Uğur Meleke

Benim çocukluğum dün bitti

26 Kasım 2020
Evet, belki biraz geç kaldı, yıllar önce bitmeliydi; ama ister inanın ister inanmayın, Maradona yaşadığı sürece çocukluğum da devam ediyordu sanki.

Dün akşam üzeri hastanede tomografi sonuçlarımı beklerken aldım Maradona’nın ölüm haberini. Oysa mahallede Maradona-Maradona diye bağırarak meşin yuvarlağın peşinden koştuğum günler, sanki dün gibiydi. Çocukluğumda en sevdiğim hikâye, Maradona’dan 10 yaş küçük kardeşinin lakabının “El Turco” olmasıydı ve hep kendimi özdeşleştiriyordum o ufak çocukla.

<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiJJbEtwUkROUSIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>

ELLE ATILANI DEĞİL HEP 6 KİŞİYİ ÇALIMLADIĞI GOLÜ HATIRLARIM

TopMaradona’ya gelmişti. Zaten sadece top Maradona’ya geldiğinde heyecanlanıyorduk o sıralar. Sağ taraftan topu sürüyordu, Beardsley’yi geçti. Reid’i ve Butcher’ı çalımladı. Solunda Valdano’yu gördü, aslında ona pas atacaktı ama Fenwick yetişti arkadan. Fenwick, Maradona’ya yapıştı ve Valdano’yu görmesine imkân vermedi savunmasıyla. Maradona da driplingine devam edip Shilton’ı çalımlayıp atmak zorunda kaldı o golü... O gol, “Tanrı’nın eli”nden hemen sonraki goldü. Mehmet Arslan o golün Tanrı’nın değil bir sahtekarın eliyle atıldığı gerçeğini hatırlatır hep, İngiltere koçu Bobby Robson’la empati kurarak. Ben de zaten elle atılan o golü değil, dört dakika sonra 6 kişiyi çalımlayarak attığı diğer golü hatırlarım hep Maradona deyince

HAYATIN ONA VERDİKLERİNİ ÇEVRESİNE DAĞITMAYI BİLİYORDU

1986 Dünya Kupası çeyrek finalindeki o efsanevi maçı canlı seyrettim. O sırada 6 yaşındaydım. Henüz okula gitmiyordum ama eğitimli bir ailem vardı, okuma-yazma biliyordum. Diego ise muhtemelen o yaştayken benim kadar şanslı değildi. Villa Fiorito adında bir gecekondu kasabasında gelmişti zira Dünya’ya. Tam sekiz kardeşiyle tek bir odada büyümüştü. Yağmur yağdığında çatıları akıyordu ve onları yağmurdan koruyabilecek bir babaları yoktu başlarında. Çünkü baba Don Diego gece çalışıyordu, sabaha karşı 4’te işte olması gerekiyordu. Simon Kuper’ın aktardığına göre 4 ablasını ve 3 küçük kardeşini plaja ilk kez götüren kişi Diego imiş. Futboldan ilk para kazandığında da Disneyland’e götürmüş kardeşlerini. Kalabalık bir ailede büyüdüğü için hayatı boyunca hiç yalnız kalmadı. Hep kalabalıkların içinde yaşadı. Gittiği her kente, Barcelona’ya, Napoli’ye ya da Sevilla’ya yanında kardeşlerini, kuzenlerini, arkadaşlarını da götürdü. Bir ordu gibi dolaşıyorlardı her yerde! Hayatın ona verdiklerini çevresine dağıtmayı biliyordu hep Diego.

