Yetenek Sizsiniz’de yarışmacı olduğunda ister istemez dikkat kesildim Aleyna’ya… ‘Gesi Bağları’, ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ gibi yorumlaması zor türküleri bazen tek gitarla bazen grubuyla okudu. Vokal üslubunda Selda Bağcan hissi vardı. Sonradan öğrendim ki Selda şarkıları dinlemeye, söylemeye başlamış henüz çocuk yaşında.
Aleyna’nın şarkı söylerken kendine güveni tamdı. Teknik olarak kusursuza yakın okudu o türküleri. Sesi diyaframdan yüzünün ön bölgesinde ustalıkla toplayışı; nağmesini yerli yerine koyuşu, kafa sesleri, kulağı, yorumu derken; henüz 15 yaşında olan genç bir kızın bu başarısının o yarışmayla tarih olmayacağını anlamak zor olmadı.
Derken Emrah Karaduman’la tanıştı Aleyna Tilki. Emrah, şarkısına vokaliyle eşlik edecek (featuring yapacak) bir kadın ses aramaktaydı. Ve ‘Cevapsız Çınlama’ böylece ortaya çıktı. Diğer bir deyişle sanılanın aksine ‘Cevapsız Çınlama’ bir Aleyna Tilki şarkısı değil Emrah Karaduman şarkısıdır. Ancak tek bir şarkının Aleyna Tilki’nin gençliği, güzelliği, dansları, polemikleri vesilesiyle o denli ünlü oldu ki Emrah’ın ‘Bir dakika, bu benim şarkım ama’ demekle ilgili bir kaygısı olduğunu hiç sanmıyorum. Aleyna; Emrah Karaduman’ın da kariyer yolunu açtı ‘Cevapsız Çınlama’yla.
Peki, nasıl bir şarkıydı bu ‘Cevapsız Çınlama’… O zaman 16 yaşında olan bir genç kızın dansları ile boy gösterdiği ve aslına bakarsanız vokalinin çıtasını pek yüksek tutamadığı sıradan, melodik, hızlı tüketime dönük bir yaz/dans şarkısı… Öte yandan ihtiyacını karşıladı mı Aleyna’nın? Hem de nasıl… Parça özellikle sosyal medyada bomba etkisi yarattı. Bugün üzerinden yaklaşık 1 yıl geçtikten sonra Youtube’daki tıklanma sayısı 310 milyonu aşmış durumda. Sebebi açık; defalarca dinlediler. Aleyna’nın hayranları; dünyada olduğu gibi; Türkiye’de belki de ilk kez özdeşleşme yaşadılar kendi yaşlarında bir şarkıcıyla. Ablaları hatta anneleri yaşındaki kadın pop yıldızlarımıza ilgi duymalarında elbet bir sakınca yok. Ancak Aleyna’nın kazandığı başarı bizim pop müzik piyasası açısından bir açığı kapattı. Özetle gördüğü ilginin temel sebebi, kendi yaş grubunun verdiği destektir. Hayranları da çoğunlukla Aleyna gibi gencecik kızlardı. Akranı olan erkek hayranlarınınsa platonik bir aşk besledikleri aşikârdı kendisine… Daha ne olsun? Google’da, 2016 yılında adı en çok aranan kişi Aleyna Tilki olmuş. O da mı manipülasyon? Güldürmeyin insanı.
Söz; Aleyna’nın ustası, ablası, teyzesi kıvamındaki pop star’larımızdan açılmışken iddiamı bir adım ileriye götürmek isterim. Aleyna; yine yaşından beklenmeyecek bir ustalıkla kendi lehinde yönetti, yönetmekte magazin gündemini... Üstü kapalı biçimde genellikle sosyal medya üzerinden yaktığı fişekler adresini buluyor. Beni şaşırtan daha çok Demet Akalın, Hande Yener, Hadise gibi isimlerin Aleyna'ya yönelik açıklamaları. Açıkçası bu durum bana, kendilerinin de Aleyna'nın gümbür gümbür geldiğinin farkında olduklarını düşündürüyor. Yoksa yapmaları gereken ona destek olmaktan başka bir şey değil. Ancak bir rahatsızlık oluşmuş belli ki. Siz kızınız yaşındaki yetenekli bir müzisyeni neden magazin âlemine malzeme verecek şekilde muhatap alıyorsunuz diye sormazlar mı adama sonra? Çünkü Aleyna söyleyeceğini söylemekle birlikte asla lafının ana fikrini açık etmiyor ve muhtemel polemik sonrası 'Kendisi benim ablamdır, idolümdür' diyerek muhatabına yakınlaşıyor. Ve elbette yarattığı magazin gündeminden kurnazca faydalanıyor. Helal olsun kendisine… Demek ki ‘abla’ları bunu fark etmiyor.
