Kale atışının ceza alanı dışına çıkma mecburiyeti bu yaz itibariyle tarihe karışıyor. ‘Kaleci artık 11’inci oyuncu abi’ söylemleri artık istatistiki olarak da gerçeğe dönüşmüş durumda.
GEÇTİĞİMİZ günlerde Guardian’da yayınlanan bir araştırma, 2019’un futbolda nasıl bir yıl olduğuna dair çok iyi bir ipucu veriyordu doğrusu: 2017-18’de Premier Lig’de aut atışlarında isabetsiz pas oranı yüzde 50’nin üstünde olan takım sayısı 10’muş. 2018-19’daysa bu sayı sadece 1... Bu sezon futbolda yaşanan sert değişimin çarpıcı bir göstergesi bu. Evet Liverpool’lu Alisson ve City’li Ederson’un zaten alametifarikaları bu. İki fantastik Brezilyalı kalecinin oyunu pasla başlatmaları ve hatta gerideki trafiği yönetmeleri doğal. Ancak esas sevindirici gelişme, Burnley’nin, Bournemouth’un ya da Brighton’ın da aut atışı isabet yüzdesinin radikal biçimde artması. Geçen sezon ‘uzun vur, yüksek topu indir’ oyunuyla Avrupa Ligi bileti alan Burnley’nin file bekçisi Heaton’ın bile bu yıl kale atışı isabet oranı yüzde 57’ye çıkmış.
Manchester United’ın efsane 1999 kadrosunun yapıtaşlarından Schmeichel’ın istatistikleri de çarpıcı değişimin kanıtı gibi. Danimarkalı, o yıl Premier Lig’de tam 99 kurtarış yapmış. City’li Ederson’un bu yılki kurtarış sayısıysa sadece 54. Ancak Opta’dan Duncan Alexander’ın sağladığı verilere göre o sezon Schmeichel %48 pas isabetiyle oynarken, Ederson bu yıl %71’le buluyor takım arkadaşlarını. “Kaleci artık 11’inci oyuncu abi” söyleminin ete kemiğe büründüğü sezon, bu sezon. Kural kitabındaki ‘kale atışının ceza alanı dışına çıkma mecburiyeti’ garabetinin de bu yaz itibariyle tarihe karışıyor olması tesadüf değil. Oyundaki radikal dönüşüm, kural kitabını bile değişmeye zorladı bu sene.
PRAGMATiZM ÖLÜYOR MU?
BU sezon pragmatik hocaların nispeten gölgede kalmalarının da tesadüfi olmadığını düşünüyorum ben. Şampiyonlar Ligi maç başına şut istatistiğinde 32 takım içinde ancak 26’ncı sırada olan, Galatasaray’ın, Shakhtar’ın, Young Boys’un hatta Lokomotiv’in bile gerisinde kalan Atletico Madrid’in bu kez çeyrek final görememesi mesela. Yine Şampiyonlar Ligi’nde maç başına uzun pas ortalamasında ilk 3’te Napoli, Real Madrid ve Bayern Münih’in olması; bu tabloda yarı finalistler Ajax’ın 29, Tottenham’ın 24, Barcelona’nın 23’üncü sırada kalmaları...
Bize bir şeyler anlatıyor olmalı.
Hatta Süper Lig’de bu yılın flaş çıkışını yapan iki hocanın da pragmatik değil, proaktif yöntemleri benimsemeleri. Hem Sergen Yalçın’ın, hem de Okan Buruk’un takımlarının topa sahip olma, oyunu yönetme ve yediğinden fazlasını atma amacıyla maçlara çıkmaları büyük mutluluk kaynağı.
Son dönemde çokça kupa kazanan o pragmatik anlayış, ‘sonuç için her yol mübah’ bayağılığı ölüyor mu bilmiyorum. Ama en azından bu sezon ciddi kan kaybettiği ortada.
