Avrupa kupalarında kâbus gibi bir sezon yaşıyoruz. Sezon başında direkt rakibimiz olarak gözüken Avusturya ve Belçika dörder, Ukrayna üç takımla grupları görürken biz maalesef ön elemede çakıldık. Yine de gruplardan başlayan iki temsilcimiz Başakşehir ve Sivasspor’a minnet borçluyuz, yüzde yüzlerini sahaya koydular. Sonuna kadar savaştılar. Savaşmaya da devam ediyorlar.
Tabii ki bu iki cepheli savaşın bedelini de ödüyorlar: Başakşehir, çarşamba gecesi Leipzig’e karşı 100 dakikalık muazzam bir maç oynadı. Son nefese kadar hayatta kaldı ama maalesef rakibin kalitesi ve geniş kadrosuyla baş edemedi. 65 saat sonra Malatya’da yeni yüzlere ihtiyaç vardı, Okan Buruk kadrosunu (zorunluluklarla birlikte) bir miktar yeniledi ama ilk 11’de kısıtlı şans bulanların beklentiyi karşıladığını söylemek güç. Mesela Giuliano aldığı kısıtlı dakikaları mükemmel kullanıyordu, ben ilk 11’e monte edilmesi konusunda gecikildiğini bile düşünüyordum. Yanılmışım. Dün gol attı ama çok tutkulu ve hareketli değildi doğrusu. Benzer bir eleştiriyi Gulbrandsen için de yapabilirim. Sonradan girdiğinde rakip savunmalara kâbus olan Norveçli, ilk 11 başladığında aynı yoğunlukta oynamıyor sanki.
HASAN GERiLEMiŞ
Aleksic neden 11’de başlamıyor, Kerim nasıl bu kadar geriye düştü, Ravil artık neden daha fazla şans bulmuyor bilmiyorum doğrusu. Ancak çok yük taşıyan oyuncuların da mental ve fiziksel yorgunluğunu fazlasıyla hissetti Başakşehir dün. İrfan Can yine asist yaptı ama topla çok fazla oynuyor, hep bir fazla yapmaya kalkıyor. Ve realist futboldan bence uzaklaşıyor. Son ayın yıldızı Rafael doğal olarak yorgun. Hasan Ali olağanüstü gerilemiş; Mbombo olmadığında onun yerine Deniz’i sol beke çekmeyi tercih eden hocasını haklı çıkaran silik bir futbol oynadı dün. Yorgun Başakşehir’e karşı son derece dinamik bir Malatya takımı vardı sahada. Dün 13.30 seansında Gençlerbirliği, 16.00 seansında da Malatya, sahaya terlerinin son damlasına kadar bırakarak aldılar puanlarını. Alanya ve Başakşehir galibiyet hak edecek bir top oynamadılar doğrusu.
250 TL'ye varan "Hoş Geldin Bonusu" Misli.com'da! Hemen üye ol...
Dün Vodafone Park’ta eğlenceli bir futbol maçı izledik, ama beni neredeyse iyi oyun kadar ilgilendiren şey, iki hocanın bozduğu iki ezberdi. Öncelikle Fuat Çapa’nın sahaya 3-4-3’le çıkmasını önemsiyorum. Anlaşılan o ki, sezon başında tüm Türk teknik adamlar gizli bir evde bir araya gelip tüm takımları 4-2-3-1 oynatma konusunda bir sözleşmeye imza atarken Fuat Çapa orada değilmiş (!) Süper Lig’de Sumudica dışında bir teknik adamın nihayet farklı bir şey denemesi mutluluk verici. Elbette maçları formasyonlar kazanmıyor, oyuncular kazanıyor. Ancak tüm Türk teknik adamların da (kadrolarına, oyuncu listelerine uysun ya da uymasın) 4-2-3-1’den şaşmaları garip gerçekten.
KAZANAN TAKIM BOZULUR
Dünkü maçta yıkıldığına sevindiğim bir başka ezber de, ‘kazanan takım bozulmaz’ saçmalığı... Bu da artık tarihin tozlu sayfaları içinde yok olması gereken bir büyük Türk yanılgısı gerçekten. Dün Sergen Yalçın da gösterdi ki, kazanan takım bozulur. Hatta kaybeden takımı bozmak zaten kolaydır; marifet kazanırken de ufak tefek aksaklıkları görebilmek ve rötuşları yapabilmektir. Welinton/ Necip değişimi belki dünkü maçta çok öne çıkan bir detay değildi; ama bozulan ezber önemli.
