FENERBAHÇE 10 maçtır namağlup. Kasım-Aralık liginin de lideri. Savunma sorunlarını hallettiler, rakiplerine en az şut fırsatı veren takım konumundalar. Ama ofansta renksizler, ikinci-üçüncü bölge geçişinde çok oyalanıyorlar. Galatasaray, rakip sahada yaptığı her 7,9 pasın birini ceza alanına sokarken, Fenerbahçe 11,2 pasla ancak girebiliyor içeri. Bu verimsiz ‘iki buçuğuncu bölge’ paslaşması da kimseye tat vermiyor.
iKi FARKLI TAKIM
Fenerbahçe’nin ilk devre öyküsünü siyahla beyaz kadar birbirinden ayrışan iki farklı perdede değerlendirmek gerek: Ağustos-Eylül döneminde oynadıkları 11 maçın tümünde gol yediler. Hatta sekizinde daha ilk yarıda kalelerinde gol gördüler. Volkan ve Kameni’nin formsuzluk yarışı yaptığı, Aykut Kocaman’ın ideal dizilişini ve oyuncularını bulamadığı bu dönemin ardından Avrupa’ya veda edildi, ligde de zirvenin 8 puan gerisinde 7’nci basamağa yerleşildi.
VOLKAN MEHMET TOPAL FAKTÖRÜ
Ekim’de işin savunma kısmı halledildi, Volkan toparlandı. Kasım’da Mehmet Topal da devreye girdi. Ligin sadece Kasım-Aralık dönemi maçları dikkate alındığında, o dönemin lideri Fenerbahçe... İlk yarı bittiğinde Fenerbahçe zirveyle arasındaki farkı 3’e indirdi; üstelik bunu kalesinde sadece 53 şuta izin vererek yaptı. Sanırım bunlar, Aykut Kocaman’ın en hoşlandığı istatistikler...
SIKINTI OFANS KISMINDA
- Ancak spor kamuoyunun ve biz ‘iyi oyun severler’in pek hoşlanmadığı bölüm, sıkıcı ofans kısmı:
Fenerbahçe topa Galatasaray ve Beşiktaş kadar (%56-57 aralığında) sahip oluyor. Onlar kadar (maç başına 418-428 arası) isabetli pas yapıyor. Ancak aynı oranda rakip kaleye gidemiyorlar: Toplam şut istatistiğinde lig sonuncusu Karabük’ün, Osmanlı’nın ve Konya’nın gerisindeler.
G.SARAY ilk yarıyı rakip ceza alanında en fazla topla buluşan, en fazla şut ve en çok gol atan takım olarak tamamlıyor. Terim’in de gelişiyle enerji zirvede. Ancak beklenmedik bir adam, Muslera düşüşte. Son iki sezonda kalesine gelen her 5 kafa şutunun 3’ü gol oluyor. Muslera’nın bu sezon kornerlerde sağından sadece 2, solundansa tam 13 kafa vurdurması durumu daha da ilginçleştiriyor. Bence Tudor’un Türkiye macerasının yürümemesinin iki temel sebebi var: Birincisi, diziliş istikrarı sağlayamaması. Yeni bir takımsanız, önce (üçlü ya da dörtlü her neyse) planda ısrar etmelisiniz. City’de Guardiola’nın da bu sene sonsuz denemelerinden vazgeçip her müsabakada 4-3-3’te ısrar etmesi gibi...
SAVUNMA SORUNU
Tudor’un ikinci büyük problemiyse, hava savunması sorununun halledilememesi. Galatasaray geçen sezon kalesinde gördüğü 17 kafa golüyle bu alanda lig lideriydi, bu devre 7 tane daha yiyerek liderliğini perçinledi! Muslera’nın geçen yıl kalesine gelen 30 kafa şutunun 17’sini, bu devre de 11’in 7’sini yemiş olması akıl almaz. Evet savunma yerleşimi de sorunlu, ama bir kaleci kalesine gelen her 5 kafa şutunun 3’ünü yiyorsa, orada bariz bir problem var demektir.
G.Saray’ın duran top problemini daha derinlikli analiz ettiğinizde enteresan bir bilgiyle karşılaşıyorsunuz: Muslera geçen sezon boyunca sağından gelen kornerlerin sadece 8’inde rakiplere kafa vurma şansı verirken, solundan gelenlerde tam 29 kez müsaade etmiş. OPTA’ya göre, bu sezon da tablo aynı: Sağından 2, solundan 13... Yani Fatih Terim, Galatasaray’ın duran top problemini doğru analiz etmek için, öncelikle sol ve sağ kornerleri iki farklı kategoride değerlendirmek zorunda.
Galatasaray’ın en istikrarlı ismi Muslera bu sezon bir türlü formunu bulamadı. Uruguaylı kaleci 19 maçta 25 gol yerken bunların büyük kısmı solundan gelen gollerdeydi. Tecrübeli file bekçisi sadece 5 maçı gol yemeden tamamlayabildi.
