BUNDAN sekiz yıl önce ilk kez ‘Güneş Üniversitesi’ tabirini kullandığımda Şenol Hoca, Burak, Ceyhun, Engin gibi oyuncuları geliştirmekle meşgulmüş. Aradan geçen 8 yılda Güneş Üniversitesi, iki kafile mezun verdi. Yetinmedi, şimdi yeni öğrenciler yetiştiriyor. Güneş Üniversitesi’nin globaldeki benzerlerinden şöyle bir farkı var: Her yaştan, her milletten öğrenciyi kabul ediyor ve geliştiriyor. Şenol Hoca 18’lik bir çocuğu da, 33’lük bir adamı da yeniden kodlayabiliyor; bir simyacı edasıyla parlatabiliyor. Başlangıçta size kömür gibi gözüken o futbolcu, onun elinde kısa sürede elmasa dönüşebiliyor.
Bugün A Milli Takım’ın elinde muazzam bir insan kaynağı var, kabul. Ancak ekibimiz çok genç. İzlanda maçına 25 buçuk, Andorra müsabakasına 23 yaş ortalamalı kadrolarla çıktık. İki maçta ilk 11 şansı bulan 19 oyuncumuzun 15’i, 25 yaş altıydı. Ve normalde, büyük turnuvalarda 25 yaş ortalamalı takımların başarısına alışık değiliz. Avrupa şampiyonaları ve Dünya kupaları tecrübe işidir, olgunluk işidir. Ancak Şenol Hoca’nın elindeki genç kadronun ufak bir avantajı var: İki maçta ilk 11 şansı bulan 19 oyuncunun dokuzu hem Türkiye, hem de Avrupa’nın top 5 ligini görmüş oyuncular.
23’lük Çağlar’ın veya 22’lik Cengiz’in yaşlarının üstündeki olgunluklarını biraz da farklı deneyimler yaşamalarına bağlayabiliriz sanırım. Mevcut oyuncu havuzumuz, Süper Lig’e sıkışmış değil. Ya da bir ara denediğimiz gibi gurbetçi ağırlıklı da değil. Farklı tatlar, farklı deneyimler barındıran güzel bir karma var elimizde.
<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiJoTjBPU1dRRiIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9"></script>
GÖZ KAMAŞTIRIYORLAR
Dün de Andorra önünde bu karmaya yeni oyuncular ekledik: Bir gurbetçinin, Hakan’ın kaptanlık bandı takması önemli. Ahmed Kutucu-Orkun Kökçü gibi gençler için güzel bir rol model yaratmaktır bu. Ozan Kabak ve Mert Çetin’in ilk kez milli formayı giymeleri de harika. Forma yarışı yaptıkları kulüplerine artık ‘milli oyuncu apoleti’ ile dönecek oyuncularımız. Ben bu üniversitenin yeni öğrencilerinden çok umutluyum doğrusu. 2016’daki ‘adam gibi adamlar çetesi’nden sonra bunların pırıl pırıllığı göz kamaştırıyor.
12 Ekim 1994’te Ali Sami Yen’de 5-0 kazandığımız Türkiye-İzlanda müsabakası, benim stadyumda izlediğim ilk milli maçtı. Bir ortaokul öğrencisiydim, çocukluğum şerefli mağlubiyetler dönemine denk gelmişti ve doğrusu o gün bir tarihe tanık olacağımı bilmiyordum. Belki de Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ndeki deyimiyle, “hayatımın en güzel günüymüş, farkında değildim”. Çocukluğumda iki kez 8-0, bir kez de 6-0 yenilmiştik ama hiç farklı galip geldiğimizi görmemiştim. Farklı galip gelebileceğimizi düşlememiştim bile hatta. Neyse ki bu düşlere sahip birisi varmış. Sonradan Fatih Hoca’nın kendisinden dinledim hayallerini: “Futbolculuğum boyunca savunma yaptım. Her milli maça rakibi ilk 30 dakikada durduralım, yorulduklarında fırsat buluruz umuduyla çıktım. Bu savunmanın hiçbir faydasını görmedik. Ve karar verdim: Bir gün hoca olduğumda ben savunma yaptırmayacağım. Ben o 30 dakikayı beklemeyeceğim.” O gün Ali Sami Yen’de dakikalar 30’u gösterdiğinde tam 3-0 öndeydik. Terim maça beş hücumcuyla çıkmıştı. Euro’96 eleme grubundaki ikinci maçımızdı bu. 13 yeni genç adamla bir devrim yapmıştı Terim. Sahada 19-20’lik çocuklar ter döküyordu. O gün Rüştü’nün ilk milli maçıydı mesela. Maçı 5-0 kazandık. Ve grupta liderlik koltuğuna oturduk.
