Uğur Çelikkol

Dünyanın ayakta duran en eski Süryani Ortodoks manastırı Mor Gabriel

13 Mart 2022
Geçtiğimiz hafta sonu tekrar Mardin’deydim. Bölgede Süryani kültürü hakim ve onlarca Süryani kilisesi ve manastırı var malumunuz. Yolumuz bunlar arasında en etkileyici ve en eskilerinden olanı Mor Gabriel’e düştü. Sürekli değişen hava, açan güneş ve bulutlarla güzel fotoğraflar çektim. Mardin’in Midyat ilçesine 25 kilometre uzaklıkta bulunan Mor Gabriel Manastırı, Deyrulzafaran ile birlikte Mardin’de görülecek en güzel ibadethanelerinden birisi. Manastır ziyaretinizde sizi, cemaatin görevlendirdiği gençler gezdiriyor, bilgi veriyor. Mekanları gezerken “Biz binlerce yıldır buradaydık, herkes bizden sonra geldi” dedi genç manastır rehberi.. Haksız da sayılmaz... Her yer tertemiz, belli ki son restorasyon ve bakım yakın zamanda yapılmış.

MARDİN’in Midyat ilçesine 25 kilometre uzaklıkta bulunan Mor Gabriel Manastırı, Deyrulzafaran ile birlikte Mardin’de görülecek en güzel yerlerden birisi. Tarihi 397 yılına dayanan manastır tarihiyle en eski manastırlardan birisi.1600 yıllık geçmişiyle Deyrulzafaran’dan bile eski olan Mor Gabriel (Aziz Gabriel) Manastırı’nın diğer adı Deyrulumur yani yaşam manastırı..

DİNİ BİR MERKEZ

Günümüzde yaklaşık 60-70 kişinin kaldığı ve içinde birçok metropolitin mezarının bulunduğu manastır, bölgede yaşayan Süryanilerin dini merkezi olarak biliniyor. Hatta burası Süryani inancına göre “2. Kudüs” niteliğinde. Tur Abdin olarak bilinen tarihi bölge ve Mardin ili, Midyat ilçesi ve çevresindeki alanı kapsayan bölgede erken dönemlerden itibaren Hristiyanlık yayılmaya başlamış, 4-5. yüzyıldan itibaren bölgede kültürel doku Hristiyan dini temelli olarak belirginleşmiş ve inşa edilen bu yapılar, özgün taş yapı geleneğiyle günümüze önemli birer kültürel emanet olarak gelmiş.

EL EMEĞİ MOZAİKLER

Etkileyici tarihi yapıyı gezerken yıllara meydan okuyuşu, kendine has duruşu ilk girişten sizi etkiliyor. Yapı içinde var olan anıt mezarları, daha önce yaşamış olan azizlerin duvar nişine oturur pozisyonda ve doğu yönüne bakacak şekilde gömülmüş olmaları, dahası günümüze ulaşmayı başaramamış el yazması birçok eser “Mor Gabriel Kilisesi’ni” farklı kılıyor.

Yazının Devamını Oku

Bursa’dan kütahya’ya trenle gidilir mi?

27 Şubat 2022
Son günlerde “Bursa’dan Kütahya’ya trenle gidilir mi, nasıl gidilir, nasıl olur Bursa’da tren mi var?” soruları sosyal medyada, havada uçuşuyor. Doğru, geçmişte Fransızların yaptığı ve işleri bitince söktüğü Bursa-Mudanya limanı arasındaki treni saymazsak, ki keşke günümüzde dursaydı, turizm için büyük bir çekici olurdu... Buna ilave olarak yıllardır hızlı treni bekleyen ama kavuşamayınca Bursalılar, maalesef trene hasret.

Peki günümüzde Bursa’dan tren geçiyor mu? Bu sorunun cevabı evet, hem de yıllardır geçiyor. Zaman zaman basında haberi de yapılan Bursa il sınırları içinde tek resmi faal tren istasyonu Büyükorhan’a bağlı Piribeyler köyü tren istasyonu yıllardır çalışıyor ve Bursalıların çoğu bunu bilmiyor. Peki ya nedir bu Bursa’dan Kütahya’ya trenle yolculuk hikayesi? Babam Şinasi Çelikkol Geleneksel gölge oyunu Karagöz’e verdiği emeklerin yanı sıra Bursa’nın arka yüzü olarak tanımladığımız Uludağ’ın güney tarafındaki ilçeleri Keles, Orhaneli, Büyükorhan, Harmancık’a bağlı Türkmen ve Yörük köylerini iyi bilen, etnografyasını araştıran, birçok köydeki el sanatlarının, kıyafetlerin yeniden canlanması, tekrar yapılması için yıllardır uğraşan bir halk kültürü araştırmacısıdır.