ASLINDA Sergen Yalçın’ın hakkını uzun zamandır teslim etmek istiyordum, yani Alanya’nın dün oynadığı mükemmel futboldan ve sonuçtan bağımsız bir övgü bu. Yalçın, belki ününü sezon ortası aldığı takımları kümede tutarak elde etti ama yöntemi, diğer “cankurtaran” tipi teknik adamlardan çok farklı.
Biz orta sınıf takım hocalarının merkezi sertleştirme yöntemine alışığız mesela. Kışın göreve gelirler, orta sahaya sonsuz ön libero dizerler. Birinci dakikadan itibaren hunharca dövüşürler. Hem Süper Lig’de bir milyon faulün karşılığında ancak bir sarı kart çıktığı için, hem de yeni hoca gelince koşmaya başlayan ihanetçi futbolcuların yarattığı farkla kısa vadede bir çıkış yakalarlar. Ancak uzun vadede kalıcı olmaz bu.
Sergen Yalçın’ın yöntemiyse ezber bozan cinsten. Gittiği takımlarda orta sahayı sertleştirmek bir yana, yetenek dozajını artırıyor merkezde. Alanya birkaç yıldır orta sahada Taha-Sackey-Ceyhun-Maniatis tipinde savaşçı oyuncuların üçüne birden görev verirken, Sergen Yalçın dün bu tipte tek futbolcuyla çıktı sahaya. Orta sahada tek savaşçı Sackey idi, Ozan ve Villafanez yaratıcı kontenjandan oynadılar. Ayrıca Sergen Hoca bu “sekiz numara” havuzu için de hazıra konmadı, dün Villafanez’i, daha önce de Djalma ve Fernandes’i zorladı o şekilde oynamaya.
Cankurtaran tipli hocaların çok sevdiği bir başka yöntem de, stoper tipli beklerdir. O bekler güvenilirdir, alan sadakatleri yüksektir, asla eksik bırakmazlar seni. Oysa Sergen Yalçın’ın Fenerbahçe’yi yıkan iki adamı, bekler Baiano ve N’Sakala idi. Yine Süper Lig’in kanseri olarak nitelendirebileceğimiz bu gezgin hocalar, “stratejik faul”e bayılırlar. Rüyalarında sürekli küçük faullerle atak keserler! Dün Alanya ilk yarıyı yalnızca 2, yetmiş dakikayı da 3 faulle geçti. Fenerbahçe’ninse 11 faulü vardı o sırada.
Dün gündüz Okan Buruk, akşam da Sergen Yalçın, kendilerinden bir önceki jenerasyonun devleri sayılabilecek Abdullah Avcı ve Ersun Yanal’ı taktiksel olarak mat ettiler. Gelecek için çok umut verici bu.
YAKIN TARİHİN EN KÖTÜ FENERBAHÇE’Sİ
Fenerbahçe bu sezon 16 transfer yaptı, dün sadece üçü ilk 11’de başladı: Harun, Serdar ve Tolgay... 30 yıldır Süper Lig’i yakından izliyorum, sanırım benim seyrettiğim en kötü Fenerbahçe kadrosu bu. Giuliano, Souza ve Fernandao’dan gelen 26 milyon Euro çok kötü kullanıldı ve ortaya böyle sıradan bir Fenerbahçe takımı çıktı doğrusu.
Fenerbahçe’nin mevcut oyuncu kadrosunu üç gruba ayırabilirim: Vasatlar, kötüler ve çok kötüler... Andre Ayew’in Nisan 2018’deki Swansea performansından sonra Nisan 2019’da Türkiye’nin bir büyük takımında santrfor rolünde oynuyor olması, dünyadaki tüm genç futbolculara umut olacak cinsten! Gençler umutsuzluğa kapılmayın, iyi bir menajer ve kötü bir sportif direktör sayesinde siz de hayal bile edemeyeceğiniz bir kariyer yapabilirsiniz.