ÇOK FAUL YAPIYOR, AZ TOP KAZANIYORLAR
Galatasaray
2005-2010 döneminde İngiliz futbolu Şampiyonlar Ligi’ni domine edip, peş peşe ikişer-üçer yarı finalist çıkarınca efsanevi forvet Gary Lineker’e soruyorlar: “Sizce İngiltere Ligi’ne artık dünyanın en iyisi diyebilir miyiz?” Lineker’se o görüşte değil:
“Hayır, ben İspanya’nın bizden daha iyi bir turnuvaya sahip olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir ligin kalitesini 4 zirve takımı değil, orta sınıfı belirler. İspanyolların orta sınıfı, bizim orta sınıfımızdan çok daha iyi”
Şu sıralar İngiltere’de yayıncı kuruluşta yorumculuk yapan Lineker, Türkiye’de çalışıyor olsaydı; herhalde 2017-18 sezonu onu mest edebilirdi: İngiltere’de City 13, Almanya’da Bayern 11, İspanya’da Barcelona ve Fransa’da PSG, 9 puanlık dev farklarla yeni yıla girerken, Süper Lig’de tam 7 takımın 7 puanlık marja sıkıştığı kıran kırana bir rekabet var... Maç başına 2 puan ortalamanın üstüne sadece 2 takım çıkmış, 1 puanın altında yalnızca 3 takım kalmış.
Güçlü ve kalabalık bir ortadirek. Üstelik bu kadar rekabetçi bir lig, eğlence de üretmiş: UEFA ülkeler sıralaması top 10’unun ligleri içinde 3 gol ortalamayı geçen tek turnuva olmuş. Herkes herkesi yenebiliyor, hemen herkes hücumcu, golsüz maç sayısında da dip yapılmış. Ancak böyle bir ligin liderinin de turnuvanın karakterini yansıtacağını düşündüyseniz, yanılıyorsunuz! Bu derece eğlenceli bir ligin tepesinde son derece faydacı bir takım var zira.
PENALTILAR HARiÇ, DURAN TOP GOLÜNDE DE BAŞAKŞEHiR EN TEPEDE
- Başakşehir’in 2017’yi lider bitirmesi, 2016 liderliğine göre daha değerli. Daha geniş bir kadroları var, işler sıkıştığında çözüm bulabilecek zengin bir kulübeye sahipler. Geçen sezona göre daha iyi futbol oynuyorlar, çok yönlüler, artık onları tek bir plan takımı olarak tanımlayamayız.
Ama... Başakşehir’in her zaman koca bir ‘ama’sı var. Zirve ve Avrupa’ya gitme konusunda istikrar sağlasalar da, Emmanuel Adebayor, Clichy, Emre gibi yüksek maaşlı oyuncuları istihdam edebilseler de, hiçbir zaman City futbolu oynamayı hayal etmediler. Onların hayali, %42 topla oynayarak kupayı kazanan Leicester, ya da bir kontra atak takımıyla şampiyon olan Chelsea gibi.
‘VUR VE KOŞ’ FUTBOLU
Onun milli takımdaki son dönemi ne kadar başarısız olursa olsun, prim krizi veya Alaçatı baskını, ne kadar talihsiz olaya imza atarsa atsın; Fatih Hoca’nın Galatasaray kulübesinde öyle bir aurası var ki, dün bütün takıma da, bütün stada da geçmişti o hava. Ve sanırım Türkiye’de bir kulübün havasını bu kadar kısa sürede değiştirebilecek başka bir isim yok. Bu aura ona ait... Ona özgü...
Terim’in Göztepe karşısındaki 11 seçimindeyse olağanüstü bir sır yoktu, muhtemelen Tudor da başta olsa bu 11’le çıkacaktı. Ancak diziliş konusundaki tercih önemli: Tudor ısrarla takımını 3-4-2-1 ve 4-3-2-1’e zorlamış, özellikle Belhanda ve Feghouli birçok maçta alanlarını netleştirmekte zorlanmışlardı. Fatih Hoca, maça 4-1-4-1’le başladı, Belhanda-Ndiaye merkezde, Feghouli sağ açık... İkinci devrede klasik 4-2-3-1’e döndü, Belhanda on numara rolüne büründü. Numaralardan daha önemli olansa şu: Her oyuncu alışık olduğu bölgede oynadı. Gri alan yoktu, bölgeler netti. Bu da özellikle orta saha oyuncularını rahatlatmış gözüktü.