İKİNCİ DEVRİM EKİBİ
Dün İzlanda’dan istediğini alarak Euro 2020 biletini koparan takımı, ben ikinci devrim ekibi olarak görüyorum doğrusu. Dün ilk 11’imizin sekizi 25 yaş altıydı. Sahadaki en genç sekiz adamın tamamı Türk’tü. 33 yaş ortalamalı bir savunmaya karşı, 22 yaş ortalamalı bir defans dörtlüsüyle oynadık. Ve gerektiği gibi, ihtiyaç duyduğumuz gibi, gol yemeden bitirdik maçı. Dün kornerlerde alan/adam karma savunmamız etkileyiciydi. Taçlarda ön direkte kalabalık olmayı becermemiz de. İkinci 45’te gol de aradık ama olmadı bu kez. İkinci devrim ekibinin önünde yeni hedefler var şimdi: Önce Andorra’yı yenip grup liderliği şansımızı sonuna kadar kovalamak. Bunu başaramazsak da en iyi 2 ikinciden biri olup finallerde ikinci torbaya girmek. Ardından haziranda finallerde yine böyle tertemiz, pırıl pırıl, medeni gençlerle terimizin son damlasına kadar mücadele etmek. Teşekkürler gençler. Kalbimiz her zaman sizinle.
Medeniyet bulaşıcıdır
Ekim 94’teki İzlanda maçından bugüne geçen çeyrek yüzyılda hemen hemen her departmanda gelişti Türk futbolu. Ama tek bir alanda maalesef geriledi: Hemen her milli maçta, her statta, her rakibin ulusal marşının ıslıklanması ilkelliğinden utanıyorum. İzlanda’yı havalimanında sorunsuz karşılamamız ve problemsiz geçirmemizden büyük gurur duydum. Ama bu ıslıktan hicap duyuyorum. Birisi durdursun şu işi artık. Zira medeniyet bulaşıcıdır. İlkellik de öyle.
<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiJoTjBPU1dRRiIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9"></script>
Ben 30 senedir böyle bir şey görmedim, izleyemediğim 30 yılda da yaşandığını sanmıyorum: Türk futbolu, tarihinde ilk kez Avrupa kupalarında bilinçli olarak alternatif kadrolarla temsil ediliyor. Ve bu ihaneti yapanlar, konunun sadece ülke puanından ibaret olduğunu düşünüyorlar. Hayır, konu sadece ülke puanı değil. Hatta ülke puanı, konunun en önemli parçası bile değil. Çok daha önemli bir şeyi, uluslararası itibarımızı kaybediyoruz sizin bu ilkel tercihlerinizle. Hafta içinde yaşananları biliyorsunuz: Beşiktaş ve Trabzonspor, matematiksel olarak şansları devam ettiği halde Portekiz ve Rusya deplasmanlarına ağırlıklı alternatif kadrolarıyla çıktılar. İki temsilcimiz de ligdeki asıl (!) sınavlarında 8’er oyuncu birden değiştirdiler. Trabzonspor’un Krasnodar deplasmanında ilk 11’de oynayan Muhammet, ligde 21 kişilik kadroda yoktu. İzini sürdüm, U19 takımına dönmüş, orada maça çıkmış. Yani kısacası, peşinen kabul edilmiş iki yenilgi aldık Avrupa’da.