DÜN Trabzon’da oynanan maçı doğru okumak için önce iki ekibin Malatya’daki kapışmasını hatırlamak gerek. O maça Trabzonspor kalede Onur, savunma göbeğinde Toure, sol açıkta Olcay’lı çok daha farklı bir kadroyla çıkmış, 5-0’lık mağlubiyet sonrası kent sarsılmıştı. Trabzon’un ortak aklı, bu acı verici mağlubiyete rağmen teknik kadronun arkasında durdu. Gelecek planlarını Onur, Burak, Mustafa ve Zeki’siz yapma kararı aldı. Kaleyi Uğurcan’a, savunma göbeğini Hüseyin’e, hücumu Rodallega-Ekuban’a teslim etti. Abdülkadir Parmak, Murat Cem gibi altyapı ürünlerinin önünü açan gün de oydu aslında. Aradan 6 ay geçti. Sanki bambaşka bir sezon oynuyor artık Trabzonspor. Yıldızsız, paylaşımcı ve coşkulu. Hele bir de Nijeryalı sanatçı devreye girerse, bu paylaşımcı oyun daha da anlam kazanıyor. Dün Nwakaeme oynadı-oynattı, attı-attırdı, adeta tek kişilik bir şov vardı sahada.
BOUTAIB EKSİK OLUNCA
Malatyaspor’un da 6 ay önce 5-0 kazanan takımdan çok farklı olduğunu unutmamak gerek. Devre arasında kaybedilen Boutaib, takımın sadece santrforu değil oyun tanımıydı. Onun indirdiği ve sakladığı toplar, Aleksic ve Guilherme’yi de yıldızlaştırmış, Malatya devreyi zirve yarışı içinde bitirmişti. Ama devrede Boutaib ve Sadık’ın kaybı sonrası Malatya da ritmini kaybetti doğrusu. Oyun, saman alevi gibi. Orta saha, bir Erol Bulut takımına yakışmayacak kadar geçirgen. Guilherme’nin dakikaları azalmış. Hücum yöntemi olarak da sadece kenar ortaları benimsenmiş. Malatya’nın konsantrasyonu belli ki Türkiye Kupası olacak bu sezon.
Maçın adamı: Nwakaeme.
Watford-Arsenal maçında Deeney, Toreira’yı dirseğiyle ittiği için kırmızı kart gördü. Arada yaklaşık 20 santimlik boy farkı olmasa o kol muhtemelen yüze isabet etmeyecekti.
GEÇTİĞİMİZ pazartesi akşamı Vicarage Road’da oynanan Watford-Arsenal maçında Deeney’nin Toreira’yı dirseğiyle iterek gördüğü kırmızı kart kafa karıştırıcıydı gerçekten. Pozisyonun “şiddetli hareket” olarak değerlendirilmesinin sebebi, dirseğin yüze gelmesiydi. Ama iki oyuncu arasında yaklaşık 20 santimlik boy farkı olmasa o kol muhtemelen yüze isabet etmeyecekti! Vicarage Road’da 11’inci dakikaydı. 1,67’lik Arsenalli Lucas Toreira her zamanki gibi topu çalmış kaçıyordu ki yanından yetişen 1,84’lük Troy Deeney dirseği vurdu Uruguaylıya. Faul kesin. Ancak bir faulün kırmızı kartla birleşmesi için şu üç koşuldan biri gerekli:
1-) Ciddi faullü hareket.
2-) Şiddetli hareket (yumruk, dirsek gibi yaralayıcı).
3-) Bariz gol şansını engelleme.
Şu koşullarda ise faul eyleminin sarı kartla cezalandırılması yeterli oluyor:
1-) Sportmenlik dışı hareket.
2-) Israrlı ve seri fauller. Zaten kafa karıştırıcı olan nokta da burası.
Uilenberg, Eljif Elmas’ın golünde VAR incelemesi yapılmamasını doğru buldu. Fransız Rainville ise Juventuslu Ronaldo’nun golünde hakemi monitöre davet etti.
