona tepki göstermesi. Deniz’in yanıtı... 70’te bu kez Mehmet Ekici’nin frikiğinde etrafındakilerin vücut dili. Muriç’in yalnızlığı ve ayaklarının birbirine dolanması. Dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmamıştır bu detaylar. Kulüpte net bir otorite boşluğu var. Bu da takım içi gruplaşmalara veya en azından bütüncüllüğün kaybına yol açmış.
BU OTELDEN KURTULMAK İSTİYORSAN, KAZANMALISIN
Şu sıralar Danish Dynamite’ı okuyorum, Smyth-Eriksen-Gibbons tarafından yazılan, 1980’lerin kült Danimarka takımını anlatan bir kitap. Bu harika eseri okudukça, Sepp Piontek’in 80’lerde Danimarka, 90’larda da Türk futbolunun dönüşüm fitilini nasıl ateşlediğini çok daha iyi anlıyorum. Piontek’in 1982 Dünya Kupası öncesi Danimarka Milli Takımı’nın hazırlık rutininde yaptığı en önemli değişimlerden biri, takım kamplarını muhteşem Hotel Marina’dan Israettens Hus’a alması. Telefon yok. Deniz manzarası yok. Televizyon yok. Takım kendi arasında bir plan yaparak büyük yıldız Elkjaer’in hastalandığı ve o oteli tek etmeleri gerektiği yalanını uyduruyorlar! Elkjaer hocaya gidip, korkunç bir baş ağrısı olduğunu, nefes almakta güçlük çektiğini ve koku duyusunu kaybettiğini söylüyor (Evet farkındayım, uydurdukları hastalık gelecekten gelmiş gibi!). Piontek’in Elkjaer’e cevabı şu oluyor: “Bu otelden kurtulmak istiyorsanız, iyi sonuçlar almalısınız.”
TANJU'NUN SİLAHI VE FATİH TERİM'DEN İSTENEN
Ancak Faslı’nın ilk 11’de başlayıp da hikâyeye direkt tesir etmediği maç olmuyor gibi. Nitekim Gaziantep’in bir korner sonrası bulduğu golde de skorer Djilobodji’yle eşleşen o. Tabii ki o eşleşmenin doğruluğu da tartışılır, ligin havada en etkili stoperini Belhanda’ya tutturmak çok kötü bir karar. Ama Belhanda da yine Belhanda’lığını yapıyor, bir darbeyle partnerini bırakıp golün yapılmasına izin veriyor. Bu da Djilobodji’nin ligde duran toplardan bulduğu beşinci gol oluyor zaten. Belhanda’nın tabelaya estkisi bununla da sınırlı kalmıyor, garip bir pozisyonda Kenan’la itişip sarı kart görüyor. Birkaç dakika sonra bu kez riskli bir geri pası yapıyor ve Ahmet’in atılmasına neden oluyor. “Hem sevdalı, hem belalı” diye attım başlığı ama bu Belhanda’nın sevdası az, belası çok fazla. Gazetelerde var olduğu iddia edilen teklifler gerçek mi bilemiyorum ama Galatasaray’ın bu yaz yapacağı en büyük transfer, Belhanda’yla yolları ayırmak olur bence.
AYKIRI SUMUDICA
Tabii ki dünü sadece Belhanda üzerinden okumak, misafir ekibe haksızlık olur. Marius Sumudica, ligdeki tek yabancı teknik adam. Ligin genel geçer doğrularına da aykırı duruyor. Ana plan olarak genelde 3-5-2’yi tercih ediyor, liberolu futbol oynatıyor, geriye düşmeleri halinde ikinci yarılarda dörtlü savunmaya dönüp vites yükselttiği maç sayısı çok fazla. Dün de maçın öyküsünü 79’da Kana Bıyık’ı çıkarıp savunmayı dörtlüye çevirerek değiştirdi. Yine ikinci yarıda dakikalar ilerledikçe sırasıyla Twumasi, Muhammet ve Furkan’ın girişi ön taraftaki dinamizmi ve kaliteyi artırdı. Sumudica’nın takımı her değişiklikte gelişirken, Terim’in takımının da her oyuncu değişiminde geriye gittiğini söyleyebiliriz rahatlıkla. Linnes, Selçuk, Jimmy ve Sekidika’lı Galatasaray, değişen ve gelişen Antep’e cevap veremediler son yarım saatte. Tabii ki bu bölümü Galatasaray’ın 10 kişi oynadığının, oyuna sonradan girenler ne yaparlarsa yapsın eksik olmanın zorluğunun da altını çizmek gerek.