ANNESİ FUTBOLCU DEĞİL MUHASEBECİ OLMASINI İSTİYORDU

Diego'nun annesi Dona, Arjantin’de bir milli kahramandı, zira her zaman Diego’yu doğru yolda tutmaya çalıştı o. Diego 15 yaşında kulübünde, 16’sında milli takımda oynayabildiyse, 20 yaşından önce 100 resmi gole ulaştıysa, bunun sebebi biraz da kahraman annesiydi. Aslında içten içe Diego’nun futbolcu olmasını istemiyor, çocukları içinde en zekisi olarak gördüğü oğlunu bir muhasebeci olarak hayal ediyordu. Ancak idmanların başlamasına 5 dakika kala Diego’yu antrenman sahasına yetiştiren de hep oydu.

Yazının Devamını Oku

Futbolda iki artı iki bazen dört etmiyor!

24 Kasım 2020
Falcao’nun yaşını, Diagne’nin problemlerini, Babel’in istikrarsızlığını dikkate almanız gerekiyordu.

Yaklaşık 15 yıl önce, global bir markanın reklam kampanyasında kullanılan bir slogan vardı: Barcelona’yı “Ronaldinho +10” ya da Liverpool’u “Gerrard +10” diye tanımlarlardı o reklamda. Dünkü G.Saray’ı izleyince hafızam beni o günlere götürdü zira sahada öyle dominant bir ön libero var ki, bu takımı “Taylan + 10” olarak tanımlasanız kimse itiraz etmez. Zaten Taylan başta olmak üzere dünkü Galatasaray’ı oyun
üzerinden eleştirmek pek doğru olmaz. Kayseri’ye karşı hemen her şeyi denediler, 30’a yakın şut, 10 korner attılar. Sadece Feghouli’nin ilk devrede 6 şutu vardı. 45 dakika boyunca muhteşem bir Lung vardı, kafasıyla-ayağıyla mucizevi toplar çıkardı Rumen kaleci.

G.Saray’ın baskısı ikinci devrede de sürdü. Stoper Donk, hemen her hücuma zeka kattı; iki Emre ve Feghouli sürekli yer değiştirerek rakip savunmanın dengesini bozmaya çalıştı. Şutlar attılar, ortalar denediler ama skoru bulamadılar. Gol hariç hemen her şeyi doğru yaptığını söyleyebiliriz sarı kırmızılıların.

Ancak futbolda tabelaya topla oynama, pas sayısı, şut yazılmıyor. Sadece gol yazılıyor. O yüzden sezon başı kadro planlamanızı yaparken özellikle santrfor departmanınızı iyi kurgulamanız gerek.

ADEM NiYE GÖNDERiLDi?

Tamam belki ilk 11’de tek santrfor istihdamınız olabilir, ama siz Süper Lig’in bir konvansiyonel devi olarak bazı maçlarda çift santrfor kullanabileceğinizi de düşünmelisiniz. Dünkü gibi... Kadronuzda halen Falcao, Diagne, Babel var. Ek olarak Oğulcan ve Ali Yavuz da var. Ama futbolda her zaman ikiyle ikiyi topladığınızda dört etmiyor. Falcao’nun yaşını, Diagne’nin mental problemlerini, Babel’in istikrarsızlığını göz önüne alarak yapmalıydınız hesabınızı. Ve bir güvenilir santrfor daha bulundurmalıydınız kadronuzda. Böyle bir maçtan sonra benim aklıma ilk gelen isim Adem Büyük oluyor. Şu maçta kulübede adem olsun istemez miydi Terim? Sahi niye gönderildi ki Adem?

Yazının Devamını Oku

Süper Lig’in en şanslı teknik adamı

22 Kasım 2020
Erol Bulut’un elinde derin ve çok yönlü bir kadro var.

Dün Erol Bulut maça 4-1-4-1 dizilişiyle başladı, devrede Sosa’yı Gustavo’nun yanına kaydırarak 4-2-3-1’e döndü. M. Hakan santrada sol iç rolündeydi, ilk yarının ortalarında sağ içe geçti, ikinci devreye sağ çizgide başladı. Maça sağ çizgide başlayan Pelkas’sa 46’da on numara rolünü aldı. Tüm bunların yapılabiliyor, uygulanabiliyor, hayata eksiksiz geçirilebiliyor olmasının sebebi şu: Bulut’un elinde gerçekten derin ve çok yönlü bir kadro var. Şu kadronun çok yönlülüğüne bakarak Bulut’un ligin en şanslı teknik adamı olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.

