Geçtiğimiz günlerde havaların ısınmaya başladığı güzel bir mayıs haftasında iki gün boyunca Hürriyet gazetesi İstanbul ve Bursa yazarları olarak Bursa’da buluştuk ve şehri gezdik. #Bursayıkeşfet #Hürriyetlekeşfet projesi kapsamında aslında benim bile gitmeyi ihmal ettiğim, son gelişmeleri takip edemediğim nokta atışı bazı yerleri ziyaret ettik.
Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmenimiz sayın Ahmet Hakan ve Yayın direktörü Emre Oral’ın katılımıyla , Bursa Büyükşehir Belediyemiz ev sahipliğinde, Başkan Alinur Aktaş ‘ın da misafirperverliğinde Zindankapı’da başlayan organizasyon süresince Bursa’da gezdiğimiz yerleri, hızla büyüyen gelişen Bursa’yı ve turizm potansiyelini gözlemleme değerlendirme fırsatı bulduk...
Sırasıyla Tophane bölgesi-Osmangazi türbesi önünde Alplerin nöbet değişim töreni bölgeyi ziyaret eden turistler için olmazsa olmazlardan olmuş. Tarihi Çarşı ve Hanlar bölgesi benim de başından bu yana desteklelediğim yeni proje ile, yani hanların önünü kapatan binaların yıkılması, İpekhan-Pirinçhan-Bakırcılar Çarşısı gibi yerlerin elden geçirilerek ihya edilmesi ile Bursa’nın en önemli merkezi olacak, uğraşanların eline sağlık.
Eski Aynalı Çarşı’da, Bursa’da geleneksel gölge oyunu Karagöz’ü yeniden canlandıran, çekirge caddesindeki Karagöz evinin kurulmasına vesile olan Şinasi Çelikkol’a yaptığımız ziyaret ve Karagöz Antique Shop içindeki perdede izlediğimiz gösteri, yeni düzenlemeleri- bir örnek sandalye ve gölgelikleri ile sınıf atlayan Kozahan’da kahve molası, ve tarihi belediye binasında Alinur Aktaş’ın bizi Atatürk’ün hastayken yaptığı son Bursa ziyaretlerinden birinde zeybek oynadığı meşhur tarihi salonda tekrar ağırlaması-bilgi vermesi gezinin unutulmaz anlarıydı.
Hünkar Köşkü müzesi ve sosyal tesislerinde verdiğimiz Bursa manzaralı mola, Tofaş Araba Müzesi, Umurbey İpek üretim ve tasarım merkezinde ipeğe emek veren insanlar, Akçalar-Aktopraklık höyük’te Bursa’nın uzak geçmişine yolculuk, Yaylacık köyünde, Kardelen kestane şekeri fabrikasında kestanenin serüvenini dinlemek güzeldi.
GÖLYAZI ÖNERİSİ
Öyle ya çoğumuz iş stresinde şehrin bir noktasından diğer noktasına ulaşmak için trafikte mücadele ediyor, sonra da eve girince de dışarı çıkmıyoruz. İnanın bu şehirde güzel gelişmeler var, şehrin sosyal ve tarihi kimliğine dair güzel gelişmeler var. Bu haftaki yazımızda size hatırlatmak, vurgu yapmak istediğim; ipek üretimini yeniden canlandırmak gibi, şehrin manzaralı bir noktasında bulunan Hünkar Köşkü ve yanı başındaki sosyal tesis gibi, ülkemizin alanında tek Gökmen Uzay ve Havacılık Eğitim Merkezi gibi yerler... Nereden çıktı şimdi bu konu derseniz, özetlemek isterim;
HERKES KENDİ ŞEHRİNİN BİR GÜNLÜK TURİSTİ OLSUN
ASLINDA yukarıda yazdıklarımla tam da örtüşecek, geçtiğimiz hafta sonu, daha önce yapılması planlanan fakat hava muhalefeti nedeniyle ertelenen bir projenin tanıtımını kaçırdım, üzgünüm. Hani diyorum ya artık bu şehirdeki gelişmeleri takip edemiyoruz, herkes evden işe bir koşturma içinde diye... TÜRSAB Güney Marmara Bölge Temsil Kurulu ile Bursa Büyükşehir Belediyesi birlikte düzenledikleri organizasyonda Bursa’nın tarihi ve turistik yerlerini Bursalılara hatırlatmak adına, şehirde yaşayan insanlara yönelik bir projeye imza attılar; adı “Herkes kendi şehrinin bir günlük turisti olsun.”
