Süper Lig’in yeni sezonunda ilk 10 müsabakayı geride bıraktık. Yeni sezon pek gollü ve eğlenceli başlamadı doğrusu. En dikkat çekici detaylardan biri de topun oyunda kalma süresinin düşüklüğü. İlk 10 maçın ortalaması 49 dakikanın biraz üzerinde. Geçen sezon bu ortalama 53:42 idi. Tabii ki hava sıcaklıkları, mevsim başı tedirginlikleri gibi negatif faktörleri antitez olarak dile getirebilirsiniz. Ancak taç atışlarındaki ekstra yavaşlık da göze çarpıyor bu sene. Galatasaray-Hatayspor maçında 47, Fenerbahçe-Adana Demir ve Samsunspor-Beşiktaş’ta 51’er dakika futbol oynanması üzücü. Dün akşamki Konyaspor-Galatasaray müsabakasının da özellikle ilk devresi, yine taç arası futbol kıvamında geçti maalesef.
iLK DEVREDE 33 UZUN TOP, 16 ORTA
Dünün ev sahibi Konyaspor, önceki yıla göre gelişen takımlardan biri. Umut Nayir, Aleksic, Yusuf Erdoğan, Pedrinho ve Jevtovic’in hepsi iyi takviyeler. Oyun olarak da geçen sezonun üzerine koymuşlar, geride 9 kişiyle çaresizce beklemiyorlar. Dün ilk devrede Galatasaray’ın üzerine baskıya gittiler, birçok kez de sarı kırmızılıları uzun topa zorladılar. Son şampiyon, dün Konya’da ilk devrede tam 33 uzun top, 16 da ortayla oynadı. Ki bu istatistikler tek bir devre için bayağı fazla.
JELERT SOL BEK OYNAYABiLiRDi
Konya'nın yaptığı ön alan baskısı, Galatasaray’ın beklerinin de oyuna katılımını kısıtladı. Ben dün Köhn’ün son dakika rahatsızlığı sonrası Jelert’in sol bekte başlamasını bekliyordum. Zira önceki sezon Galatasaray’ın Kopenhag’la oynadığı ikinci maçta sol bekte gayet etkiliydi Jelert. Sezonun geri kalanında sağ bekte de, solda da şans bulacağını zannediyorum Danimarkalı genç futbolcunun.
YENi SEZONA TRANSiT GEÇiŞ YAPTI
Ancak dünün kahramanı bir başka kanat adamı, Barış Alper Yılmaz oldu. Barış, 2023 Temmuz’unda Zalgiris-Galatasaray maçında açtığı sezonu, 2024 Temmuz’unda Hollanda-Türkiye müsabakasında bitirdi. Ancak hiç yorgunluk belirtisi göstermeden yeni sezona transit geçiş yaptı adeta! Yanlış hesaplamıyorsam, son 388 günde tam 70’inci resmi maçına çıktı dün Barış. Ve 388 günde 70’inci maçının kaderine direkt tesir etti milli futbolcu.
Rennes’deyken Fenerbahçe’ye karşı da bu futbolu oynatmıştı. Lille takımının damarlarına da enjekte etmiş fikirlerini. Geriden pasla çıkma konusunda saplantılılar. Örerek, satır satır çizerek çıkıyorlar ileriye. Ön alan baskısını kırıp çıkarlarsa zaten geçmiş olsun! Pozisyon yaratıyorlar. Ancak geriden çıkarken elbette kusursuz değiller. Hata yapabiliyorlar. İlk maçtan da gayet iyi biliyorduk bunu.
LiLLE’iN PANZEHRi ÖNDE BASKI
Lille, Kadıköy’e Fransa’daki 11’inin ve oyun anlayışının aynısıyla geldi. Yine beşli savunma oynadılar. Yine sağ stoper Meunier, sağ kanat bek Santos ve sağ açık Cabella ana çıkış planlarıydı. Bu Lille takımının panzehri önde doğru baskı. Fenerbahçe dün ilk 1 saatte önde baskıya gitti ancak çoğunlukla bir sorunu vardı bu hücum presin: Önde pres yapan 6 oyuncuyla geri dörtlünün mesafesi, yani takım boyu çok uzundu.
BÜTÜNCÜL BiR PRES YOKTU
Bütüncül bir pres değildi bu. Hatlar kopuktu. Haliyle de Lille takımı defalarca kırdı bu yalancı baskıyı. Oysa benzer şekilde Fenerbahçe geriden çıkarken Lille’liler bütüncül bir baskı yaptılar.
