Geçen hafta İstanbul’un üzerine çöken yoğun sis, ezberlediğimiz gazeteci deyimi ile ’deniz trafiğini’ engelledi. Ama neden? İstanbul civarındaki sularda seyreden gemilerin, şehir hattı vapurlarının, deniz otobüslerinin otomatik kimlik belirleyen yeni sistem radarları ya da eski tür radarları yok mu? Ve sis, küçük teknelerin karşı karşıya bulunduğu yepyeni bir sorunu da gözler önüne serdi.
Çocukluğum Kadıköy’de, Mühürdar Caddesi ile Yoğurtçu Park arasında kalan bölgede geçti. Vapurların ve fenerlerin sis düdükleri, yoğun sisli günlerde ya da karın tipiye dönüştüğü kış aylarında neredeyse evin içinde çalar gibi olurdu. Bugün Karadeniz’e 500 metre uzaktaki evimde otururken duyduğum, Boğaz girişinde bekleyen büyük gemilerin sis düdükleri beni Kadıköy’e götürür. Ama bu hafta öğrendim ki, Kadıköy’de birçok şey gibi sis düdükleri de artık
kaybolmuş.
Yenilenen fenerlerdeki elektronik sistemlerin, sis düdüğünün gördüğü işlevi görerek gemileri uyarması kuşkusuz daha etkili. Düdüğün sesinin kesilmesi yalnızca nostaljik açıdan değil, küçük tekne emniyeti açısından da önem taşıyor.
Konuyu Yahoo üzerindeki Yelkenciler Lokali tartışma grubuna getiren Kaan Erdem, "Fenerbahçe sis bulutlarının içine gömülmüş. (Herhalde bu yoğunluğa 7/8 demek lazım.) Mendireğin üzerine çıkarak şöyle bir bakınayım istedim. Kalamış mendireği eh işte gözüküyor, F 13 iskelesinden arkadaki iskele F 12 yarım yamalak hayalet bir siluet. Havada bir sakinlik, bir sessizlik ve bir dinginlik. Birden dikkatimi çekiyor bu sakinlik, sanki gereğinden biraz fazla, bir eksik var, yolunda gitmeyen bir şey var. Buldum. Düdükler, kampanalar eksik. Kulağım ne Fenerbahçe Feneri’nin, ne de Ahırkapı’nın insana güven veren alışıldık bildik o malum sesini algılamıyor. Anlaşılan fenerler grevde ses vermeye niyetleri yok. Allah denizde olana kuvvet versin demekten öte kimseyi GPS’siz, radarsız da bırakmasın diyeceğiz anlaşılan."
Gerçekten de siste denizde kalan balıkçı teknesi, küçük yelkenli nasıl bilecek yerini. Giderek yaygınlaşan elektronik pozisyon sinyali veren ve alan radarlar birçok bütçe için hálá erişilmez. İstanbul gibi denizinden yararlanan insan sayısını artırmayı hedeflediğimiz bir büyük deniz kentini sis düdüklerinden mahrum bırakmanın en önemli yönü bu; sis düdüklerinin benim kulağımın pasını silmesi değil.
Kaan Erdem "Bu hususta dikkatimi çeken en önemli şey ise (kendimi de içine katarak), hiçbirimizin, uygulama başlangıcının çok da yeni olmadığını dün akşam öğrendiğim, fenerlerin bu durumunun farkında olmamamız oldu" derken biraz iğneyi kendine batırıyor. Ama bu tür köklü kararları alanların, karardan etkilenecekleri uyarıcı adımlar atması, çağdaş devlet yönetiminin gereğidir. ’Yönetmelik çıktı’ gibi açıklamalara sığınılmaz umarım.
Erdem, Kıyı Emniyeti web sitesindeki ’Bilgi Edinme Hakkı’ bölümünü kullanarak küçük tekneler için çözüm önerilerini sormuş, bekliyor; ben de bekliyorum.
Bir de şu soru aklıma geliyor; sis neden İstanbul’u kilitliyor? Boğaz geçişlere kapatılmıştı geçen hafta. Elektronik donanımı yeterli olmayan tekne ve gemilerin denize çıkmaması doğaldı da, Şehir Hatları’nın dükkanı kapatması nedendi acaba?
Fenerler elektronik olarak yerlerini bildirdiğine göre, vapur ve deniz otobüslerinde gereken cihazlar mı yoktu da, sis İstanbul’u kilitledi? Teknoloji o hale geldi ki, denizin altını da, üstünü de ayrıntılı olarak ekranlarda gösteren cihazları, özellikle ticari gemilerin takmasının maliyeti çok yüksek değil.
Kaptanların yalnızca gözlerine güvendikleri seyir dönemi yoksa bitmedi mi İstanbul’da...