ANLAYIŞ DEĞiŞiMi

G.Birliği, milli maç arasında teknik adam değişikliği yapan beş ekipten biri. Ancak dünkü maça bakarak söyleyebiliriz ki; yaptıkları sadece bir antrenör değişimi değil, aynı zamanda bir anlayış değişimi. Mustafa Kaplan, Nobre’nin aksine topa daha fazla sahip olan, örerek hücum etmeye çalışan bir takım yaratmak istiyor. Dün de bir devre bu anlayışı hiç fena olmayan şekilde sahaya yansıttılar ama ikinci yarıda peş peşe gelen gollerle dağıldılar tabii taktiksel olarak.

ORTA DEĞiL VERKAÇ

Bulut ise Konya maçına göre tam 6 oyuncu değişikliği, hatta bir miktar da oyun değişikliği yansıttı sahaya. Gökhan-Caner olmayınca daha az orta yapan bir Fenerbahçe vardı sahada. Sanırım bu sezon ilk kez F.Bahçe’nin rakibi, sarı lacivertlilerden daha fazla orta yaptı. Pelkas-Sosa-Mert-Perotti dörtlüsü sıkça yer değiştirdi ve Ankara ekibinin savunmasında da net bir kafa karışıklığı yarattılar. Ne Pelkas, ne Perotti, ne de ikinci devrede sağa geçen Mert, klasik kanat hücumcuları olmadıkları için ortalarla değil, verkaçlarla oynanan bir futbol vardı sahada. Böylece sanırım bu sezon ilk kez şunu gösterdi Fenerbahçe: Sadece duran toplarla ya da Caner’in kenar ortalarıyla değil, merkezden paslaşarak da gol atabilir bu takım. Dünün Fenerbahçe adına en büyük kazanımı bu.

PELKAS DAKiKASI

Pelkas, Fenerbahçe formasıyla ilk iki maçında 70’te oyundan çıkmıştı. Üç maçtır da 60’ta çıkıyor. Belli ki Erol Bulut’un kol saati 60’ta onu uyarıyor, Pelkas’ın dakikası geldi diye! Oysa Yunan futbolcu, Konya maçında da, dün de iyi oynarken oyundan alındı bence.

Dünün bir başka dikkat çekeni Perotti, şüphesiz ki çok klas bir oyuncu. Fenerbahçe’ye çok da gol katkısı yapacak. Ancak dün Perotti’nin bir başka önemli katkısını daha not etmek gerek: Çok koşarak değil, önsezileriyle doğru yerde olarak birkaç kritik pas arası yaptı Arjantinli oyuncu. Bence bu da altı muhakkak çizilmesi gereken bir detay.

Yazının Devamını Oku

Hükmen yenilgi son çare değil, 2 önerim var!

21 Kasım 2020
Almanlar, hafta içi Avrupa kupaları, hafta sonu da lig maçı olan yoğun haftalara “Englische Woche (İngiliz haftası)” derler.

2020-21 sezonu hem pandemi nedeniyle geç başlayıp, hem de sonunda Avrupa Şampiyonası yapılacağından erken biteceği için futbol tarihinin belki de en sıkışık takvimi olunca, çok güzel bir isim koymuşlar bu yıla: İngiliz sezonu... Üstelik bu sezona bu ismi koyan Almanlar’ın ligi yalnızca 34 hafta. Diğer büyük ligler gibi 38 yada bizim gibi 42 hafta değil yani!

İNGİLİZ SEZONUNU ÖNGÖREMEMEK!