'Sen Olsan Bari'yi altyapı ve beste açısından büyük bir adım olarak görüyorum… Aleyna'nın yaratmaya çalıştığı şarkı evreni ve ilk parçanın aslen kendi şarkısı olmadığı düşünüldüğünde doğru bir başlangıç. Kısa, net, melodik, şarkı olarak ‘Cevapsız Çınlama’dan kat be kat iyi…
Video’su Britney Spears’ın iki video’sundan (‘Crazy’ ve ‘Work B….h’ ) çalıntı diye bas bas bağıranlar var. Baktım; iki sahne var benzerlik olan. Bu gözler ne fikir hırsızlıkları gördü kliplerde, Aleyna’nınkisi devede kulak kalır… Ayrıca klip yönetmeni esinlenmişse kızcağızın günahı ne? Bir de vicdansızca uydurulan pedofili göndermesi meselesi var. Neymiş? Saçlarını iki yandan toplamış, ayna karşısında makyaj yapmış. El insaf!
Lösemili çocuklarla, mülteci çocuklarla, depremzedelerle çalıştı. Müzisyen Aslı Çavuşoğlu ile sözleri TRT’nin 12 Eylül Darbesi sonrası yasakladığı kelimelerden oluşan bir parça yaptılar. Çağdaş sanatçı Işıl Eğrikavuk ile kentsel dönüşüme ilişkin bir parçası da var. Halil Altındere’nin ‘Wonderland’inin vokaliydi ve parçanın videosu ünlü New York MoMA’ya (Modern Sanatlar Müzesi) kalıcı eser olarak kabul edildi. Hip hop’u müzik kanallarından, YouTube’tan görüp de özenmiş biri değil. 80’li yıllardan beri kalbi hip hop için çarpıyor ve müziğin; kitleleri uyandıran, birleştiren, iyileştiren gücünün farkında...
Mağduriyetin altını çizmek istedim
‘Eller Konuşur’; Fuat’ın yaratıcı ve sosyal fayda üzerine kurulu projelerinden birinin ilk adımı. Fuat’ın müzik direktörlüğünü ve vokalini yapıp sözlerini yazdığı parçayı aslında Def Rap ‘seslendiriyor’. Def Rap elemanları Oğuzhan Mete, Leon Tufan ve Erdem Karayel; işitme engelli ve işaret diliyle rap yapıyorlar.
Def Rap grubu, işaret diliyle rap yapıyor.
Hikâyenin başlangıcıysa şöyle: Fuat ve projenin prodüktörü Erdem Dilbaz, bir sohbet sırasında rap’çilerin sık kullandıkları el hareketleriyle işaret dili hareketlerinin ne kadar benzediğini fark ediyorlar. Ve ikisini bir araya getirme hayalinden ‘Eller Konuşur’ doğuyor. İlk iş, işaret dilini öğreniyorlar. Son iki yıldır işitme engelliler ve eğitmenleriyle yakın temas halindeler. Müzikal altyapıyıysa Kaan Düzarat yapıyor. Fuat; “Ben daha çok işitme engellilerin mağduriyetinin altını çizmek istedim. Dünya Sağlık Örgütü’nün engelli mağduriyetleri listesinde işitme engelliler ikinci sırada. Çok yalnızlar. Ve benim için zaten hip hop bu demek...” diyor.
Peki işaret dilini öğrenmeye neden gerek gördüler? Hemen yanıtlıyor: “Bence zorunlu ders olmalı işaret dili. Ben bu projeye başlayana kadar hiçbir işitme engelliyle iletişim kurmaya çalışmadığımı fark ettim. Düşünsenize dillerini bilmiyoruz diye tamamen yalnız bırakıyoruz. Sadece Türkiye’de 4 milyon sağır ve işitme güçlüğü olan birey bulunmakta. İşaret dili bilmeyenler, bu bireyleri duymuyor...” Bundan sonraki planlar arasında hazırladıkları diğer parçalara da video çekip bir DVD albüm yayımlamak var. Ayrıca işitme engelli müzisyenlerin sahneye çıkmalarının önünü açacak teknik fikirler üzerine çalışıyorlar.