FARKLI BİR FİKİR

Kendisi 2000’li yılların başında bölgede gezerken Dursunbey tarafından gelerek Tavşanlı-Kütahya istikametine doğru seyahat eden posta treni ile tanışır. Ben o dönem Kütahya bölgesine halihazırda geziler düzenliyordum, babamın bana getirdiği fikir şu oldu, “Bir gün senin gezileri takip eden insanları da bu bölgedeki istasyonlardan birine getirip buradan trene bindirsek ve trenle Kütahya’ya götürsek değişiklik olur. Hem insanlar özlem duyduğu trenle seyahatin tadını çıkarmış olur, hem de Bursa’dan Kütahya’ya farklı bir yoldan gitmiş olurlar.”

KALDIRILDI AMA TEKRAR KONDU

İşte babam Şinasi Çelikkol’un önerisiyle ilk gezimizi 2005 Ağustos ayında çevremize duyurduk ve Kütahya’ya trenli gezileri başlattık, adını da ‘Bursa’dan Trenle Kütahya’ya Yolculuk’ koyduk... Bursa’nın dağ ilçelerini, doğal güzelliklerini de ön plana çıkaran bu farklı rotamıza yıllardır kıymet veren, ilgi gösteren misafirlerimiz oldu. Hatta 2005 Ağustos’unda gerçekleşen o geziye katılan misafirlerimizden bazıları aramızda yok... Yolları anıları paylaştığımız o güzel insanları da anıyoruz, Allah rahmet eylesin.. Bir dönem tren hattı yenilendiği için posta treni seferden kaldırıldı, tekrar kondu... Sonra pandemi başladı. Yine seferlere ara verildi. Eylül ayından beri tekrar başladı. Son aylarda sanırım bizim bu yıllardır yaptığımız geziyi öğrenen başka insanlar da yapmaya çalışıyor, gezmek görmek elbet herkesin hakkı.. Ama yaptığınız iş ne olursa olsun o işi hakkıyla, hakkını vererek, saygıyla yapmak gerek. Trende ve istasyonlarda çalışan görevlileri zor durumda bırakan bazı olaylar yaşandığına dair haberler kulağıma gelmeye başladı... Yapmayın ne çabuk? Bursa’dan Orhaneli, sonra da Harmancık istikametine gittiğinizde, Bursa il sınırı içinde kalan Piribeyler istasyonundan başka Balıkesir-Kütahya ve Bursa il sınırlarının kesiştiği noktalara yakın bölgede Gökçedağ, Baliköy istasyonlarını da kullanarak 2005 yılından buyana onlarca farklı versiyonunu gerçekleştirdik bu gezinin, çevredeki birçok yeri hatta Çavdarhisar- Aizonai antik kentini trenle buluşturduk.

KÜTAHYA VE TARİH

Yazının Devamını Oku

Endüstri iletişim ve ulaşım tarihi burada

20 Şubat 2022
İstanbul Rahmi M. Koç Müzesi, ulaşım, endüstri ve iletişim tarihine adanmış bir müze. Gezerken herkesin kendi geçmişinden bir dönem bulabileceği, gençlik veya çocukluk yıllarına yolculuk yapabileceği bir yer. Müzede denizaltı, feribot, gemi, uçak, lokomotif ve tramvay modelleri gibi gerçek boyutlarda binlerce obje sergileniyor. 2009 yılında Rahmi M. Koç Müzesi’ne gelişinden itibaren müze vapur olarak ziyarete açılan Fenerbahçe Vapuru da geçici sergilere ve müze eğitim çalışmalarına ev sahipliği yapmaya devam ediyor.


