Beşiktaş artık ligin hedef takımı. Rakiplerinin oyunu kendi yarı alanlarında kabul edip, hızlı çıkış aramaları doğal. Hafta sonu Trabzon bunu yapmıştı, hafta içi de benzer bir stratejiyi Antalya uyguladı. Dün bir bakıma Abdullah Avcı’nın Trabzon’unun mantalitesi vardı Antalya’da! Beşiktaş’ın ligin geri kalanında sıkça hem kapalı savunmaları açma, hem de hücumda kaybettiği toplarda eksik yakalanmama (yani atağı bir şekilde autla, kornerle, taçla vs tamamlama) gibi bir sınavı olacak şüphesiz.
Beşiktaş’ın kapalı savunmaları açmak, daha doğrusu hücuma işlerlik kazandırmak için iki ana istasyonu var: Biri Ghezzal, diğeri de Rıdvan... Larin klasik bir sol açık olmadığı, daha az üretim, daha çok gol odaklı olduğu için sol kenarın işlemesi Rıdvan’a bağımlı. Dün Rıdvan sakatken Ghezzal de başlamayınca, Beşiktaş 57’deki değişikliklere kadar topa sahip olan ama yeterince üretemeyen bir takım hüviyetindeydi. 57’de Ghezzal’in girişi, oyunun değişmesinin bir numaralı nedeni. İkinci sebep de, hareketsiz Ljajic yerine driplingle ikinci-üçüncü bölge geçişi yapabilen Mensah’ın girişi. Bu iki değişiklik yapılınca Beşiktaş’ın her unsuru işlerlik kazandı sahada. Ancak süre yalnızca bir gole yetti.
MAÇTAN ÇIKACAK DERSLER
Beşiktaş’ın dünkü maçtan çıkarabileceği iki ders daha var gibi geldi bana:
1- Montero olduğunda Vida sağ stoper oynuyor. Welinton olduğunda sola geçiyor. Belki Welinton kötü bir futbolcu değil. Ama VidaMontero sanki daha uyumlu bir ikili.
2- Josef çok yoruldu. Geçen hafta 41 ve 45’te iki kez Nwakaeme’ye geçilince hissetmiştim bunu. Dün de 52’de Fredy’yi takip edemedi. Josef’i bir şekilde dinlendirmesi lazım Sergen Hoca’nın.
Alanya maçına çok benzer bir görüntü vardı Fenerbahçe’de dün. Oyunun Hatay’ı, skorun Fenerbahçe’yi memnun ettiği bir akşam üstü. Belli ki Erol Bulut aynen Alanya maçında olduğu gibi bu hikâyeyi bir akşam önceden planlamış. Topu rakibe bırakma ve geçiş oyunu stratejisini dünden benimsemiş. Pazartesi günü bu maçı kafasında oynadığında da ancak 2-1 kazanabilmiştir herhalde Erol Hoca!
Hatayspor aslında ligin topla çok fazla oynayan takımlarından biri değil. Alanyaspor’un genetiği öyleydi, hatta halen topla oynama istatistiğinde lig lideri konumundalar. Hatay’sa normalde yüzde 48’le topla oynuyor ama dün Fenerbahçe’ye karşı maçın hemen her bölümünde yüzde 60’ın üstünde seyrettiler. Geriden pasla çıkmakta ısrar ettiler. Örerek geldiler. Ve aslında Fenerbahçe’ye karşı ziyadesiyle de pozisyon buldular.
CiDDi SiNYALLER
Boupendza bir tane attı, daha fazlasını da yapabilirdi. Diouf ve Kamara’nın da gole çok yaklaştıkları anlar vardı. Bu skor Erol Bulut’u memnun etmiş olabilir. Ama maçı 90 dakika izleyen Fenerbahçe taraftarının çok memnun olduğunu zannetmiyorum oyundan. Erol Hoca’nın özellikle birkaç konudaki ciddi sinyalleri dikkate alması gerekir bence:
1- Elbette topu rakibe bırakarak da kazanabilirsiniz. Atletico Madrid 10 yıldır başarıyla uyguluyor bu stratejiyi. Ancak Fenerbahçe bence Alanya ve Hatay maçlarında hem şanslıydı hem de Altay’ın ekstra kurtarışları söz konusu. Yani dün Atletico Madrid gibi kazandılar diyemeyiz bu Fenerbahçe için. Çünkü çok pozisyon verdiler Hatay’a.