Forvetleri presteyken, stoperleri de en azından orta çizgiye basıyorlardı. O yüzden de presten sonuç aldılar zaten.
70’lere kadar böyleydi maçın kaderi. 70’li dakikalardan itibaren hem Lille tutucu davranmaya, her fırsatta yerde zaman geçirmeye başladı; hem de Mourinho kenardan taze takviyelerle değiştirdi takımının ritmini. En-Nesyri ve Cenk ile santrforları üçledi, Lille duvarına karşı yüksek toplara döndü. O yüksek toplardan birinde de maçı uzatmaya götüren gol geldi zaten.
OĞUZ FARK YARATABiLiRDi
Samsunspor, ligin dikkatle izlenmesi gereken kulüplerinden biri. Geçtiğimiz yıl takımı 8 maçta 1 puanla alıp kümede bırakan Gisdol’u maalesef tutamadılar. Ancak hoca değiştiren diğer takımlar gibi savrulmadılar, çünkü kulübün bir hafızası var. O hafızanın ismi, futbol direktörü Fuat Çapa. Bu sezon başında bir başka Alman Thomas Reis’ı göreve getirdi, o da belki sonuç olarak değil ama oyun anlamında saygıdeğer bir başlangıç yaptı Süper Lig’e. Ben, Gisdol’un gidişini sadece Samsun’un değil, Süper Lig’in de bir kaybı olarak değerlendiriyorum. Samsun’u kısa sürede büyük fiziksel fark yaratan bir takım haline getirmişti geçen sezon. Müsabakaların sonuna kadar diri kaldılar, defalarca mağlubiyetlerden geri döndüler. Maçlar sadece ikinci devrelerden ibaret olsaydı, tam 57 puan toplamış olacaktı Gisdol.
REiS iYi iŞLER YAPMIŞTI
Onun yerine getirilen Reis da, Bochum’la iyi işler yapmış, büyüklere karşı büyük futbol oynatmış cesur bir teknik adam. Bochum’la Bayern’e 7-0 yenilmişliği var, ama aynı Bayern’i 4-2, Dortmund’u da 4-3 mağlup ettiği iki de epik sonuç var kariyerinde. Dün de Beşiktaş’a karşı büyük takım davranışı sergiledi Samsun.
ASiSTLER GOLLERDEN GÜZEL
Ancak dünkü müsabakayı şöyle özetleyebiliriz 5 kelimeyle: “Samsun’un oyunu, Beşiktaş’ın süperstarları var.” İlk 30 dakikada tek şut atamayan Beşiktaş, 5 dakikada birbirinden güzel iki golle maçın fişini çekti. İki sayıda da asistler gollerden güzel. Van Bronckhorst’un kariyerinde en fazla saygı gördüğü departman, “yıldızlardan üst düzey verim alması” idi. Feyenoord’da Kuyt, Elia ve Berghuis’ten nasıl verim aldıysa Beşiktaş’ta da süperstarlarla uyumu iyi. Paulista dün sakatlanana kadar hem savunmayı toparladı, hem de mükemmel bir korner organizasyonunu golle tamamladı.
BRONCKHORST DOKUNUŞU
Immobile indirdi, Semih şimdiden sezonun en güzel asistlerinden birini yaptı, Rafa yine çabukluğunu gösterdi. Masuaku’da da, Gedson’da da geçen sezona göre toparlanma var. Van Bronckhorst dokunuşu diyebiliriz bu bireysel çıkışlara.
Üçünde de ikinci devrelerde iyi oynamış ve telafi için çabalamıştı. Mourinho belli ki bu zinciri kırmak istedi, dün bir-iki ofansif rötuş yaptı takımına. Geçen yılın büyük bölümünde sol kanatta izlediğimiz Tadic’i Lugano-Lille maçlarında sağ açıkta kullanmıştı Mourinho. Dün sağ açıkta İrfan Can’la başladı ve Tadic’i on numaraya kaydırdı. En az bunun kadar kritik bir rötuş da merkez orta sahaya yapıldı:
KRUNiC’SiZ MODELi DENEDi
Fred’in sakatlığı sonrası göbekte yine sıkıntılar yaşıyordu sarı lacivertliler. Geçen sezon da, bu sezon da istenen performansı veremeyen Krunic dün nihayet kenarda oturdu. İsmail’in dünkü partneri Szymanski oldu. Fenerbahçe belki dün 90 dakika boyunca rakibini boğmadı ama bu ofansif 11’in ajandasında maçın başından sonuna kadar hücum vardı. Hafta içinde Lille’e karşı da galibiyet zorunluluğu olduğuna göre Mourinho’nun Krunic’siz bir modeli dün deneyimlemesi olumlu.