1994 yılında açılan İstanbul Haliç kıyısındaki Rahmi Koç müzesi zaman içerisinde çok gelişti, ve sergi alanlarına eklenen yeni eserlerle ülkemizin ve dünyanın sayılı müzelerinden biri oldu. İlk ziyaret ettiğimde üniversiteden yeni mezun olmuştum ve o dönem sadece Lengerhane denen bina mevcuttu yanlış hatırlamıyorsam.
İstanbul Rahmi M. Koç Müzesi, ulaşım, endüstri ve iletişim tarihine adanmış bir müze. Gezerken herkesin kendi geçmişinden bir dönem bulabileceği, gençlik veya çocukluk yıllarına yolculuk yapabileceği bir yer. Endüstriyel arkeolojinin önde gelen örneklerinden olan Açık Hava Sergileme Alanı, Tarihi Hasköy Tersanesi ve Mustafa V. Koç Binası olmak üzere toplam üç ana bölümden oluşan müze, Haliç Hasköy’de 27.000 metrekarelik bir alanı kaplıyor.
Burası kendinizi ulaşım, endüstri ve iletişimin gelişimine tanık olacağınız bir zaman makinesinde bulacağınız, müze içindeki sempatik kafelerde mola verince dinlenebileceğiniz İstanbul ile özdeşleşmiş bir müze. Müzede denizaltı, feribot, gemi, uçak, lokomotif ve tramvay modelleri gibi gerçek boyutlarda binlerce obje sergileniyor.

VEHBİ KOÇ BİR TREN GETİRİR VE....

Müzenin tanımı; “Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesinde yer alan Rahmi M. Koç Müzesi, tüm ülkelere ve geçmişten günümüze tüm dönemlere ait, endüstri ve mühendislikle ilgili objelerin ve belgelerinin toplanması, ev sahipliği yapılması, araştırılması, korunması ve sergilenmesine adanmış, kâr amacı gütmeyen özel bir kurum” olarak yapılmış.
Rahmi Koç’un babası Vehbi Koç, daha çocukken ona Almanya’dan bir elektrikli tren getirmiş ve o günden beri mekanik ve endüstriyel objeleri toplamak, biriktirmek Rahmi Koç için bir tutku olmuş. Seneler geçtikçe bu koleksiyon o kadar genişlemiş ki, ne evde ne büroda, ne de depolarda yer kalmamış. Koç Topluluğu 1950’lerde sanayiye atılınca, dünyanın büyük sanayi kuruluşlarıyla temasları başlamış.

Yazının Devamını Oku

Bu yaz yabancı turist gelir mi?

13 Şubat 2022
Kuşkusuz pandemi sürecinin en fazla etkilediği sektörlerin başında turizmin geliyor, tek tesellimiz bu durumun sadece ülkemizde değil tüm dünyada yaşanmış olması.

Turizmciler bu yıl turizm sezonunun iyi geçmesini bekliyor ve en azından 2019 yılındaki sayıları yakalamayı umut ediyorlar. 2019 sayılarının yakalanması bile turizmciler için büyük moral olacak. 2022 yılının henüz ikinci ayındayız, ilk rakamları incelediğimizde; İstanbul ve Antalya başta olmak üzere günlük sınır verileri geçen senenin 2 katından fazla ve ortalamada iyi gelir elde edilen 2019 ile paralel bir seyir izliyor.
Turizm hareketliliğinde kastım sadece yerli turist değil, yoksa otelden çıkmayan ve plaj sever yerli turistin yaza dönük erken rezervasyon satışları da geçen seneye göre ciddi oranlarda artmış durumda.


Türk insanı için yaşamı zorlaştıran enflasyon, yükselen döviz, sık artan benzin fiyatlarının yaşama yansıması cebindeki dövizi Türk Lirası’na çevirdiğinde bir anda zenginleşen yabancılar için kulağa hoş geliyor. Aslında bizim gibi turizm çeşitliliği fazla olan ülkelerde ucuz turist de vardır, pahalı turist de. Herşey dahil sisteminde Antalya bölgesine uçak dahil çok uygun fiyata gelip güzel otellerde kalabilen Avrupalı, Rus turistleri veya sırtında çantasıyla gelip gecelemede ucuz otelleri tercih eden münferit turistleri hatırladığımızda ülkemizin kapısının zengin turiste de, fakire de açık olduğunu, aksi takdirde 40 milyon, 50 milyon gibi ziyaretçi sayılarını yakalayamayacağımızı hatırlamak lazım.

