Köprü’nün yanmasından sonra Kemancı efsanesinin Sıraselviler’e taşınmasıyla birlikte, Beyoğlu’nda rock barlar furyası başladı.
Eski dönemin pavyonları birer birer rock bar’a dönüşüyor, ağırlığı üniversitelilerden oluşan yeni bir müşteri akın akın Beyoğlu’na geliyordu.
O günlerden bugüne çok şey değişti Beyoğlu’nda. Örneğin o yıllarda sevdiğimiz, gittiğimiz mekanlar iki elin parmaklarını geçmezdi belki ama hepsini severdik. Kemancı, Hayal Kahvesi, Sefahathane, Dulcinea, Roxy; şimdi burada adını saymayı unuttuklarım... Şimdi öyle mi ya? Yüzlerce mekan içinde kendimizi rahat hissettiğimiz kaç tane kaldı? İşin enteresan kısmı yukarıda adını saydığım mekanlar hálá ayaktayken o arada açılan kim bilir kaç tane mekan tarih sayfalarındaki yerini aldı.
İstiklal Caddesi’nin o bezdiren kalabalığına, kapkaça, değişen insan ilişkilerine rağmen hálá ve ısrarla yapmayı sevdiğim bir ritüel var. Kulağıma mp3 çalarımı takıp kalabalığı yararak bir uçtan bir uca yürüyorum caddeyi. Sanki o anki hayatınızın video-klip’ini çekiyormuş gibi. İnsanları, yüzleri, mekanları şarkılara ilikleyerek, kimi zaman öfkeli adımları ritme uydurup bazen de aşkla süzülerek kalabalığın arasından...
Eskiden İstiklal Caddesi’ni o en en güzel hatırladığım yıllarda walkman takmadan da kulağımıza pekálá yapardık bu müzikli yürüyüşleri. Taksim tarafından girip Tünel’e ulaşana kadar cadde boyunca sıralanmış müzik dükkanlarının çaldığı şarkıların arasından geçerken yolun nasıl bittiğini anlamazdık.
Zaten bir şarkının Beyoğlu’nda çalıyor olması tuttuğuna, çok sattığına delaletti. Caddede yürüyen insanlar duydukları şarkının ne olduğunu sormak için müzik dükkanlarına gider sonra da satın alırlardı albümü. Bakın o zaman albümler de satıyordu, ne güzel günlermiş...
Ee, ne değişti ki şimdi Beyoğlu’nda diyeceksiniz. O müzik dükkanları birer birer kapanıyor örneğin. Yerlerinde kafeler, mağazalar açılıyor. Artık bırakın müzikli yürüyüşler yapmayı, sadece yürümek bile zor Beyoğlu’nda.
Geçen hafta "The Sound Of Taxim Beyoğlu" adlı toplama albümü dinlerken az önce anlattıklarım geçti zihnimden. Albümdeki şarkıları dinledikçe yaptığımız o güzel müzikli yürüyüşler geldi aklıma. "Donna Donna", NTV’nin "O An" belgeselinden de hatırlayacağınız "Bombay Theme Music", "Historia De Un Amor", "Bell Ciao", "Eviva Espana", Eartha Kitt yorumuyla "Katibim", Balkan Beat Box’tan "Gross"; sonra yakından tanıdığınız "Zorba", "Padam Padam", "That’s Amore", "If I Were A Rich Man"... Hepsi o özlediğim yürüyüşlerin fon müziği şimdi.
Konser dolu bir yaz
Size bu akşamdan itibaren yaz sonuna kadar dinleyeceğimiz konserlerin bazılarını sayayım; Daft Punk, Arielle Dombasle, Evanescence, James, The Rapture, Groove Armada, Kelis, Marilyn Manson, Dream Theater, Al Di Meola, Gloria Gaynor ve Ajda Pekkan, Cachaito Lopez (Bueno Vista Social Club), Blonde Redhead, George Clinton, Michael Bolton, Robert Plant, Dionne Warwick, Bryan Ferry, Enrico Macias, Live Earth Konserleri, Shakira, Robin Gibb, Nathalie Cole, Julio Iglesias, Avril Lavigne, Tori Amos, Sebastian Bach, Sinead ’O Connor, Lauryn Hill, Sum 41, Riverside, Cake, Joe Satriani, Zucchero, Chaka Khan, Norah Jones, Kool and The Gang, Jose Feluciano, Paul Young, Smashing Pumpkins, Chris Cornell, Within Temptation, Franz Ferdinand, Manic Street Preachers, Tool... Yerli gruplar var sonra. Umarım gerek sponsorlar gerekse organizatörler açısından verimli bir yaz olur da "o ne yazdı öyle bir daha da görmedik öyle yazı" şeklinde hayıflanmayız. Konser çok, yatırımlar büyük, müşterinin seçme şansı çok çünkü.