Paylaş
İkinci sene, “Sıçra” der... “Ne kadar?” diye sorarlar.
Üçüncü sene sıçramalarını istediğinizde, “Hocam, iki yıldır sıçrıyoruz ya!” diye yanıtlarlar!
Hikâye, İngiliz menajer Gary Megson’a ait. West Brom’un Tony Pulis’le yollarını ayırmasının doğal olduğu, çünkü oyuncularla hoca arasındaki ilişkinin bir süre sonra yıprandığı iddiasını, bu örnekle açıklıyor Megson.
Megson’ın İngiltere koşullarında 3 yıl olarak tanımladığı bu ‘yıpranma süresi’, şüphesiz ki Türkiye’de daha kısa. Başkanlar niteliksiz, gidişatı analiz etme konusunda olağanüstü yetersizler. Tudor için zaten bu süre çok daha kısaydı çünkü Terim boştaydı. Bu ülkede Terim boştaysa, Galatasaray ve milli takım antrenörü olmak zordur. Aynen Ancelotti boştayken, Terim’in Milan’da huzurlu çalışamadığı gibi.
ÇELİK VE İPEK
Tabii ki Tudor’un Galatasaray’da fazla kalamamasında ‘kriz yönetimi’ konusundaki başarısızlığı da rol oynadı.
Önceki hafta C.Palace’ın Bournemouth’a puan kaybettiği gergin maçın bitiş düdüğü sonrası menajer Roy Hodgson, tünele doğru yöneldiğinde tribünden bir sataşmayla karşılaştı. Tecrübeli menajer orada durdu, genç taraftarla aralarında uzunca bir diyalog geçti ve devam etti yoluna. Basın toplantısında kendisine bu soru yöneltildi elbette:
- Bir taraftar saldırısıyla karşılaştınız, geçmiş olsun.
- Hayır, asla saldırı değildi. Bir taraftar bana, “Son dakikadaki penaltıyı Benteke’ye attırmamalıydın” dedi.
- Peki, siz ne dediniz?
- Kesinlikle haklıydı. Zaten penaltıcımız Milivojevic’ti. Ben de bu kararın bana değil Benteke’ye ait olduğunu ilettim.
Hodgson, 70 yaşında. Inter, Liverpool ve İngiltere’nin de içinde olduğu onlarca işte çalıştı. Evinde 9 şampiyonluk madalyası var. Ve tribünden kendisine yönelen bir sataşmayı böyle yumuşatabiliyor göğsünde... Çünkü antrenörlük, çelik gibi bir iradenin yanında ipek gibi bir karakter gerektirir. Antrenörlüğün henüz ilkbaharındaki sayılabilecek 39 yaşındaki Tudor’sa, son 2 ayı taraftarla, kamuoyuyla, muhabirlerle didişerek geçirdi. Sayın Tudor, kavgada yumruk sayılmaz. Galip gelmek için çıkmanız gereken tek yer futbol sahasıydı, basın toplantısı odaları değil.
GOLLERİ ALANLAR DEĞİL ADAMLAR ATIYOR
Tudor’un başarısız olduğu ya da en azından yeterince gelişemediği bir başka alan da, teknik departman oldu.
1- Duran toplara çare bulunamadı. 10 yeni oyunculu bir takımla, duran topta alan (ya da karma alan/adam) savunması yapmak zor. Boutaib vururken Gomis ve Maicon’un alanlarını sezemediklerini gözlemliyoruz. Bu sahneyi G.Saray öyle çok yaşadı ki! Yeni bir takımsanız, önce temel meseleleri en basit metotlarla halletmelisiniz. Golleri alanlar değil, adamlar atıyor. Üstelik o alanlar, yerde beyaz çizgilerle çizili değil. Hayali alanlar...
2- Bir başka alan paylaşımı kargaşasını da diziliş istikrarsızlığı nedeniyle yaşadı G.Saray. Yeni bir takımın hem üçlü, hem de dörtlü savunmayı başarıyla uygulaması çok zor. Bu işleri çok seven Guardiola’nın bile Eylül’den beri her maça 4-3-3’le çıktığını, yeni takımını iki formasyonu oynamaya zorlamadığını görüyoruz. Çünkü yeni bir takımsanız, alanlar daha net olmalı. Gri bölgeler azalmalı. Hele de 25 kişilik kadronuzda 11 Türk, 6 Afrika, 4 de G. Amerika asıllı varsa, her dizilişi Alman disiplininde oynamalarını bekleyemezsiniz.
3- Pres yapan hemen her takım, Galatasaray’dan puan aldı bu sene. Karabük bile önde baskıyla Galatasaray’ı zor durumlara düşürdü. Eğer bu krizi aşamıyorsanız, daha fazla geri pas ve daha fazla uzun top konusunda hazırlıklı olmalısınız.
Hafta sonu Tottenham, City’ye önde muazzam bir baskı uyguladı. Maç başına normalde 3,7 uzun pas atan City kalecisi Ederson, tam 19 kez uzun oynamış Tottenham önünde. Ve sonuç inanılmaz: 19 pasın 15’i isabetli. Çünkü çalışılmış, çünkü o toplar kaleciye panikle değil bir tık erken veriliyor, çünkü öndeki oyuncular pas almak için hareket ediyorlar.
Galatasaray’ın iyi bir kadrosu var. Terim dahil herhangi bir deneyimli hoca, 2-3 nokta atışı takviye, istikrarlı bir diziliş ve anlayışla pekâlâ başarılı olabilir. Tudor da maceracı ve heyecanlı bir stil yerine adanmışlık ve istikrarı seçseydi, onun da başarısız olmak için hiçbir nedeni yoktu doğrusu.
Paylaş