İlk albümünü yayınlanan Nadas’ın farkı nedir peki? Albüm adıyla kastettikleri şu mu: ‘O değişiklerden daha değişiğiz biz!’ Eğer öyle diyorlarsa katılıyorum çünkü her şeyden önce şarkı altyapıları, müzikal bütünlük ve tavrıyla iyi bir grup. Bence en önemli farkları da şu: 70’lerin ‘baba grupları’ hatta Anadolu rock’la da gayet samimi ama belli belirsiz bir müzikal ilişki kurmuşlar. Bunu yaparken demode olmamayı ve kendi kuşakları ve beğenisiyle çatışmamayı becermişler. Müzik yaparak acı çekmekten de; ‘cool olmak’ kaygısıyla eğlenmekten de vaz geçmemişler. İlk iki tekli ‘Kaçamak’ ve ‘Vay Be’ ile başlayıp bütüne uzun uzun bakmak lazım. Grubun şarkı yazarı, vokali ve prodüktörü Fırat Ağacık’a dikkat… Çok daha iyilerini de yapacaklardır.
(Değerlendirme 5 üzerinden 3,5 yıldız)
Şu hayatta hep bir yarış içindeysek; lafa da bir klişeyle başlamak isterim: Herkesin yarışı kendiyle olmalı sahiden. Bizim popüler müzik piyasasına baktığımızda bunu başarabilen o kadar az insan var ki. ‘O ne yapmış son albümünde, ben de yapayım’, ‘Öbürü kaç kere tıklanmış, ben daha çok tıklanayım’, ‘Onun çok takipçisi var, ben daha fazlasını bulayım’...
Bizde rekabet sanılan şey; kendini ve kariyerini başkaları üzerinden tanımlamak. Oysa var olmak için sana bir rakip gerekiyorsa; sen yoksun aslında. Şöyle düşünün: Sezen Aksu, Ajda Pekkan ve Nilüfer bir rekabet içinde değiller miydi sizce? Ama şarkılarını ayırt etmek ne kolaydır. Bugüne baktığımızda durum tam tersi. Aynı torna tezgâhından çıkmış şarkılar dinliyoruz. Sebebi sadece prodüktörlerin zorlaması değil. Kimse kendi yolunu yürümüyor.
Hadise ‘Stir Me Up’la hayatımıza girdiğinden beri başarısını kendi yolunu yürüyerek kazandı. Feyzini dünya star’larından ama onları taklit etmeden aldı. Duyar duymaz Hadise şarkısı olduğunu anlaşılan sayısız hit üretti. İşini Türk tipi değil Batılı anlamda profesyonel bir ciddiyetle yaptı. Her yaştan hayranı var. ‘O Ses’te sadece müzik bilgisiyle değil samimiyetiyle de ‘demirbaş’ jüri üyesi olmaya başardı. Elbette kendi kulvarındaki herkesle rekabeti vardı ama müziğini yaparken hiçbirini referans almadı.
Şimdi Hadise çıkıp ‘Şampiyon benim’ demiş olsa ya da yeni albümünün adıyla, şarkı sözüyle böyle bir şey ima etse ‘Ne alakası var’ diyebilir miyiz? Diyemeyiz çünkü kimseyle bir yarışa girmemiş ve başarılı olmuş. Bu şampiyonluk, yazının başında söz ettiğimiz klişeyle ilgili. Düşmüş, kalkmış ama kendiyle yaptığı yarışta galip gelmiş.
Şimdi; tüm bunları aklımızda tutarak Hadise’nin ‘Şampiyon’ adını verdiği son albümüne gelelim. Albümün geneline ve iki remix’ine baktığımızda yaz ruhuna uygun olacak şekilde yüksek tempolu; Hadise çeşitli şarkı yazarı ve aranjörlerle çalışmış olmasına karşın bütünlüklü.
Çıkış video’su için seçilen, albümle aynı adlı ‘Şampiyon’ yerine ben olsam daha yüksek tempolu bir düzenlemeyle ‘Sıfır Tolerans’ı seçerdim. Açık ara daha iyi nakarat melodisi...
Bunlar dışında; ‘
Ayşe Özyılmazel, bazı seçimler yaptı müzisyen olarak. Şimdi biraz dinlenmeyi tercih ediyor; zamanı gelince daha iyisini yapacağına inanıyorum. Bir de Zeynep var; Neco’nun diğer kızı. Ayşe’nin medyada çok görünür olduğu zamanlarda geride durmayı tercih etti. Aslen müzikle yatıp kalkan kendisidir, Ayşe’ye sorun, o da onaylayacaktır. ‘Serin’ durmayı tercih etmiştir; o nedenle teklisini büyük dikkatle dinledim...
İki kardeş birbirlerini çok severler; doğal olarak önce onu sordum; bir sıkıntı var mı iki müzikli kız olarak aralarında? Mesela Ayşe, ünü nedeniyle ayak bağı olabilir mi acaba Zeynep’e? “Bizim Ayşe’yle aramızda ne sıkıntı olabilir ki? Bilakis benden daha önce sektöre girdiği ve daha tecrübeli olduğundan destek olup yol gösteriyor” dedi.