RAKİPLER ROTASYON YAPMIYOR
Avusturya Ligi’nde şampiyonluk yarışı yapan Wolfberger, Sturm Graz maçını kazanan ilk 11’in bire bir aynısıyla Başakşehir önüne çıktı. Sonra da yine aynı 11 adamla lider Salzburg’u ağırladı. Gerhard struber, tek bir oyuncu değiştirmedi ilk 11’inde. Rusya Ligi’nde şampiyonluk yarışı yapan Krasnodar, Rostov maçında oynayan 9 adamla Trabzonspor önüne çıktı. Orada oynayan 8 oyuncu da, Lokomotiv deplasmanındaydı. Portekiz Ligi’nde tekrar Avrupa Ligi potasında olmak isteyen Braga da Beşiktaş 11’inin bire bir aynısıyla pazar gecesi Guimaraes deplasmanına gitti.
PERŞEMBE-PAZAR OYNATAMIYORUZ
Braga A ve Krasnodar, ekonomik olarak Beşiktaş, Trabzonspor, Galatasaray, Fenerbahçe düzeyinde seyreden takımlar. Yani bizim direkt rakiplerimiz. Bu kulüpler, kendi oyuncularını perşembe-pazar oynatırken, biz oynatamıyoruz. Braga’nın, Beşiktaş’ın, Krasnodar’ın ya da Trabzonspor’un futbolcuları, benzer standartta, yakın kalitede adamlar. Onlar yorulmuyorken, bizimkiler niye yoruluyor sahi? Aynı Manuel Fernandes, bugün Beşiktaş forması giyiyor olsa, muhtemelen “Haftada 3 maç oynayamıyor” diyecektik. Ama Krasnodar’da oynuyor! İki ihtimal var öyleyse: Ya sadece Süper Lig oyuncuları kırılgan. Sadece bunlar yoruluyor. Ya da bu antrenörler, bu oyuncuları hazırlayamıyor. Oynatamıyor. Aşırı ihtimamla oyuncuyu tembelleştiriyor. Zaten Abdullah Avcı döneminde haftada 2 maç oynayamayan Başakşehir’in şu anda Avrupa’da lider olmasından da anlaşılıyor problem.
<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiI1Z3JuNUVicCIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9"></script>
SADECE ÜLKE PUANI DEĞİL KULÜP PUANINI DA TÜKETTİNİZ
Evet, ülke puanı açısından kritik bir eşikteyiz. Bu sezonu 11’inci tamamlamak, 2021’de şampiyonumuzun direkt Devler Ligi bileti alamaması anlamına gelebilir. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi galiplerinin kendi liglerinden bilet almasına bağımlı oluyoruz. Ama mesele bundan da ibaret değil. Beşiktaş, bu yıl Avrupa Ligi kurasına birinci torbadan girdi. Zira Şenol Güneş döneminde kulüp puanı tavan yaptı. Bugünkü zihniyet sürerse, Beşiktaş’ın bir-iki yıl içinde birinci torbada kalamaması sürpriz olmaz.
Beşiktaş bu sezon 11 lig maçının sadece üçünde rakibinden fazla şut attı: Rize’ye 20’ye 6, Ankaragücü’ne 14’e 5’lik ezici şut üstünlükleri kurmuş, kazanamamışlardı. Şut istatistiğinde geçtiği bir rakibini ilk kez tabelada da mağlup etti dün Beşiktaş.
Bu bilgiyi iki karşı tezle ele alabiliriz aslında: Birincisi, Beşiktaş gibi bir klasik büyüğün ligde 11 maçın 8’inde oyunu tam anlamıyla domine edememesi, rakibinden fazla şut atamaması penceresi... Bu sezon Beşiktaş’la karşılaşan Alanya 14-7, Başakşehir ve Göztepe 11-8, Trabzon 13-12, Gaziantep ve Antalya 14-12, Galatasaray ve Sivas 14-13 ile şut üstünlüğü kurmuşlar siyah beyazlılara. Ama enteresandır Beşiktaş bu maçların 4’ünü galip bitirerek, futbolda kazanmanın tek yolunun oyun üstünlüğü kurmak olmadığını göstermiş.