BAŞAKŞEHİR'E UYGUN DEĞİL
Kasım 2017’de Galatasaray, Gençlerbirliği’ni 5-1 mağlup ettiğinde benzer bir başlık atmıştım: Bu oyun Gençlerbirliği’ne uygun, Başakşehir’e değil. Nitekim Tudor’un Galatasaray’ı, bir hafta sonra Başakşehir’e farklı kaybetmişti. O maçta Tudor, Eren-Gomis’le 3-5-2 oynamış, bir sonraki hafta Başakşehir cezayı kesmişti genç hocaya. Dünkü Gaziantep maçındaki 11’i görünce de benzer bir durum hissettim. Olağanüstü ofansif bir 11 vardı sahada... Orta sahada Emre Akbaba-Belhanda bir arada. Aslında 6 numara rolünde oynayan Seri bile, çok yakın zamanda 10 numara oynuyordu İngiltere’de. Gerçi cezalı duruma düşen oyuncular var ama Terim eğer Başakşehir’e karşı da benzer bir anlayışla çıkarsa, Gaziantep’in kestiği faturanın daha büyüğünü Okan Buruk’un takımı kesebilir. Çünkü onların ‘tamamlanamayan atak çıkışları’ daha efektif. Galatasaray’ın tamamlayamadığı hücumlarda Başakşehir’in koşucu ve kaliteli oyuncuları ile yapacağı çıkışları, Seri-Emre Akbaba-Belhanda orta sahasının kesmesini ummak biraz iyimser. Üstelik stoper rotasyonunuz da oldukça sorunluyken.
DAHA GENÇ VE DİNAMİK
Galatasaray’ın 1 Ekim’de Şampiyonlar Ligi’nde Paris St. Germain’i ağırladığı maçta ilk 11’i şöyleydi: Kalede Muslera. Savunmada Luyindama, Donk, Marcao. Orta sahada Mariano, Nzonzi, Belhanda, Seri, Nagatomo. Hücumda Falcao ve Babel. Bu 11 adamın tam 6 tanesi 1986 doğumlu, yani 34 yaşındalar şu an: Muslera, Mariano, Nagatomo, Donk, Babel ve Falcao… Bugün Galatasaray’ın kadrosu da, dizilişi de radikal biçimde değişmiş durumda. Dünkü ilk 11’in yaş ortalaması 27 civarındaydı mesela. Yani takım, sezon başına göre bayağı gençleşmiş. Tabii ki futbolda her şey kafa kağıdıyla ilgili değil. 37’lik Atiba mı daha genç, 21’lik Güven mi, çok tartışılır mesela. Ancak Galatasaray’ın dönüşümüne bakınca, takımın gençleşmesi bir miktar işe yaramış gibi.
Yani Beşiktaş bu sezon dördüncülüğe tırmansa dahi, altıncılıkla arasında yaklaşık 18 milyon liralık bir fark söz konusu. Bu da 900 bin SMS demek. Yani bu oynanan maçların hedefi asla prestij değil. Ciddi de bir mâli boyutu var işin. Geçtiğimiz hafta Antalya’ya yenilen Beşiktaş takımı, özellikle ilk devrede isteği-arzusu son derece eksik bir gruptu. Sanki siyah beyazlılar martta fişi çekmiş, haziran-temmuzda sezon öncesi bir hazırlık kampı yapılıyormuş gibiydi geçen haftaki görüntü. Sergen Yalçın da bu görüntüden rahatsız olmuş ki, ileri dörtlü tamamen değişmişti dün. Ljajic’in, N’Koudou’nun dünkü istekli oyunları bence tesadüf değil. Üstlerinde formanın da, oynanan maçların da önemini kavramaları için biraz kulübeden izlemeleri gerekiyormuş belli ki.