RIDVAN HAKKINI ALDI
Dün Welinton-Montero iyiydi; Montero’nun 24’te attığı uzun top, özgüven kazandıkça oyun kurulumunda da fark yaratacağını gösteriyor. Rıdvan hak ettiği formayı geri aldı, üzerine koyarak devam ediyor. Atiba, heykeli dikilmeye yakışır performansını sürdürdü. Aboubakar üç maçtır müthiş oynuyor. Mensah bu sezon gol bölgelerine en çok girdiği maçı oynadı. Ancak iki adamı, sağ çizgi ikilisi Rosier-Ghezzal’ı ayrı bir yere koymak gerek. Dün bize düşük bütçeli bir ‘Trent-Salah’ filmi izlettiler adeta. Her bağlantıları anlamlıydı, her çıkışları etkiliydi. Uzun zamandır bir çizgide bu kadar uyumlu, bu kadar birbirini yükselten bir kanat ikilisi izlemiyorduk.
Misli.com'a üye ol, Sanal Oyun kuponu yap, 10 TL kazan! Sadece Misli.com'da, hemen üye ol...
La Liga’da Real Madrid ve Barcelona’dan sonra topla en fazla oynayan takım konumundalar. Geçtiğimiz günlerde Real Madrid’le berabere kaldıkları maçta şutlarda 13-6 üstünlerdi. Yani Sivas’a karşı da oyunun kontrolünün çoğunlukla onlarda olması doğal.
Ancak dün müsabakanın kontrolü onlarda olsa da, 75 dakika boyunca oyun anlayışından kopmayan, disiplinli bir Sivas takımı vardı sahada. Zaman zaman hücum oyuncuları Nino ve Chukwueze stoperlerimizi kandırıp-öne çıkarıp, arkadan gelen Baena ve Iborra’ya şut imkanları sağlasalar da son çeyreğe akan oyunda net pozisyon vermeden girmiştik. Ancak Parejo, Trigueros ve Moreno gibi yıldızlar oyuna girdikçe, hücumdaki verimlilikleri arttı doğal olarak.
Maçı kaybettik ama Karabağ’ın Maccabi’yi durdurmasıyla şansımızı son haftaya taşıdık. Kurbanov’un talebeleri, Sivas’la oynadıkları iki maçta da iyi futbol oynamışlardı. Maccabi’den aldıkları haklı puan için tebrikler ve teşekkürler Karabağ...
<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiJVRVZxVG92eiIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>
Manchester City, Bayern Münih, Liverpool yeryüzünün en yoğun futbol oynayan takımları. Leipzig de bu departmanda ilk 10’da kesinlikle. Bu grup, Şampiyonlar Ligi’nde bu sezonun en zor grubu. Zaten kuralar çekildiğinde tüm Avrupa, bu grubu “ölüm grubu” ilan etmişti. O gün itibariyle ölüm grubunda “ölenin” Başakşehir olacağı tahmin ediliyordu. Ancak öyle gelişmedi işler. Hiçbir maçta kolay pes etmedi Başakşehir. Hatta sadece iki-üç oyunculuk daha kadro derinliğimiz olsaydı, mesela bir sağ bek alternatifimiz olsa ve Rafael’i orta sahada kullanabilsek, İstanbul’daki Paris ve Leipzig maçlarında da, Manchester’da da farklı gelişebilirdi işler.