ADANA DEMiRSPOR KAN KAYBEDiYOR
Pek tabii ki Adana Demirspor kantarıyla Lille’i tartmak mümkün değil. Adana ekibinde Ocak 2024’te başlayan kan kaybı sürüyor, bu yaz da Magomadaliyev, Youcef Atal, Stiven Mendoza, Emre Akbaba gibi birçok kritik oyuncuyu yitirdiler. Transfer tahtaları kapalı. Atal ve İsmail gitti, takımda şu an orijinal bir sağ bek yok. Kalede de 2008’li Deniz’in oynadığını ekleyelim bu tabloya. Eğer transfer tahtalarını açamaz ve Maestro’yu da kaybederlerse işleri pek kolay olmaz bu sezon.
F.BAHÇE’NiN LiLLE MAÇINDA EN BÜYÜK KOZU OLACAK
Valkanis’in talebeleri yine de dün 5+4’lü iki blokla tüm güçleriyle savundular kalelerini. Ancak St.Maximin’i savunmak çok kolay değil. Yattara gibi, Baljic gibi topu ayağına aldığında tribünleri heyecanlandıran, çalım beklediğiniz özel bir oyuncu Maximin. Dün bir süre sol çizgide Semih-Manev’le kemik kemiğe savaştı. Ancak daha sonra merkezde daha fazla topla buluştuğunda farkı yaratmayı başardı Fransız futbolcu. Merkezden yaptığı bir dripling ve pasla Dzeko’ya da attırdı golü. Hafta içinde Lille’e karşı da Fenerbahçe’nin en büyük kozu olacak Maximin.
Galatasaraylı futbolcular, bir hafta önce Beşiktaş karşısında Okan Buruk döneminin en kötü performansını izletmişti taraftarlarına. Beşiktaş’a karşı özellikle iki departmanda eksik kalmışlardı: Fiziksel ve mental... Hemen her ikili mücadelede zayıf, her sahipsiz topta bir adım yavaşlardı. Okan Buruk’un öyle bir hezimetten 6 gün sonra takımını fiziksel olarak ayağa kaldıracak, gözleri parlayan 3-4 yeni adamı bulması gerekiyordu. O da 4 değişiklik yapıp, Davinson, Dubois, Barış Alper ve Kerem Demirbay’la başladı Hatay maçına. Galatasaray dün Beşiktaş maçına göre 2-3 kademe daha konsantre idi. İki üç kademe daha arzululardı. Sebebi de geçen yılın kazanan omurgası Davinson-Torreira-KeremMertens-Icardi’nin eksiksiz ve tam konsantrasyonla sahada olmalarıydı bence. Bunun ödülünü de 1-0’dan geri dönmeyi başararak aldılar zaten.
PEDRO-STRANDBERG DEVREDE
Dün geriye düşene kadar da aslında istediklerini sahaya yansıtmıştı ev sahibi ekip. İlk devrede Ziyech ve Icardi ile, ikinci yarının başında da Davinson ve Barış’la net pozisyonlar da buldular. Ancak 52’de Özhan Pulat’ın Hatay’ı geçen sezon ligde tutan ikilisi devreye girdi: Geçen yıl Özhan Pulat’lı dört maçta Pedro 3, Strandberg 2 gol/asist katkısıyla oynamışlardı. Dün de 52’de kaleci Erce aut atışını uzun kullandı. Strandberg indirdi. Rui Pedro da golü getiren koşuyu yaptı ceza alanı içine.
SARA iYi SiNYALLER VERDi
Galatasaray, 52’deki gole kadar iyi bir futbol ortaya koymuştu, golden sonra birazcık sallansa da yine devam etti iştahlı oyununa. Bir hafta önce kariyerinin en kötü maçını oynayan Torreira, dün sahanın yıldızıydı. Hücum pres timine liderlik yaptı. Onunla yetinmedi, ikinci golün asisti de ondan geldi. Bence Torreira’daki bu yükselişin bir nedeni de, partneri Kerem Demirbay’dı. Okan Buruk’un 56’da Sara’yı oyuna sokmasını anlıyorum, Brezilyalı oyuncu çok arzulu. Okan Buruk da belli ki onun iştahından faydalanmak istedi. Sara da gayet iyi sinyaller verdi dün. Ancak Kerem Dmirbay da bence kolay vazgeçilecek bir oyuncu değil. Onun sahadaki varlığı, Torreira’yı da yükseltiyor.