ÖNCE ŞEHRİNİ TANI
Özeti şu; bu şehirde yaşıyorsun ama gitmediğin bilmediğin birçok yer var, önce kendi şehrini tanımalısın..!
LEROS;
Leros’a Kos Adası’ndan bindiğim hızlı katamaranla gittiğimde, küçük Agia Marina Limanı’nda ilk gün bunu hissetmiştim hem de fazlasıyla... Bence bugüne kadar size huzurlu sakin ada
tarifi yaptıran tüm adaları unutun ve fursatınız olursa bu ilkbahar yaz sezonu Leros-İleryoz Adası’na gidin. Anadolu kıyılarına yakın olmasına rağmen gitmek biraz zor, ama belki de onu huzurlu yapan zor ulaşılması. Eğer kendi tekneniz yoksa benim yaptığım gibi önce Bodrum’dan Kos Adası’na geçecek oradan On İki Ada’yı dolaşan gemilerden birinin sefer saatlerini takip edeceksiniz.
Akşamları iyi müzikle keyif yapacağınız birkaç bar haricinde gece hayatıyla kopulacak, eğlenilecek adalardan değil Leros. Daha ziyade gündüzleri elinizde kitap, plajlardan birinde tüm gün mesken kurup, denize girebileceğiniz; akşamüzeri Ege esintisinde bir gölgede saatlerce kahve içebileceğiniz, akşamları da yine deniz kenarındaki restoranlardan birinde keyifle yemek yiyip, sohbet edeceğiniz, huzur vaat eden bir ada. Ege sofralarını seven Türkler, özellikle de yatçılar tarafından bu anlamda ün yapmış adalardan. Avrupalı turist çok yok denebilir.
Ege adalarını seviyorum, küçük ve az bilinen Ege adalarını daha da çok seviyorum. İşte Leros da o adalardan birisi. Leros bildiğiniz, tipik bir Ege adası. Kutu gibi, rengarenk, geleneksel mimaride binaları, küçük koyları, sıcakkanlı insanları var. Sakin, sessiz, huzurlu. Gördüğün her güzel plaja ser havlunu, dibi görünen denize at kendini. Akşamları tavernalarda lezzetli yemekler ye, uzun keyifli sohbetlere dal. Leros hem Türkiye’ye çok yakın hem çok ekonomik bir ada.
LEROS NASIL BİR ADA?
KALİMNOS, liman bölgesindeki yüzlerce balıkçı teknesi, sünger satan dükkanları, etkileyici dağ manzaraları, denize dik inen kayalar arasındaki minik koyları, kekik, ot kokuları saçan tepeleri, yürüyüş patikaları, nefis balları, adım başı karşınıza çıkan keçileri ve özellikle adanın arka tarafında Telendos‘a bakan tarafındaki kayalarda ve tepe oyuklarında gördüğüm tırmanışçıları ile karşıladı beni...
DAĞLARI TAM TIRMANMALIK
Dağlık bir ada, deniz kenarındaki köyler ve köyler arası yollar haricinde kurak bir görüntüsü var, su yok ancak heybetli dağların da farklı bir görsel güzelliği var. Baktığınız her yer kaya. Fakat kaya deyip geçmeyin, dikkatlice baktığınızda her kayanın üzerinde bir dağcı karşınıza çıkıyor. Adanın bütün dağları ve tepelerinde imkansız yükseklikte ve diklikte, hatta ters eğimde ve oyuklarda dünyanın her yerinden gelen kaya tırmanışçılarına rastlıyorsunuz. Hatta geçmişteki süngerci adası unvanı artık kaya tırmanışçıları adasına dönmek üzere..
Sanki keçilerin adası Kalimnos, keçilere özenen insanların adası haline gelmiş artık. Avusturalya, Almanya, Amerika ve dünyanın birçok farklı köşesinde ünlenen ada, tırmanışçılar sayesinde Nisan – Kasım arasında 8 ay boyunca ziyaret edildiği için, diğer Yunan adalarına göre çok daha uzun bir sezona sahip artık, turzimde yeni bir pencere açmış kendine bu tırmanış meraklıları ile.