SON 20’DE YÜRÜDÜLER
2- Aslında Erol Bulut’un dünkü stratejisinin ilk devrede nispeten daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Gustavo’nun sakatlanıp çıkmasıyla orta sahanın geçirgenliği çok arttı. Özellikle son 20’de yürüyerek geçildi orta saha.
3- Altay dün yine maçın kahramanıydı. Karşı karşıya inanılmaz toplar çıkardı genç adam. Ancak Ankaragücü’nden sonra Hatay da kornerlerde Altay’ın önünü kalabalık tutup, kafasını karıştırarak hataya zorladı. Fenerbahçe teknik ekibi Altay’la bu konuda çalışıyorlar mı acaba? Gerçekten merak ediyorum.
Haksız da sayılmazlar. Farklı bir çağa doğdular ve bizim gibi otomatik futbol sevgisiyle büyümediler. Ancak dün akşam İstanbul’da öyle bir oyun oynandı ki, eğer bir Süper Lig maçının karşısına ilk kez oturan gençler varsa, hemen her şey onları bu turnuvaya sevdalandıracak cinstendi doğrusu.
HER ŞEY HARİKAYDI
Daha 1’inci dakikada Abdülkadir-Rosier sarılmasıyla hislendik hep birlikte. Sonra Vida’nın topu dışarı atıp rakibinin eksik oynamasına son vermesi, yine 10’da Ekuban’ın pekalâ tehlikeli bir pozisyon yaratabilecekken Rıdvan’ın sakatlığı için durması... Her şey öyle harikaydı ki Dolmabahçe’de! Skordan, puandan filan bağımsız olarak dün sahaya çıkan 32 futbolcuyu, iki teknik adamı ve dört hakemi, bu mert oyun için avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlamalıyız öncelikle.
ABDULLAH AVCI'NIN GÜNÜYDÜ
Maça Beşiktaş’ın dominant başlaması doğaldı. Hemen hemen hepimiz daha ilk düdük çalmadan nasıl bir maç izleyeceğimizi aşağı yukarı hayal ediyorduk. Topa Beşiktaş daha fazla sahip olacak, onların tamamlayamadığı hücumlarda Trabzon fırsatları görecektik. Bir tür Hansi Flick-Simeone kapışmasıydı bu. Bazen Flick anlayışına sahip olanlar oyununu kabul ettirir, bazen Simeoneler kazanır bu tür maçları. Dün kesinlikle Simeoneler’in, pragmatiklerin, geçiş hücumcuların yani özetle, Abdullah Avcı’nın günüydü Dolmabahçe’de.
<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiI3Y0wxUWlDbSIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>
GEÇİŞ OYUNU TUZAĞI
Günün kazananının Sergen Yalçın değil de, Avcı olmasını sanırım üç ana maddeyle gerekçelendirebiliriz:
Dün şemalarına son derece sadık, ne yaptıklarını çok iyi bilen bir Rizespor takımı vardı sahada. Evet muhtemelen bu sezon Gaziantep kadar flaş sonuçlar alamayacaklar, bunun da basit bir sebebi var: Gaziantep takımını neredeyse bütünüyle Sumudica kurmuştu. Maxim’ler, Mirallas’lar, Vetrih’ler onun getirdiği oyunculardı. O yüzden sanırım Rize’de de tam bir Sumudica havası görebilmemiz için önümüzdeki yaz takviyelerini beklememiz gerekecek.
ENNER VALENCIA'YI TEBRİK EDİYORUM
Dün Fenerbahçe, bir cuma okul çıkışı nizamında durup, bir kuş sürüsü gibi hücuma çıkan Rize’ye karşı zor bir sınav verdi. Maçta çok fazla net pozisyon yaşanmadı, Rize’nin Gaziantep kadar kaliteli oyuncuları yok, Fenerbahçe’nin bu nizamda kapanan bir takımı çözebilecek planı yok henüz. Böyle bir müsabakanın kaderini ancak bir uzaktan şut ya da bir duran topun belirleyeceği çok açıktı. Öyle de oldu zaten. Valencia’yı hem ciddi oyunu hem de o çalışılmış frikiği için tebrik etmek gerek.