Bruno Genesio yakından tanıdığımız bir teknik adam. Lyon ve Rennes’de oynattığı oyunu şimdi de Lille’e adapte etmek için göreve gelmiş. Bu Lille de aynen önceki Genesio takımları gibi muhtemelen kolay atıp-kolay yiyecek. Geriden pasla çıkacak. Çıktığında çok etkili olacak, çıkamadığında basit goller görecek kalesinde.
İLK DEVRE FARKI MEUNIER YARATTI
Lille genç bir takım. Kalecisi 22, bekleri 22-25, üçlü savunmasının da ikisi 23-24 yaşında. Ancak ilk devrede farkı, abilik yapmak için bu takıma katılmış Meunier yarattı. Üçlü savunmada sağ stoper olarak görev yaptı Meunier. Çıkarken oyunu çoğunlukla o kurdu, onun başlattığı pas zincirini sağ kanat bek Santos ve sağ açık Cabella ile tamamladılar. İlk golü de zaten o organizasyonla buldular.
FERDİ NEDEN YALNIZ KALDI?
Bu organizasyonları izlerken ister istemez şu soru oluştu zihnimde: Lille dün 45 dakika boyunca Meunier-Santos-Cabella bağlantısıyla Fenerbahçe’nin solunu hırpalarken niçin o bölgede Ferdi sürekli yalnız kaldı? Neden bir Mourinho müdahalesi ya da saha içi farkındalıkla sol iç Krunic ve sol açık Maximin’le orada sayısal eşitliği kuramadı temsilcimiz?
İKİNCİ DEVRE DAHA İYİYDİ
Aynen iki Lugano maçında olduğu gibi dün Fransa’da da ikinci devrede daha iyi bir Fenerbahçe izledik. Biraz şanssızlık, biraz da oyunun çok fazla durmasıydı sorun. Istvan Kovacs, bence saha hakimiyeti konusunda dozu kaçırabiliyor ve düdükleriyle akışkanlığı kesiyor. Çekya-Türkiye maçında da kötüydü, dün de kötüydü. Oyunu çok fazla kesen bu kontrolcü hakemlik bu çağa değil, 80’lere ait bir şey.
EN ETKİLİSİ SAINT-MAXIMIN'Dİ
Beşiktaş’ın yeni teknik adamı Van Bronckhorst, Olimpiyat Stadı’nda şahane bir gala yaptı dün. Geçen sezonki Beşiktaş’ın en büyük sorunu “gri adamlar”dı. Takımın yarısının ya sağlığı gri, ya performansı gri, ya pozisyonu gri idi. Bu Beşiktaş tüm bu griliklerden arınmış. Herkesin pozisyonu net. Herkes diri. Yeniler Paulista, Rafa ve İmmobile çok canlı. Onların yanına sezonu yüzde yüzle açan Colley, Svensson ve Gedson’u da ekleyin. Geçen sezonun gri takımı gitmiş, yerine simsiyah-bembeyaz çakı gibi bir takım gelmiş.
G.SARAY SEZONU AÇAMAMIŞ
Şampiyon Galatasaray’sa yeni sezonu açamamış adeta. Tabii ki Eurolardan dönen Abdülkerim, Barış, Kerem, Copa America’da final oynayan Davinson gibi hazırlık kampı eksikleri vardı Okan Buruk’un. Ancak dünkü görüntüyü yalnızca bu verilerle açıklamak mümkün değil. Nelsson kariyerinin en kötü günlerinden birini yaşadı. Bir de maça Demirbay ve Barış’sız başlayınca geriden de çıkamadı, önde de top tutamadı sarı kırmızılılar. Dün Beşiktaş rakibini her hattıyla sürklase ederek tarihi bir zafer kazandı Galatasaray’a karşı.