SÜNGERİN HİKAYESİ
Kalimnos yıllar önce süngercilerin adası olarak ünlenmiş. Bu ada civarındaki denizlerden çıkarılan süngerler işlenerek dünyanın her yerine ihraç ediliyormuş. Ve adalıların büyük zenginlik yaşamış, bunu da merkezdeki taş konaklardan anlayabiliyorsunuz. Ancak sünger dalışı yasaklandıktan sonra adaların geçim kaynağı ellerinden gitmiş. Ve bu dağlık adada yeni bir geçim kaynağı bulamadıkları için bir çok kişi adadan göçmüş ve ada fakirleşmeye başlamış. Adanın doğal granit kayalıkları, oyukları ve dimdik tepelerinin kaya tırmanışı için elverişli olduğunu fark eden adalı gençler sayesinde 2000’li yılların başından itibaren yeniden ünlenmeye başlamış. Şimdi aktif, dinamik ve sportmen bir kitlenin yaz kış ziyaret ettiği ada, ister tırmanış rotaları, ister yürüyüş ve bisiklet rotaları ile sportmen bir tatili, veya nefis koylarındaki pırıl pırıl suları ile harika bir deniz tatili sunuyor.
Savaş öncesi 2010 yılında muhteşem çarşısı ile Halep’e yaptığım son seferleri hatırlatıyor bana Urfa çarşısı, kozmopolit insan yapısı, dağınık dükkan tezgahları, dar sokaklar, handan hana geçişler, kebapçılardan yükselen dumanlar, baharat kokuları ve insanların yüzlerindeki şüpheli bakışlar… Hepsi birbirine düğümleniyor bu çarşıda çözülmemek üzerine.. Çarşının hangi sokağında , hangi dükkanında kiminle tanışacağınız hep bir merak konusu.. Hanlardaki insan kalabalıkları, onlarca insanın yaptığı sohbetin uğultusu çarşı renklerinin tamamlayıcısı.
BALIKLARI KUTSAL GÖL
Önümden renkli ve parlak kumaşlardan yapılmış elbiseler giymiş kadınlar geçiyor, ellerini küçük çocuklar tutuyor.. çekiştiriyorlar biri bir yana diğeri öbür yana kadını. Başımı kaldırıp Urfa kalesine bakıyorum. Derler ki; Hz. İbrahim, Asur Kralı Nemrut’un gazabına uğramış ve bu kalede bulunan iki sütunun arasında kurulan mancınıktan aşağıya atılmış. Nemrut düşeceği yere ateşler yaktırmış ama bir mucizeyle ateş göle, odunlar da balıklara dönüşmüş. Gölün adı Halil-ür Rahman, yani Allah’ın Dostu ama halk Balıklı Göl demiş ve yüzyıllardır buradaki balıkların kutsal olduğuna inanılır.
Çarşının yanıbaşı, kutsal Balıklı Göl ve çevresi bence başka bir yazı konusu. Havada uçuşan güvercinler dikkatimi çekiyor. Urfalılar, bu kuşlara çok meraklı. Genelde kış aylarında yapılan “Karışma” dedikleri kuş uçurma olayı, serbest bırakılan güvercinlerin şehrin üzerini kaplayıp, gökyüzünde görsel bir şölen sunmasıymış.. Bu karışmalarda bazen gerçekten de bir karışma olayı sözkonusu olduğu da oluyormuş, yönünü şaşıran küpelerle, halhallarla süslenmiş güvercinler soluğu başka bir yuvada alabiliyormuş. Daha sonra kuşçu kahvelerine gidip, başka yuvaya giden güvercininizi geri alabiliyormuşsunuz.
DOĞUNUN GİZEMİ İÇİNDE
Sabah Bursa’dan ayrılırken kapalı, hatta zaman zaman yağmur damlalarının düştüğü bir hava vardı, hava serindi. Bursa havası bu ! Uzun süre bulutların ve yağmurun esiridir. Kurtulamaz bulutların esaretinden, kışı uzundur...Uludağ çeker bulutları kendisine bırakmaz. Karacabey’e doğru ilerlediğim her kilometrede bulutları geride bıraktım. Bandırma’ya vardığımda ise güneş çoktan yüzünü göstermeye başlamıştı. Rüzgar da ben buradayım diyordu, öyle ya Bandırma ‘dan Gelibolu’ya kadar olan bölgede yaz kış bitmek bilmeyen esinti meşhur. Esas esinti ise Bozcaada’da tabi bakalım hava orada nasıl?