ÖNLEMLER AVANTAJ OLABİLİR

Yazının Devamını Oku

Karagöz, İnegöl... ve Kent Müzesi

30 Ocak 2022
İnegöl Belediyesi’nin sömestir tatilinde kapsamında düzenlediği İnegöl 1. Karagöz Şenliği ve Karagöz Atölyesi için son hazırlıkları yapmak üzere geçtiğimiz pazar İnegöl’e Beşinci Mevsim Kültür Sanat merkezine gittik. Amacım işimiz bitince uzun zamandır görmek istediğim, İnegöl Kent müzesini de gezmekti. Haklısınız bir Bursalı olarak açılmasının üzerinden çok zaman geçmesine rağmen bu müzeyi gezme fırsatı bulamadım. Eminim ki birçok Bursalı da henüz gitmemiştir, işte bu yüzden müzeyi bu hafta köşemde tekrar gündeme getirmek, Bursalıları da davet etmek istedim.



İnegöl Belediyesi, sömestr tatilinde çocukları unutmayarak geçtiğimiz hafta boyunca süren “İnegöl 1. Karagöz Şenliği ve Karagöz Atölyesini” düzenledi. UNİMA - Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği Bursa Şubesi işbirliği ile gerçekleşen şenlikte her gün iki ayrı seansta hem gölge oyunu gösterisi yapıldı hem Karagöz Atölyesinde öğrenciler kendi Karagöz tasvirlerini yapma şansı buldu.
Beş gün boyunca; R.Şinasi Çelikkol, Seçkin Güneş, Deniz Özgökbel, Veysel Kamış, Nevzat Çiftçi, Volkan Derman, Tayfun Özeren, Ozman Ezgi, Seyfullah Günana, Fatih Gülbulak Karagöz’ü İnegöl seyircisiyle buluştururken, Bülent Akay atölyede gençlere ‘Karagöz tasviri nasıl yapılır?’, öğretti, çocuklar güzel vakit geçirdi.
İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban’a sömestr tatilinde çocukları Karagöz ile buluşturduğu için, İnegöllü çocuklara da soğuk, karlı havaya rağmen Karagöz’e koştukları için teşekkür ederiz .

MÜZE 13 YAŞINDA


Yazının Devamını Oku

Memleketin bir ucu Dara Antik Kenti

23 Ocak 2022
Neredeyse memleketin bir ucu olarak tanımlayabileceğimiz, Suriye sınırında dolaşmaya devam edeceğiz bu hafta, rotamız Mardin’den Nusaybin’e doğru.. Aylardan ocak, ama güneş yine bizimle..

 

Mardin’e yaklaşık 30 km uzaklıkta olan ve arabayla bir saatte yakın bir sürede ulaşılabilen Dara Antik Kenti, MS 5. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu zamanında askeri amaçlı kurulmuş bir şehir. Antik kentte kilise, nekropol, zindan, saray, çarşı, tophane ve su bendi kalıntıları görülüyor. Burası Anadolu’da birçok antik yerleşimde görebileceğiniz üzere günümüzde de yaşayan, hayatın devam ettiği bir yerleşim. Arabayla köye yaklaştığınızda önce size Frigya bölgesini anımsatacak ilginç yeryüzü şekilleri, doğa daha sonra da sokaklarda koşturan onlarca çocuk karşılıyor. Günümüzde küçük bir köy yerleşimi olan bölgede bu kadar çocuk, hangi evden kaç tane nasıl çıktı diye düşünürken, kendimi Dara’nın ilk etkileyici alanı, Nekropol bölgesinde buluyorum..

MUTLAKA VAKİT AYIRIN

Geçmişte Mardin’e gelen bir çok kişinin uğramadığı ama son yıllarda çekilen fotoğraflar, ışıklandırılan su sarnıçları, sosyal medyada paylaşılan güzel fotoğraflar sayesinde popüler olmaya başlayan Dara antik kenti bölgeye giden birinin mutlaka vakit ayırması gereken bir yer. Köy ve antik kente dair harabeler birlikte yaşıyor, bu yüzden her köşeden size yardımcı olmak isteyen, rehberlik yapmak isteyen bir çocuk çıkıyor, alacakları küçük bir bahşiş onları mutlu ediyor, sadece kent tarihi değil bazen okunan bir şiir de Dara ziyaretinize renk katabiliyor. Ben Furkan ve Neslihan ile tanışma fırsatı buldum, bana yardım ettiler, Neslihan’ın Ahmed Arif’ten okuduğu şiir çok güzeldi.