Uilenberg, Eljif Elmas’ın golü öncesi “net ve bariz bir hata hükmü olmaz, o yüzden VAR incelemesi yapılmaması doğru” görüşünde. Ama Fransız Rainville, Juventus-Ajax maçındaki Ronaldo golünde hakemi monitöre davet ederek tam tersi bir uygulama yaptı. Sahi hangisi doğru? Uilenberg mi haklı, Rainville mi?
Mevcut protokol, şu anda VAR masasına, sadece iki durumda orta hakemi uyarmasını salık veriyor:
1- CiDDi bir pozisyon gözden kaçarsa (missed serious incident): Yani maçın hakeminin tamamen gözden kaçırdığı bir pozisyon olursa. Mesela bir duran topta savunma oyuncusu hücumcuya yumruk atıyor ya da tükürüyor. Pozisyon hakemin arkasında cereyan ediyor, olayı görmüyor. VAR masası burada devreye girmeli.
2- Net ve bariz bir hata görürlerse (clear and obvious mistake): Yani maçın hakemi bir pozisyonu gördü ve değerlendirdiği halde bariz bir şekilde yanlış karar verdiyse... Bariz gol şansı olan bir pozisyonu sarı kart olarak değerlendirdiyse... Şiddetli hareketi kaçırdıysa... Ceza alanı içinde olan bir faulü dışarıda gördüyse vb.
SON 3 gün içinde iki ayrı maçta iki ayrı uygulama gördük hep birlikte. Derbinin VAR’ı Bülent Yıldırım, eljif golü öncesi faulü “net ve bariz bir hata” olarak değerlendirmedi. Önce Ali palabıyık’a “ne gördün” diye sordu. Palabıyık pozisyonu gördüğünü ve faul olarak yorumlamadığını söyledi. Bülent Yıldırım burada “Hasan-Diagne pozisyonu” gibi bariz ve net bir hata olduğuna hükmetmedi. palabıyık’ı monitöre çağırmadı. Uilenberg’e göre de doğru
yaptı. Hatta Uilenberg bu pozisyonla ilgili, “Türk kamuoyu her pozisyonda monitöre gidilmeyeceğini öğrenecek” demiş!
ARADAN 48 saat geçti. Juventus-Ajax maçında Ronaldo golü öncesi bir itişme yaşandı. Fransız VAR Rainville, hakem Turpin’ı monitöre davet etti. Turpin pozisyonu izledi, faul olmadığını gördü ve golü verdi. UEFA’dan aldığım bilgilere göre Roberto Rosetti bu pozisyonu izlediğinde delirmiş. VAR’ın “net ve bariz bir hata hissi olmadığı halde” hakemi monitöre davet etmesini skandal olarak değerlendirmiş.
Fenerbahçe, bu sezonki kadro kalitesiyle Galatasaray’ın çok altında. Sarı lacivertliler 47 dakika 10 kişi kalsa da mücadelesiyle 1 puanı kurtardı.