BiZ ÖN ELEMELER ÜLKESiYiZ
UEFA sıralamasında bir üstümüzde yer alan Belçika’da ikinci hafta oynanıyor. Bir altımızdaki Çekya’da üçüncü hafta. Lugano’nun liginde 4’üncü hafta, Rapid’in ligi dün başladı. Bir önceki federasyonun düşük IQ’su sebebiyle 19 takımla oynanacak şu tuhaf sezon bitip 18’li rutinimize döndükten sonra Süper Lig’in atması gereken önemli adımlardan biri şu: Lige bir hafta daha erken, ağustos başında start verebiliriz. Biz bir ön elemeler ülkesiyiz. Bu hayati maçlara temsilcilerimizi daha hazır çıkarmamız lazım.
TÜM BUNLAR IQ MESELESi
Bir önceki TFF’nin bu sezon bir konuda daha uyanık davranmasını beklerdim: Geçen yıl benim de hatırlatmamla Avrupa’da play-off turu iki ayağı arasındaki lig maçları ertelenmişti. Bu yıl da muhtemelen 5 takımımız o play-offları oynayacaklar ve ligde üçüncü hafta maçları ertelenecek. Çünkü rakip ülkeler, Belçika’sı, Hollanda’sı hepsi yapıyorlar bu uygulamayı. Bu sezon ligde üçüncü haftayı Beşiktaş bay geçiyor. O hafta fikstürde Başakşehir, Trabzon, Fenerbahçe ve Galatasaray’ı da birbirleriyle eşleştirseniz, sadece iki maç ertelemeniz yeterli olacaktı. Ama dediğim gibi tüm bunlar, IQ meselesi.
Rakı masalarında memleketle ilgili derin tartışmaların sonu nasıl hep “eğitim şart” diye bitiyorsa, futbol münazaralarının da saçma sapan klasik bir finali vardır böyle:
“Euro 2004’ü Yunanistan nasıl kazandı abi! Futbol sadece topa sahip olmaktan, iyi oynamaktan ibaret değil.”
Futbolun en sığ, en primitif argümanlarından biridir bu oysaki.
Euro’96’da futbol kazanmış, Almanya şampiyon olmuş. Euro 2000’i belki de tüm zamanların en iyi Fransa Milli Takımı zaferle bitirmiş. Euro 2008 ve 2012’de İspanyollar şahane oyunla tarih yazmışlar. Euro 2020’yi İtalya, 2024’ü İspanya hak ederek birinci tamamlamışlar. Yani son derece yaygın ve yanlış kanının aksine, nadiren pragmatik oyun, çoğunlukla iyi futbol kazanmış turnuvaları. Önceki gece olduğu gibi.
EURO 2024’ün en baskın mesajı buydu sanırım: Pragmatik oyun size bir maç kazandırabilir. Sezon kazandırmaz. Pragmatik oyun nadiren, 20 senede bir de olsa size turnuva da kazandırabilir. Ancak çok enderdir bu. Planlarınızı Otto Rehhagel üzerine yapmak, Fernando Santos hayali kurmak kaybettirir genelde. Nitekim Euro 2024’te top oynamadan şampiyon olabileceğini düşünen Fransa kaybetti. İngiltere kaybetti. İtalya kaybetti. Belçika kaybetti. Futbolu seven, iyi oyundan ve iyi futbolcu seyretmekten keyif alan İspanya kazandı. Luis De La Fuente kazandı. Futbol kazandı.
TURNUVANIN YILDIZI: iSVEÇLi GAZETECi
UEFA teknik çalışma grubu turnuvanın futbolcusu olarak Rodri’yi seçti. Enteresandır, ödülün verilmeye başlandığı 1996 senesinden beri sadece 1 kez bir forvet oyuncusu (Griezmann 2016’da) kazanabildi bu unvanı. Donnarumma, Sammer, Xavi-İniesta, Rodri, Zagorakis ve Zidane diğer kazananlar. Oysa bence bu turnuvada Dani Olmo hak etmişti ödülü. 3 gol ve 2 asistin üzerine finalde 90’da çizgiden çıkardığı topla epik de bir kare eklemişti hikayesine. Rodri’ye, çabasına, koşusuna, katkısına büyük saygı duymakla birlikte burun farkla Olmo’ya benim oyum. Benim gözümde turnuvanın esas kahramanıysa yarı final öncesi basın toplantısında Deschamps’a maçlarının sıkıcı geçtiğini söyleyen İsveçli gazeteci. Deschamps da ona “Öyleyse başka maçları seyret” demişti kibirle. İsveçli gazeteci de öyle yaptı zaten. Berlin’deki finalde İspanya-İngiltere’yi seyretti.
TURNUVANIN TEKNiK ADAMI