Ancak bizim TFF, 2020-21’in bir “İngiliz sezonu” olacağını en baştan öngörememiş olmalı ki(!), ligi belki de en olmayacak sezonda 21 takıma çıkarma kararı aldı. Bu da daha Kasım ayında bir kaosun içine itti ülke futbolunu. Süper Lig’de halen 45 futbolcu Covid-19 ile savaşıyor, ertelenen maçlar var, önümüzde halen uzun da bir kış olduğu için daha kötü bir senaryo bizi bekliyor belki de. Bu senaryoya karşı TFF’nin öngördüğü çözüm de, aynen sezon başında olduğu gibi hastalık yokmuşçasına alınan bir karar: “Eğer bir takım 14 oyuncuyu sahaya çıkaramıyorsa, hükmen mağlubiyetten başka çaremiz yok. Zira takvimde erteleme maçı oynatacak yerimiz yok.”

ERTELEME MAÇI İÇİN TAKVİMDE YER VAR

Öncelikle “Takvimde erteleme maçı oynatacak yer yok” argümanının doğru olmadığını söylemem gerek. Zira Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi eleme turları haftalarını pekâlâ erteleme maçları için değerlendirebiliriz. Başakşehir ve Sivasspor’un gruplarından terfi etmeleri halinde elbette onların durumu farklı..

<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiJuNnlCWHFtViIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>

4 ÇARŞAMBA BOŞ

Ancak kalan ekipler için halen 17 Şubat, 24 Şubat, 10 Mart ve 14 Nisan Çarşamba müsait görünüyor. Aslında 5 Mayıs Çarşamba da boş ama o tarihte ZTK finali oynatacaklarını zannediyorum.

Yazının Devamını Oku

Dibe vurmamızın 5 büyük nedeni

20 Kasım 2020
Milli aralarda 12 günde 3 maç yapmak bize göre değil, kaldıramıyoruz. Milli takımın kadro istikrarı bozuldu, ideal 11’in nasıl olduğunu kimse bilmiyor. Rakip analizi, antrenmanlar ve ciddiyet konusunda da sıkıntılar var.

Evet, Uluslar Ligi’nde küme düşmek dünyanın sonu değil. Zaten pandemi sürecinde UEFA’nın bu Uluslar Ligi’ni kutsal bir turnuvaymışçasına korumasını da anlamsız buluyorum. Ancak bizim meselemiz küme düşmek değil. Gerilemek... Hem oyun, hem mantalite, hem de sonuç anlamında geriye gitmek. Ve Dünya Kupası elemelerine beş, EURO 2020’ye sekiz ay kala çok kötü sinyaller veriyor olmamız.

1- Hazırlık maçları zarar verdi

Her milli maç arasında pazartesiden cumaya zaten kabaca 12 boş günü var futbolcuların. Ve enteresandır bu 12 güne herkes ısrarla 3 maç sığdırmaya çalışıyor. Almanya, İspanya, Fransa gibi ülkelerin gerçekten geniş bir oyuncu havuzları var ve bu üç müsabakalık fikstürü kaldırabilirler. Ancak biz kaldıramıyoruz. Almanya ve Hırvatistan maçlarından biz bir şey kazanmadık, aksine kaybettik. Zaten büyük baskılar altında oynadığı kulübünden ulusal takıma katılan sporcuyu çarşamba-pazar-çarşamba şeklinde 8 günde 3 maç yaptırmak bizim için doz aşırı. Zaten dikkat ederseniz bu 3 maçlık sürece genelde büyük umutlarla giriyoruz. İlk maç sonunda manşetler “Biz bitti demeden bitmez” filan tadında oluyor. İkinci müsabakalarda fena olmayan sonuçlar alıyoruz. Üçüncü müsabakalarda çakılıyoruz.