G.Saray, bu maçı oynamaya önceki hafta Malatya önünde başladı aslında. Ligin devre arasında 10 milyon euroluk bir santrfor aldılar ve onu kullanabilecek taktiği geliştirmekte uzunca bir süre güçlük çektiler. Ocak’tan itibaren yerden paslarla rakip ceza alanına doğru mesafe kat eden, örerek hücum eden bir görüntü içindeydiler. Ankaragücü’nü, Antalya’yı, Trabzon’u da bu tarz yerden pas serisi içeren gollerle geçmişlerdi. Ama bir terslik vardı, o da 1,93’lük diagne, bu oyuna giremiyordu. Malatya maçıyla beraber G.Saray anlayış değiştirdi, oyunu daha fazla taç çizgilerine genişleten ve sıkça kenar ortası yapan bir takıma dönüştü. Malatya’yı böyle geçtiler. F.Bahçe’ye karşı da ana planları buydu. İlk devrede bir Mariano ortasıyla gole yaklaştılar, sayıyı ikinci devrede bir Feghouli ortasıyla buldular. Ancak geçen haftaki Malatya maçına göre daha verimsiz bir ilk yarı oynamalarının sebebi, bence emre akbaba’nın kulübede oturtulmasıydı. emre, geçen hafta ceza alanına bolca ikinci santrfor koşusu yapmış, diagne’yi de oyuna katmıştı. Belhanda bunları yapmadı ve 45 dakika kaybettirdi takımına. F.Bahçe’ninse oyuncu kalitesi kısıtlı. Türk spor medyası, transfermarkt verilerine gereğinden fazla anlam yüklüyor; sürekli F.Bahçe’nin 90 milyon Euro değerinde kaliteli bir kadrosu olduğunu yazıyorlar. Hayır, bu doğru değil. O 90 milyonun 10’u Slimani, 9’u Ayew! O rakamın içinde Benzia’sı var, Tolgay’yı var, bir sürü yanıltıcı oyuncu var. F.Bahçe’nin bu yıl kadro kalitesi G.Saray’ın çok çok altında bence. O yüzden de fiziksel savaş için çıkmışlar sahaya. Zajc’ın yerine eljif tercihi de bu savaşı yapmaya çok uygundu. Amaç G.Saray çıkarken bir iki top kazanıp fırsat yakalamak, yani pragmatik oynamaktı. Bunu başardılar. Şu kadro kalitesiyle, üstelik 47 dakikayı da 10 kişi oynadıklarını düşünürsek, beraberlik sarı lacivertliler için iyi sonuç. F.Bahçe bu yıl ligde tam 19’uncu kez 1-0 geriye düştü. Beşinci kez de bir maçta ilk kırmızı kartı gördü. Geriden gelmek, eksik kalıp savaşmak, kan-ter-gözyaşı, bu sezonun özeti gibi Fenerbahçe için...
Maçın şanssızı
Hasan Ali, zaten son idmanı tamamlayamamıştı, yani ilk 11’de çıkması bir tür fedakarlıktı. Üstelik diagne’yle koşuya başladıkları anda rakibinin ofsayt olduğunu düşünüyordu ama savunma hattını kaybeden arkadaşı Serdar’ın yaktığını bilmiyordu onu. Dün çok şanssızdı Hasan...
Maçın hamlesi
Hasan Ali kırmızı kartı gördükten sonra ersun Yanal, pekala önden bir oyuncu çıkararak ismail’i sokabilir, savunmada risk almayabilirdi. Ama o Moses’ı sağ, dirar’ı sol beke çekerek cesur bir hamle yaptı ve 1-0’dan geriye dönebilmelerinin de fitilini ateşlemiş oldu bilmeden.
Bir Serdar Aziz hikayesi
Serdar aralık’ta bir hata yaptı. Ama pişman oldu ve kalmak istedi. Terim onu göndermeyi tercih etti. Kalsaydı, Galatasaray’ın üçüncü stoperi olacak ve bu maça sarı-kırmızılılarla 11’de çıkacaktı. Fenerbahçe’ye gitti, yine üçüncü stoper rolünü aldı ve dün sarı-lacivertlilerin 11’indeydi. Enteresan bir hikaye gerçekten.
Bir Samet Aybaba klasiğidir aslında bu. Bir manga askerle savaşır adeta Aybaba takımları... Bursa’da Samet Hoca gitmiş, Mamet Hoca gelmiş! Değişen pek bir şey yok. Hâlâ çok koşuyorlar, çok savaşıyorlar. Ama hâlâ yaratıcılıktan çok uzaklar. Mesut Bakkal’ın gelişinin -en azından şimdilik- pek bir şey değiştirmediğini söyleyebiliriz.