15 LEIPZIG'Lİ VAR GİBİYDİ!
Dün İstanbul’dan 3 puanla ayrılan Leipzig, 500 milyon Euro’luk bir takım. Şu anda Almanya Ligi’nin ikincisi. Bizim ligin en kıymetlisi, geçen sezonun tozunu atan Sörloth, onların kadrosunun en değerli 13’üncü adamı! Dün Başakşehir’de öyle bir yarım saat oynadılar ki, ben bir ara sahada 15 tane Leipzigli olmalı diye düşünüp saymaya başladım beyaz formalıları! O yoğun yarım saatin doğal sonucu olarak skoru buldular; ancak aynı yoğunlukla 90 dakika oynama şansları yoktu elbette. Kalan bir saatte Başakşehir defalarca beraberlik imkânı yakaladı; Demba Ba ile, Visca ile çok iyi fırsatlar bulduk. Ancak biraz deneyimsizlik, biraz da şanssızlık maalesef sahadan puanla ayrılmamıza engel oldu dün. Maçı kaybettik ama dün raket gibi sol ayağıyla tüm Avrupa’yı tanıştıran İrfan Can başta olmak üzere tüm Başakşehirliler’e teşekkür ediyoruz Türk sporseverler olarak. Mert 4 gol yedi, daha fazlasını çıkardı. Rafael belki de Süper Lig’de sezonun transferi. Müthiş yürekli oynadı yine. Visca iyi oynarken sakatlandı. Mahmut girdikten sonra her şeyini koydu ortaya. Ama yetmedi puana. Yine de teşekkürler çocuklar. Zira yenilgiye rağmen unutulmaz bir gece yaşattınız Türk futbolseverlere...
Misli.com'a üye ol, sanal oyun kuponu yap, 10 TL kazan! Sadece Misli'de, hemen üye ol...
Erol Bulut’un bu maça çıkarken cebinde iki farklı oyun seçeneği vardı: Biri, sezonun ilk iki ayında kullandıkları, daha çok Gökhan-Caner üzerinden kurulan kenar hücumu odaklı oyun. Ceza alanına Gökhan’ın yerden, Caner’in havadan paslarıyla gol arama planı. Ancak Konya maçında İsmail Kartal’ın talebeleri bu seçeneği fonksiyonsuzlaştırdı ve Gençlerbirliği önünde bambaşka bir futbol oynadı Fenerbahçe. Gökhan-Caner’siz, kenar ortasız, merkezden kısa paslarla ve verkaçlarla kurulan bir oyun.
SON MAÇ GiBi OLMADI
Erol Bulut dün ilk 45’te ikinci oyunu tercih etti; Caner’i kenarda oturttu, Gökhan’ın da hücuma minimumda katıldığı bir ilk yarı oynadılar Beşiktaş’a karşı. Amaç aynen Gençlerbirliği’ne karşı olduğu gibi merkezdeki çok sayıdaki kaliteli oyuncuyla yüksek isabet yakalamak, kısa paslar ve verkaçlarla sonuca gitmekti. Ancak dün ilk 45’te iki sebeple başaramadılar bunu:
A PLANI SUYA DÜŞTÜ
1- G.Birliği’nin yumuşak orta sahası Fenerbahçe’ye çok rahat pas yaptırmıştı ama Atiba-Josef o ikramı yapmadılar sarı-lacivertlilere. Mensah’ın da dinamik katılımıyla orta sahada çok hareketli bir Beşiktaş izledik. Çok pas arası yaptılar ve Fenerbahçe’nin A planını suya düşürdüler.
CiSSE FiGÜRATiF KALDI
2- F.Bahçe’nin orta sahada istediği pas trafiğini yakalayamamasında Cisse’nin cılız oyununun da rolü var. Dün bir gol attı ama onun dışında bir santrfordan bekleyebileceğiniz hemen hiçbir şeyi yapamadı Cisse. Top tutamadı. Kuvvetsiz ve hareketsizdi.
Cisse, Fenerbahçe oyununda ne kadar figüratif kaldıysa, Aboubakar Beşiktaş oyununda o kadar başroldeydi dün. Onun bölgesine atılan her topu kazandı, Lemos’la da eşleşse, Tisserand’la da eşleşse hep ayakta kalan oydu. İlk golde Lemos’a attığı çalımla ona psikolojik üstünlük kurdu. 15’te de Tisserand’a sarı kart gösterterek kalan 75’te tedirgin oynamasına neden oldu.
Fenerbahçe, geçen hafta Gençlerbirliği deplasmanında genellikle merkezden kısa paslar ve verkaçlarla rakibini abandone etti. Ama top onlarda olmadığında takım 5+5 gibi ikiye bölündü ve merkezde ciddi boşluklar oluştu. Beşiktaş, topa sahip olduğunda caydırıcı bir ekip ama topsuz oyunda sıradan bir takıma dönüyor. İlk yarısında mükemmel oynadığı Başakşehir maçının 45 ile 70. dakikaları arasında rakibe tam 8 şut fırsatı verdi.
