RECEP Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ncı başbakanı.
Kendisinden önceki 25 başbakandan İsmet İnönü ile Bülent Ecevit sanatla çok ilgiliydi. İnönü viyolonsel çalar, Ecevit ise şiir yazardı. Erdoğan ile Erbakan dışındaki başbakanlar, sanatla çok haşır neşir olmamalarına karşın hiçbir zaman ters bir tutum da sergilemediler. Sanatın gelişmesine özen gösterdiler, sanatçıların sorunlarıyla her zaman ilgilendiler. Erbakan sanat konularına Karaköy’e dikilen kadın heykeli dışında pek bulaşmadı. Heykeli müstehcen diye oradan kaldırtıp Yıldız Parkı’nda kuytu bir köşeye koydurttu. Ama heykelin parçalanmasını da istemedi. Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk kez bir başbakan hem de bir anıt heykeli “ucube” diye niteledi ve yıkılmasını emretti. Emir üzerine Kars Belediye Meclisi CHP’li üyelerin karşı oyuna rağmen yıkım kararı aldı. Yakında anıt heykel parçalanarak yıkılacak. Tayyip Erdoğan da bir heykeli parçalatan başbakan olarak tarihe geçecek. * * * Geçen gün Fazıl Say’ın bu konu üzerine Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı ilginç yazıyı okudum. Say Türkiye’deki çok tehlikeli bir gelişmeye vurgu yapıyor: “Bugün varılan nokta maalesef halk ile sanatçıları iyice karşı karşıya getiren üzücü bir durumdur.” Say’ın yazısından Kars’ta yıkımına karar verilen heykel olayı pek çok kişi gibi sanatçının ruhunda travmalar yaratmış. Bir umutsuzluk, bir karamsarlık bütün benliğini sarmış, onu kapkara bir dünyaya sürüklemiş. Bu ruh haliyle “Tartışmalar yorucu ve kötü. En iyisi hiç olmasın. Sanat hiç olmasın” diyor. Sanatçı yaşadığı dönemi “Ah çok acı bir dönem...” diye tanımlıyor. * * * Fazıl Say’ın bu yazısını okuyunca İran’ın Şah dönemini anımsadım. Bir ceberut, bir acımasız dönemdi. Özgürlüğünü yitiren İran halkı korku içinde yaşıyordu. Toplum içinde en yürekli karşı koyuşlar sanatçılardan ve aydınlardan geliyordu. Şah isyan eden sanatçıları, aydınların pek çoğunu zindanlara attırmıştı. (Bugün Silivri de Şah’ın zindanları gibi muhalif aydınlar, yazarlar, çizerler, bilim adamları ile dolu.) Bir gün bir arkadaşım bir İranlı sanatçının kasedini getirmiş, “Bunu dinle” demişti. Dinlerken sözlerini anlamadığım halde ezgilerin acılığı, hüznü yüreğime işlemiş, beni ağlatmıştı. Kasetteki şarkılar ceberut Şah yönetimine başkaldıran, bu yüzden de öldürülen insanlara adanmış ağıtlardı. Yürek yakıcıydı. Defalarca dinledim, her dinleyişimde de gözyaşlarımı tutamadım. Sonra kasedi getiren arkadaşa bu sanatçının sonunun ne olduğunu sordum. Şah’ın cellatları onu işkencelerden geçirmişler ve sonunda da öldürmüşler. Arkadaşıma, “Dinlerken ağladım” dedim. “Ben de ağladım, ne dediğini anlamadım ama ağladım. Kasedi getiren İranlı çocuk da ağladı” dedi. Fazıl Say’ın yazısındaki Zeitgeist filminden aktardığı şu cümle çok çarpıcı: “Sevginin gücü, güce olan sevgiyi aştığı vakit, dünya aydınlığa kavuşacaktır.”