Karacabey sonrası yol gerçekten çok güzel, Bandırma sonrası sağ tarafınızda görmeye başladığınız deniz, Kapıdağ yarımadası ve adalar, yemyeşil tarlalar, bahçeler sizi dinlendiriyor. Lapseki’ye yaklaştığımda boğazı süsleyen yeni köprü daha Çardak yakınlarından etkileyici görüntüsü ile ortada...
ROTA ÇANAKKALE ESKİ MERKEZ...
1915 Çanakkale köprüsü bugünlerde geçiş fiyatı nedeniyle eleştirilse de yakın gelecek yıllarda herkesin kullandığı, faydalanacağı bir köprü olacak. Boğazın karşı kıyı Gelibolu ile bağlantı noktası olan Çardak ve Lapseki’de gemiler çalışmaya devam ediyor, her ikisi de birbirinden huzurlu yerleşim yerleri. Son yıllarda köprü inşaatı nedeniyle artan yapılaşma, köprü manzaralı ev ve apartman inşaatları hızla devam ediyor. Beni korkutan, Lapsekili bir emlakçıdan duyduğum; Lapseki ile Çanakkale arasının şimdiden parsel parsel satıldığı ve önümüzdeki on senede tamamen binalarla dolacak olması senaryosu...Dudak büküp Çanakkale’ye doğru devam ediyorum. Rotamı Çanakkale eski merkezine çeviriyorum, Motosikletimle saat kulesinin dibinden geçip deniz kenarına çıkıyorum. Boğaz kenarında bir mola verip “Kilitbahir kalesine” ve “Dur Yolcu bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir” yazısına karşı bir mola vereceğim, çay içeceğim. Bu arada sizinle de Dur Yolcu dizelerinin hikayesini paylaşayım..
DUR YOLCU!
“Dur Yolcu” Çanakkale Boğazının en hakim konumunda, boğazdan gelip geçenlere bu topraklarda neler yaşandığını anımsatmak için yapılmış bir yazı. Yamaca yapılmış görselde bir asker figürü ve Necmettin Halil Onan‘a ait şiirin dizeleri bulunuyor. 1960 yılında günümüzde ki Dur Yolcu Anıtı‘nın hemen altında yer alan Değirmen Burnu Tabyaları‘nın komutanı Üsteğmen Turan Şekip Pınar yaşadığı coğrafyanın önemini çok iyi bilen bir askermiş. Bölgede Çanakkale Zaferini anlatabilecek bir eser bırakmayı çok istemiş. Bir gün aynı tabyada görevli Yedek Subay Seyran Çebi ‘ye düşüncelerini anlamış. Çanakkale Boğazı‘ndan gelip geçen herkesin göreceği büyük bir eseri, nasıl birşey yapacaklarını konuşurlarken kendisine masasının üzerinde bulunan bir asker sigarası paketini göstermiş... “Bunu çizebilir misin?” diye sormuş. Seyran Çebi çizilebileceğini söylemiş. Fakat tek başına bir asker görselinin verilmek istenen mesaj için yeterli olmayacağını düşünmüşler . Bu nedenle yamaca yapılacak anıta Necmettin Halil Onan‘a ait şiirin dizelerini de ilave etmeye karar vermişler.
Genelde Gaziantep’i gezmeye gelenlerin aklına gelen Halfeti aslında Şanlıurfa ‘ya bağlı bir yerleşim. Yeni Halfeti Fırat Nehri’nden hayli yukarıda ve mimarisi ile sıradan bir şehir görüntüsü arz ediyor. Sular altında kalan ve günümüzde turistlerin uğrak noktası, günmüzün Citta Slow yavaş şehri eski Halfeti ise M.Ö. 855 yılında Asur Kralı III. Salmanassar tarafından zapt edildiği zaman “Şitamrat” adını taşıyordu.