GERÇEK BOYUTU BELLİ DEĞİL

Dara Antik Kenti’nde birçok antik kentte olduğu gibi daha kazılmamış alanlar var. Bu alanlar da gün ışığına çıkartıldığında Dara’nın gerçek boyutları ortaya çıkabilecek. Dara Antik Kenti’nin içinde bulunduğu Oğuz Köyü’nün nüfusu 700 kişi kadar ve köyün içinde antik kentin devam ettiğini görüyoruz. Zamanında antik kente su kaynağı sağlayan sarnıçlar kentin en ilginç alanları.. Geçmişte
yaklaşık 40 bin nüfusun barındığı kentin su ihtiyacı bu sarnıçlar sayesinde giderilmiş.

Yazının Devamını Oku

Tarihi Mardin’in yanıbaşında, ama bir o kadar uzak Kasımiye Medresesi

16 Ocak 2022
Mardin’i anlatmak düşüncesiyle yola çıkmadım bu yazıda, Kasımiye Medresesine götüreceğim sizi öncelikle... Kimi bu tarihi medresenin sabah güneşi için en iyi yer olduğunu kimi de güneşi batırmak için en iyi yer olduğunu söylüyor. Ben sabah güneşli bir güne uyandığımda soluğu orada aldım, çok güzel fotoğraflar çektim. Yakında Mardin’e tekrar gideceğim, beni takip edin belki birlikte gideriz.


Yeni yılın ilk günlerinde, Mardin’e gittim, hava soğuk olmasına rağmen, arada çıkan güneş, hem keyif verdi hem kentin muhteşem taş binalarına renk kattı, altın sarısına boyadı. Güneşsiz bir Mardin düşünemiyorum. Doğu masallarından biri olan bu kent; görkemli taş konakları, daracık nemli sokakları, abbaralar, kentin en önemli silüeti cami minareleri, rüzgarlı teraslar, içince sizi kendinize getiren mırra, fırından yeni çıkınca kokusu heryere yayılan Süryani çörekleri, harire, safran sarısı ve…daha neler neler.
Mardin’i anlatmak düşüncesiyle yola çıkmadım bu yazıda, Kasımiye Medresesine götüreceğim sizi öncelikle... Kimi bu tarihi medresenin sabah güneşi için en iyi yer olduğunu kimi de güneşi batırmak için en iyi yer olduğunu söylüyor. Tarihi kentin yanıbaşında, ama bir o kadar uzak, köşesine çekilmiş geçmişten günümüze yaşanmışlıklarını taşıyor avlusunda, duymak isteyen ziyaretçilere fısıldıyor. Ben sabah güneşli bir güne uyandığımda soluğu orada aldım, çok güzel fotoğraflar çektim. Yakında Mardin’e tekrar gideceğim, beni takip edin belki birlikte gideriz.

Türk İslam geleneğinde doğru, düzenli bir eğitim verilmesi, meslek edinmek ve farklı alanlarda eğitim almak isteyen insanların ihtiyacını karşılamak için medreseler kurulmuştur. Özellikle önemli alanlarda ilim adamları yetiştirilmesi için medreseler önemli bir yere sahiptir. Medreseler sayesinde orta ve yüksek seviyelerde ihtiyaç duyulan eğitim ve öğretimin verilmesi de amaçlanmış.
Medreselerde verilen eğitimler ile beraber öğrenciler mezun olduklarında müftü, kadı, hekim, matematikçi ve astronom olabiliyordu. Özellikle Osmanlı devletinde verilen medrese eğitimleri sayesinde pek çok bilim insanı ortaya çıkmıştır. Medreselerde sosyal bilimler, fen bilimleri, fizik, kimya ve felsefe alanında pek çok ders verilmekteydi. Bu dersler sayesinde alanında uzman birçok insan yetişmiştir.