Beşiktaş bu sezon domine etmediği maçlarda, domine ettiklerine göre daha rahat doğrusu. Çünkü Burak’ın savunma arkasına koşu yapabilmesi için rakip defansın öne çıkmasına ihtiyacı var. Koşucu Diaby, Nkoudou, Lens gibilerin de alana ihtiyacı olduğu gibi.
COŞKULU BAŞLAMAK ŞART
İkinci pencere, yani Beşiktaş’ın ezici üstünlük kurduğu maçlarda Ankaragücü ve Rize’yi yenememesi, dün de Denizli’yi çözmekte çok güçlük çekmesini nasıl okumalı peki? Sanırım orada da, Beşiktaş’ın henüz tam anlamıyla bir iç saha oyunu geliştirememesi faktörü devreye giriyor. Bu yıl ligde iç sahada 6 maç oynayıp ilk yarılarda gol bulabildikleri tek müsabakanın Göztepe olması önemli bir veri. Beşiktaş evinde maçlara çok daha coşkulu başlamak, büyük takım gibi saldırmak zorunda.
AVCI’NIN ENTERESAN TERCiHi
Abdullah Avcı’nın talebeleri dün de böyle bir başlangıç yapamadılar: Maça Caner’in sağ, Ljajic’in sol açıkta başlaması çok enteresandı doğrusu. Evet dünyanın her yerinde bazen sol ayaklılar sağ açıkta başlar, ama bunun sebebi topu içeri çekip sol şutla gol bulma ihtimalleridir. Caner’in böyle bir şutu yok. Alametifarikası soldan sol ayakla ortaları olan bir oyuncuyu sağ açık başlatmak pek akılcı değildi; zaten ilk yarım saatin sonunda Caner kendi yerine, Ljajic de merkeze dönünce Beşiktaş normalleşti ve gidebildi rakip kaleye.
Tabii Beşiktaş’ın dünkü galibiyetinde arzulu oyununun da rolü büyük. Avcı’nın takımı Wolves’a yenildi, ardından Alanya’yı yendi. Braga’ya İstanbul’da yenildi, peşinden Galatasaray’ı mağlup etti. Portekiz’deki Braga mağlubiyetini Denizli galibiyeti izledi. Atiba Avrupa’daki söz konusu 3 maçta oynamadı (ikisinde kulübede oturdu, birine götürülmedi); takip eden lig maçlarındaysa 90’ar dakika oynadı ve Beşiktaş kazandı. İki yıl önce Devler Ligi gruplarından çıkan bir takımın, bugün hedef maçının Denizlispor olmasını nasıl okumalı, o konudaki takdiri de kamuoyuna bırakıyorum artık.
Futbolda en doğru diziliş, eldeki malzemenize en uygun diziliştir. Salah-Firmino-Mane’niz varsa üç forvetle, Basham-Egan-O’Connell’ınız varsa üç stoperle oynarsınız. En iyi teknik adam, sahaya en iyi 11 oyuncusunu çıkarıp, onlardan en yüksek verimi alabilecek dizilişi bulandır aslında. Dün de Galatasaray’ın ilk 45’te sezonun eli-ayağı en düzgün görüntüsünü vermesinin sebebi buydu.
Doğru oyuncular ve doğru diziliş, bu sezon ilk kez bir aradaydı sanırım. Maçın ikinci devresinde kalite eksikliği nedeniyle sallantı yaşasalar da ilk 45’teki doğru görüntünün sebepleri incelemeye değer: Fernando gittikten sonra Marcao-Luyindama daha şaşkınlar nedense... Aralarında lider bir libero olması, onların da verimini artırabilir. Bu Ahmet mi yoksa Donk mu olur, zaman gösterecek.
