Paylaş
Lana Del Rey’in, pekâlâ komplike diyebileceğimiz şarkı kurgusu ve vokali; karanlık, depresif hallerine rağmen şahsına münhasır bir pop ikonuna dönüşebilmiş olmasının iki temel nedeni var. İlki, kimi kültürlerde böyle ürünlerin de popüler olabilmesi; ki bu genel tüketici içinde müzik gustosu sahibi çok sayıda insan olduğunu gösterir. İkincisi de Lana Del Rey’in ‘gerçek’liğinin ve göz alıcılığının yarattığı samimiyet, büyü. Sesinde bir sürü hikâye gizli. Hikâyesi anlamdan yana yüklü, referanslarla süslü. Sinematografik hisler yaratan bir müzisyen...
Bugüne kadar yaptığı albümlerde hep bir konsept üzerinden ve tabii kendi çizgisinde yalpalamadan yürüyen Lana, Amerika gibi bir ülkede hem popüler hem de şarkısıyla sofistike öyküler anlatan güzel bir kadın olarak kabul görmeyi başardı.
Dördüncü albümü ‘Lust For Life’ın önceki albümlerinden farklılaştığı alanlardan söz edelim: Her şeyden önce bu albümde daha rahat ve mutlu görünüyor Del Rey. Bu, pop ikonu olma durumuyla ilgili iddiasını bir adım ileriye götürüyor, çünkü söz konusu pozitif durum dinleyiciye ışık hızıyla geçiyor. Bana sorarsanız “En iyi, en ‘temiz’ Lana Del Rey albümü” de derim hiç tereddüt etmeden.
Bu mutluluk durumu biraz mecburi bir geçişin göstergesi mi yoksa ‘Born To Die’ albümünün kapağında; önünde durup somurttuğu kamyonun ‘Lust For Life’ kapağında da yer alması ve bu kez Lana’nın gülüyor olması daha açık bir mesaj mı? Demek istediği şu olabilir: “O günden sonra çok değiştim, daha mutlu bir kadınım. Hikâyemin kahramanı benim ama sizi gözlerinizin içine bakıp gülümseyerek muhatap alıyorum...”
Neyse ki politik olmaktan vazgeçmemiş. Özellikle albüme adını veren şarkıda, fütursuzca kentleşen toplumların röntgenini çekiyor. Amerika’nın otoyollar, benzin istasyonları, oteller gibi sosyal simgelerinden söz ediyor. Bir toplumun geçmişi ve geleceği arasındaki gerilimin altını çiziyor. Amerikan tipi hayatın bünyedeki izdüşümlerini anlatıyor.
Albümün en iyi şarkısı ‘Love’ ve ‘Lust For Life’ dışında; ASAP Rocky & Playboi ile featuring yaptığı ‘Summer Bummer’, Sean Ono Lennon’lı ‘Tomorrow Never Came’, Stevie Nicks’li ‘Beautiful People Beautiful Problems’ ve ’13 Beaches’e de dikkat edin ve baştan sona dinlemeye koyulun. Samimi olduğu gibi ‘basit’ ve çıtası yüksek bir albüm.
ZAMANE HAYAL KIRIKLIKLARI
Mick Jagger’ın iki şarkılık bu teklisini, dinleyiciyle buluşturmak için albümü beklemeyişi, şarkıların mesajının etkisini azaltmak istemediğinden acele etmesi de politize olmuş ruh halinin göstergesi.
Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılma yönünde oy kullanması, rock âleminin kıdemli isimlerini de ikiye bölmüştü. Örneğin Beatles’ın Ringo Starr’ı ve Jeff Beck “Böylesi daha iyi oldu, bu değişiklik çok olumlu” dediler. Öte yandan Roger Waters, Brexit’in en sert muhalifi rolünü kimselere kaptırmadı; 44 yıl sonra Kıta Avrupasından kopuşun büyük sıkıntılara gebe olduğunun altını çizdi.
Mick Jagger’ın politik anlamda ne denli iyi bir gözlemci ve analist olduğunu birçok röportajında gördüm. İki şarkılık bu teklisini, dinleyiciyle buluşturmak için albümü beklemeyişi, şarkıların mesajının etkisini azaltmak istemediğinden acele etmesi de politize olmuş ruh halinin göstergesi. İçinde yaşadığımız zamanların hayal kırıklığı var ‘England Lost’ta.
Hemen arkasından gelen ‘Gotta Get A Grip’ ise ‘England Lost’un panzehiri gibi. ‘Umutsuzluğa kapılmayın, kendi bildiğiniz yoldan yürüyün’ mesajları var. İki şarkının bu anlamda bağlantısı olduğu gibi atmosferik olarak büyük bir kopukluğu da var yani.
Ben oyumu ‘England Lost’tan yana kullanıyorum, ancak ‘Gotta Get A Grip’i de beğendim. Şarkının; Tame Impala’nın Kevin Parker’ı tarafından yapılmış remix’ini de mutlaka dinleyin.
Paylaş