YETENEK FARKI
Trabzonspor’sa Bursaspor’un net bir antitezi gibi. Onlar çok fazla savaşmayı, göğüs göğse çarpışmayı sevmiyorlar. Ünal Hoca sahaya maksimum kaliteliyle çıkıyor, rakipleri de aynı mentalitede ise harika maçlar çıkıyor ortaya. Geçen haftaki Antalya maçı gibi. Ancak rakip kemik kemiğe çarpışıyorsa işleri zorlaşıyor. Bursa’da olduğu gibi. Dün eğer bir yetenekli adam sahneye çıkıp sihir yapmasa, maç üç gün üç gece golsüz sürebilirdi.
İkinci bölgede çarpışma dışında çok fazla bir şey yoktu doğrusu sahada. Ama bir yetenekli çıktı işte sahneye; sihrini yaptı ve oyunu bozdu. Zaten kaliteli oyuncular da bunun için varlar, dün Abdülkadir’in yaptığı gibi akışa itiraz etmeleri ve ekstrayı yaratmaları için. Abdülkadir Ömür de kendinden bekleneni yaptı dün.
Milli havuz genişliyor
Dün toplam 11 yerli çıktı sahaya. Uğurcan bildiğiniz gibi. Abdülkadir Parmak kaybolan yıllarının acısını çıkarır gibi istekli. Abdülkadir Ömür kader değiştirici olabileceğini bir kez daha ispat etti. Okan penaltı kurtardı, zaten onun değil Muhammet’in milli takıma gitmesi de garipti. Ertuğrul olgunlaşıyor. Şenol Güneş seneye sıkça Bursa’ya ve Trabzon’a gidecek bence.
Maçın adamı: Abdülkadir Ömür
F.Bahçe’nin en büyük üstünlüğü futbolcuların hiçbirinin G.Saray’a Kadıköy’de kaybetmemesi. Bu genetik kodun en büyük sembolü de Volkan Demirel. Takımın Malatya maçından itibaren Diagne’nin tarzına uyması da G.Saray için bir üstünlük.
FENERBAHÇE:
ÜSTÜNLÜKLER
STADYUMLARIN da ruhu oluyor bazen. Real Madrid 19 yıl Riazor’da maç kazanamadı mesela. Olympiacos, 21 yıl Toumba’dan çıkamadı. Sarı lacivertlilerin bu maçtaki en büyük üstünlüğü şüphesiz ki genetik kod. Sahaya çıkacak hiçbir oyuncu Kadıköy’de Galatasaray’a ve Beşiktaş’a karşı lig maçı kaybetmedi. Özellikle Volkan Demirel’in Kadıköy’de derbi karnesi, tarihte hiçbir Türk oyuncuya nasip olmamış türden.
ZAYIFLIKLAR
SÜPER Lig’de bu sezon tam 18 maçta 1-0 geriye düştüler. Bu alanda Akhisar’la birlikte en kötü istatistiğe sahip takım konumundalar. Neredeyse bütün bir sezonu geriden gelmeye çalışarak geçirdiler ve aşırı efor harcadılar. Derbilerde reaksiyon vererek 1’er puanı kurtardılar ama toplamda 1-0 geriye düştükleri 18 maçın sadece 3’ünü kazanabildiler. Galatasaray ise bu yıl 1-0 galip başladığı 19 maçta 16 galibiyet ve 3 beraberlik almış.
TEHDiTLER
SEZONLUK bir maceranın ardından Skrtel, Anfield’ı terk ettiğinde Liverpool forumlarında onun için çok iyi şeyler yazılmamıştı. Slovak futbolcunun savaşçı ifadesinin ve her sezon attığı 2-3 kafa golünün hocalarını, rakibine sırtını yaslayarak aldığı faullerin de hakemleri kandırdığı söyleniyordu. Doğrusu ben de son dönemde Skrtel’in ‘tasarruf modu’nda oynadığını hissediyorum artık. Aktif alanda hep Serdar Aziz veya Sadık Çiftpınar var.