Tabii ki dünkü sonucu sadece Terim aurası ve herkesin alanlarının netleşmesi üstünden okumak yetersiz olur. Şu detayları da pas geçmemek gerek:
1) Göztepe hep oynamak isteyen, hep arayan, kovalayan takım. Topa sahip olduklarında 30 puanı topladılar. Ama topa rakipleri sahip olduğunda sıradanlaşıyorlar. Beşiktaş’a da, Galatasaray’a da kolay boyun eğmelerinin nedeni bu.
Çünkü iki hoca da başlangıç 11’leri itibariyle rakip kaleye gitme hayali kurmamışlar, sadece kendi kalelerini koruma stratejisiyle çıkmışlar maça. 45 dakikanın neredeyse tamamı ikinci bölgede oynandı, elbette Özdilek’in şikayet etmeyeceği bir durum bu. Ancak Aykut Kocaman, birçok maçta olduğu gibi bu müsabakada da ilk 45’i garip bir biçimde çöpe attı; planlarını tamamen ikinci 45’te golü atmak üstüne kurmuş belli ki.
İKİSİ DE 4-6-0’DI
Süper Lig’de daha önce birçok takımın santrforsuz 4-6-0 düzeniyle oynadığını gördük. Ama iki takımın birden maça 4-6-0’la başladığı bir gün daha önce yaşamış mıydık, şüpheliyim. Dün devre arasında Kocaman’ın bu formasyondan vazgeçeceği zaten herkesin beklentisiydi, ancak bunu yaparken neden tam 6 oyuncunun pozisyonunu değiştirdi onu anlamak güç. 59’da yenen golün nedeni de bence bu şaşkınlıktı. Dün Aykut Kocaman’ın 40 dakika stoperde görev verdiği Isla, sağ bek, ön libero, sol bek, sağ açık ya da sol açık oynayabilen çok yönlü bir oyuncu. Ama savunmanın göbeğinde en son 2009’da Şili Milli Takımı’yla Güney Afrika deplasmanında forma giymiş. Üstelik o da üçlü savunmadaki sağ stoper rolü! 46’da Oğuz’u çıkarıp Soldado’yu sokmanız doğal. Ama bunu yalnızca Giuliano’yu orta ikiliye kaydırıp, herkesin doğal pozisyonunu koruduğu biçimde de yapmanız mümkündü.
KOCAMAN GEÇ KALDI
Aykut Kocaman, daha önce benzer şekilde ilk yarılarını çöpe attığı Karabük ve Bursa maçlarını ikinci devrede bir sihir anıyla kotarmayı başarmıştı ama Konya’da oyuncu değişikliklerinde çok geç kalınca çevirme şansı olmadı bu kez. Kupadaki Adana Demirspor maçında son derece istekli gözüken Fernandao’nun 85’e kadar kulübede oturması bence bir başka büyük hata. Brezilyalı santrafor Adana’da öyle istekli, öyle açtı ki, fiziksel seviyesi yüksek böyle bir maçta tabelada kendi numarasının yazacağı anı beklerken kulübede tırnaklarını kemirmiştir eminim.
MAÇIN ADAMI: ÖMER ALİ
SAĞ bek, sağ açık, sol bek, sol açık derken dün bu kez de sahte dokuz rolünde en uçta buldu kendini. Takımının bu maçtan bir puanla çıkmasında attığı akıllı golle başrol oynadı.
İkinci sene, “Sıçra” der... “Ne kadar?” diye sorarlar.
Üçüncü sene sıçramalarını istediğinizde, “Hocam, iki yıldır sıçrıyoruz ya!” diye yanıtlarlar!
Hikâye, İngiliz menajer Gary Megson’a ait. West Brom’un Tony Pulis’le yollarını ayırmasının doğal olduğu, çünkü oyuncularla hoca arasındaki ilişkinin bir süre sonra yıprandığı iddiasını, bu örnekle açıklıyor Megson.
Megson’ın İngiltere koşullarında 3 yıl olarak tanımladığı bu ‘yıpranma süresi’, şüphesiz ki Türkiye’de daha kısa. Başkanlar niteliksiz, gidişatı analiz etme konusunda olağanüstü yetersizler. Tudor için zaten bu süre çok daha kısaydı çünkü Terim boştaydı. Bu ülkede Terim boştaysa, Galatasaray ve milli takım antrenörü olmak zordur. Aynen Ancelotti boştayken, Terim’in Milan’da huzurlu çalışamadığı gibi.
ÇELİK VE İPEK
Tabii ki Tudor’un Galatasaray’da fazla kalamamasında ‘kriz yönetimi’ konusundaki başarısızlığı da rol oynadı.
Önceki hafta C.Palace’ın Bournemouth’a puan kaybettiği gergin maçın bitiş düdüğü sonrası menajer Roy Hodgson, tünele doğru yöneldiğinde tribünden bir sataşmayla karşılaştı. Tecrübeli menajer orada durdu, genç taraftarla aralarında uzunca bir diyalog geçti ve devam etti yoluna. Basın toplantısında kendisine bu soru yöneltildi elbette:
-
Dün akşam Kadıköy’de gayet iyi mücadele ettiler, çabalarına-isteklerine diyecek yok. Ama kaliteleri, değil şampiyonluk yarışçısı Fenerbahçe’ye, ligde başka herhangi bir takıma puan kaybettirebilecek düzeyde değil şu anda.