LJAJIC, BURAK'LA OYNAYINCA...
Geçtiğimiz hafta Antalya karşısındaki Diaby performansını izleyince, Lens ve N’Koudou’nun böyle bir oyuncunun arkasında yedek kaldıkları için utanmaları gerektiğini söylemiştim. Dün ikisinde de kıpırdanma vardı doğrusu. Özellikle N’Koudou’nun hem hücumda hem savunmada sorumlu bir futbol oynadığını, bu çabanın ödülünü de muhteşem bir golle aldığını belirtmek gerek. Lens’se hücumda hareketli ama hâlâ topun değerini bilmeme hastalığı sürüyor. 19’da bir korner dönüşü anlamsız bir rövaşata-pas girişimi sonrası takımını çok zor duruma düşürdü. Ve üstelik o pozisyonda geriye bile koşmadı Hollandalı futbolcu. Sadece bir dakika sonra Aissati’den de çok kolay bir çalım yiyince hocası da kenarda çıldırdı zaten. Lens yerini korumak istiyorsa daha sorumlu oynamak zorunda. Ancak hücum dörtlüsünün diğer iki parçası, Ljajic-Burak son derece sorumluydular dün. Ljajic takımının ilk 9 şutunun 3’ünü attı, 4’ünü yarattı. İkisi gole dönüştü, sonra da kendi hak ettiği sayıyı yaptı. Burak’la oynadığında Ljajic’in de vitesi yükseliyor sanki.
ŞU MEŞHUR 365 GÜN
Beşiktaş, 1 Ocak 2018’e şöyle bir tabloyla girmişti: Şampiyonlar Ligi ikinci tur biletini muhteşem bir namağlup performansla cebine koymuştu; ligde liderin 6 puan gerisinde şampiyonluk kovalıyordu, kupada da grubunda liderdi. Bunu başaran ideal kadro, Devler Ligi’nde Porto maçına çıkan takımdı: Kalede Fabri. Savunmada Gökhan, Pepe, Tosic, Adriano. Orta sahada Atiba, Tolgay, Talisca. Önde Quaresma, Babel, Cenk (Negredo)… Ancak 2018 yılbaşından sonra sadece 365 gün içinde, Beşiktaş’ın bu 12 as adamının 7’siyle yollar ayrıldı: Fabri, Pepe, Tosic, Talisca, Cenk, Negredo, Tolgay ilk gidenlerdi. Onları Adriano, Quaresma, Babel izledi. Beşiktaş o 365 günde 38,5 milyon Euro bonservis geliri elde etti. Sadece bonservis geliri. Ben hâlâ merak ediyorum: Beşiktaş’ın bugünkü mâli kurulları, o 365 günün bilançosunu inceleyecek mi? Sahi nereye harcandı o 38,5 milyon Euro tam olarak?
KIZGINLIK, HAYAL KIRIKLIĞI, ENDİŞE
Ben bu satırları yazdığım sırada dünyada Kovid-19 vaka sayısı 8 milyon 850 bindi. Siz okurken 9 milyona dayanmış olmalı. 184 farklı ülkeden 465 bin hastayı kaybettik. Türkiye’de halen 22 bin aktif vaka var, bizim de kaybımız 5 bine yakın. Fahrettin Koca, 100 gündür sosyal mesafenin önemini anlatmak için türlü yollar deniyor. Kahraman sağlık personelimiz kendi canları pahasına virüsle savaşıyor. Ve onların bu çabasına verilebilecek en büyük zarar, toplu faaliyetler. Premier Lig başladı. Şimdilik deplasmanlı. Ancak tek bir stat çevresinde bile toplanma olursa federasyon, maçları tarafsız sahalara taşıyacak. Premier Lig’de şu ana kadar sorun yok. Süper Lig’de de her şey yolunda. Ancak Olcay Şahan’ın hafta içinde gazetelerde çıkan sözlerini okuyunca gözlerime inanamadım: “Stadımızın üstü açık. Taraftarımız bizi desteklemeye gelebilir” demiş Olcay. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Kızgınlık, hayal kırıklığı, endişe... Birçok duygu bir arada. Bu çağrıyı yapan adam milli bir futbolcu. Ve 33 yaşında.
