Söyleşinin, Turan Hoca’nın sahte resimle nasıl mücadele ettiğini anlattığı bölüm bu köşede yayınlanmıştı. Ancak Keyif için ayırdığımız ve Turan Hoca’nın anılarını içeren bölüm ise teknik bir aksaklıktan dolayı Ankara dışında tüm Türkiye’de çıktı. Ankaralı resimseverleri de Turan Hoca’nın anılarından mahrum bırakmamak için söyleşiyi iki bölüm halinde yayınlamayı uygun buldum. Umarım beğenirsiniz.
Siz sanatınızın karşılığını aldığınızı düşünüyor musunuz? Resimden para kazandınız mı?
- Resim öyle oturup kağıt kalem alınıp yazılan bir şey değil ki...Edebiyattan farklı bir şey. Malzeme gerektiren masraflı bir çalışma. Hem bu masrafı karşılayabilmek, hem de yaşayabilmek için çok çaba sarfettik. Karşılığını da gördük. Mesela benim Ankara’daki evim, hemen üstündeki atölyem, Bodrum’daki yazlığım, Kuzguncuk’taki evim...Bunları hep resimle yaptık. Sadece ben değil, resimde bir şeyler yapmış olan sanatçılar karşılığını gördü. Türk halkı karşılıksız bırakmadı emeğimizi.
O zaman merhum Doğançay’ın ‘Değerimiz geç anlaşıldı” görüşüne katılmıyor musunuz?
- Sevgili dostum rahmetli Burhan Doğançay, biraz uzakta, tepelerde durdu hep. O ABD’de isim yapmış bir sanatçıydı. Türkiye’de bizim yaptığımız gibi pek mücadeleye girmedi. Doğançay çok elit, yukarıda kalmayı tercih etti. Oysa ben ne çok uğraştım. Hala da mücadele ediyoruz. Tabii ki Burhan’ın hayatının iç yüzünü bilmem mümkün değil. Severdik ama birbirimizi.
Bugün Türk resmi sizce nerede?
Jaruzelski’nin devlet başkanlığındaki Polonya’da siyasi hava, kıştan çok daha ağır.
O dönem Türkiye’nin Varşova Büyükelçiliği’nde müsteşar olarak görev yapan diplomat, Ankara’ya geçtiği telgraflarda, Polonya’yı kasıp kavuran Dayanışma (Solidarnosc) Sendikası’nın başlattığı hareketin, 7 yıl sonra tüm Doğu Bloku’nu ortadan kaldıracağının ilk ipuçlarını veriyordu.
DEVRİM’İN ATÖLYESİ
MOZART EŞLİĞİNDE
Tuğrul Velidedeoğlu öylesine resim aşığı ki, Çorum Lisesi’nde ünlü ressam Komet’le birlikte başladığı resim serüveninden bir türlü kopamamış. Bu sevgi öylesine büyük ki, 71 yaşındaki Tuğrul Velidedeoğlu, 50 yıl aradan sonra Mehmet Ali Doğan’ın atölyesinde yeniden resim yapmaya başladığında kendisini buluyor.
“Size bu sevgiyi aşılayan kimdi?” diye sorduğumuzda bir anda gözleri parlayan Velidedeoğlu’nun ağzından şunlar dökülüyor:
“Memleketim Çorum’daki lisede resim dersini seçtim. İyiki de seçmişim. Bana ve Komet olarak bildiğimiz değerli ressam Gürkan Coşkun’a bu sevgiyi kıymetli hocamız Hasan Sağlam aşıladı. Biz Hasan Hoca’dan sadece resmi değil, hayatı ve zorluklarla mücadeleyi de öğrendik. Kişiliğimizin oluşmasında Hasan Hoca’nın katkısı çok büyüktü.”
Tuğrul Velidedeoğlu o yıllardan bahsederken, Çorum’da kalem bulamadıkları zaman nasıl kömürle çalıştıklarını, toz boyadan resimde kullanacakları boyaları nasıl ürettiklerini, tuğla ocaklarından getirdikleri çamurla nasıl heykel çalıştıklarını anlatıyor. İlk resminin 15 liraya satıldığını duyunca, bir yandan eserinin satılmasından duyduğu memnuniyeti, diğer yandan ise ondan kopmanın nasıl zor bir duygu olduğunu dile getiriyor.
MÜHENDİSLİĞE KIRILAN ROTA
Maddi imkansızlık Tuğrul Velidedeoğlu’nun Güzel Sanatlar Akademisi’nde okuyabilmesinin önündeki en büyük engel olarak karşısına çıkıyor. Karayolları Genel Müdürlüğü’nden aldığı bursla Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 1966 yılında inşaat mühendisi olarak mezun olan Velidedeoğlu, rotasını başka bir yöne kırmak durumunda kalıyor.
İş hayatında birbiri ardına gelen başarılar, kazanılan paralar, Velidedeoğlu’nun içindeki resim sevgisini köreltmiyor, aksine içindeki ateşi iyice alevlendiriyor. 71 yaşında günde 7 saat ayakta kalarak natürmort ve nü ağırlıklı çalışmaları için tuvalle buluşturduğu fırçasından çıkan her darbe, ona ayrı bir heyecan katıyor.