Beşiktaş, Başakşehir önünde oyunu tamamen domine ettiği ilk 45 dakikayı Bayern Münih gibi bitirdi. Ama topun kontrolünü rakibine bıraktığı 45-70 arası tam 8 şut fırsatı verdi. Fenerbahçe Ankara’da mükemmel verkaçlarla rakibini abandone etti ama top onlarda olmadığında takım 5+5 gibi ikiye bölündü. Merkezde ciddi boşluklar oluştu. Topla Dr. Jekyll, topsuz Mr. Hyde oluyor her iki takım da... Kim bu akşamki heyecan verici 90 dakikanın daha uzun bölümünde Dr. Jekyll olabilirse, o kazanacak gibi...
FENERBAHÇE:
ÜSTÜNLÜK: İKİ OYUNLU REPERTUVAR
G.Birliği maçına dek genellikle kanat hücumları ve duran toplarla gole giden F.Bahçe, o karşılaşmada merkezden de skor yapabileceğini gösterdi. Bulut, Gustavo’nun önünde sürekli yer değiştiren bir dörtlü kullandı, bu dörtlü de pozisyonları genelde merkezden kısa paslar ve verkaçlarla yarattı. Dolayısıyla Fenerbahçe derbiye hem Gökhan-Caner liderliğindeki kenar oyunu, hem de Pelkas-Mert-Sosa-Perotti tandanslı verkaç oyunu seçenekleriyle giriyor.
ZAYIFLIK: 5+5 KOPMALAR
G.Birliği ligin mütevazı ekiplerinden. Ancak kazandıkları toplarla hızlı çıkmayı becerebiliyorlar. F.Bahçe’nin kaliteli ön grubundan özellikle 3-1’den sonra zaman zaman kritik toplar kazandılar ve sarı lacivertlilerin geri dönüşlerde sıkıntı yaşayabileceğini gösterdiler. O anlarda F.Bahçe adeta 5+5 gibi; Gustavo dahil geri beşlinin karşıladığı, onun önündeki beşlininse izlediği bir görüntüye büründü. Bulut’un derbiye merkezde Mert-Pelkas-Sosa-Perotti gibi bir dörtlüyle çıkacağını sanmıyorum; olur da çıkarsa böyle de bir handikap söz konusu.
FIRSAT: SON 25’TE BAŞKA BİR BEŞİKTAŞ
Leeds United’lı Patrick Bamford’ın Crystal Palace maçında koşacağı yeri göstermek için ileriye açtığı kolunun ofsayt olarak değerlendirilmesi, başparmak farkıyla, omuz farkıyla iptal edilen goller, herkesin ağzında acı bir tat bırakıyor maalesef. Benim bu acı tadı biraz dindirebileceğini düşündüğüm bir önerim var: VAR odası tarafından çizilen ofsayt çizgilerinin kalınlığının 12 santim olması. Yani aynen saha çizgilerinin eni ve de kale direğinin çapı kadar. Esasında futbolun en küçük ölçü birimidir 12 santim (yani 5 inç). Eğer ofsaytta da 12 santimden küçük farkları “ihmal edilebilir” olarak değerlendirirsek, kamu vicdanını biraz daha rahatlatırız diye düşünüyorum ben.
Ofsayt, futbolun ölçümleme konusunda en sıkıntılı kurallarından bir tanesi. Belki de birincisi. Bu sütunda daha önce de dile getirmeye çalışmıştım: Şu anki çekim teknolojisiyle 25-30 santimden küçük tüm ofsaytlar şaibeli. Bugün üst düzey turnuvalarda kullanılan bir televizyon kamerası saniyede 75 kare çekim yapabiliyor. Bir futbolcu sprint halinde 36 km/sa hıza ulaşabiliyor, yani kabaca 1 saniyede 10 metre koşuyor. Bu da kameranın çektiği iki kare arasında sporcunun 13 santim hareket edebileceği anlamına geliyor. Ofsayt öyküsünün içindeki savunmacı ile hücumcu ters yöne koşu halindelerse bir karede 26 santim fark oluşması demek bu. Bugünkü teknolojiyle birçok ofsayt kararı, VAR masasındaki operatörün seçtiği kareye (frame’e) bağlı. Çünkü top genelde iki farklı frame’de de ayaktan çıkıyor görünüyor. Yani aslında 25-30 santimden küçük tüm ofsaytlar şaibeli şu anda.