MARIUS SUMUDICA'DAN ÖZÜR DİLİYORUM
Tabii ki maçın düşük kalitede kalmasında şiddetli yağmur ve bozulan zeminin de etkisi var. Son 20’de Rizespor beraberlik için daha fazla denedi ama Türk hakemlerinin Sumudica’yı atma hastalığı bir miktar engel oldu mücadelelerine. Sumudica bu sezon 3 kez atıldı. Bence en az ikisi gereksizdi. Ve aynı hakemlerin, benzer durumlarda Erol Bulut, Fatih Terim ya da Sergen Yalçın’ı atmadıklarını da gayet iyi biliyoruz. Ben bir Türk sporsever olarak bir yabancı teknik adama yapılan bu ayrımcı tavırdan dolayı çok üzgünüm. Hatta bir faydası olacaksa, kendi namıma özür diliyorum Sumudica’dan.
Dün Gaziantep’te oynanan maçı Onyekuru’suz ve Onyekuru’lu olarak iki ayrı perdede değerlendirmek lazım. Nijeryalı kanat oyuncusunun olmadığı bölümde Galatasaray topa genel olarak sahip gözükmesine rağmen öyle yavaş oynuyordu ki, kumandada bir ‘fast forward (ileri sarma)’ tuşu aradığımı fark ettim bir ara(!) Evet, zaman zaman topu çok dolaştırdıkları için sanki Manchester City’ye öykünüyor gibiler, ama İngiliz ekibinin 3 kat yavaşlatılmışı gibi oyunları... Ancak Henry Onyekuru, sahaya adım attığı andan itibaren değiştirdi maçın hikayesini. Hızlı düşünüp, hızlı hareket ederek tek başına çekti maçın fişini.
SUMUDICA OLSAYDI
Gaziantep’in oyununu da (Premier Lig takipçileri zaten çoktan fark etmişlerdir) Espirito Santo’nun Wolves’uyla eşleştirebiliriz pekala. Beşli savunma yapıyorlar, şemalarına sadıklar, kazandıkları toplarla da hücum planına çok hızlı geçiyorlar. Dün en az 4 net pozisyon yakaladılar ama biraz beceriksizliğe, biraz da Muslera sihrine takıldılar. Sa Pinto’nun Sumudica’nın taktiğini koruyup sürdürmesi akıllıca. Ancak şunu da unutmamalı: Dün kenarda Sumudica olsaydı oyuncu değişikliklerini çok daha erken yapar, ilk golden sonra hemen dörtlü savunmaya dönerek ofans zenginliğini artırmaya çalışırdı.
BAYRAK MESELESİ
Dünkü müsabakanın sonucundan ve çalınan düdüklerden bağımsız olarak, hakemliğe dair iki konu dikkatimi çekti dün akşam... Birincisi, özellikle kıdemli yardımcı Ceyhun Sesigüzel’in geç kaldırdığı bayraklar. Evet, ben de farkındayım, VAR hayatımıza girdiği için yardımcılar emin olmadıkları bayrakları kaldırmıyorlar. Ancak Sesigüzel’in, Babel’le Arda’nın 2-3 metre önde olduğunda bayrak kaldırmadığı öyle pozisyonlar var ki, orada bir yanlış anlaşılma yaşandığını düşünüyorum ben. Evet yardımcı hakem emin olmadığı bayrakları kaldırmamalı. Ancak emin olduğu, ciddi mesafe görünen bayrakları da kaldırmalı ki, gereksiz sakatlık gibi risklerin önüne geçilebilsin.
DÜDÜĞÜMÜ BEKLE!
Dün akşam dikkatimi çeken ikinci konu da, hakemin frikiklerde oyunculara ‘düdüğümü bekle’ işareti yapmaya çalışarak çok fazla vakit kaybetmesi. Acaba IFAB (ve/veya MHK) şöyle bir talimat yayınlayamaz mı: Hakem topun olduğu yere köpük sıktıysa, zaten bu “düdüğümü bekle” anlamına gelir. Oyuncu önüne köpük sıkıldığı halde düdüğü beklemeden atışı kullanırsa sarı kart görür. Hayatımızı kolaylaştırır sanki böyle bir dönüşüm.