HAVA FİŞEĞİN CEZASI OLACAK MI?
Dün de sadece yüzde 30’la topla oynadılar. Rakiplerinin üçte biri kadar isabetli pas yaptılar ama Ankaragücü’nün planını uygulaması için zaten topa sürekli ihtiyacı yok. Hatta topun sizde olması, Mustafa Akçay’ın takımının işine geliyor. Haftaya sondan ikinci sırada girdiler ama bu sezon Fenerbahçe’yi yendiler, Beşiktaş ve Galatasaray’la da berabere kaldılar. Dün de 75’e kadar Başakşehir’e acı çektirdiler. Eğer lig sürekli büyüklerle oynanan bir turnuva olsaydı, muhtemelen Ankaragücü’nün topladığı puan da bugünkünden daha fazla olacaktı.
TRANSFERE 1.3 MİLYON EURO
Üstelik bu kontratak takımlarını bir türlü sezon başına yetiştiremiyorlar, ilk devreleri kaybedip devre arasında dört başı mamur bir takım kurabiliyorlar ancak. Geçen sezon 31 Ocak’ta tam 12 futbolcu katmışlardı takıma. Orgill, Boyd, Kitsiou, Pazdan ve Kulusic’in de aralarında olduğu bu transferler takıma büyük katkı yapmıştı; herkesin düşer gözüyle baktığı Ankaragücü, bir 5 hafta daha olsa belki de Avrupa kupalarına gidecekti! Bu kış da yöntemleri aynıydı. Transferin son gününde tam 15 futbolcu kattılar kadroya. Üstelik bu iki sezonda yapılan tüm transferlere toplam 1,3 milyon Euro bonservis ödemişler (Orgill’e 800, Kitsiou’ya 300, Stanojevic’e 200). Ankaragücü’nün bonservis geliriyse tek futbolcudan: 1,5 milyona satılan Altay’dan
6 İSİM OCAK AYINDA GELDİ
Dünkü ilk 11’deki 6 isim, yine Ocak’ta transfer edilmiş oyuncular: Penaltıyı kazandıran 25 yaşındaki Gürcü milli Lobjanidze, Danimarka Ligi’nde Randers’in en iyisiymiş. 8 gol-2 asisti var ilk devrede. 22 yaşındaki Polonyalı ümit milli sol açık Michalak Grozny’den; 24 yaşındaki Lüksemburg milli santrfor Gerson da Dinamo Kiev’den kiralanmış.
TUZAĞA BOLCA DÜŞTÜ
Ancak Ankaragücü’nün tamamı süratli ve geniş alan isteyen hücumcularla pozisyon bulabilmesi için rakip savunmanın öne çıkması gerek. Başakşehir dün bu tuzağa bolca düşerek maça başladı ancak dakikalar geçtikçe hatlar sağlamlaştı, Ankaragücü’nün yer uçaklarına daha az savunma arkası alan bırakmaya başladılar. Ondan sonra el Başakşehir’e geçti zaten.