Belli ki Karabükspor’un bu durumu, Fenerbahçeli futbolcuları da rahatlatmıştı. Dün Kadıköy’de ilk yarıda maça giremediler adeta. 45 dakika bir kör dövüşü yaşandı; tam 18 faul, uzun vurulan manasız toplar, üst üste üç pas yapılamayan bir ilk yarı... Alper Ulusoy ilk yarıyı 48 değil 148 dakika oynatsa gol olmayacak, hatta belki pozisyon bile yaşanmayacak garip bir oyun vardı sahada.
Maçın ikinci yarısı başlarken oyuna giren Valbuena’yı ben Mayıs sonunda Aykut Kocaman’ın ağzından dinleme şansı bulmuştum… “Valbuena’yı kadromda görmek istiyorum, çünkü onda benim çok sevdiğim bir şey var” demişti Aykut Hoca. “Hiç vazgeçmiyor. Yenilgiyi kabullenmiyor. Maç ayırmıyor. Onun bu özelliklerini Fenerbahçe’de de yansıtmasını umuyorum”
Yansıttı da... 46’da oyuna girdi, süper bir gol attı, Mehmet’e de attırdı ama esas katkısı takımın üstündeki ölü toprağını silkelemesiydi. Valbuena işini çok seviyor, mesleğine çok saygı duyuyor. Onu da özel kılan şey bu zaten.
Dün Fenerbahçe kazanırken sanırım sahayı canı sıkkın terk eden tek adam, ıslıklanan Mehmet’ti... Ben hiçbir zaman ıslıklı protestonun karşısında olmadım; küfür yoksa, hakaret yoksa, yabancı cisim vs. yoksa taraftar ıslıkla, beyaz mendille elbette gösterebilir tepkisini. Ancak dün tribündeki Fenerbahçeliler şunu unutmamalı: Mehmet, silah zoruyla oynamıyor bu takımda! Onu Souza’yla beraber orta ikilide tercih eden kişi, Aykut Kocaman... Forma verilen Mehmet de sahada elinden geleni yapıyor, bazı zamanlar onun elinden gelenler taraftarı memnun etmiyor. Ama Mehmet çalışıyor, çabalıyor, eksik koşmuyor, bu kesin...
Dün Beşiktaş’ın 10 kişilik kulübesine sakat stoperi Atınç’ı eklediğinizde elde ettiğiniz 11 bu. Sizce bu 11 ligde kaçıncı olurdu? İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci? Daha aşağısı olmayacağı kesin. Sanırım şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, ligin en iyi kulübesine sahip takımı Beşiktaş…
Tabii Beşiktaş’ın kadrosunun genişlemesinde ve böyle efektif bir kulübeye kavuşmasında Türkiye Kupası ve Leipzig maçlarının önemli rolü olduğunun altını çizmek gerek. Güneş her ne kadar aylarca kadro genişliğinden faydalanmamakta ısrar ettiyse, 11 oyuncuyla sezonu bitirmeye çalıştıysa da Manisa ve Leipzig maçlarında kendilerini gösteren isimler onu zorladılar rotasyona. Ve sonuç harika: Sahada Medel ve Negredo artık as gibiler. Talisca, Quaresma, Babel çok daha özenli oynuyorlar çünkü kulübede artık çok güçlü rakipleri olduğunu biliyorlar. Ligin iyi takımlarından Osmanlı’nın Vodafone Park’ta bu kadar çaresiz kalmasında bu kadro genişliğinin rolü çok büyük.
Doğrusu akşam 18:30 sularında ilk 11’de Medel’le Atiba’yı bir arada görünce birçok Beşiktaşlı homurdandı ama Medel öyle bir oyun oynadı ki, maçın sonunda hiç kimse Tolgay’la Oğuzhan’ın kulübede oturduklarını hatırlamıyordu bile. Şilili ön libero, hemen hemen her topa ayağını soktu, çok kritik hücumları kesti, Serdar-Musa-Lawal’e sarı kart göstertti ve yüksek yüzdeli tek paslarıyla takımını inanılmaz rahatlattı. Beşiktaş’ın Şubat’taki Bayern maçları döneminde eğer Medel bu form durumunu sürdürürse, tecrübeye çok fazla ihtiyaç duyulacak o 180 dakikada başrol oynayabilir bence.
Tabii Beşiktaş’ın 2 ay sonra oynayacağı kritik Şampiyonlar Ligi maçı öncesi halletmesi gereken bir-iki ufak mesele var hâlâ:
1)