<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiJ1SGNUcW1HayIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>

2- Kadro istikrarsızlığı

Süper bir EURO 2020 eleme grubu süreci geçirdik. Sadece iki maçta gol yedik ve ciddi bir kadro istikrarı yakaladık. Ancak ne olduysa pandemiden sonra oldu ve tekrar eski alışkanlıklara döndük. Şu anda yine milli takımın ideal 11’ini ve ideal dizilişini tam olarak bilemediğimiz bir döneme giriyoruz üzülerek. Macaristan maçı esame listesi elimize ulaştığında bir saat boyunca dizilişimizin ne olduğunu bulmaya çalıştık: Acaba İrfan Can mı sol açık oynayacaktı? Çift santrfor mu çıkıyorduk? Hakan kanatta mı, merkezde miydi? Saat 22.45 oldu, maç başladı ve acı gerçekle karşılaştık. Milli takım daha önce hiç oynamadığı bir 4-1-2-1-2 ile (yani karo orta sahalı, kanatsız 4-4-2 ile) sahadaydı. Yılın en kritik maçına çıkıyorsun, bir galibiyetle bütün toz dumanı temizleme ve mükemmel bir ruh haline geçme fırsatın var. Ama sezonun en önemli müsabakasına daha önce hiç denemediğin, maceracı bir dizilişle çıkıyorsun. Akıl almaz...

3- Rakip analizi sağlıklı yapılmıyor

Uluslar Ligi B3 grubunun yüksek bütçeli iki devi Sırbistan ve Türkiye idi. Averajla kümede kalma savaşı verdiler. Düşük bütçeli iki mütevazı kadro Rusya ve Macaristan’sa taktik dersi okuttular bize! Rusya bize karşı ilk maçta Dzyuba’yı derinde oyun kurucu gibi kullandı. Çare bulamadık. Cherchesov’un elinde ikinci maçta Artem Dzyuba yoktu, bu kez savunmamıza önde baskı yaptı. Yine çaresiz kaldık! 11’e 11’ken bizi zor durumlara düşürdüler. 11’e 10’ken bile maçı çevirebilecek fırsatları yakaladılar. Altı maç boyunca oynadığımız her rakibi hayatımızda ilk kez izliyor gibiydik sanki!

Yazının Devamını Oku

Antrenör farkı

19 Kasım 2020
Grubun kaderini kadro kaliteleri değil, teknik adamlar belirledi.

UEFA Uluslar Ligi B3 grubunun sanırım en çarpıcı manşeti şu: Grubun en yüksek bütçeli iki ülkesi Sırbistan ve Türkiye son dakikalara kümede kalma yarışıyla girerken; en mütevazı ekibi Macaristan, A Ligi biletini kaptı. Grupta oynanan 12 maçta kaderi kadro kaliteleri değil taktik savaş, çoğunlukla da antrenör farkı belirledi. Bu grubun kazananı Macaristan’ın koçu Marco Rossi... Peki biz neden bu grubun kazananı değiliz, hatta kaybedeniyiz, bolca düşünmemiz gerekiyor sanırım üzerinde...

77 GÜN ÖNCE DE AYNIYDI

Bundan iki buçuk ay önce Sivas’ta Macarlar’a yenildiğimiz maçın sonunda “Orta sahada kaybettik” olarak atmışım manşeti... O maçın üzerinden 77 gün geçmiş, netice yine aynı olmuş: Maçı yine orta sahada kaybettik dün gece. Yılın bizim için en kritik maçına daha önce hiç denemediğimiz, üzerimize hiç uymayan bir garip 4-1-2-1-2 dizilişiyle çıktık. Savunmanın önünde Mahmut, onun önünde Ozan-Irfan ikilisi... Hakan on numara rolünde... Cenk ve Kenan da çift santrfor olarak başladılar maça... Orta sahamız kalabalık görünümlü bir yol geçen hanıydı maalesef! Zira oyuncularımız bu dizilişe alışık değillerdi, bir görev kargaşası yaşandı ve ne Ozan Ozan gibi oynayabildi, ne de Hakan Hakan gibi...