Üçlü savunma, oyun kurarken stoperlerden birinin topla daha özgür çıkmasına imkân tanır. Ki Marcao da, Luyindama da çok seviyorlar bunu. Üçlü savunma, beklere de hücum özgürlüğü tanır. Dün Emre Taşdemir öne çıktı. Zaten Nagatomo, Mariano ve devrede gelecek Linnes’in hepsi hücumcu bekler.
Terim, Ocak’ta büyük revizyon mesajı veriyor ama kış transferinde bütün takımı değiştiremezsiniz. Zaten kadrodaki 26 oyuncunun 18’ini Terim transfer etmiş! Öyleyse onlardan maksimum verimi almak da onun görevi. Dün Feghouli’nin sağ iç, Ömer’in sol içte oynadığı orta saha daha verimliydi mesela. Terim bu tarz doğru yanıtları bulmaya devam ederse, oyun istikrarı da gelebilir ardından.
ÇİFT SANTRFOR DENEYİMLERİ VAR
FALCAO, Monaco’da önce Mbappe-Germain, sonra Jovetic’le defalarca çift santrfor düzeninde oynadı. Andone halen Rumen Milli Takımı’nda Puscas veya Keseru’yla uçta ikili oynuyor. Babel de Hollanda’da sıkça oynuyor bunu. Falcao sola deplase olmayı sever, Andone gezen-dolaşan santrfor tipi. Adem de öyle. Yani Galatasaray’ın santrforları da ikili oynamaya uygun.
Kasımpaşa, ligde hem atılan şut, hem de verilen şut fırsatı kategorilerinde ilk üçte. İlk 10 maçta 149 şut atıp, 143 fırsat vermişler. Sebebi basit: Kemal Özdeş, ailece topun arkasına geçip rakibin tamamlayamadığı hücumlarda Afrikalıları koşturarak kontratak arayan klasik bir Anadolu takımı hocası değil. O da topu istiyor. O da hücuma bekleri Popov-Hafez’i katmaya çalışıyor.
Fenerbahçe’nin de bu sezonki planı net: Yüzde 61’le ligin en fazla topa sahip olan, en yüksek pas isabeti sağlayan, en fazla şut atan, en fazla hava topu kazanan takımı sarı-lacivertliler. Böyle dominant oyun seven Fenerbahçe’nin karşısında adeta ‘kısıtlı bütçeyle oluşturulmuş bir Fenerbahçe replikası’ olunca, orta sahaların çok rahat geçildiği, bir o kalede bir bu kalede pozisyon yaşanan bir maç izledik Kadıköy’de. Sonunda da kazanan, yüksek bütçeli taraf oldu dün. Maça Kasımpaşa presle başladı ama sürekli aynı stratejiye karşı açık verdiler: Fenerbahçe’nin sağ içi (Ozan), sağ açığın (Moses’ın) yanından bindiriyor, pozisyon veriyorlar. Sol içi Tolga, sol açığı Rodrigues’in yanından bindiriyor, yine pozisyon veriyorlar. Fenerbahçe de son üç maçta 4-3-3’e döndüğünden beri kanat varyasyonlarında çok gelişti doğrusu.