Dün hem yoğun kar yağışı, hem de saatte 30 km/sa hıza ulaşan rüzgarın oyun kalitesini çok etkilediğini söylemek lazım. O yüzden öncelikle bu olumsuz koşullarda iyi niyetle mücadele eden futbolculara ve hakem ekibine teşekkür etmek lazım. Sanırım dünkü Süper Kupa maçını iki takımın mevcut kadro koşullarından da bağımsız değerlendirmek doğru olmaz: Trabzonspor, Süper Lig’de 5 maçta 13 puanlık iyi bir seri yakaladığı gibi, Abdülkadir dışında eksiği olmadan, ideal 11’iyle çıkabildi Süper Kupa maçına.
<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiI3Y0wxUWlDbSIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>
5 KRİTİK EKSİK
Başakşehir’se hem haftalardır kazanamıyor, hem de takımın omurgası sakat. Kanatların ideal dörtlüsü Rafael, Mbombo, Visca ve Chadli’nin yanı sıra takımın beyni İrfan’ın yokluğunda topu daha fazla rakibe bırakan, daha pragmatik bir Başakşehir vardı sahada dün. Dört ideal kanat adamının yokluğunda Okan Hoca, sağ bekte yeni transfer Ömer Ali’ye, sol açıkta da bir diğer yeni Junior Fernandes’e direkt forma vermek zorunda kaldı dün. Ömer Ali zaten bir joker. Alışık olduğu sağ bek pozisyonunda Nwakaeme’yle boğuştu maç boyunca. Fernandes’in de hazır geldiğini, penaltıyı kazandıran şutu attığını not etmek gerek
10+ MİLYON DEĞERİNDE
Trabzonspor’sa 47-57 arasındaki 10 dakikayı saymazsak, müsabakanın geneline hükmeden taraftı dün. Berat, aynen ligdeki Gençlerbirliği maçında olduğu gibi yine her hücumun içinde pas istasyonu olarak vardı. Yine bolca pas arası yaptı ve çok fazla duran oyunda yüksek konsantrasyonuyla ön plana çıktı. Nwakaeme son bir aydaki çıkışını sürdürdü, yeni formasıyla mücadele eden Ömer Ali’yi zorladı. Ama maçın neticesini tayin eden yine bir kader belirleyiciydi: Süper Lig’de attığı her gol takımına puan ya da galibiyet kazandıran Ekuban, Süper Kupa’nın da kulpunu tutup müzeye getiren adamdı dün. 1 milyona alınan Ekuban’ın şu anda 10+ milyon değerinde olduğunu düşünüyorum ben. Ganalı, sanırım son yıllarda Süper Lig’e giriş yapan performans/fiyat paritesi en yüksek adam.
Süper Lig’in sıralı fikstür esası sebebiyle kulüplerin performansları birbirine benzer seyrediyor: Hemen herkes Antep-Başakşehir-F.Bahçe-Kasımpaşa-Alanya dönemecinde yıpranıyor. G.Saray orada tökezledi, Trabzon hoca değiştirdi hatta. Ama bu fikstürü takip eden Erzurum-A.Gücü-Sivas-Kayseri-Rize süreci de büyüklere hep nefes aldırdı. Beşiktaş orada 15 puan yapıp şampiyonluk yarışına katıldı. Galatasaray 13 yaptı, Abdullah Avcı’nın da ilk 5 maçı o fikstür olduğu için talihliydi doğrusu.
İLK 45’TE 322 İSABETLİ PAS
F.Bahçe'de halen bu görece kolay fikstürün içinde. Burası büyükler için oyun oturtup, ligin geri kalanına güçlü girmek için iyi bir fırsat. Erol bulut da arada Sivas hayal kırıklığı olmasına rağmen Ankaragücü ve Kayseri maçlarında olumlu işler yaptı kesinlikle. En azından şunu ispat etti bu iki maçta: Bu takım, gerektiğinde oyunu domine edebilir. Vitesi elinde tutabilir. Koca bir sezonu pragmatik bir ana planla götürmeye kalkmayacak. Dün ilk 45’te 322 isabetli pasla sezon rekorunun kırılması, bu niyetin rakamsal ispatı.