ŞAŞKIN DiZiLiŞ

Yine de şanslıydık, soyunma odasına golsüz gidildi. 46’da kenarda iki adam olacağına, Şenol Güneş’in herkesin yerli yerinde olduğu yeni bir oyun ve oyuncu grubuyla maça bir ‘reset atacağına’ emindim doğrusu. Maalesef yanılmışım. Devre arası diğer maçın sonucunu öğrenen iki teknik ekipten doğru hamleleri yapanlar yine Macarlar’dı. Onlara beraberlik yettiği için oyuna Cseri ve Varga gibi iki koşucu soktular, Şenol Güneş’se aynı futbolcu grubu ve aynı şaşkın dizilişle döndürdü takımını sahaya. Kaybetmemiz kaçınılmazdı. Sonuna kadar hak edilmiş bir yenilgiyle ayrıldık Puskas Arena’dan. Dünya Kupası elemelerine yaklaşık beş, Avrupa Şampiyonası’na kadar da sekiz ay süremiz var. Umarım Şenol Hoca bu süreçte bu takımın ne oynayacağını bulabilir de, bir daha bir maçın 85’inci dakikasında hâlâ kağıda bir şeyler çizerken görmeyiz onu.

Misli.com'a üye ol, sanal oyun kuponu yap, 10 TL kazan! Sadece Misli'de, hemen üye ol...

Yazının Devamını Oku

‘Biz bitti demeden bitmez’ saçmalığı

16 Kasım 2020
Bu slogandan acilen kurtulmamız lazım.

Bu galibiyete fena halde ihtiyacımız vardı. İhtiyacımızın tek sebebi de Uluslar Ligi’ndeki pozisyonumuz değildi üstelik. Belki en az bunun kadar önemli olan bir başka gerekçe de, milli takımın kazanma alışkanlığını yitirmeye başlamasıydı. 17 Kasım 2019’dan beri, yani tam 364 gündür maç kazanamıyorduk. “Biz bitti demeden bitmez” filan gibi artık kabak tadı veren aforizmalarla geriye düşmeyi de alışkanlık haline getirdik maalesef. Dün de bu berbat alışkanlığımız sürdü, yine geriye düştük. Bence bu slogandan acilen kurtulup, aynen EURO 2020 eleme grubunda olduğu gibi zor gol yediğimiz günlere dönmeliyiz artık.

ANTRENÖR FARKI

Rusya bu grubun lideri olabilir, ama asla en kaliteli takımı değil. Hele Dzyuba’sız Rusya, aslında oldukça sıradan. Dün sahaya çıkan 11’lerinin toplam değeri 74 milyon Euro iken, bizimki 140 milyon Euro seviyesindeydi. Onların beş büyük ligde sadece iki sporcuları var, bizimse ilk 11’imizin yedisi ‘top 5 lig’ oyuncuları. Durum böyleyken, Cherchesov’un bize karşı hemen her maçta antrenör farkı yaratması, taktiksel ekstralar ortaya koyması gerçekten takdire değer. Bir önceki maçta Dzyuba’yı derinde oyun kurucu gibi kullanmış, ona atılan uzun toplar üzerinden
ataklar yaratmışlardı. Bu kez de önde baskı yaptılar ve savunmamızı sıkça hataya zorladılar. İlk gol öyle geldi. İkinci devrede 10’a 11 oynarken bile presle top kazanıp pozisyon yarattılar. Ulusal takımımızın geriden çıkışlar konusundaki zaafını yüzümüze çarptı Cherchesov dün.