VE YENİDEN DOĞUŞ
Resimde de ciddi şekilde sahtecilik, taklitçilik tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Ankara’daki Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde yer alan bazı eserlerin bile sahte olduğu iddiaları yıllardan beri sanat kulislerinde konuşulur, durur.
Ünlü birçok ressamımızın eserlerinin sahtelerine ben de çok şahit oldum...
Günümüzde özellikle Fikret Mualla’nın guaj resimlerine gerçek resim severler ister istemez şüpheyle yaklaşıyorlar.
Fikret Mualla ve Turan Erol, eserleri en fazla taklit edilen ressamlarımız arasında.
Geçen hafta Turan Erol’la konuşma imkanım oldu. Turan Hoca ile söyleşimizin büyük bölümünü önümüzdeki Cumartesi Hürriyet’in Keyif ekinde okuyacaksınız.
Söyleşinin sahte resimle ilgili bölümünü ise bugüne ayırdım.
Doğanın deniz teması onda daha ağır basıyor.
A.Celal Binzet bu haftaki konuğumuz..
Sadece ressam kişiliği yok Celal hocanın
Cumhuriyet gazetesinde sanat eleştirmenliği de yapıyor, vakti elverdiğince hiç üşenmeden konferanstan konferansa da koşturuyor.
Celal Binzet’in bir diğer özelliği de geçmişi mümkün olduğunca korumaya çalışması.
Atölyesine gittiğinizde, “Dur bak bende ne var” diye elinde devasa bir ciltte yanınıza geliyor.
Tarih kokan dergiler
Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildiğinde, o, Ahmet Arif’in söylediği gibi annesinin memelerine saldıran 10 aylık bir bebek.
Kendisinin ifadesiyle, “Kemalist ve materyalist.”
Kadını ve erkeği en zarif şekliyle resmederek, özellikle de kadınları kendisine hayran bırakan bir ressam.
Evet, Kayıhan Keskinok ustadan bahsediyoruz.
Keskinok, Karadeniz Düğünü konulu resmini yaparken, dans eden kadın figürünü ortaya çıkaran fırça da sanki hocanın elinde dans ediyor.
Fırça kadar, şarap da yakışıyor Kayıhan hocanın eline...
Ve hocanın yanıbaşından eksik etmediği kırmızı şarabın açık bir tonu fırçadan tuvale döküldüğünde, dans eden kadın figürü erkek için en çekici hale geliyor.
Bunun doğru olduğunu artık rahatlıkla söyleyebilirim.
Çünkü serginin sahibi Yalçın Gökçebağ, “Evet 15 Ocak’ta yıllardan beri birlikte çalıştığım Armoni Sanat Galerisi’nde yeni sergim açılacak” diyerek bu duyumu teyid etti.
Gökçebağ bir yandan şövalesinin başında harıl harıl çalışıp resimlerini sergiye yetiştirmeye çalışırken, diğer yandan da sorularımızı yanıtladı.
Sizleri fazla meraklandırmadan söyleyeyim. Bu sergide de Yalçın hocanın yine tepeden bakışlı hasatlarını, çay bahçelerini, derede kilim yıkayan köylü kadınları ile oynayan çocuklarını, sıra sıra köy evlerini bulacaksınız.
SOYUTA KARŞI MI?
Gökçebağ yüzlercesinin içinden seçtiği en ince fırçasıyla, köylü kadının kuruması için çit üzerine serdiği kilimin desenlerini ortaya çıkarırken, dayanamayıp kendisine sordum:
“Hocam yıllardan beri, ince, kimi zaman çıplak gözle bile görmede zorlandığımız detayları öne çıkararak, soyut resime karşı bir tavır takındığınız söylenir. Siz gerçekten soyuta karşı mısınız?”
Bunlar, Türk resim dünyasının ustalarından Nevzat Akoral’ın fırçasından en fazla çıkan figürler.
1926 doğumlu Akoral, ilerleyen yaşına rağmen şövalyesinin başından kalkmıyor. Elbette eskisi kadar uzun süreli çalışamıyor ama resimden tamamen kopmayı aklının ucundan bile geçirmiyor.
Resim kadar tutkun olduğu satrancı da fırsat buldukça oynayan Akoral, resim ile satranç arasındaki benzerlikleri şöyle sıralıyor:
“Satrançta bir stratejin olacak. Düşüneceksin, ön hazırlık yapıp oyun planı kuracaksın ve ‘şah mat’ deyip sonuca gideceksin. Ben de resimlerimi bu stratejiyle yapıyorum. Tuvalin karşısına geçip resmin bittiğini görünce de, ‘şah mat’ diyorum.”
Mandalar
Manda figürü Akarol’ın resim hayatına Kastamonu Gölköy’deki enstitüde görev yaptığı sırada giriyor. Hem enstitünün, hem de kaldıkları lojmanın sobasına yakacak odunları mandalar taşıyor. Akoral’ın ilk yaptığı manda tablosu hala evinin baş köşesinde asılı.
“Mandanın dingin bir hali vardır. Ne ineğe, ne de öküze benzer. Farklı bir siyah lekedir manda ve boynuzları vücuduyla müthiş uyumludur. İşte tüm bunlar beni manda resmetmeye teşvik etti.”
Saksağan ve gelincik