KIRILGAN BİR SAVUNMA
Ancak Fenerbahçe ofansta repertuarını ne kadar geliştirdiyse, savunmada da o kadar kırılgandı dün. 34’te Koita, sadece orta saha çizgisi üzerinde durarak ofsayttan kurtuldu ve kaleye daha 50 metre varken bire bir kaldı Altay’la! İki dakika sonra bu kez Koita-Yusuf sol kenarda verkaç yaptılar ve ZankaSerdar yine orta çizgide olduğu için arkadaki 50 metre bomboştu. Evet, savunmayı öne çıkarmak bir büyük takım hususiyetidir. Ama rakip tek pasta sizi bu kadar kolay yanıltıyorsa, belki de ‘savunmada derinlik’ kavramı üzerinde bir daha düşünmesi gerekebilir Ersun Hoca’nın. Tabii ki bir maçta daha 44’te bir kırmızı kart varsa, taktiksel analizi ondan bağımsız yapmanız imkansız. Gustavo kafayı vurmuş, olan olmuş, hakem penaltıyı vermiş, penaltı atılmış, tabela değişmiş. Pozisyonun üzerinden neredeyse 5 dakika geçmiş artık. Hafez gelmiş, hakemi alkışla protesto ediyor. Sarı görüyor, yetinmiyor, alkışlı protestoyu sürdürüyor. Bir oyuncu kasten kırmızı görmek ister mi? Anlamak, anlatmak çok zor doğrusu.
MURiÇ PENALTILARI ÜZERİNE
Vedat Muriç, dünkü iki atış dahil son 5 penaltısını hemen hemen aynı yere attı: Kalecinin soluna. Sağ ayağını topun yanına koyuyor, solla içeriden falso alan bir şut atıyor sağ köşeye. Bazen yerden, bazen bel hizasında. Fatih Öztürk maçtan önce bu bilgiye sahip miydi bilmiyorum. İlkinde köşeyi bildi ama tek tip penaltılardan haberdar mıydı, merak ettim doğrusu.
Fenerbahçe Teknik Direktörü Ersun Yanal, mücadeleden memnun olmadığını söyledi...
DÜN gece 21.00’de ekran başına oturdum ve önce Lokomotiv-Juventus, sonra da Real Madrid-Galatasaray maçlarını izledim. Para liginde Lokomotiv’le Galatasaray, Real’le de Juventus aşağı yukarı aynı seviyedeler; biz 130’ar milyonluk, rakipler de yaklaşık 1’er milyar Euro’luk kadrolar... Moskova ekibi, Juventus’a karşı son derece organizeydi, maçın başından sonuna kadar oyunun içinde kaldılar. Şutlar 17-17, kornerler 5-7 bitti. Juventus galibiyeti 90+4’te kurtarabildi. 15 gün önce bu maçın İtalya ayağı da benzer şekilde geçmiş, Lokomotiv orada da 75 dakika galibiyeti korumuş ama finali yapamamıştı.
Sonra Madrid’deki heyecan için oturduk televizyonun karşısına. Lokomotiv, Juventus karşısında ne yaptıysa tersini yapan bir ekip vardı sahada: Galatasaraylılar, Real Madridliler’le yakın oynamadılar. Hep bir adım gerideydiler. Maça bedava girmiş, yakından VIP izleyici gibiydiler adeta! Her düşük bütçeli takımın milyar Euro’luk rakibine karşı yapması gerekenler yoktu sahada: Göğüs göğse çarpışma yoktu; doğru duruş, boşluk vermeyen bir alan parselasyonu yoktu. İstanbul’daki görüntü de benzerdi aslında: Galatasaray asiller takımı gibiydi, Madridlilerse sokak çocukları gibi istekliydi orada da. Yani skor farkını kalite uçurumu değil, taktiksel eksiklik ve çaba terazisindeki dengesizlik belirledi iki maçta da. Normal şartlarda Real’le Galatasaray arasında ilk maçta böyle bir çaba farkı oluşmuşsa faturayı oyunculara keser, rövanşta ısıran bir takım sürersiniz sahaya. Ama o da olmadı... 15 gün önce İstanbul’daki maçta oynayan 9 oyuncu yine ilk 11’deydi Madrid’de.
26 FUTBOLCUNUN 18’iNi TERiM TRANSFER ETMiŞ
İşin bir başka enteresan tarafı da şu: Fatih Terim, bu tarz maçlardan sonra hedef tahtasına oyuncularını koyuyor, Ocak’ta operasyon olacağını işaret ediyor sıkça. Ancak şu an Galatasaray kadrosunu oluşturan 26 futbolcunun 18’ini zaten Terim transfer etmiş. Sadece 3’ü Tudor transferi (Mariano, Belhanda ve Feghouli). Yani bu oyuncuları getiren de, kötü maçlar sonrası hedef tahtasına koyan da aynı kişi: Fatih Terim.