ÜÇLÜ SAVUNMAYI DENEMELİYİZ

Tabii Ki geriden topla çıkma işi sadece bireylerle değil, kurguyla ilgili bir mesele. Biz topu eveleyip-geveleyip Mert’e dönüyoruz sürekli. Evet, Mert topu iyi kullanan bir kaleci ama o da bazen realist oyun sınırlarını zorluyor ve fırsat veriyoruz rakiplere. Dün geriden çık(amay)ışlarımızı izlerken aklıma şöyle bir soru takıldı: Acaba bizim milli takım zaman zaman da olsa üçlü savunma oynayamaz mı? Çok sayıda iyi stoperimiz var; Merih, Çağlar, Ozan, Kaan ve iki Mert’le havuzumuz geniş. Çağlar’lı Leicester üçlü savunma oynuyor ve Premier Lig’de lider. Ozan’lı Schalke üçlü oynuyor, Kaan’lı-Mert’li Sassuolo da üçlüye döndü. Merih de Juventus’un Verona ve Crotone maçlarında üçlü savunmada sol stoper rolündeydi. Koşullar bu kadar uygunken, oyuncularımız bu duruma bu kadar alışıkken acaba üçlü savunma denenebilir mi? Üçlü kurgu, geriden çıkma becerimizi artırır mı? Tabii ki Şenol Güneş’in vereceği bir karar bu. Ama sanki denemeye değer gibi.

<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiI1YlVnU2s0bCIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>

Yazının Devamını Oku

Sivas’ta 60 dakika gezi 30 dakika kâbus

9 Kasım 2020
Arda-Belhanda-Emre üçlüsü sürekli yer değiştirerek iyi bir 1 saat oynadılar.

Galatasaray’ın dün ilk 11 başlayan deneyimli, kaliteli ama enerji dozajı düşük ön tarafının rahat edebilmesi için ilk 1 saat boyunca tüm koşullar uygundu Sivas’ta. Arda, Feghouli, Belhanda, Emre ve Babel sürekli yer değiştirdiler, çok rahat paslaştılar, hemen hemen hiç yakın temasa girmeyen, adeta refakatçi bir savunma vardı karşılarında o bölümde. Galatasaray’ın dünkü 11’i, kaliteli bir 11... Ancak düşük enerji
seviyeleri ya da maç içi süreklilik sorunları nedeniyle genelde maça başlamak için değil, bitirmek için kullanacağınız bir 11 bu. Doğrusu esame listelerini görünce Terim’in riskli bir takım çıkardığını, ilk yarıda sert bir Sivasspor’la karşılaşırsa devre arası 2-3 değişikliğe mecbur kalabileceğini düşünmüştüm. Fena halde yanılmışım. Galatasaray takımı 60-65 dakika boyunca adeta Sivas’ta bir akşam gezintisi rahatlığındaydı dün. Çok rahat pas serileri yakaladılar, dilediklerinde vites artırıp, dilediklerinde düşürdüler. Bu tek taraflı bir saati birkaç gerekçeyle açıklayabiliriz sanırım:

1- Bu sezon Galatasaray’a karşı önde baskı yapan takımlar, özellikle de Marcao’yu zorlayanlar sonuç aldı. Dün Sivas hemen hemen hiç önde baskıya gelmedi. Galatasaray’ı siz birinci bölgenize kadar beklerseniz, Galatasaray’ın kaliteli ileri beşlisi zaten orada size fatura kesebilecek düzeyde. 

2- Terim’in bir süredir otomatik forma vermediği deneyimliler yer değiştirerek iyi bir 1 saat oynadılar. Arda-Belhanda-Emre gibilerin sık sık yer değiştirmesi, alanını bekleyen ve öne çıkmayan Sivas savunmasının dengesini bozdu. 

3- Beklendiği gibi bu tecrübeli ama yorgun grubun pili bir saatin sonunda tükendi. Çalımbay sahaya peş peşe müdahalelerle takımına bir elektroşok uygularken, Fatih Terim değişikliklerde çok geç kaldı. Terim’in 60-65’te yapması gereken değişiklikler 80’e kadar bekleyince, o bölümde Sivas maçı çevirecek kadar pozisyon buldu zaten. O 20-25 dakikalık süreçte de Galatasaray’ın şansı, Okan’ın üstün performansıydı kesinlikle.

<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiJxS0NoV3dsWCIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>

Yazının Devamını Oku