Peki, Neco’nun kızı olmak bu evladın penceresinden nasıl bir şey? Zeynep net... “Bir kız evlat; babasının desteğini, sevgisini, varlığını hissettiği her an kendini güçlü hisseder. ‘Bana bir şey olmaz, çünkü arkamda babam var... Canım babam’ der.”
Kafama takılan konulardan biri de Hıncal Uluç’u bir baba figürü olarak görüyor olmaları Ayşe ve Zeynep’in... Onu da sormadan edemiyorum. Yine samimi bir yanıt veriyor: “Hıncal Abi; kendimizi bildik bileli hayatımızda ve Ayşe’yi de beni de çok özel sever, bunu da bilir. O’nun yeri çok ayrıdır hayatımızda. Benim en yakın arkadaşım, abim, sırdaşım ve en büyük destekçimdir. Bana benden çok inanandır.”
Peki, Zeynep acaba şarkısına güveniyor mu? Hemen cevabı yapıştırıyor: “Ben sevdiğim işi yapıyorum. İçime sindiği gibi... Yaptığım işle ilgili önce benim iyi hissetmem önemli. ‘Zaman Olur’ projesinin ilk gününden itibaren hiç ‘Tutar mı?’ ya da ‘Nasıl yapsak tutar?’ diye düşünmedik; tam olarak beni yansıtmasına gayret ettik. Ve bence bu nedenle çok samimi bir iş oldu ve sevildi. Şu anda gördüğüm ilgiden çok memnunum ve tadını çıkarıyorum.”
Zeynep Özyılmazel... Duru, ‘jazzy’ bir ses... İşiyle ilgili müzikten gayrı kaygısı olmadığı belli ya da çok kaygılı kendiyle ilgili; müzikle ilgili herkes gibi... Benim tavsiyem; şarkıcılığına yatırım yapmaya devam etsin. O ses rengini harcamamak lazım. Çok daha iyi söyleyecek; içindeki yarışa devam.
Sabancı soyadının ağırlığı büyük. Kendisi Hacı Sabancı’nın torunu. Yani Sakıp Sabancı, dedesinin ağabeyi. Babası Mehmet Sabancı’yı genç yaşta kaybetti ve iş hayatında ağır sorumluluk altında girdi. Ama müzik en büyük tutkusu. Ve hem kendi işinde hem de müzik hayatında gururla taşıyor soyadını. Eminim bunun zorlukları da var... 25 yaşındaki DJ ve prodüktör Faruk Sabancı ‘Home’ teklisiyle iddialı bir çıkış yaptı.
ÖNYARGILARA RAĞMEN...
Daha önce Armin van Buuren, Tiesto, David Guetta gibi dünyaca ünlü DJ’lerin de dikkatini çeken Faruk Sabancı; bu soyadını taşımanın çok büyük özen gerektirdiğini söylüyor. O da; bir Sabancı’nın DJ oluşunun alışılageldik bir durum olmadığının farkında. Ama farklı bir açıdan bakalım; teklisini çıkarmadan önce edindiği uluslararası hayran kitlesi için, soyadının artısından söz etmek mümkün değil. İç pazardaysa soyadının avantajdan çok dezavantajları olduğunu söylüyor: “Diğer müzisyenler her türlü proje ve etkinliğe dahil olabilirken ben ve ekibimin çok dikkatli olması, müzikal anlamda katkı sağlayacak olmasına rağmen marka uyuşmazlığı sebebiyle birçok teklifi geri çevirmemiz gerekebiliyor. Ek olarak zaman zaman algısal birtakım önyargılar doğuyor ancak bu konuda şikâyetçi değilim, artık alıştım...”
Faruk Sabancı’nın bu yılın başında İstanbul’da ünlü şarkıcı Lindsay Lohan’la baş başa yemek yerken çekilmiş görüntüleri basına yansımıştı. Gazeteci refleksiyle sorduğumda Sabancı; bu konunun merak edilmesini anlayışla karşıladığını ancak yanıtlamak istemediğini belirtiyor.
Söylediğine göre herhangi bir yurtiçi hedefi yok. Bayrağımızı dünyanın en önemli sahnelerinde dalgalandırmaktan başka bir düşüncesi olmadığını söylüyor. Ağır sorumluluklar altında çalıştığı kendi işiyle müzik kariyerini birlikte yürütürken de en çok ekibine güveniyor.
O, BİR FAZIL SAY HAYRANI...