SAMATTA FARKI
Dün Kayseri önündeki rahat oyunu hem bu pozitif niyete, hem de bireysel performanslardaki çıkışa bağlayabiliriz elbette. Sahayı dikey bir çizgiyle ortadan ikiye bölerseniz, takımın sol yarısı telepatik bir uyum içindeydi: Sol stoper Szalai harika bir başlangıç yaptı. Sol bek Caner, sol açık Thiam ve sola deplase olmayı seven Pelkas’ın uyumu hem gollerin, hem de birçok net pozisyonun temelindeki faktördü. Ozan tamamlanamayan hücumların geri kazanılmasında önemli bir katkı yaptı. Samatta da gezici santrfor oyunuyla, yokluğunda Fenerbahçe’nin niye tökezlediğini hatırlattı bir kez daha.
Bulut’un ligin ikinci yarısında halletmesi gereken problem şu: Kalan 20 maçta daha fazla Ankaragücü-Kayseri, daha az Sivas-Gaziantep oyunu oynamalılar. Meselenin özeti bu.
<iframe width="1180" height="664" src="https://www.youtube.com/embed/NHRUT6sFcf4" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>
Süper Lig’de oyun tanımı dört başı mamur bir şekilde yapılabilecek, ne oynadığını net cümlelerle ifade edebileceğiniz birkaç takım var. Bunlardan biri de Malatya. Özellikle büyük takımlara karşı çok zorluk çıkarabilen bir oyun anlayışı ve futbolcu grubuna sahipler. Kompakt duruyorlar, ikili mücadelelerde sertler, topu size bıraksalar da şemalarına sadık oldukları için boşluk bırakmıyorlar. Yerden oynayan rakiplerini kolayca bozup havadan oyuna zorluyorlar ki bu da onların önemli bir sırrı: Zira Süper Lig’de maçı başına 20,1 hava topu kazancıyla en yakın rakiplerinin tam 4 puan önünde liderler.
ADEM iŞiNi iYi YAPIYOR
Büyük takımlar üçüncü bölgede topu çaresizce dolaştırırken kayıp yaparlarsa, atağı tamamlayamazlarsa, Malatya seri hücum geçişi de yapabilen bir ekip. Bu geçişte anahtar adam Adem Büyük. Bir aydır alışık olduğumuz pozisyonlarının dışında, derinde oyun kurucu olarak görev yapıyor Adem. Çok da iyi yapıyor bu işi. Hatta şunu da rahatlıkla söyleyebilirim: Galatasaray’ın bu yılki üç santrforunun hiçbiri Adem’in yaptığı katkıyı yapamadı takımına. Dün o çıktıktan sonra Malatya’nın çıkışlarda zorlandığını söyleyebiliriz rahatlıkla.
FUTBOLUN 100 YILLIK KURALI
Dün 88 dakika boyunca Galatasaray topa sahip oldu ama oyuna hükmetti mi, işte onu iddia etmek güç. Üstelik bu maçın neredeyse aynısı, sadece 12 gün önce Türkiye Kupası’nda oynanmış; Malatya oyunu yine 90 dakika boyunca kilitlemiş ve maçı uzatmaya götürmüştü. Yani kupadaki o maçı dikkatle izleyen birisi, dün o müsabakanın tekrarının yayınladığını düşünebilir inanın!
Futbolun yüzyıllık bir kuralı: Bu tarz sıkışan maçların bir duran topla ya da uzaktan bir şutla açılması. Dün Galatasaray’ın attığı 10 şutun 8’inin ceza alanı dışından olması da biraz bu yüzden. 88’de Babel’in denemesi belki çok iyi bir şut değildi ama doğru denemeydi. Maçı da o doğru deneme kazandı zaten.
<div style="margin: 0 auto; max-width: 100%; min-width: 300px;"><div style="position: relative; padding-bottom: 56.25%; height: 0; overflow: hidden;"><iframe style="width: 300px; min-width: 100%; position: absolute; top: 0; left: 0; height: 100%; overflow: hidden;" src="https://embed.dugout.com/v2/?p=eyJrZXkiOiJqV29xTDNQYiIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9" width="100%" height="400" frameborder="0" scrolling="no" allowfullscreen="allowfullscreen" data-mce-fragment="1"></iframe></div></div>