Türk İslam devletlerinde medrese geleneği Karahanlılarla başlamış. F. Reşit Ünat’a göre ise İslam’da ilk medrese Büyük Selçuklu Devleti zamanında Alparslan’ın veziri Nizamülmülk tarafından açılan ve yine onun ismiyle anılan Nizamiye Medreseleriymiş. Necdet Sakaoğlu ise ilk medresenin kurucusu olarak, Nişabur hâkimi Emir Nasır bin Sebüktekin’i göstermekte. Medreseler, Selçuklu döneminde zirve yapmış. Selçuklular Anadolu’ya geldikten sonra çeşitli şehirlerde çok sayıda medreseler inşa etmişler. Anadolu’da açılan ilk medrese Danişmentliler tarafından Tokat Niksar’da açılan Yağbasan Medresesi. Osmanlı döneminde ilk medrese Orhan Bey zamanında 1330 yılında İznik’te kurulmuş. Daha sonra devletin sınırlarının genişlemesiyle beraber Bursa ve Edirne başta olmak üzere pek çok şehirde medreseler açılmış. İstanbul’un fethinden sonra üst seviyedeki eğitim kurumları başkentte yoğunlaşmış.

KASIMIYE


Yazının Devamını Oku

Medeniyet ve Gastronomi şehri Antakya

9 Ocak 2022
Son dönemde Güneydoğu Anadolu bölgesine sık gidiyorum. Her şehri başka bir hikaye farklı yaşam, ve tek bir sayfaya sığdırılamayacak kadar özgün yerler. Bence bir şehri ve kültürünü tanımak istiyorsanız o şehre en az üç gününüzü ayırmalı, sokaklarında dolaşmalı, insanıyla tanışmalı, akan hayatı seyretmelisiniz. Bölgede mutfağı ile ün salan şehirlerden biri olan Antakya, herkesin en az bir kez gitmesi gereken bir yer.


Farklı etnik grupların, farklı inanca sahip insanların bir arada yaşadığı bu şehirde hoşgörülü ve nazik insanlar arasında kendinizi rahat hissediyorsunuz. Antakya kilo almayı göze alarak gitmeniz gereken Türkiye’nin ve dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Hem bir gastronomi şehri hem de tarihte ilklerle geçmişi zengin olan bir yer.
Üç büyük dinin hoşgörü içerisinde birbirleriyle herkesin uyum içinde olduğu bir kardeşlik şehri.. Antakya, M.Ö 300 civarında Büyük İskender‘in komutanlarından Seleucus Nicator tarafından kurulmuş. Zeugma’ya gidenler bu ismi hatırlayacaktır. Kaynaklara göre o dönem Antakya üç yüz bin nüfusuyla Roma İmparatorluğunun 3. dünyanın ise 4. büyük kentiymiş. Babası Antiochus’un isminden ‘Antiocheia’ adıyla kurduğu şehir, Silpius Dağı (bugünkü Habibi Neccar Dağı) eteğinde ve Asi Nehri (Orontes) kenarında yer almış.

AKLA ATATÜRK GELİR

Kentin geçmisinde, Cumhuriyet dönemi önemli. Hatay’ın anavatan Türkiye’ye katılması öncesinde, 2 Eylül 1938 tarihinde 10 aylık bir süre varlığını sürdüren Hatay Devleti kurulmuş. Kısa süreli bağımsızlığından sonra, 16 Haziran 1939’da TBMM’nde alınan kararla Türkiye ile Hatay Devleti arasındaki sınır çizgisi kaldırılması kararlaştırılmış. 23 Temmuz 1939’da ise, son Fransız kıtasının kışladan çıkmasıyla ana vatana katılmış. Hatay’ın kurtuluş yolculuğu, 1918’de Atatürk’ün Yıldırım Orduları Grup Komutanı iken başlar ve 10 Kasım 1938’de ebediyete intikal edişiyle son bulur. Atatürk bu yolculukta, Hatay Destanı’nı yaratmıştır. Hatay denildiğinde; mükemmel stratejik öngörüsü, kararlı, onurlu ve son derece istikrarlı dış politikası ile Atatürk akla gelir.
Atatürk, Hatay şehididir. O’nun 1918’de Hatay’ın kurtuluşu için başlayan mücadele yolculuğu 1938’de ebediyete intikal edinceye kadar devam etmiş, hasta haliyle şehre gitmiş, halkı yalnız bırakmamıştır.. Bugün ziyaret ettiğiniz Hatay’da halkın, kendi tarihlerinin bilincinde Atatürk’ün emanetini sonsuza kadar koruyacaklarını hissedebilirsiniz.


Yazının Devamını Oku