Başına gelenler hayatındırJohn Lennon söylemiş vaktiyle; "Hayat, sen başka planlar yaparken, başına gelenlerdir" diye.
Yıllar önce ağızdan çıkmış bu bilgece lafın bugün teorisi yapılıyor. Lübnan asıllı Amerikalı yazar Nicholas Nasim Taleb ’Fooled by Randomness’ - Rastlantının Aldatması - adlı kitabında çabanın çok önemli olduğunu, ama hayatları değiştirenin aslında rastlantılar olduğunu iddia ediyor.
Kitabı hafife almayın. 2004 yılından beri Amerika’da tüm kitaplar arasında en çok satan kitaplardan biri. Tek başarı ölçüsü bu değil tabii ki. Yazarın risk alan ve çok başarılı bir Wall Street bankacısı olmasına rağmen, bankacılarla, iktisatçılarla ve en önemlisi dünyayı küçücük yazıları ile açıklamaya çalışan gazetecilerle sürekli dalga geçmesi, kitabın hiçbir yazara nasib olmayacak sayıda eleştirel beyin tarafından incelenmesine yol açtı. Kitabın açığını da pek bulamadılar.
Taleb, bu başarının ardından yayınladığı ’Black Swan’ adlı kitabında da, dünyayı, hep rastladığımız ya da olmasını beklediğimiz olayların değil, hiç beklenmeyen gelişmelerin, yani kitaba adını veren nadir ’kara kuğuların’ değiştirdiğini anlatıyor.
Oysa nasıl biliriz hayatı?
Her başarının ardında bir büyük kahraman ve büyük bir başarı öyküsü vardır hep. Kimse doğru zamanda, doğru yerde bulunuyor olmaktan söz etmez. Yanlış yerde, yanlış zamanda bulunanlardan kendileri zaten bahsedemez; onlar, tarihin radar ekranında toplu iğne ucu kadar bir noktacık bile olamazlar.
*
Ne iş, diye sormaya başladığınızı düşünüyorum. Deniz köşesinde bu ne iş?
Denizle ilişki, Lennon’un ’hayat sen başka planlar yaparken, başına gelenlerdir’ lafının sağlamasını yapmaz mı hep?
Hava bozar; keyifli bir seyir, ıslak, kimilerini korkutan bitmek bilmez bir yolculuğa döner.
Rüzgar kalır; limana kaçmak yerine, yeniden yelken basılır, sırf gitmek için gidilir de gidilir.
Motor bozulur, demir tarar, sarhoş olunur, keyif alınır...
Yani hayat, özellikle denizdeyse, başka planlar yaparken başımıza gelenlerdir.
"Olmalı mı, olmamalı mı; yoksa satmalı mı" diye sormuştum ortaya karışık. Aile teknemiz Halki ile yeterince ilgilenemiyorsak, bizde kalmalı mıydı? Kişisel bir sorunumu sizlerin çözmesini istediğimden değil; çok rastlanan bir açmaz olduğundan tabii ki.
Halki, plan dahi yapmadan başıma gelen bir şey olduğundan, hayatıma dan diye girdiğinden, garip bir sorumluluk yüklüyor omuzlarıma. Satılabilir bir deniz aracı gibi değil o. Biri; biraz unutulmuş biri.
Zahit Şekercioğlu gönderdiği kısa mesajda, "Olmalı, olmalı. Belki ahşap yerine, bakımı daha kolay bir yoğurt kabı" diyor fiberglass teknelere taktığım adı hatırlatarak.
Ve devam ediyor: "Boy 30 feet civarında. Her erkeğin bir özeli de olmalı. Eşi ile birlikte, vakit bulamıyor olsa da. Fenerbahçe olmalı. Dost ahbap için. Zira deniz dostlarla birlikte güzel, bir yaştan sonra. Uzak geliyorsa, Rumeli Feneri olmalı. Ama olmalı. İnsan en dar zamanlarında veya en mutlu zamanlarında, deniz üzerinde, bir tahta parçası üzerinde, özelini denizle paylaşmak ihtiyacını hissedebiliyor bazen. İşte sadece o an için dahi, olmalı."
Yani anlayacağınız, derin düşünceler içindeyim. Bilmiyorum daha.
http://www.fooledbyrandomness.com/
İskoçya’dan küçücük bir uygarlık dersi
İskoçya’da Moray Koyu’nda jet ski yapan 22 yaşındaki Nicol Wood, bir yunus sürüsünü kasıtlı olarak ürküttüğü için 500 sterlin para cezasına çarptırıldı.
Mahkeme, bu cezayı, Wood’un yavaşlayıp, yunus sürüsünün ilgisini çekip, onları bir yere topladıktan sonra, etraflarında daireler çizmesi ve bazen da üstlerinde gitmesi yüzünden verdi.