Eğer 15 gün içinde oynanan iki maçta Galatasaray alanı doğru parsellese, taktiksel olarak sahaya mükemmel yerleşse ama müsabakaları kalite farkı nedeniyle kaybetse, söyleyecek hiçbir şeyiniz olmaz. Ama iki maçta da takım taktiksel olarak bir felaket. Kroos, İstanbul’da adeta yürüyerek ceza alanına giriyordu, ikinci maçta da üç golün içinde var ve yine hiçbir direnç görmeden geldi oraya. Real Madrid, La Liga’da yüzde 41’le ağırlıklı soldan hücum ediyor, Galatasaray’ı da iki maçta da sol bek Marcelo-sol iç Kroos-sol açık Hazard kombinasyonuyla geçti. Sarı kırmızılılarda iki maç arasında taktiksel fark göremedim ben. Evet diziliş değişmişti, ama temelinde bir plan, akıl, taktiksel kurgu yoktu.
Mesele Real Madrid’e 6-0 yenilmek değil. Böyle yenilmek... Böyle yenilmeyi Slavia Prag içine sindirmiyor, Lokomotiv sindirmiyor, Brugge sindirmiyor, Galatasaray sindiriyorsa, orada büyük bir problem var demektir.
HERKESiN GERiLEDiĞi BiR TAKIM
Krasnodar, Rusya’da şampiyonluk yarışı yapıyor. Zirvenin 4 puan gerisinde ve pazar günü direkt rakipleri Lokomotiv’e konuk olacaklar. Dün Trabzon karşısında, hafta sonu Rostov’la 2-2 berabere kalan 11 adamın 9’u yine ilk 11’deydi... Dün geceki bir diğer rakip Braga da, Portekiz Ligi’nde Avrupa potasına girmeye çalışıyor. Beşiktaş karşısındaki ilk 11’in 9’u, pazar gecesi Famalicao’ya karşı 11’de çıkan adamlar.
Wolfsberger de Avusturya Ligi’nde üçüncü. Bu pazar sezonun en zor maçında lider Salzburg’u ağırlayacaklar. Dün Başakşehir karşısına, cumartesi günü Sturm Graz’ı yenen aynı 11 çıktı. Anlaşılan o ki, perşembe-pazar maç oynayınca sadece bizim futbolcularımız yoruluyor. Sadece bizim takımlarımız rotasyon yapıyor.
Başakşehir son 45 günde 9 maç oynadı. Biri Gladbach, ikisi Wolfberger, biri Beşiktaş, biri Trabzon’laydı üstelik. Hepsine as kadroyla çıktı, hiçbirinde yenilmedi. Türkiye’de de, Avrupa’da da zirve yarışı içindeler. Bu kahraman yarışlarından dolayı Okan Buruk ve talebelerini canı gönülden tebrik ederim. Yenebilirler-yenilebilirler; futbol bu, her sonuç var. Ancak bu samimi çabalarıyla gurur duymalılar.
GALiBiYETi HAK ETTiLER
DÜN Başakşehir’in ideal orta üçlüsünün (Mahmut, İrfan, Aleksic) sakat olması elbette ikinci-üçüncü bölge geçişini zorlaştırdı ama Berkay’ın uzun pasları ve Gulbrandsen’in koşularıyla harika bir 70 dakika oynadı İstanbul ekibi. Yorulan rakibine karşı Berkay Özcan/Arda Turan değişikliğiyle de fişi çekti Okan hoca. Galibiyeti sonuna kadar hak ettiler, turu da hak ediyorlar.
Medipol Başakşehir Teknik Direktörü Okan Buruk, mücadele sonrası galibiyeti yorumladı...