ASLAN PAYI VISCA'YA
Dikkatli sporseverler hatırlayacaklar, kaçıranlar da küçük bir internet aramasıyla ulaşabilirler: 201314 sezonunda Real Madrid’in teknik direktörü Ancelotti, yardımcısıysa gelecekte yukarıya geçiş yapacağına kesin gözüyle bakılan Zidane’dı. Bir müsabaka sırasında Zidane’ın kenardan iştahla taktik verdiği sırada Ancelotti’nin ona meşhur bir bakışı vardır. Sanırım kimin patron olduğunu hatırlatan bir bakıştır bu. Üstelik ikilinin ilişkisi başarılı Juventus günlerine dayanır ve Zidane’ın koçluğunu yaparken futbola bakışının bile değiştiğini söyler, Fransız oyuncuya hayranlığını sıkça dile getirir Ancelotti... Ancak şüphesiz ki futbolda kenar yönetiminde net bir hiyerarşi olmalıdır. Ve Ancelotti, o anlamlı bakışında sonuna kadar haklıdır bence.
KARAPINAR HAKİM DEĞİL
Dün Fenerbahçe Stadı’nda yaşananları izleyince hafızam o meşhur Ancelotti-Zidane olayına götürdü beni. Fenerbahçe yedek kulübesinde bir sürü “Zidane’2014” vardı sanki: Futbolcunun bir tık üstü, başkanın bir tık altı olduğu düşünülen Emre Belözoğlu var mesela. Tribünden cep telefonuyla uzun uzun kulübeyle konuşan Volkan Demirel var. Ama ortada bir Ancelotti yok gibi! Evet, teknik sorumlu kartını Tahir Karapınar boynunda taşıyor ama bu son derece beyefendi adamın vücut dili, oranın hakimi gibi değil. O yüzden de Fenerbahçe şu anda yönetilmiyor, idare ediliyor sanki sahada.
YAPILANMA MODELİ
Ali Koç’un gelecek sezon nasıl bir teknik yönetim hayal ettiğini bilmiyorum. Ancak bu ‘yatay yapılanma modeli’ futbola bence çok uygun değil. Hiyerarşinin net ve pürüzsüz olduğu bir dikey teknik yapılanmaya ihtiyacı var Fenerbahçe’nin. Aynen basketbol operasyonunda olduğu gibi baskın ve güçlü bir lidere ihtiyacı var kulübede. Deniz Türüç’ün oyundan çıkarıldığında böyle açık açık sorgulamayacağı bir lidere...
30 MİLYONLUK ADAM SÖRLOTH
19 Ağustos 2019’da, Süper Lig’in birinci haftasında oynanan Kasımpaşa-Trabzon maçı sonrası yazdığım yazının başlığıydı bu: Süper Lig’e belki de 30 milyonluk bir adam geldi ve onun adı Sörloth diye... Premier Lig’de gol atmak dışında her şeyi doğru yapıyordu ve eksik kalan özgüvenini de Süper Lig’de tamamladı.
EKUBAN: 3 - RODRIGES: 1
Galatasaray’ın 1996-2000 dönemindeki 4 lig-2 Avrupa kupasında Hagi’nin payı ne kadar büyükse, 2010’larda kazandığı 15 kupada da Muslera’nın payı o denli fazla. Hatta Muslera bir gün kulübe uğrayıp, “Şu 15 kupanın birkaçını verin de evdeki vitrine koyayım” dese, itiraz edemeyebilirsiniz(!) Böyle bir yıldızın sakatlığı sadece dünkü maçın değil, Galatasaray’ın bu sezonki öyküsünün üstünde de direkt etkili şüphesiz. Talihsiz bir maç oynandı gerçekten Rize’de. Gerek Skoda-Muslera, gerek Tarık-Andone pozisyonları son derece şanssız, faul düşüncesi dahi olmayan pozisyonlar. Her iki oyuncunun da sakatlıklarının görünenden hafif olması, bir an önce futbola dönebilmeleri tabii ki öncelikli dileğimiz.