Esasında bu konuda Arsene Wenger’in bence hiç fena olmayan bir görüşü var. Futbolun Fransız akil adamı, FIFA teknik çalışma grubuna son derece basit ve akla yatkın bir öneri yaptı. Ancak ne hikmetse kabul görmedi. Wenger’in önerisine göre, bir futbolcunun ofsaytta kabul edilmesi için (topla oynayabilecek) tek bir uzvunun önde olması değil, tüm uzuvlarının tamamıyla önde olması gerekmeli dedi Wenger. Yani hücum oyuncusunun bir ayağı bile savunmacıyla hizadaysa bayrak kalkmamalı. Ancak hücumcu tüm vücuduyla savunmacının önündeyse bayrak kalkmalı.
Bence Arsene Wenger’in bu fikri, futbolun ruhuna son derece uygun, gol sayısını ve eğlenceyi artıracak, kafa karışıklığını da ortadan kaldıracak muazzam bir öneri. Ancak maalesef IFAB’ın gelenekçi zihniyeti, Wenger’in modernist kafa yapısıyla uyuşmuyor. Eğer Wenger’in bu önerisini “fazla radikal” buluyorlarsa, benim daha basit, daha teknolojiye dair, daha hafif bir geçiş önerim var: Bilgisayarın çizdiği ofsayt çizgilerinin kalınlığını 12 santim yapmak. Eğer savunmacının çizgisiyle hücumcununki kesişiyorsa düdük çalmamak. Hepsi bu. Zaten bu oyunda saha çizgilerinin eni ve kale direklerinin çapı 12 santim. Üstelik bugünkü televizyon kamerası kalitesi de daha küçük marjları algılayabilir boyutta değil. 12 santimlik çizgi, bence futbolun en kısa yoldan kurtuluşu. Kurtuluşu olamazsa da, en azından bir nefes alışı anlamına gelebilir.
Misli.com'a üye ol, sanal oyun kuponu yap, 10 TL kazan! Sadece Misli'de, hemen üye ol...
Kurbanov çok iyi bir santrfordu, iyi de bir antrenör olmuş. 12 senedir bu takımı çalıştırıyor, 7 yıldır üst üste şampiyon yapıyor. Neredeyse her sezona Devler Ligi birinci ön elemesinden başlayıp, çabalayıp Avrupa Ligi gruplarına düzenli olarak giriyorlar. Kurbanov, dün Karabağ’ın başında tam 111’inci Avrupa kupası maçına çıktı. İstikrarları takdire şayan.
ÇİFT SANTRFORA DÖNÜNCE...
İlk maçta geriden pasla çıkmayı denemişler, ancak Sivasspor’u üstlerine çekemeyip ikinci bölgede kayıplarla pozisyon vermişlerdi. Dün onlar önde baskı yaptılar, eksik temsilcimizi de bolca hataya zorladılar. Ancak Rıza Çalımbay oyunu iyi okudu, 55’te Kayode’yle çift santrfora döndü. Kone-Kayode ile stoperlerine baskı yapmaya başladık ve maçı çevirdik. CV’sinde Manchester City bulunan Kayode gerçekten bu sezonun flaş ismi. Keşke bonservisi de Shakthar’da olmasaydı...
<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiJVRVZxVG92eiIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>
AZERİLER DE BİZİ GEÇEBİLİRDİ
Dünle ilgili bir başka enteresan not da, kazanılan bu galibiyetle bu sezonun UEFA ülkeler sıralamasında Faroe Adaları’nı nihayet geçebilmemiz... Zira bu sezon 5 galibiyet alan ada ülkesi uzun süredir üzerimizdeydi, hatta dün yenilseydik Azeriler de bizi geçeceklerdi. Bu galibiyetle bu yıl kazandığımız puanı 15 buçuğa çıkardık ve sezon sıralamasında 25’inci basamağa tırmandık. Bir zamanlar Rusya’yla-Belçika’yla-Hollanda’yla yarışan Türkiye’nin şu anda birlikte anıldığı ülkelere bakarak nasıl bir dip yaptığını daha iyi anlayabiliriz sanırım.