SÜREKLİ İSİM DEĞİŞTİRDİ
Yunanlılar bunu değiştirerek “Urima” adını vermişler. Süryaniler ise ilçe için “Kal’a Rhomeyta” ve “Hesna d’Romaye” adlarını kullanmışlar. Arapların eline geçtikten sonra “Kal’at-ül Rum” adını almış. Bununla da kalmamış, birçok isim değişikliğine uğramış Halfeti XI. yüzyılda Bizanslıların eline geçince de bu kez “Romaion Koyla” adını almıştır. 1290 yılında Memluk Sultanı Eşref tarafından fethedilen ilçeye “Kal’at-ül Müslimin” adı verilirken.
SİMGESİ ‘SİYAH GÜL’
Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara egemenliğine geçen ilçe, günümüzde de kullanılan “Urumgala” ve “Rumkale” adlarını almış. Günümüzde ilçenin büyük bir kısmı Birecik Barajı’nın göl suları altında kalmış durumda. Güneydoğu Anadolu turlarında turistlerin olmazsa olmazı Halfeti’de su kenarında yüzer restoranlarında yemek yemek, kentin simgesi “siyah gül” ile tanışmak, teknelerle, Aziz Nerses Kilisesi’nin, Barsavma Manastırı’nı Rumkale’yi, melhur minaresiyle Savaşan köyüne gitmektir... Burada yaşanan keyifli saatler bölge gezinize her zaman renk katar.
Çoğu kaderine terk edilmiş taş, çatısız, kahverengi evlerin yan yana sıralandığı bir Süryani köyü... Evlerin arasında dolaşırken İmbros-Gökçeada’da Dereköy sokaklarında yaşadığım duyguyu anımsadım. MorYuhanon Süryani Ortodoks kilisesinin gönüllü rahibi Sami Bey köye gelenlere yardımcı oluyor, kiliseyi gezdiriyor. Ama işin ilginç yanı köy, hem Protestan hem Süryani hem de bir Katolik kilisesi barındırıyor. Köyde kaç kişi yaşıyor derseniz, günümüzde sadece birkaç hane..! Protestan, Ortodoks ve aynı zamanda Katolik kilisesine sahip dünyada kaç köy vardır acaba? Sonra cami de yapılmış, onu da kucaklamış kadim Tur Abdin toprakları. Dağların iç kesimlerinde hayatın yoğun hengamesinden uzak olan bu köyün çok kimlikli yapısı dikkat çekici. Burada sadece Süryani, Müslüman, Türk, Arap, Kürt ve Ermeniler gibi farklı halklar değil, aynı dinin farklı mezhepleri de büyük bir ahenk içinde yaşayabilmiş. Savur’un Kıllıt Köyü işte tam bu noktada dünyada eşine az rastlanan bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Kıllıt Köyü; bugünkü adıyla Dereiçi. İçinden dere akan köy, yolunda ve etrafında gölge yapan yüksek kavaklarıyla. Sessiz kendi halinde. Hikayesi uzun..
NÜFUS ÇOK AZ
Yeşilçam’ın usta oyuncuları Kadir İnanır ve Vahide Gördüm’ün başrolünü oynadığı ve Süryani bir ailenin hikayesinin anlatıldığı, ‘Kapı’ filmi de burada çekilmiş, seyretmediyseniz, göz atın...
Mardin tarihine bakıldığında, onunla kader birliği yapmış, şehir yapısı-doğası ile de ona oldukça benzeyen bir ilçesinin olduğu dikkati çeker. Bağlı bulunduğu Mardin şehrinden yaklaşık olarak 1000 yıl kadar daha eski bir yerleşime ve tarihe sahip olan Savur ilçesi, iki vadinin kesiştiği yerde uzanan bir masal şehri gibidir. Mardin’e geldiğinizde bir günü Savur’a ayırmalı, Savur’a yolunuz düştüyse mutlaka 6-7 km daha giderek Kıllıt köyünü de görmelisiniz. Dağların iç kesimlerinde hayat telaşesinden uzak bu köyün çok kimlikli yapısı dikkat çekicidir. Burada sadece Süryani, Müslüman, Türk, Arap, Kürt ve Ermeniler gibi farklı halklar değil, aynı dinin farklı mezhepleri de büyük bir ahenk içinde yaşayabilmiştir. Yaşayabilmiş diyorum çünkü maalesef günümüzde köyün nüfusu çok az.