50 DAKİKA ŞUT ATAMADI
Dünkü maçı o sakatlıklardan bağımsız değerlendirmeye çalışırsak, pandemi çıkışına çok hazır gelen bir Rizespor’la, bıraktığı noktanın gerisinde gözüken bir Galatasaray’ın mücadelesi vardı diyebiliriz özetle. Daha ilk saniyelerde Feghouli-Mariano anlaşmazlığıyla başladı Galatasaray maça. Saracchi’nin hataları eklendi ardında. Galatasaray resmi skorborda göre tam 50 dakika rakip kaleye şut gönderemedi. Ki o süreye Rize 6 şut sıkıştırmıştı. Tabii ki Muslera’nın sakatlığının bu performansta rolü var. Tabii ki as iki stoperinizden yoksun olmak da kolay değil. Ancak şunu da unutmamak gerek: Rizespor’un da as kalecisi sakat. Ve iki stoperinin yaş ortalaması 23. Ancak Galatasaray 2-0’a kadar bu üçlüyü zorlayacak net bir aksiyon yaratamadı dün.
GÜVEN EKSİKLİĞİ
Galatasaray’ın dünkü görüntüsünü sadece savunma göbeği üstünden okumak doğru değil. Ancak oradaki problemin kademeli olarak oyunun tümüne sirayet ettiğini düşünüyorum ben. Hafta boyunca Terim’in antrenmanlarda stoperde Lemina ve Ahmet’i dönüşümlü kullandığını okuduk gazetelerde. Bu zaten (orijinal stoper) Ahmet’e güvensizliğin bir göstergesi. Bir stoperi rotasyonda sırası geldiğinde kullanmayacaksanız (ya da kullanıp kullanmayacağınıza emin değilseniz), onun kadroda varlığı da anlamsızlaşır. Dün Ahmet’in dengesiz gözükmesi ve sonunda devre arasında çıkarılması, biraz da güven eksikliğindendi bence
BEŞ KİRALIK AYNI ANDA SAHADA
Dün maçın daha 6’ncı dakikasıydı, Saracchi bir pas hatasıyla Rize’ye pozisyon imkânı tanıdı. 40’ta Samudio’nun ne yapacağına emin olmadığı koşusuna kontrolsüz karıştı ve bir penaltı yaptırdı. Ama kafaca lige hazır olmadığını bence esas 45+10’da gösterdi: Sağ bek Morozyuk çaresizce korner bayrağına doğru giderken ona faul yaparak, rakibinin en çok istediği şeyi gerçekleştirmiş oldu aslında. Ben dün 46’da Terim’in yaptığı değişiklikleri görünce haklı bulmuştum ama Ömer’in değil Saracchi’nin çıkması gerektiğini (Ömer’in de sol beke geçeceğini) düşünüyordum. Devre arasında Andone’nin de oyuna girmesiyle sahadaki kiralık oyuncu sayısı 5’e çıktı Galatasaray’da. Seri, Lemina, Onyekuru ve Andone’nin sözleşmeleri 27 Temmuz’da bitiyor. İnsan ister istemez şunu düşünüyor: 4’ünün sözleşmesi 45 gün sonra bitecek 5 kiralıkla sahada olmak zorunda kalmak, kadro mühendisliği açısından bir sıkıntıyı işaret etmiyor mu? Tabii ki ülke futbolunun ekonomik koşulları sizi kiralamaya zorluyor. Ama ligin kader maçında sahada aynı anda 5 kiralık, sanki biraz fazla.
EMİN BAYRAM ÜZERİNE
Bıyıkları henüz terlememiş o genç adamın ismi Sergen Yalçın’dı... Metin-Ali-Feyyaz-Rıza gibi yaşayan efsanelerle dolu siyah beyazlı ekip, üst üste üçüncü şampiyonluğuna koşarken, nisanda kritik bir Konya deplasmanındadır. Maç golsüz sürmektedir, takımların o yıllarda sadece iki oyuncu değişikliği hakkı vardır ve o ana kadar hiç dakika almamış Sergen kulübede umutsuzca oturmaktadır. Efsanevi İngiliz teknik adam kulübeye yönelir, ona hazırlanmasını söyler ancak Sergen kendisine seslenildiğine inanamaz. Zira kulübede, onunla aynı pozisyonda oynayan pahalı bir yabancı, Polonyalı milli Zejer de oturmaktadır. Gordon, Konya’da son bölümde oyuncu değişikliği hakkını Sergen’den yana kullanır. Sergen ceza yayı üzerinden şık bir vuruşla takımını öne geçiren golü atar ve efsanevi kariyeri başlar o gün.