Türk sanatçılardan biriyle ‘featuring’ yapmayı ya da yeni isimlerin şarkılarını remix’leyi düşünüp düşünmediğini sorduğumda ise yanıtı gayet net: ‘Aklımdan bile geçmiyor.
BUGÜN
ŞEBNEM’İN MİSAFİRLERİ VAR
Bu gece sahne alacak Şebnem Ferah, konserin bir bölümünde akustik düzene geçecek. Bu bölümde Ferah’ın grubuna geçen yıl Donizetti Klasik Müzik Ödülleri kapsamında ‘Türkiye’nin En İyi Oda Müziği Grubu Ödülü’nü alan Semplice Quartet, iki keman, bir viyola ve bir viyolonselle eşlik edecek. Ayrıca Şebnem Ferah’ın sesiyle ‘Can Kırıkları’ parçasının altyapısını bir şarkısında kullanan Sulukule çıkışlı rap/hardcore grubu Tahribad-ı İsyan bu parça sırasında sahneye konuk olacak.
YARIN
‘KENDİ KENDİNE’NİN İLK KONSERİ
Yarın gece gerçekleşecek MFÖ konseri; henüz taptaze olan akustik albüm ‘Kendi Kendine’nin ilk konseri olması itibariyle çok önemli. Grup, yeni albüm şarkılarının tamamını çalmakla kalmayacak; o hepimizin ezbere bildiği klasikleriyle de Açıkhava’yı dolduran hayranlarını coşturacak.
Stüdyo albümü olarak bakacak olursak ‘Amused to Death’ten çeyrek asır; solo kariyeri açısındansa senfonik albümü ‘Ça Ira’dan 12 yıl sonra ve toplam yedi yılda kaydedilen yeni bir Roger Waters albümüyle karşı karşıyayız. Peki, böyle bir albümle karşılaştığımızda ne bekliyoruz?
Roger Waters’ın yeni albümü ‘Is This the Life We Really Want’, raflarda...
Açıkçası nisan ve mayısta üst üste yayımlanan teklileri ‘Smell The Roses’, ‘Deja Vu’ ve ‘The Last Refugee’yi dinleyene kadar ben kendi adıma daha modern bir sound deneyeceğini düşünüyordum Waters’ın. Bu beklentinin nedeni de Radiohead ve Beck’le yaptığı işlerden bildiğimiz Nigel Godrich’in prodüktörlüğünde bir albüm hazırlıyor oluşuydu. Ancak şimdi albümün tamamını dinlediğimde Godrich’in işe, ‘Pink Floyd’a güzelleme’ şeklinde yaklaştığını görüyorum.
Bunun artı ve eksileri var. Artılarından başlayayım... ‘Is This the Life We Really Want’; Pink Floyd’un ‘Dark Side of the Moon’ albümü sonrasını hatırlatan; üstelik dinleyici olarak içine girmesi nispeten kolay bir albüm. Bu anlamda kabulünüzse baş tacı edip hızlıca keyif almaya başlayabilirsiniz.
Sözlere ‘söz’ demek ayıp olur. Şairimiz Roger; yarım asra yakın bir zamandır rock’ın antifaşist, antiemperyalist; en öfkeli lakin en entelektüel çocuğu olmaya devam ediyor. Trump başkan seçildikten sonra gelen bu albümde öfke dozunun iyice arttığını görmemek içinse kör olmak lazım. Militarizme, dini inançları sömürenlere, teröre, medyaya hatta akıllı telefonlara verip veriştirmekten de geri kalmıyor. Albüm altmetninin; ‘Dünyayı ne hale getirdiniz ey egemenler!’ olduğu net. Eksilerden de söz edelim... Sanki Roger Waters (sonradan memnun kalıp onayladığını bilsek de) bazı şarkıları yaparken Godrich’in işe bu denli 70’ler tarafından dokunacağını düşünmemiş olmalı. Beste formu ya da ruhu açısından baktığımda Floyd’vari tik tak saatler, kalp atışları, eski moda synth’ler ya da sound kolajları bütün şarkılara cuk oturmuş diyemem. Ayrıca bu denli yoğun şekilde Pink Floyd havasına girmişken gönül bir David Gilmour solosu da istemiyor değil. Eminim siz de böyle hissedeceksiniz. Roger Waters’ın ‘mücadele çağrısı’, hafif psikedelik dokunuşlu protest progressive rock ekseninde devam ediyor. Bu saatten sonra ‘yeni bir sound’ dener mi orası meçhul ancak bu yaptığını da Pink Floyd ekmeğini yemek için yapmıyor kesinlikle. Bana sorarsanız açık şekilde fırıncı olarak kendini görüyor zaten.