GELDİĞİ YERİ UNUTMADI
Dünkü maçın gidişatından bağımsız olarak, sol bekte 2001’li Rıdvan’ı izlerken o Gordon Milne ruhu geldi sürekli aklıma. Beşiktaş’ın oldukça zengin olan, bir yerli bir yabancı ası bulunan sol bek bölgesinde pandemi dönüşü Rıdvan’ın oynaması, Sergen Yalçın’ın 28 yıl önce geldiği yeri unutmadığı hissiyatını verdi bana. Beşiktaş’ın mâli durumunu düzeltmek için kampanyalar yaptığı şu dönemde de ihtiyacı olan şey, tam olarak bu. Yalnız Beşiktaş’ın 90’ların başındaki takımdan devşirmesi gereken tek şey Gordon ruhu değil. İlk 11’de daha az koşucu, daha fazla yetenekli futbolcuya ihtiyaçları var bence. Dün ilk devrede yüzde 73 topla oynadılar. Sürekli üçüncü bölgede topu gevelediler ama yaratıcılıktan uzak tek tip oyuncu profiliyle verimsiz bir durumdu bu. İkinci yarıda Ljajic’lerinNkoudou’ların girmesiyle verim arttı, peş peşe pozisyonlar da bulundu ama iki farktan geri dönmeye yetmedi bu baskı. Antalya’nın ön tarafındaki yetenek havuzunun, Beşiktaş’tan zengin gözükmesi enteresan.
SİNAN'IN GOLÜ DERSLİK
Sergen Hoca muhakkak hafta içi video gösterimli çalışmalar yapacaktır ama ben de değinmeden edemeyeceğim. 15’inci dakikada Beşiktaş’ın Sinan’dan yediği golde siyah-beyazlılar içeride 5’e 2 durumdalar. Ve tek bir Sinan elini kolunu sallayarak, bomboş atıyor golü. O gol, Beşiktaş için adeta bir yerleşim faciası.
GÜVEN'DE SİNAN'I GÖRDÜM
Güven Yalçın’ın yeteneğinden kimse şüphe duymuyor. Yaşının üstünde bir oyun olgunluğu ve kaliteli bir kumaşı var. Ancak birilerinin Güven’e kumaşına çok fazla güvenmemesini, eğer bu ciddiyetsizlik ve tembelliğini sürdürürse kısa süre içinde kendini bambaşka bir habitatta bulabileceğini hatırlatması lazım. Dün onun ilk 45’teki doz aşırı özgüvenli ve gamsız hareketlerini görünce zihnim beni 2015-16 sezonunun sonundaki Sinan Gümüş’e götürdü. Aynen Güven’in geçen yıl yaptığı gibi sezonun sonunda bir hat-trick yapıp kamuoyunu mest etmiş, ancak daha sonra yeteneğinin hakkını vermeyen bir gamsızlık belasına düşmüştü. Sinan Gümüş geç de olsa toparlandı, bugün Antalyaspor’da bambaşka bir Sinan izliyoruz. Ancak şu anda 21 yaşında olan Güven Yalçın da yıllarını aynen Sinan gibi yeteneğine güvenerek geçirmeyi düşünüyorsa hata eder. Süper Lig’de onunkine benzeyen sayısız hikâye seyrettik maalesef. Sizi bir yere getiren yeteneğinizdir ama orada kalmanızı sağlayacak yegâne şey, karakteriniz olacaktır.
BU BİR FIRSAT FİKSTÜRÜ